@heliiosrex
|
--
Elimle boynumdaki kolyemi okşuyordum. Kalbim, Kerem'in sudan çıkıp bana doğru gelmesiyle hızla çarpmaya başladı. Güneş yüzüme vurduğu için yüzünü tam göremiyordum, ancak silüeti çok netti. Uzun boyu, geniş omuzları ve kaslı vücudu... Her adımıyla su damlacıkları güneşte parlıyor, büyüleyici bir tablo oluşturuyordu.
Kerem bana yaklaşıp eliyle kolyemi tuttuğum elime dokundu ve yavaşça kolyemi eline aldı. Gözlerimi ona diktiğimde, yüzünde o masum ve bebeksi gülümsemesi belirdi. Islak siyah saçlarından akan su damlaları yüzüme doğru süzüldü. Kocaman, kömür karası gözleriyle bana bakarken, bir eli belimde diğer eli elimin üstünde, yavaşça bana yaklaşıyordu. Beyaz teni, güneşin altında adeta parlıyordu. Her adımda kalbim daha hızlı atıyor, nefesim kesiliyordu.
Kerem yüzüme daha da yaklaştığında, dolgun ve ıslak dudakları dudaklarıma değdi. Hafifçe öpüp geri çekildi. Kulağıma eğilip fısıldar gibi, "Uyan," dedi.
"Ne?" dedim, gözlerimi şaşkınlıkla ona dikerek. O an, kolyeme baktım. Üzerinde V&V yazıyordu. "Ne dedin?"
"Uyan!" diye bağırmasıyla yataktan çığlık atarak uyandım. Kerem hızla yanıma koştu.
"İyi misin? Kabus gördün sanırım."
"Hayır, kabus değildi. Seni gördüm," dedim, onun yüzüne bakarak. Ama...Düşüncelerim kafamdan hızla uzaklaştı. Geçmişle şimdi arasında sıkışmış gibiydim.
"Saat kaç? Ne zaman geldin?" diye sordum. Uykulu bir şekilde.
"Saat 03.00," dedi, gözlerinde yorgunluğun izleri belirgindi.
"Özür dilerim, biraz sert davrandım sanırım," dedim, içimdeki pişmanlıkla boğuşarak.
"Asıl ben özür dilerim, hazır olduğunu düşündüm ama ısrar etmemem gerekiyordu," dedi.
"Sorun değil, unutalım gitsin."
Gözlerinde beliren ufak bir tebessüm, içimdeki fırtınayı bir anlığına dindirdi.
"Neden uyumuyorsun?" dedim, sesimde endişeyle karışık merak.
"Yeni geldim sayılır, birazdan uyuyacağım. Sana anlatmam gereken çok önemli şeyler var. Ama yarını bekleyebilir, hep beraber oturup konuşalım,"
Sessizce başımı sallayıp, yatağına geçmesini bekledim. İçimdeki karmaşayı ona belli etmemeye çalışarak.
Bir an, kolyeme bakmak için elimi boynuma götürdüm. İçimde bir boşluk hissettim. Kolyem yoktu. Şaşkınlıkla boynumu yokladım. Hep orada olduğunu biliyor gibiydim. Panikle hatırlamaya çalıştım. Önemli birinin aldığını hatırlıyordum ama detaylar silik, bulanıktı. Kolyenin yokluğu, içimdeki kaybolmuşluk hissini daha da derinleştirdi.
---
Evden hızla çıkıp Aslan'ın ablasının evine gittim. Bu sefer onunla görüşmekte kararlıydım. Eve ulaştığımda elimi kolumu sallayarak içeri girdim. Bir şeyi gizlemenin en iyi yolu göz önünde saklamaktır. Kapının önünde vakit kaybetmeden kartla içeri girdim. İçeride eşyalarını topluyordu.
"Sakin ol, senin için gelmedim," dedim. "Sadece birkaç sorum var. Victor nerede ve ona mı çalışıyorsun?"
Yüzünde dalga geçer gibi bir gülümseme vardı ve tam alnının ortasında bir lazer noktası belirdi. "Yere yat," dememe kalmadan vuruldu.
Camdan dışarı baktığımda, geçen gece bulunduğum çatıda birinin olduğunu gördüm. Silahı bana doğrultuyordu. Yere yatmamla ateş etmesi bir oldu. Silahımı çıkarıp doğrudan ateş ettim. Çatı katına yakındım. Merdivenlere yönelip çatıya çıktım ve karşı binaya atladım. Ama çoktan gitmişti.
Aşağı baktığımda sokakta koştuğunu gördüm. Hemen binanın yanında bulunan parmaklıklara oradan balkona, sonra yere atladım ve hızla peşinden koşmaya başladım. Amacım onu öldürmek değildi; Ekin'in yerini öğrenmekti.
