@heliiosrex
|
9 Yıl Önce Viper
Vance artık benimle neredeyse hiç konuşmuyor. Her saniye yan yana olmamıza rağmen, sanki onun için bir gölgeden ibaretim. Babasının istediği işleri yapıyor; ben de yanında, adeta bir koruma gibi sessizce dolaşıyorum.
Zamanla, işlerin arka planında dönen birçok şeyi öğrendim. Kandemir’in, şefin çalıştığı adamlara silah temin ettiğini fark ettim. Kandemir bu şekilde dokunulmazlığını korurken, onlar da Kandemiri benim üzerinden ellerinde tutuyorlardı. Bu çarkın içinde sıkışmış gibi hissediyorum. Bir çıkış yolu yok gibi… ve bu işin sonu nereye varacak, kestiremiyorum.
Kendi evimde yaşamaya devam ediyorum ama ev, bir zamanlar sığınağım olan yer, şimdi sadece bir hapishane gibi. Her sabah uyanıp, Vance’in yanına, ofise gidiyorum. Hayatımızın monotonlukla uzaktan yakından ilgisi yok; ama bu düzensizlik de bir o kadar boğucu. Bir gün hesap kitapla uğraşırken, ertesi gün baştan aşağı kana bulanmış halde bulabiliyoruz kendimizi. Her şey belirsiz, kontrolsüz, ve bu kaosun ortasında, kaybolmuş hissediyorum.
—— Sabahın yine ilk ışıklarıyla uyandım. Koşuya çıktım, kafamı toparlamaya çalıştım ama nafile… Eve dönüp hazırlandım ve yine, her zamanki gibi, Vance’in yanına gittim. Beni görür görmez yüzünü çevirdi, elindeki telefonla ilgilenmeye devam etti. Bir an için onun varlığı bile gözlerimden kayboldu.
Kendi kendime “salak” diye fısıldadım, tam o an, Vance’in kafasını kaldırıp bana baktığını fark ettim. Duyduysa bile umrumda değildi. Belki de bir şeyler söylemesini istedim, belki bir tepki vermesini. Ama her zamanki gibi sakin kaldı.
“Bir şey mi dedin?” diye sordu, sesinde bir merak ya da ilgi kırıntısı olmadan.
“Hayır,” dedim, kısaca.
“İyi,” dedi, soğuk ve kopuk. İçimdeki öfke daha da büyüdü.
“Salak işte,” dedim bu kez yüksek sesle, duysun diye.
Vance aniden gözlerini kısmış, bana doğru dönmüştü. “Viper, derdin ne senin? Trip mi atıyorsun, çocuk gibi?”
Onun küçümseyici tavrı içimde bir ateş yakmıştı. “Kimin hala çocuk olduğunu tartışmayalım istersen,” diye hırçınca karşılık verdim, kelimeler boğazımdan sert bir şekilde çıkarken.
Tam daha sert bir şey söylemek için ağzımı açmıştım ki, kapı açıldı. Fuat içeri girdi. Vance’in onunla konuşacağını hiç düşünmezdim, ama sanki eskisinden daha yakın gibiydiler. Fuat’ın elindeki yara izine takıldı gözlerim.
Odadan çıkmak için yöneldim, sessizce “Ben kapıdayım,” dedim, onlara dönüp son bir umutla. Ama ikisi de yüzüme bile bakmadı. Kendimi odadan dışarı attım, içimde bir şeylerin daha da koptuğunu hissederek.
—-
Aradan geçen iki yıl, Vance ile aramızda soğuk ve aşılmaz buzdan dağlar inşa etti. İstediğimi almıştım, ama bu bana huzur getirmedi. Aksine, içimde derin bir boşluk bıraktı.
Her geçen gün, bu soğukluk içimde büyüdü, ruhumu kemirdi. Vance’in, geceleri sessizce evime girip beni uyurken izlediğini biliyordum. O anlarda odada hissettiğim varlığı, onun nefes alışını fark ediyordum. Ama bildiğimi ona hissettirmeye cesaretim yoktu. Belki de, bu sessiz oyunun devam etmesine izin vererek, aramızdaki o kopmaz bağın hala var olduğunu kendime kanıtlamak istiyordum. Fakat her sabah uyandığımda, geriye sadece soğuk bir boşluk kalıyordu.
