Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 2: Kanlı Davet ve Yeraltından Kaçı

@helilith

 

 

 

Bölüm 2

 

 

 

 

Kanlı Davet ve Yeraltından Kaçış

 

 

 

Mitski - Firework

The Plot In You - Feel Nothing

 

 

 

 

 

 

 

Her karanlık

 

 

 

kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını

 

 

 

kendi içinde taşır.

 

 

 

-Dante-

 

 

 

Sevgili Visha,

Unutma, ışıklar kapandığında ortaya çıkar kafanın içindeki hayaletler.

Unutma Visha.

Hatırla, seni korkutan ihtimaller aslında sana gerçek hayatı öğretmek için varlar.

 

Çocukken karanlıktan korkardım ve korktuğum günlerin sonunda çoğunlukla aileme sığındım. Aslında bakarsan bir çocuğun canavar veya hayaletlerden korkmasından daha doğal ne olabilir ki bu hayatta ama ben canavarlardan korkmamam gerektiğini gerçek hayatta daha kötülerinin var olduğunu fark ettiğimde bıraktım.

 

Küçüktüm, yine bir kış gecesinde geceyarısı saat 1’de dışarıdaki fırtınanın sesine uyandım. Odam karanlıktı ve çakan şimşek beni korkutuyordu. Ağlamaya başladım ve babama seslendim korkuyla. Çok geçmeden babam odama geldi ve öncesinde yaşadığım korku yerini güvene bıraktı.

 

Onu seviyordum.

 

Yatağın kenarına oturduğunda elini yüzüme koyup “Ne oldu?“ diye sormuştu sakin olmaya çalışan bir sesle.

 

Burnumu çekerek daha fazla ağlamaya başladığımda “Hadi ama kızım,“ demişti beni kendine çekerek. Sanırım onu korkutmuştum. “Anlat bana ne olduğunu.“

 

Hiçbir şey olmadı baba, sadece diğerleri gibi ben de çocuktum.

 

O anlarda yüksek sesle çakan bir şimşek odayı aydınlattığında babamın benimle aynı olan yeşil gözleri parlamıştı. Ona benziyordum, çok fazla hem de. “Çok fazla ses var.“ demiştim burnumu çekerken.

 

Korkuyorum diyemezdim çünkü onun dünyasında korkuya yer yoktu.

 

Bunu duyduğunda yüzüme öyle bir bakmıştı ki oturduğum yatak bile bana batmaya başlamıştı sanki. “Bunun için mi çağırdın beni, saçma sapan korkuların yüzünden.“ Konuşması sertleşmişti ama yine de sakin kalmaya çalışıyordu, en azından kendince. “Bağırınca sana bir şey oldu sandım.” demişti hemen ardından.

 

Kafamı iki yana sallamıştım hızla. Ardından elimi tutup beni yataktan kaldırdığında, pencerenin hemen önüne getirip camı açtı. Rüzgar perdeyi savururken saçlarım dağılmıştı. Dışarıdaki bütün sesler artık sanki odamın tamamen içindeydi.

 

“Gördüğün bütün her şey,“ demişti elleriyle aşağıyı göstererek. Evimiz Alavora’nın tepesinde olduğundan bütün şehir manzarası görülüyordu odamdan. “Benim emrim altında, bütün insanlar bana itaat etmek zorunda. Buraların sahibi biziz. Sen ve diğer kardeşlerin. Hepsi sizin için kızım.“

 

Odayı bir ışık kaplamıştı tekrardan. “Hiç kimse bize bulaşmaya cesaret edemez. Sen benim kızımsın, bizim dünyamızda korkuya yer yok“ dediğinde bu sefer de az önceki ışığın sonucunda büyük bir ses yayılmıştı odada. Bir adım gerileyeceğim anda babamın elini sırtımda hissetmiştim. Geri kaçmama izin vermiyordu. “Ve sen bu saçma sapan şeyden korkuyorsun.“

 

“Sen korkmayacaksın, senden korkmalarını sağlayacaksın. Gözden çıkarılan her zaman en zayıf olandır, bütün yaşanılanlar onun başına kalır. Evdeki zayıf halka sensin, bunu değiştireceksin. Önce korkmamayı öğreteceğim sana, sonra da hayatı.“

 

Kafamı sallamıştım söyledikleri karşısında. Zayıf olmak istemiyordum ki ben zaten. Korkunu yenmeni sağlayacağım demişti bana. O gün bilmiyordum korkumu yenmemi sağlayan kişinin o olmayacağını, beni odada öylece bırakıp gideceğini.

 

Diğer geceler korktuğum anlarda annem olurdu yanımda. Ben uyuyana kadar yanımda bekler, uyuduktan sonra giderdi. Şimdi o yoktu ama babam vardı. Yanımda durur sanmıştım.

 

Ve annem bir hafta olmayacaktı.

 

O gece korkum hiç geçmemişti, sadece sessizce ağlıyordum yatağın içinde. Battaniyeyi kafama kadar çektiğimde kaçtığım şey karanlıktı ama beni rahatlatan şey daha büyük bir karanlık olmuştu.