Sokak lambalarının altında gölgeler gibi kaybolarak ilerliyorduk. Ayak seslerim asfalta çarpıyor, adrenalin damarlarımda pompalıyordu. Bir köşeyi döndüğünde hızımı artırdım, ellerim silahın soğuk metaline sıkıca tutunmuştu. Dar bir sokakta onu sıkıştırdım. Kaçacak yeri kalmamıştı.
"DUR" diye haykırdım. Bakışlarında bir anlık tereddüt gördüm. Bu fırsatı kaçırmayacaktım. Silahımı doğrultarak bir adım daha yaklaştım. Sadece birkaç saniyem vardı, ama bu savaşın sonu daha yeni başlıyordu. Hemen karşımda duruyordu, tetiği çekmemem için hiçbir neden yoktu. Birden silahını çıkarıp bana doğrulttu ve "EĞİL!" diye bağırdı. Arkamı döndüğümde Kerem'in Victor'u vurmak üzere olduğunu gördüm.
"Yapma!" dedim. Victor, beni koruyor gibiydi, ama Kerem'in bana zarar verebileceğini düşünmüyordum. "Ona anlattın mı, Vance?" diye sordu Victor. "V'ye her şeyi anlattın mı?"
Dönüp Kerem'e baktım. "Kerem mi?" dedim. "O mu Kerem? V, gercekten hiçbirşey hatırlamıyorsun. Kerem benim," dedi Victor. Kerem'in yüzüne baktım, şaşkındım. "Ne demek oluyor bu?" dedim.
"Viper, hadi gidelim buradan," dedi Kerem, ya da Vance mi demeliyim?
"Neler olduğunu hemen anlat," dedim. Yüzüme baktı ve gözlerini devirip derin bir nefes aldı.
"Bu şekilde öğrenmeni istemiyorum. Lütfen gidelim."
"Doğru mu bu? Kerem o mu?"
Victor gururla, "Evet," dedi. "Sana her şeyi anlatacağım. Benimle gel." Bir elinde silahı Vance'e doğrultmuşken diğer elini bana uzattı. Vance, yalvarıyormuş gibi yüzüme bakıyordu ama artık ona güvenemezdim. Üç adım atıp Victor'a uzanıp elini tuttum. Hemen arka tarafta bulunan arabaya doğru koştuk. Motor çalıştı ve hızla uzaklaşmaya başladık. Araba sokakları hızla geçerken, arkamda patlayan kurşun seslerini ve Vance'in çaresiz çığlıklarını duyabiliyordum. Kalbim deli gibi atıyordu. Kafamda bir sürü soru vardı ama bu kaçış sırasında sormak için doğru zaman değildi. Her şeyin yanıtını alacak, gerçeği öğrenecektim. O anda, kimseye güvenemezdim ama Victor'un dediği gibi, gerçekler ortaya çıkana kadar yanında kalmalıydım.
Şehrin tam göbeğinde eski küçük dairemden üç sokak uzakta, beş katlı bir evin arka tarafına bakan bir eve geldik. Kapısı ahşaptı, bir tekmeyle yıkılacak gibi duruyordu. İçeri anahtarı çevirip omuzuyla iterek girdi. Işığı açtı ama ışık loş ve güçsüzdü. Bir oda bir salon ve banyosu vardı. Mutfak, salona dahildi. Bu kadar küçük ve eski bir ev olmasına rağmen her taraf oldukça temiz ve düzenli görünüyordu.
Evin içine ilerleyip dolapların üzerindeki çerçevelere uzandım. Kamptan bir kaç fotoğraf ve benim fotoğraflarım vardı. Victor içeri girip üzerindeki deri ceketi çıkardı. Kasım ayındaydık, hava çok soğuk olmamasına rağmen dışarıda esen rüzgarı içeride duyabiliyordum. Mutfağa geçip kahve yapmaya başladı.
"Sütlü ve tek şeker," dedi. Tam sevdiğim gibi. Hafifçe kafamı salladım. Etrafı incelemeye devam ediyordum, ama gözüm Victor'un üzerindeydi. Bana yaklaşıp bardağı uzattı. "Otur istersen."
Tek kelime etmiyordum, yine yalan duyacağım tek bir soru sormayacaktım.
"Seninle ilk tanıştığımız zamanı hatırlıyor musun? Bendeki de soru tabii hatırlamıyorsun." Gülümsedi
" Kamptaydık. Ben yeni gelmiştim, senin üç yılın olmuştu sanırım. Korkuyordum, çocuktum. Gerçi sen de çocuktun. Ama benden daha deneyimliydin."
Anılar gözümde canlanmaya başladı.
"Kaç yaşındaydım? On falan sanırım."