——
“Hadi dışarı,” dedim, adamı kolundan tutup kapıya doğru sürüklerken. Kapının önüne fırlatıp adamlara, “Bunu dışarı atın,” diye emrettim. Sonra hızla dönüp odaya geçtim.
“Başka birini mi bekliyorsun?” diye sordum.
“Hayır,” dedi kısaca.
Masasına oturdu ve arkasını döndü. Ben de kapının yanındaki koltuğa yerleştim. Sessizce beklerken kapı aniden açıldı ve içeri biri girdi. Vance’e doğru yaklaşırken, birden üzerine atılıp boğazına yapıştım. Bıçağım şah damarındaydı. Ellerini havaya kaldırdı, “Dur,” dedi sakin bir sesle.
Vance sandalyesinde dönerek adama baktı. “Kimsin sen?” dedi.
Adam elindeki paketi kaldırıp gösterdiğinde, Vance eliyle işaret ederek durmamı söyledi. Yavaşça geri çekildim.
Adam boğazını tutarak bana döndüğünde, “Korkuttun beni,” diyip yüzüne bakar bakmaz kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu.
Karşımda duran kişi Victor’du. Ama bu, kampta bıraktığım o çocuk değildi.
Gözlerim istemsizce baştan aşağı onu taradı. Boyu uzamış, kasları belirginleşmiş, saçlarını uzatmıştı. Bir adım geri çekildim, gözlerim o tanıdık, ama şimdi daha keskin ve tehlikeli görünen ifadeyi arıyordu. O saplantılı bakış, yüzünde yeniden belirdiğinde, kalbim hızla çarpmaya başladı.
“Sen… sen burada ne arıyorsun?” dedim, nefesim kesilmişti. “Beni mi takip ediyorsun?”
Victor bir adım öne çıkarken, gözlerindeki ışıltı daha da karardı. “Viper… gerçekten sen misin?” diyerek ellerini uzattı, sanki yıllardır kaybettiği bir şeyi geri alıyormuş gibi.
Sarılmak için bir hamle yaptığında, ben refleksle geri çekildim. Bu sefer daha sert bir şekilde. Bu hareketim Victor’un yüzündeki o tanıdık yumuşaklığı anında silip attı. Kaşları çatıldı, bakışları karardı.
“Paketi sana vermem söylendi,” dedi Vance’e, sesi titrek ama kararlıydı.
Masaya paketi bıraktı ve arkasını dönüp hızla uzaklaşmaya çalıştı. Ama ben onu kolay bırakmaya niyetli değildim. Silahı ani bir hareketle çıkarıp kafasına dayadım. Tüm odada bir ölüm sessizliği hakim oldu, Victor nefesini bile tutarak olduğu yerde dondu.
“Paketi al,” dedim. Sesim, içimde patlayan fırtınanın gölgesi gibiydi.
Yavaşça arkasını döndü. “Duymadın mı beni? Paketi al!” diye tekrarladım, kelimelerim keskin bir emir gibiydi.
Victor elleri titreyerek kutuyu aldı. “Aç,” dedim, dişlerimin arasından fısıldarcasına. “Ne duruyorsun? Açsana!”
Victor bir an tereddüt etti, gözleri kısa bir an için benimkilere kilitlendi. Sonra, kutuyu açmaya başladı. İçindeki malzemelerin temiz olduğunu gördüğümde, silahı indirirken kalbimde bir rahatlama değil, daha derin bir huzursuzluk belirdi.
“Tamam mı?” diye sordu, sesi buğulu ve ince bir kırılganlık taşıyordu.
Sessiz kaldım, kelimeler boğazımda düğümlenmişti.
