Yeni Üyelik
30.
Bölüm

28.Bölüm

@heliiosrex

Türkiye’ye dönmek, hele de bu kadar büyük bir şehirde hayatta kalmaya çalışmak, baştan hata olduğunu biliyordum. Burası benim geldiğim yerlere hiç benzemiyor.

 

Victor’un cebinden çaldığım biraz parayla bu gece bir otelde kalabilirim belki, ama sonrası için ne yapacağımı düşünmem gerekiyor. Burada uzun süre kalamam. Vance’i bulmak zorundayım. O, bu şehirde güvendiğim tek kişi olabilir.

 

Evi terk edeli saatler oldu, hala yürüyordum. Sanki bu şehirde adım attıkça ağırlığım artıyor, omuzlarım çöküyor. Vance’in numarası hâlâ çalışıyorsa, ona ulaşmam lazım. Bir kilometre kadar ilerledikten sonra bir benzinlik gördüm. İçeri girip kasadaki adama doğru yürüdüm.

 

“Telefonu kullanabilir miyim?” dedim, dilim dönse de Türkçem yeterince iyi değildi. Buralı olmadığım hemen anlaşılıyordu, bakışlarında bir merak, bir de şüphe vardı.

 

Telefonu aldım ve Vance’i aradım. Uzun uzun çaldı, sonunda biri açtı. “Alo?” dedi bir ses. “Vance?” dedim. Ses tanıdık değildi. “Hayır, ben Vance değilim, şu an meşgul,” dedi. Sanki hiç umursamadan kapatacak gibiydi. “Nerdesiniz?” dedim, biraz aceleci bir sesle. Bana hızlıca bir adres verdi, buraya yakın bir otel, sonra hat kesildi.

 

Telefonu kapatıp adamın yüzüne baktım, adresi söyledim. Şans eseri, buraya yakın olduğunu söyledi ve beni bırakabileceğini teklif etti, motorunu göstererek. Tereddüt etmeden kabul ettim.

 

Motora bindi, anahtarı çevirdi. Tam o anda çorabımın içinde gizlediğim küçük bıçağı çıkardım ve boğazına dayadım. Gözleri korkuyla açıldı, kasıldı. "İn," dedim, soğuk bir ses tonuyla. Adam titreyerek motordan indi. "Yarın otelin önünden alabilirsin motorunu," diye ekledim, ona saldırma fırsatı vermeden.

 

Motoru sürmeye başladım. Düşünceler beynimi kemiriyordu. Kimseyi öldürme niyetim yoktu, ama kimseye de güvenemezdim. Hayatta kalmak, başka bir şeye dönüşmek demekti. Kendi kendime, hiçbir şeyi şansa bırakamayacağımı bir kez daha hatırlattım.

 

Otele doğru yaklaştıkça içimdeki huzursuzluk büyüyordu. Ne söyleyebilirdim ki? Cümleleri toparlayabileceğimi sanmıyordum.

 

Kafamda sürekli aynı düşünceler dönüp duruyordu: “ Evet, Vance. Başta seni kandırdım, sana yaklaşmamın sebebi babanı öldürmekti. Seni sadece bir araç olarak gördüm.”

 

Bu düşünceler beynimi kemirirken, otelin kapısına ulaştım. Ne olacaksa olsun, dedim kendi kendime, ve içeri girdim. Koridoru geçip yukarı çıkmaya yeltendiğimde, görevli biri önüme dikildi ve yukarı çıkamayacağımı söyledi. "Vance," dedim, ama o isimde kimsenin burada olmadığını iddia etti.

 

İçimdeki panik yüzeye çıkmaya başlamıştı. Sesimi yükseltmeye başladım, bağırırken yukarıdan birkaç kişinin indiğini gördüm. Vance’in adamlarını ve Fuat’ı fark ettim. Onu görünce, hemen yanına geçtim, durumu toparlamaya çalışarak: "Ben onlarlayım," dedim.

 

Fuat, beni baştan aşağı süzdü, sonra adamlara döndü. "Tamam, bizimle," dedi sakin bir sesle, adamları yatıştırıp beni kenara çekti. Fuat, yüzünde sert bir ifadeyle, "Senin burada ne işin var? Ölmek mi istiyorsun?" diye sordu.

 

"Vance nerede?" dedim. Sesimdeki kararlılığı gizleyememiştim.

 

Ama o, kafasını iki yana sallayarak, "Şu an hiç iyi bir zaman değil, Viper. Git buradan. Bir daha da gözüne gözükme," dedi.

 

Söylediklerini dinlememiştim bile. Birden merdivenlere doğru atıldım ve koşmaya başladım. Arkadan Fuat’ın ve adamlarının ayak seslerini duyuyordum ama hızımı kesmeden devam ettim. En üst kata vardığımda, kapının önünde duran adamı gördüm ve Vance’in orada olduğunu anladım. Hiç tereddüt etmeden, adama yaklaştım. "Fuat seni aşağı çağırıyor, acil," dedim nefes nefese.