"Doğru. Geldiğim ilk gün arabadan iner inmez çıplak ayaklarımla ve yağan yağmura rağmen koşarak uzaklaşmaya çalışırsam Kaçabileceğimi düşünmem şimdi güldürüyor beni. Derken bu salaklığı başkası yaptı. Arkasından hiç tereddüt etmeden ateş edip bey*ni dağıttıklarında anladım oradan kurtulamayacağımı. Aralarından en cılız ve küçük olan bendim. Ya hemen ö*memi ya da bir an önce öğrenmemi istedikleri için mi bilmiyorum, beni seçtiler. Çıkardıkları pisliği temizlemek için. Küçücük vücudumla neredeyse benim yaşlarımda olan çocuğu zorla bacaklarından tutup çekerken sen geldin yanıma ve diğer bacağından tutup ormanlık alana çekmeme yardım ettin. O an aşık olmuştum sana... Geçen beş yıldan sonra senin gitme vaktin gelmişti. Ve yanıma gelip kendi tarzınla vedalaşmak istedin sanırım. 'Sevgi zayıflıktır, zaafların olmamalı yoksa yenilirsin' demiştin. Sana aşık olduğumu anlamıştın sanki. Sonra gittin. Sarılmadın, vedalaşmadın, öpmedin, sadece gittin. Arabadan uzaklaşırken arkandan baktım ama dönüp bir kez bile bana bakmadın. Uzaklaştın.
Senden sonra ben de acımasız olmayı öğrendim. İnsanlar zayıf, ve ezmezsen ezilirsin; acırsan acınacak hale gelirsin. Bunlar hep aklımın bir köşesinde oldu. Üç yıl sonra sonunda benim de gönderecekleri bir görev buldular. Geç öğrenmiyordum, sadece uyumsuz bir çocuktum. Bir süre ülke ülke gezip verdikleri görevleri ustalıkla olmasa bile yerine getirdim." ---
Gözlerimi kırpmadan onu dinliyordum. Geçmişime dair en ufak bilgi kırıntısına muhtaçtım.
"Nerede olduğunu, kime çalıştığını bilmiyordum ama kader bizi yine bir araya getirdi. Seni son görmemin üzerinden dört yıl geçmişti. Vance denilen adama çalışmaya başlamıştın. O bizim gibi değil, kimsesiz değil. Yurt dışına götürmem gereken bir paketim vardı. Elimde Vance'in adresi, paketi almak için yola koyuldum. Bir gökdelenin bilmem kaçıncı katında beni bekliyordu. Daha doğrusu kapıdaki adamları, ama ben her zaman doğrudan patrona çalışırım. Direkt onun odasına doğru gittim, kapıyı tıklamadan içeri daldım.Vance koltuğunda oturmuş bir şeyler okuyordu. Ağzımı açıp bir kelime bile edemeden üzerime atladın. Hemen şah damarımın üstündeki bıçakla irkildim. "Sakin ol," dedim, "paketi almaya geldim." "Bir daha kapıyı çalmadan ya da haber vermeden içeri dalma, gerizekalı," dedin."
Bunu söylerken kahkaha attı
" Boğazımı bıraktığında şaşırmıştım. Bu kadar spor ve ağırlık ne işe yarıyordu? Bir kadın nasıl bunu bana yapabilir diye sinirlenmiştim. Dönüp sana baktığımda yine vuruldum. Tam karşımdaydın. Dört yıl sonra yine karşımdaydın. "Viper," dedim. Ama tanımadın beni. Baya değişmiştim. Bıraktığında on beş yaşında bir çocuktum. "Benim, Victor," dedim. Birden boynuma atladın. Bana sarıldın. İlk defa bana sarıldın. Çok değişmiştin, çok şaşırmıştım. Ve ağzından şu güzel cümle çıktı: "Sağ kurtulacağını düşünmüyordum."
Dedi ve tekrar kahkaha attı.
"Eee, bu kadar mı? Sonra ne oldu?"
"Tabii ki bu kadar değil. Paketi bırakıp döndükten sonra sürekli seni görmeye geldim. Hemen hemen her gece birlikte vakit geçirmeye başladık. Ama Vance kıskanmaya başladı; sana aşık olduğunu düşünüyordum. Ama sen patron olduğu için ihtimal vermiyordun. Sonra sen de bana aşık oldun. Ve..."
"Ve... Ekin mi oldu?"
"O şerefsiz sana Ekin'i mi anlattı?" dedi ve sinirle kalkıp elindeki bardağı duvara fırlattı. Öfkeden delirmiş halindeydi. Anlam veremiyordum. Zaten erkeklerin bu anlamsız hareketlerine hiç akıl sır erdiremiyordum.
"Neler oluyor?" dedim.
"Ekin'i... O şerefsiz Ekin'i..."
Sözlerinde bir anlam arıyordum.
"Ekin'i öl*rdü ve gelip sana Ekin'i mi anlattı?"
|
0% |