Victor yavaşça yanıma yaklaştı, gözleri derin bir karanlığın içinde kaybolmuş gibiydi. Kulağıma eğildi, nefesi tenime dokunduğunda tüylerim diken diken oldu. “Hiç değişmemişsin,” dedi, sesinde saplantılı bir sevgiyle. “Seni gördüğüme sevindim.”
Vance’e bakışlarım kaydığında, ellerinin arasındaki kalemi neredeyse ikiye bölecek kadar sıktığını gördüm. Bakışları üzerimizdeydi. Victor odadan çıkar çıkmaz peşinden dışarı çıktım. Kapıyı kapatırken içeriden bir şeylerin kırıldığını duydum, ama arkamı dönüp bakmadım.
Victor’un ardından aşağı indim. Victor arabaya bindiğinde, ben de yan koltuğa geçtim.
"Sür," dedim sadece. Victor biraz uzaklaştıktan sonra sessiz, sakin bir sokağa girdiğinde durmasını istedim.
"Buraya tesadüfen geldiğini düşünmüyorum," dedim. Victor alaycı bir şekilde gülüp konuşmaya başladı. "Görevin ne, o salağı mı korumak? Viper, bundan daha fazlasını hak ediyorsun, biliyorsun. Şefle konuşup..."
Lafını kestim. "Şefle kesinlikle konuşmayacaksın. Ben halimden memnunum," dediğimde, yüzüme sert bir şekilde dönüp baktı.
"Aşık mı oldun yine?" dedi.
Sorduğu soruyla ne demek istediğini çok iyi anlamıştım. Öfkeme hakim olamayıp yüzüne sert bir yumruk indirdim.
Dişlerini sıkıp yüzüme baktığında gözlerindeki karanlığı gördüm. "Ben de o geride bıraktığın çocuk değilim, Viper. İn şimdi arabamdan," dedi.
Tek bir saniye bile beklemeden kapıyı açıp inmeye hazırlanırken dönüp, "Bir daha karşıma çıkma," dedim ve kapıyı sert bir şekilde çarptım.
Ofise döndüğümde Fuat Vancenin beni çağırdığını söyledi. Odaya doğru yönelip İçeri girip beni çağırmışsın, dedim. Vance sessizce koltuğunda dönüp ardından yavaşça ayağa kalkıp yanıma geldi.
“Nereye gittin sen?” dedi, merakla.
“Hiç bir yere,” dedim, içimde bir sıkıntı hissederek.
“Kimdi o?”
“Eski bir arkadaş,” dedim, soğuk bir sesle.
“Arkadaş mı?” dedi, biraz şaşkın. “Daha önce sevgilin olmadığını sanıyordum.”
“Sevgilim değil, arkadaşım,” dedim, kendimden emin bir şekilde.
“Öyle bakmıyordu ama,” dedi.
“Nasıl baktığı beni ilgilendirmiyor,” dedim, duygularımı bastırarak. “Eski bir arkadaş, hatta… kardeşim gibi.”
“Hem seni neden ilgilendiriyor?” dedim, sesimde bir tedirginlik ve öfke vardı. Vance’in gözleri dudaklarıma kaydı. Bir an yüzüme, bir an dudaklarıma bakarak, düşünceli bir şekilde beni süzüyordu. Aramızdaki mesafe giderek daralırken, kalbimdeki gerilim arttı.
Tam o sırada, Fuat kapıyı çalmadan içeri daldı ve “Abi,” dedi.
Vance’in gözleri sinirle parladı. Sinirini frenlemeye çalışırken, öfkeyle, “Abini sikeyim ” dedi.
Vance’in sert bakışları ve öfkesi, aramızdaki gerginliği aniden yoğunlaştırdı. İçimde birikmiş duygular, bu anın ağırlığıyla birlikte adeta boğazımı sıktı ve her şey daha da karmaşık hale geldi.
“Seninle daha sonra konuşacağız,” diyerek beni gönderdi. Kalbim hala hızla çarpıyordu. Ofisten çıkıp eve döndüm, adımlarımın ağırlığı her zamankinden daha belirgindi. Koltuğa oturduğumda, gözlerimin önüne Vance’in görüntüsü geldi, düşüncelerimle dolup taşmıştım.