 

Diğer geceler de aynı şekilde uyuyordum ve korkum gün geçtikçe azalıyordu. Şimdi korkmuyorum hatta seviyorum karanlığı ama geceleri hâlâ yatarken battaniyeyi kafama kadar çekiyorum.

 

Gerçek hayat da böyleydi çoğu zaman. Bir karanlığı yok etmek için daha büyük bir karanlığa çekilmen gerekirdi. Karanlıkta kalmamak için en karanlık sen olmalıydın. O zaman hiçbir karanlık seni çekemezdi içine.

 

Gözlerim davetteki insanların üstünde gezindi bir süre. Diğer şehirden insanlar, hatta yöneticiler bile vardı . Birbirleriyle sohbet içindeydiler. Hemen sağ tarafımdaki masada Veridian’ın başkanı Albert Marshall duruyordu, her ne kadar diğer bölge başkanlarıyla anlaşamasa da oldukça güçlü ve korkulan bir kişiliği vardı. Yanında duran kişi ise oğlu Arwan’den başkası değildi.

 

Kaşları çatık bir şekilde karşıya bakıyordu ve elindeki kadehi sıktığını parmaklarından anlayabiliyordum. Bakışlarını takip ettiğimde baktığı kişiyi gördüm. Kyros Lyall Alvaro.

 

Birbirlerine öldürücü bakışlar atıyorlardı. Bu saçma güç gösterisini bitiren hareket Kyros’un yan tarafında oturan Alavora başkanından başkası değildi. Elini Kyros’un omzuna koyup varlığını fark ettirdiğinde ona sakin olmasını söyleyen bakışlar attı. Bildiğim kadarıyla Kyros onun manevi oğluydu . Birbirlerine saygı duyduklarını Leonardo’nun bir hareketiyle sakinleşen Kyros’dan anlayabiliyordum.

 

Bakışlarımı masadaki diğer insanlara çeviremememe neden olan bir şey vardı onda ama ne olduğunu anlamlandıramıyordum. Bir his ya da öngörü, bilemiyorum.

 

Birinin gözlerini üstümde hissettiğimde onu izlemeyi bırakıp bakışlarımı beni izleyen kişiye çevirdim. Hemen yan tarafında oturuyordu ve bana çatık kaşlarla bakıyordu. Gözlerini yüzümün her zerresinde hissettiğimde ben de onu incelemeye başladım. Gördüğüm en güzel sarışın kız olabilirdi. Dalgalı saçları beline kadar uzanmıştı, üstünde mini kırmızı bir elbise vardı ve uzun bacakları ortaya çıkmıştı.

 

Mavi gözleri en sonunda gözlerime çıktığında gözlerinin içine bakmaya çekinmedim. Onun sevgilisi olup olmadığını bilmiyordum. Bildiğim tek şey bakışlarımı yanlış yorumlamasıydı. En sonunda dudaklarım iki yana kıvrılırken elimdeki kadehi kaldırıp kıza göz kırptım. Nasıl tepki verdiğini görememiştim çünkü o sırada masaya babam gelmişti.

 

“Nereye gittin?” diye sorduğunda kadehi dudaklarıma yaklaştırdım ve sorduğu soruyu görmezden geldim. Kadehin içindeki şarap bittiğinde masaya koydum kadehi. Geçip gidecekken babam kolumu tutarak gitmemi engelledi .“Herkesin içinde yapma bari. Bu aptal insanların ağzına laf veriyorsun.“

 

Gözlerimi devirirken, “Kim sana laf edebilir burada, baba.“ dedim.

 

“Burada edemezler ama kendi evlerine dağıldıklarında ederler. Çünkü başka bir gücün var olduğunu görmezsen eğer, sen evrenin en güçlü insanısındır. “dedi insanlara tek tek bakıp onları işaret ederken. “Görüyor musun bakışlarının nasıl aç olduğunu. Gözlerini kırpmıyorlar çünkü açık arıyorlar. Evlerine çekildiğinde buldukları açıklar onlara büyük bir zafer gibi gelecek.” Bakışları keskinleştiğinde insanları küçümsediğini görebiliyordum. Alayla gülümsedi.“Biliyorlar elde edebilecekleri tek zaferin ancak başkasının düşmesiyle olacağını, çünkü kendileri yükselecek cesarete sahip değil.”

 

“Kazanılan zafer illa ki kendi yükselişin olmayabilir.” dedim babamın yüzüne bakarken. “Bazen istediğin güç değil, tepedeki birinin yıkımını görmektir.”

 

Yüzünü bana döndüğünde gözlerinde şaşkın bir ifadenin olduğunu gördüm. Çünkü bu konular hakkında konuşan o olurdu ve ben hiçbir zaman karışmazdım. Kafasını sağa eğdiğinde parmağını kaldırıp kafasını işaret etti. “O zaman dünyanın en aptal insanısındır.”

 

“Neden?” diye sordum merakla.

 

“Çünkü kendini yükseltmek, zaten yükselmiş birini devirmekten daha kolay. Yıkmak istenilen kişi zaten yenilmez olduğu için en tepede değil midir?”