 

Adam hiç düşünmeden telaşla koşmaya başladı, fırsatı kaçırmadım ve hızla kapıdan içeri daldım. Odada ne bulacağımı bilmiyordum, ama geri dönüşün olmadığının farkındaydım.

 

Odaya adım atar atmaz darmadağın edilmiş her şey karşıma çıktı. Eşyalar etrafa saçılmış, her yerde cam kırıkları vardı. Ortalık savaş alanına dönmüş gibiydi. Oda genişti ama bu genişlik bile içimdeki sıkışmışlığı hafifletmiyordu.

 

Kapıyı arkamdan kilitleyip, parmak uçlarımda sessizce yürüdüm. Biraz ilerleyince Vance'i köşede buldum. Beyaz gömleğinin önü tamamen açıktı, elinde yarısı boş bir viski şişesi vardı. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Birinin yaklaştığını hissettiğinde, sesi fısıltıya dönmüş bir şekilde “Çık dışarı,” dedi.

 

Bağırmaktan sesi kısılmış, neredeyse duyulmaz hale gelmişti. Kafasını kaldırıp bana bakmadı bile, kim olduğumu anlamamış gibiydi. Gözleri bomboştu, yorgun ve kırık.

 

Yavaşça yanına yaklaştım, tam önünde durdum. Gözleri ayaklarımdan yavaşça yukarı doğru süzüldü, sonunda yüzüme ulaştı. Beni gördüğüne şaşırmadı. Ela gözlerindeki kızarıklıklar, içindeki hayal kırıklığını dışarı vuruyordu.

 

“Ne istiyorsun?” dedi, sesi sanki bir rüzgarın taşıdığı küskün bir yankı gibiydi.

 

“Beni öldürmeye mi geldin? Hadi, öldür o zaman.” Fısıldıyordu, ama fısıltılarının altında saklı çığlıklar vardı. Bu çığlıklar içimde yankılanıyordu, tüylerimi diken diken eden o derin acıyla.

 

Gözlerinde başka bir şey vardı; o, kandırılmış birinin boşluğu. Her şeyin bir yalan olduğunu, neye inandıysa aslında sahte olduğunu fark eden birinin ağırlığı. Beni gözlerinin önünde parçalıyordu, tek kelime etmeden. Yalnızca sessizliğinin içinde, bütün soruları soruyordu: “Neden?” diye bağırıyordu içten içe.

 

Ona dokunan her şeyin sahte çıkmasının acısı vardı orada. Ne söylesem boştu artık. Vance’e baktım, gözlerindeki acı beni vuruyordu. Bir şeyler söylemek istedim ama kelimeler boğazıma düğümlenmişti. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Derin bir nefes aldım, titreyen bir sesle sadece, “Özür dilerim,” dedim.

 

Vance’in dudakları acı bir gülümsemeye dönüştü, ama gözleri aynı soğukluğunu koruyordu. “Ne için?” dedi, sesi fısıltıyla karışık bir alayla.

 

“Beni kandırdığın için mi? Hiç sevmediğin için mi? Yoksa gerçekten sevdiğine inandırdığın için mi? Ne için, ha? Hangisi?”

 

Sözleri sanki yüzüme çarpıyordu, her bir kelime içimde derin yarıklar açıyordu. Vance, sorularıyla beni köşeye sıkıştırıyordu. Onun gözlerindeki hayal kırıklığı, hissettiğim suçluluğu katbekat büyütüyordu.

 

"Hayır, hayır, böyle düşünme," dedim, kelimeler hızla dökülürken. "Seni sevdim, Vance. Gerçekten sevdim. Evet, başta her şey bir oyundu, kabul ediyorum. Ama sonra... sonra her şey değişti. Seni sevdim. Seninle bir gelecek düşündüm." Gözlerimdeki samimiyeti görebileceğini umarak ona baktım.

 

Vance, bana hala o sert bakışlarla bakıyordu, yüzündeki acı ve öfke dinmemişti. “O yüzden mi gittin?” dedi, sesi neredeyse alaycıydı, ama o derin kırgınlığı saklayamıyordu.

 

"Senin bir geleceğin olsun diye gittim," dedim, çaresizce. "Bu yalanları öğrenmeyesin diye gittim. Seni bu kirli oyundan korumak için..." Ama sözlerimin ona ulaşmadığını hissediyordum. Gözlerindeki inançsızlık, o derin hayal kırıklığı, içimi daha da kemiriyordu.

 

Vance, dudaklarını sıkıca kapatıp başını yana çevirdi. Beni dinliyordu ama bana inanmıyordu. Victor yüzünden, yaşananlar yüzünden bana güvenini kaybetmişti. Ne söylesem boştu artık; gerçek duvarlar örmüştü aramıza.

 

Üzerimdeki tişörtü çıkarıp yanına yere oturdum, vücudumdaki izleri gösterdim. “Bak,” dedim. “Bunları kim yaptı diye sormuştun. Bunlar, geldiğim yerden kalan izler. Bunlar benim hayatımın izleri, Vance. Kendini kandırılmış hissediyorsun belki ama benim seçeneklerim yoktu. Sevmeye ve sevilmeye hakkım yoktu. Benim gibilerin bir hayatı olamazdı.” Gözlerimi sabit tutarak devam ettim, “Victor’la neden gittim biliyor musun? Kurtardı beni. Belki çok kurban verdi ama beni kurtardı.”