Birkaç saat sonra, kapının gıcırtısıyla dikkatim dağıldı. Mutfakta yemek yapıyordum; aniden Vance’in arkamda belirmesiyle bir anlığına kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu.
Şaşkınlıkla döndüm ve “Ne yapıyorsun burada? Nasıl girdin içeri?” dedim.
Vance, sakin bir şekilde durup duvara yaslanmıştı; gözleri sadece bana odaklanmıştı. “Yemek mi yapıyorsun?” diye sordu.
“Evet,” dedim, biraz sinirli. “Yer misin?”
“Olabilir,” dedi, kısaca. Ona da bir tabak çıkarıp masaya koydum. Karşılıklı oturup yemek yerken, Vance’in sessizliği, ortamın baskısını daha da artırdı. Her çatal ve bıçak sesi, aramızdaki boşluğu daha da belirginleştiriyordu. Vance’den çıt çıkmıyordu ve bu sessizlik, içimdeki gerginliği daha da artırdı. Victor’la yaşadığım gerilimlerin ardından, bu sessizliğin yarattığı boşluk dayanılmaz bir yük haline gelmişti.
Yemeğimiz bittikten sonra, tabakları mutfağa bırakırken Vance hala sessizdi. Ben mutfak lavabosunda tabakları silerken, Vance’in girişe doğru gittiğini fark ettim. Gidip gitmediğini merak ederek arkasından bakarken, kapıya koyduğu poşeti alıp içeri geldi.
“İçecek bir şeyler aldım,” dedi, salona geçerken, mutfaktan iki bardak getirdi.
İçkileri doldurup bana uzattığında, elinden aldığımda yıllar sonra yeniden elinin elime değmesiyle içimde bir sıcaklık hissettim. O an, eski günlerin ve paylaşılan anların hatıraları içimi sardı. Vance’in sessizliği ve bu küçük hareket, aramızdaki uzaklığa rağmen bir bağ kurmuş gibiydi.
---
İçkilerinden birkaç yudum aldıktan sonra, gözlerini benden kaçırarak fısıldadı, “Seni özledim.” Sesindeki acı, yıllardır içinde biriktirdiği duyguların bir yansıması gibiydi.
Bu sözlerle aniden irkildim. Derin bir nefes aldım ve içimdeki karmaşayı bastırmaya çalışarak, “Neden buradasın, Vance?” diye sordum. Ses tonum kontrolsüzce titriyordu.
Vance, gözlerimin derinliklerinde kaybolmuş gibi görünüyordu. “Neden beni bıraktın? Ne yaptım da bu kadar uzaklaştın? Hiçbir şey söylemeden gittin… Her gün seni düşündüm, neden, Viper?”
Gözlerimi Vance’in bakışlarından kaçırdım. Ona baktığımda, yüzünde açıkça okunan o derin acıyı görmek, kendi kalbimde de ağır bir sancıya yol açıyordu.
“Bu konuyu açmak istemiyorum,” dedim, gözlerimi başka bir yere sabitleyerek. “Geçmişi deşmek istemiyorum. Bunu konuşmak zorunda değiliz.”
Vance’in yüzüne bir gölge düştü; gözleri karanlık ve yoğun bir duyguyla parladı. “Ama ben anlamıyorum,” dedi, sesi bir çığlık gibi yükseldi, ama ardından hemen alçaldı, neredeyse bir fısıltıya döndü. “Ne yaptım? Neden böyle oldu?” Yüzündeki çaresizlik ve hüzün o kadar belirgindi ki, kalbime bir bıçak gibi saplandı. “Seni seviyorum, Viper. Her zaman sevdim. Neden beni bıraktın?”
Gözlerimi tekrar Vance’e çevirdim. O an, Vance’in gözlerindeki çaresizliği ve hüzünlü bakışlarını gördüm. Kalbim daha da hızla atmaya başladı; bu kadar duygusuz kalmak imkansızdı. “Vance, bilmiyorsun…” dedim, sesim kırılgan ve zayıftı. “Böyle olmak zorundaydı.”
Vance, bu sözler üzerine bir adım daha yaklaştı. Ellerini ellerime uzattı, parmak uçlarında hafif bir titreme vardı. “Lütfen, Viper… Seni kaybetmek istemiyorum,” diye yalvardı, sesi neredeyse ağlamaklıydı. “O üç yıl boyunca seni düşünmekten bir an bile vazgeçmedim. Her gün, her gece… seni sevdim, seni özledim. Lütfen.”
Ellerini geri itmeye çalıştım, ama Vance’in tutuşu sıkıydı ve bırakmaya niyeti yoktu. “Vance… bu konuda konuşmak istemiyorum. Geçmişte kaldı.”
Gözlerinden bir damla yaş süzüldü. “Lütfen, Viper. Yalvarıyorum sana,” dedi, sesi titriyordu. “Ne olursa olsun, seni tekrar kaybetmek istemiyorum. Her şeyimi al, ama beni sensiz bırakma. Neden beni bıraktığını anlamıyorum, ama yine de seni seviyorum.”
Bu sözler karşısında kendimi daha fazla tutamadım. Kalbimin duvarları, Vance’in kelimeleriyle yavaşça çatlamaya başladı. Yıllardır sakladığım duygular, birer birer su yüzüne çıkıyordu. “Vance…” dedim, sesim bu kez daha yumuşak, daha kırılgandı. “Bu, o kadar kolay değil. Bu, sadece bir geceyle bitmez.”
Vance, gözlerinde bir umut parıltısıyla, “Biliyorum,” dedi, nefesi düzensizdi. “Ama lütfen, sadece bu gece. Sadece bir gece için, seni yeniden sevmeme izin ver.”
İçimdeki direnci daha fazla sürdüremedim. Vance’in sevgisi ve ısrarı, en derin yaralarını bile iyileştirecek gibi görünüyordu. “Peki,” dedim, gözlerim doldu, sesim neredeyse bir fısıltı kadar hafifti. “Sadece bu gece için…”
Vance, bu cevabı duyar duymaz, bir an bile tereddüt etmeden beni kollarına çekti. Dudaklarımız buluştuğunda, aramızdaki gerginlik yerini yıllardır bastırılmış bir tutkuya bıraktı.
Saçlarımı okşarken, bende kendimi onun güçlü kollarına bıraktım. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken, Vance beni daha da sıkı sardı.
Gece, bizi tamamen içine almış, geçmişin tüm acılarını ve kırgınlıklarını silmiş gibiydi. Vance, kulaklarıma fısıldadı, “Seni her zaman sevdim ve hep seveceğim,” dedi, sesi bir yemin kadar kararlıydı.
Vance’in sözleriyle daha da derin bir huzura kavuştum. Gözlerimi kapattım ve içimdeki tüm korkuların, endişelerin kaybolmasına izin verdim. Vance’in sıcak kollarında, sonunda kendimi güvende hissettim.
Ve o gece, yılların ardından gelen bu duygusal yakınlaşma, ikimizi bir kez daha bir araya getirdi. Gece boyunca, birbirimize sarılıp, sessizce, kaybettiğimiz her şeyi yeniden bulmanın huzurunu yaşadık.
Sabah gözlerimi Vance’in kollarında açtığımda, içimde yine o tanıdık pişmanlık vardı. Kalbim sıkışıyor, sanki onunla geçirdiğim her an bir suç gibi ağırlaşıyordu üzerimde. Onun nefesini boynumda hissederken, vicdanımın sesini susturmak imkansızdı. Bu, ona yaptığım bir kötülük gibi hissettirmeye başlamıştı.