 

Vance’in yüzü yavaş yavaş benimkine doğru döndü, gözleri acının derinliğini yansıtıyordu. “Evet, çektiğin acı gerçek. Evet, anlıyorum canın yanıyor. Ama gerçekleri bilmen gerekiyor, her şeyi öğrendikten sonra. Eğer istersen, giderim.”

 

Sesimdeki sarsılma, söylediklerimin ağırlığını hissettiriyordu. Her şeyin ötesinde, belki de son bir kez, doğruyu anlatmak ve geride kalan her şeyi bırakmak istiyordum.

 

Hayatımın dört saate sığabileceğine inanamıyordum. Çektiğim acıların, vücudumdaki yaraların bu kadar kısa bir zamana sıkışması, zamanın acımasızlığını yüzüme vuruyordu.

 

Vance gözlerini kırpmadan dinliyordu, elindeki viski şişesini çoktan yere bırakmıştı. Gözleri, içimde biriken öfkeyle ve nefretle dolu bakışlarımı süzüyordu. Gerçekler ağırdı, ama onlar yine de gerçeği yansıtıyordu. Gözlerindeki karmaşa, inancın ve inançsızlığın arasında bir yerde sıkışmıştı.

 

Söylediklerimin doğruluğuna inanıp inanmadığını bilmiyordum ama şu an, en derin acılarımla yüzleşiyordu. Vücudumdaki her yara, geçmişin bir parçası, yaşanmışlıkların sessiz bir tanığıydı. Her biri, hayatta kalmanın, mücadele etmenin bedeliydi. Ve şimdi, hayatın ne kadar acımasız ve adaletsiz olduğunu gözler önüne seriyordum.

 

Hikaye bitti. Ben de bittim ve sustum. Ruhum yorgun ve kelimeler boğazımda düğüm düğüm oldu. Bende köşeme çekildim. Çünkü bazen sessizlik, en yüksek çığlık olur. İçimdeki ses gitgide kısıldı. İçimde bir umut vardı, ama onu bile susturmak zorunda kaldım. Çünkü bu dünya, sesini duyurmak isteyenleri hep bir duvara çarptırır.

 

Önümdeki engeller, hep bir yokuş gibiydi, bitmek bilmeyen bir yolun keskin virajları. Ama biliyorum ki bir gün yine kalkacağım. Bu sessizlik belki de bir fırtınanın habercisidir.

Pes etmek yok şimdilik, çünkü her sona eren hikaye yeni bir başlangıç taşır içinde.

 

Vance’in gözlerinde, karanlık bir boşluk vardı. Sanki bütün dünya üzerindeki yük, üzerimize çökmüş gibiydi Vance bir süre sessiz kaldı, gözlerimi ondan ayırmadan yüzündeki ifadeyi inceledim.

 

Söylediklerimin sindirilmesi kolay değildi, bunu biliyordum. Affedilmek gibi bir beklentim yoktu, ama kendini yıpratmasına ve suçlamalarla boğulmasına izin veremezdim.

 

Bir süre sonra, yerimden kalktım ve kararımı verdim. “Bir daha karşına çıkmam,” dedim, “Beni bir daha görmezsin.” Ardımda bıraktığım sessizlik, sözlerimin ağırlığını yansıtıyordu.

 

Kapıya doğru yürümeye başladım, her adımımın ağırlığını hissettim. Yavaşça ilerledim, sanki zaman benimle birlikte duruyordu. İçimde, Vance’in adımı söylemesini bekleyen bir umut vardı. Belki bir veda, belki küçük bir karşılık... Ama o sessizlik, o dayanılmaz sessizlik sürüp gitti. Adımlarım kapıya yaklaştıkça bu umudun kırılmaya başladığını hissettim.

 

Kapıya varmadan önce, içimdeki o son duygu kıpırtısıyla arkamı döndüm. Vance, hala olduğu yerde duruyordu. Ne gözlerini kaldırdı ne de bir işaret verdi. Boşluğa sabitlenmiş gözleri, varlığımdan çoktan kopmuş gibiydi. O an, kelimelerin artık ulaşamayacağı bir noktada olduğumu anladım. Sözlerimin, yalnızca karanlık bir yankı gibi içime geri döndüğünü fark ettim.

 

Sessizce kapıyı çektim ve dışarı çıktım.

 

Bölüm Sonu

 

Bu bölümde, karakterlerin içlerinde taşıdığı acıya biraz daha yakından baktık.

 

Acılarının onları nasıl şekillendirdiğini, onları nasıl dönüştüğünü gördük.

 

Karanlıkla yüzleşmeyen, ışığa ulaşamaz; işte bu yüzden bu acılar, onların güç kaynağı. Ancak bu sadece bir başlangıç.

 

Acıdan beslenenler için daha da derin, daha da vurucu bölümler geliyor.

 

Beklemede kalın, çünkü daha yeni başlıyoruz

Loading...
0%