Yataktan kalkmak için usulca hareket ettiğimde, Vance’in göz kapakları aralandı. Gözleri yavaşça açıldı ve bana doğru döndü. Hafif bir gülümsemeyle, “Günaydın,” dedi, sesi hala uykulu ama huzurluydu. Ancak yüzümdeki sert ifadeyi görünce hemen toparlandı. Gözleri endişeyle doldu ve boğazını temizleyerek öksürdü, sessiz bir özür diler gibi. Yatakta doğruldu, sırtı bana dönük, ama gerginliği hissediliyordu.
Bir süre ikimiz de sessizce odanın içinde asılı kalan bu garip atmosferi soluduk. Vance, birkaç saniye boyunca etrafa boş boş bakarak bu sabahın ne anlama geldiğini çözmeye çalıştı. Ardından derin bir nefes aldı ve “Ben artık gideyim,” diye mırıldandı, sesi zorla çıkıyormuş gibi. Yavaşça yataktan kalktı ve yerde dağılmış olan kıyafetlerini toplamaya başladı.
Onu izlerken, kollarım ve bacaklarım birden ağırlaştı, sanki tüm dünya üzerime çökmüş gibi. Yatakta ellerimi bağlayıp onu seyrederken, yüzündeki ifade daha önce hiç görmediğim bir çaresizliği yansıtıyordu. Giyinirken her bir hareketi, aramızdaki boşluğun ne kadar derin olduğunu hatırlatıyordu. Sonunda bana döndüğünde, yüzümdeki kararlılığı ve soğukluğu gördü.
“Bir daha tekrarlanmayacak,” dedim, sesim keskin ve sertti, sanki kendi içimde de bir şeyi kesip atmaya çalışıyormuşum gibi. Sözlerim odayı doldurdu ve duvarlardan yankılandı. Vance’in yüzü bir anlığına dondu, ama ardından kendini topladı.
Son bir kez gözlerime baktı, bakışlarında bir şeyleri söylemek istiyor gibiydi ama kelimeler dudaklarında dondu kaldı. Gözlerini yere indirdi, kırık bir kalbin tüm ağırlığıyla. Yerden ceketini alıp sessizce kapıya yöneldi. Gözden kaybolmadan önce kısa bir an için durakladı, belki bir şey söylemek istedi, belki bir umutla geri döneceğimi düşündü. Ama ben hareketsiz kaldım, duygularımın ve düşüncelerimin karmasında boğulmuş halde.
Kapı sessizce kapandığında, içimde bir boşluk hissiyle baş başa kaldım. Geceyi onunla paylaşmak, kısa bir an için bile olsa geçmişin hayaletlerini uyandırmıştı. Ama şimdi, o hayaletler daha da ağır, daha da zorlayıcıydı.
—-
Aradan üç hafta geçmişti ve Vance’le aramızdaki soğukluk aynı şekilde devam ediyordu. Ofiste her şey aynı görünse de, içimdeki karmaşa gitgide büyüyordu. Fuat yanımdan hızla geçerken koluma çarpmasıyla irkildim ve aniden öfkem kabardı. Elimde olmadan ona doğru dönüp onu duvara ittim. Fuat, şaşkınlıkla ve biraz da korkuyla yüzüme baktı. "Malum gününde misin?" dedi alaycı bir ses tonuyla.
Bir an duraksadım. Neredeyse üç hafta geciktiğim aklıma gelince cevap bile vermeden hızla ofisten çıktım. Ayaklarım beni nereye götürdü bilmiyordum, sadece bir an önce oradan uzaklaşmak istiyordum. Sokak sokak dolaşıp eczane aradım. Eğer bu doğruysa... Bu gerçekten benim sonum olabilirdi.
Nihayet bir eczanenin önünde durdum, derin bir nefes alarak içeri girdim. Sanki dünyam başıma yıkılıyordu, ama bir yandan da içimde bir umut kırıntısı vardı. Sessizce eczacıya yaklaşıp bir gebelik testi istedim ve ardından hızla eve doğru yola çıktım. Her adımda kalbim biraz daha hızla atıyordu, aklımda binbir düşünce dolaşıyordu.
Eve vardığımda, ellerim titreyerek banyoya girdim ve testi yaptım. Beklerken zaman sanki donmuş gibiydi. O birkaç dakika, hayatımın en uzun dakikalarıydı. Tam o sırada kapının çalma sesiyle irkildim. Kimin geldiğini görmek için kapıya yöneldim, deliğe baktım ama kimse yoktu. Tam geri dönecekken kapı tekrar çaldı. Bu kez bakmadan kapıyı açtım ve karşımdaki kişiyi görünce içimde bir sıkıntı yükseldi. Victor, kapının önünde duruyordu.
"Şimdi gerçekten seninle uğraşamayacağım," dedim kapıyı kapatmaya çalışarak, ama Victor elini kapıya koydu ve içeri girdi. İçeri geçip arkamdan kapıyı kapattı. "Ne istiyorsun Victor?" diye sordum sert bir tonla.
"Kerem diyebilirsin artık," dedi sakin bir şekilde.
"Victor’u tercih ederim," dedim gözlerimi ondan ayırmadan.
"Seni görmek istedim," diye yanıtladı, ama bu cevabı hiç hoşuma gitmemişti.
"Şu an müsait değilim," dedim ve istemsizce banyoya doğru baktım.
Victor gözlerimi takip etti. "İçeride biri mi var?" diye sordu, ardından kaşlarını çattı. "Yoksa o şerefsiz mi burada?" diye öfkeyle ayağa kalktı ve banyoya yöneldi.
Peşinden bağırarak koştum ama çoktan banyoya girmişti bile. "Defol evimden!" diye bağırdım, ama gözleri çoktan banyodaki testteydi. Eline aldı ve yüzüme bakarak, "Hamile misin?" diye bağırdı.
Ne diyeceğimi bilemeden, testin doğruluğunu kontrol etmek için hızla elinden kaptım. Gözlerim çizgilere odaklandı; çift çizgiydi... Hamileydim. Bu gerçekle yüzleşmekten korkuyordum ama artık saklanacak bir yer yoktu.
Victor'un yüzü bir anda değişti; öfkesi tüm odayı dolduruyordu. "O şerefsizden hamile misin? Mutlu bir aileniz mi olacak? Bir de çocuğunuz mu olacak?" diye sordu, sesi giderek yükseliyordu. "Senin kim olduğunu biliyor mu?"
Bu sözler bir tehdit gibi geldi ve kalbim aniden hızla çarpmaya başladı. "Seni öldürürüm," dedim üzerine yürüyerek. Ama karşımdaki Victor, artık bir çocuk değildi. Hızla içeri doğru yöneldi.
Peşinden gittim ve ona bağırdım, "Bu seni ilgilendirmez, çık evimden!"
Şefle ilgili bir şeyler mırıldandığında gözleri parlıyordu. "Şefi ilgilendirir mi peki?"
Sinirden deliye dönmüştüm. "Sonuçlarına katlanabileceksen durma, anlat!" diye bağırdım.
Dişlerinin arasından soğukkanlı bir şekilde "Başkasıyla olmandansa ölmeni tercih ederim," dedi. O an, tüm öfkemle yüzüne sert bir tokat attım. Gözlerindeki öfke daha da büyüdü ve o da bana bir tokat attı.
Darbe beni yere serdi ve acıyla yüzümü tuttum. O an, bir şeylerin geri dönülemez şekilde değiştiğini hissettim. Victor hemen yanıma çöküp, panikle özür dilemeye başladı. "Özür dilerim, lütfen affet beni. Bak, bu çocuktan kurtulabiliriz. Hepsini öldürür, gideriz," dedi, gözlerinde çılgın bir ışıltıyla.
Onun bu kontrolsüz hâli beni daha da sinirlendirdi. Yine hayatıma müdahale ediyordu, yine kararlarıma saygı duymuyordu. O anda, ne kadar farklı olduğumuzu ve bu yolda ne kadar uzaklaştığımızı bir kez daha anladım.
"Victor," dedim, sesimdeki kararlılık kırılgan bir ip gibi geriliyordu. "Beni geri kazanmanın bir yolu var” dedim.
“Ne istersen yapmaya hazırım” dedi
“ Kamptakileri Şefi ve onunla birlikte çalışan herkesi öldür. Beni bu işten tamamen kurtar. Ancak o zaman karşıma çık." Sözlerim zehirli bir ok gibi havada asılı kaldı, ağırlığı ikimizin de üzerinde hissediliyordu.
Victor'un gözleri kısılmış, yüzünde bir gölge gibi gezinen karanlık bir ifade vardı. "Onların hepsini mi?" diye sordu, sesi soğuk ve kontrolsüz bir öfkeyle doluydu. "Hepsini öldürmemi mi istiyorsun?"
"Bu benim için tek yol," dedim, gözlerimi onun karanlık gözlerinden ayırmadan. "Hepsi bu işin bir parçası. Ya bu dünyayı yok edip beni kurtarırsın ya da benden vazgeçersin."
Sözlerim beni bile ürkütüyordu. Ya bu yolda ölecek ve ondan sonsuza kadar kurtulacaktım, ya da gerçekten herkesi öldürecekti ki bu çok düşük bir ihtimaldi. İşte o zaman ne yapacağımı bilmiyordum. Bu düşünce beni hem ürpertiyor hem de bir şekilde rahatlatıyordu. Eğer o kadar ileri giderse… belki de Victor’la ilgili her şeyi geride bırakmak için bir şansım olurdu. Ama bu masum kanların üzerine kurulmuş bir özgürlük olurdu. Bunu yapabilir miydim? Başarırsa döktüğü masum kanları affedebilecek miydim?
Victor’un yüzündeki ifade değişti, bir an için sanki anlamaya çalışıyormuş gibi baktı. "Beni affedecek misin, hepsini yaparsam?" diye sordu, sesi alçalmıştı ama hâlâ tehditkârdı.
"Başarırsan... evet," dedim tereddütle. "Ama bunu yapabileceğini sanmıyorum, Victor. Ve zaten... geçmişte sevdiklerime zarar verdin. Sana güvenmem için hiçbir sebep yok."
Victor’un yüzü birden gerildi, çenesini sıkarak bir adım yaklaştı. "Onları öldürmek... senin için bunu yaparım," diye fısıldadı, gözlerinde çılgın bir kararlılık parlıyordu. "Ama sonrasında benden kaçmayacaksın. Söz ver."
İçimde bir ürperti hissettim. "Eğer bunu yaparsan," dedim ağır bir nefes alarak, "o zaman seni affetmek zorunda kalırım... ama Victor, bunu yaparsan, artık başka bir insan olman gerekecek."
Victor gözlerimin içine bakarak, "Seni kaybetmektense, her şeyi yaparım," dedi. Gözlerindeki kararlılık bir an bile kırılmadı.
İkimiz de bu karanlık anlaşmanın sonuçlarını henüz tam olarak kavrayamıyorduk. Ama biliyordum ki, bu yolda geri dönüş yoktu. Ya her şeyi kaybedecektik ya da her şeyi kazanacaktık. Ve belki de en kötüsü, ben de bu yolun sonunun ne olacağını bilmek istemiyordum.
Bölüm Sonu
Hikayede geçmişe dönük anlatımlar yer alıyor, bu yüzden olaylar parça parça görünebilir. Ancak sadece önemli noktalara değinmeye çalışıyorum. Karakterlerin duygularını ve neden bu hale geldiklerini anlamanız için bu anlar oldukça kritik.
Viper'ın içinde bulunduğu karmaşa, Victor'la olan ilişkisi ve Vance'e karşı duyduğu kararsızlık hikayenin temel taşlarını oluşturuyor.
Her bir karakterin kendi içsel çatışmaları ve geçmişlerinden gelen yaralar, onları bu noktaya getirdi.
Viper’ın Victor’a karşı koyduğu şartlar, Viper’ın kendi karanlık tarafıyla yüzleşmesine neden oluyor.
Hikaye hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyorum.
Eleştirilerinizi, yorumlarınızı ve beğenilerinizi bekliyorum. |
0% |