 

“Ne yani,” dedim gülerek.“Tepedeki kişiyi yenemeyeceğini mi söylüyorsun?”

 

Yüksek sesli bir kahkaha attığında komik olan şeyin ne olduğunu düşündüm.

 

“ Visha,” dedi gülmeyi bıraktığında . “En tepedeki kişi zaten benim.”

 

Narsistlik. Babamı bir sarmaşık gibi ele geçiren, dallarını bize kadar uzatıp hayatımızı ele geçiren hastalık.

 

Güç. Her şey buna bağlıydı değil mi? “Öyle,” Alayla gülen bendim bu sefer. “En tepede olan sensin ama yine de güç için kızını gözden çıkarabiliyorsun.” Bakışlarının anbean değiştiğine şahit oldum. Yutkunduğunda kafasını yana eğdi.“İyiymiş.”

 

Dudakları aralandığında masamıza gelen kişilerle birlikte bir şey söylemeden sustu, babama bakmayı bırakıp masaya gelenlere döndüğümde bakışları hâlâ benim üstümdeydi. Hiçbir şey olmamış gibi elimi Leonardo’ya uzatarak selamlaştım onunla. Ardından elimi yanındaki kişiye uzattığımda onun Kyros olduğunu gördüm. Elini elimin içine bıraktığında gözlerim gözlerine kaydı. Kaşlarım çatılacaktı neredeyse.Tanıdık, çok tanıdık.

 

Sen kimsin ve nereden tanıyorum ben seni?

 

“Memnun oldum.” dedi gözlerime bakarken. Kafamı salladım sakince ve ardından elimi geri çektim. O sırada babam girdiği şoku ancak atlatabilmiş, yeni selam veriyordu masadakilere. Şehrin meseleleriyle ilgili konuşmaya başladıklarında sıkıldım ve “İzninizle.” deyip masadan ayrıldım.

 

Alastor’la göz göze geldiğimde zorla sakinleştirdiğim her hücrem yerle bir oldu sanki. Onu görmek bile sinirlerimi bozuyordu, bu nedenle gözlerimi ona çevirmeden merdivenlerden yukarıya çıktım. Ortak banyoya girdiğimde kapıyı kapatacağım an biri eliyle bunu engelledi. Çekildiğimde gelenin Luca olduğunu gördüm.

 

Sinirlenmemek için derin bir nefes çektim içime. “Sen salak mısın ya?”

 

Yüzünde pis bir sırıtma ifadesi vardı , kesin yine sinirlerimi bozmak için gelmişti yanıma. Gülerken kafasını salladığında “Seni gidi seni,“ dedi burnumu sıkarak. “Evleniyormuşsun, bu ne hız.”

 

Burnumu parmaklarının arasından kurtardığımda sinirden köpürmek üzereydim. “Çık dışarı!” dedim sertçe. Çıkmadı ve arsızca gülüp devam etti konuşmasına. “İstemiyorsan söylemen yeterli güzelim.” Kendini gösterdi. “Abin her zaman burada.”

 

Kolunu iki parmağının arasında sıkıştırdığımda önümde iki büklüm oldu. “Bir daha söyle. “ dedim daha da sıkarak. “Ah,” dedi acıyla bağırarak. “Lan bıraksana kolumu.“ Bırakmadım ve ayağına bir tekme geçirdiğimde onun da elini saçlarımda hissettim.

 

Ağzım şaşkınlıkla açılırken saçlarıma daha çok asıldığında çığlık atıp “Bırak.“ diye bağırdım. Şu an olan şeye inanamıyordum. “Önce sen.” dediğinde kafam aşağı çekiliyordu. Diğer elimi saçına attığımda kısa saçlarını hızla çektim.

 

Tam o sırada banyonun kapısı birden açıldığında kendime lanetler okudum. Rezil olmuştum galiba. Gelen kişiye baktığımda az önce aşağıda gördüğüm sarışın kız olduğunu gördüm. İri gözlerle bakıyordu ve bizim halimiz berbattı. Ellerimi çekip hızla doğrulduğumda “ Pardon,“ diyerek kapıyı kapatıp çıktı hızlıca.

 

O gittikten sonra Luca’ya döndüm. “Off ,“ dedim sızlanarak. “Rezil olduk resmen.“

 

“Off,“ dedi Luca’da benim gibi. “Harbiden off. O güzellik neydi lan. Taş.” dedi son harfi uzatarak.

 

“Iyy,” dedim iğrenir gibi suratına bakarken. “Senin tipini sikeyim.”

 

“Kıskanma yakışıklı suratımı.”

 

“Aynen.” dedim uzatarak.

 

Luca’yı orada bırakıp banyodan çıktığımda ellerimle saçımı düzeltiyordum. Merdivenlerden aşağı ineceğim sırada balkonda birilerinin konuştuğunu duyduğumda adımlarım durdu. Normalde insanları dinlemeyi seven birisi değildim ama gizlice ve sessiz bir şekilde ne konuştuklarını merak etmiştim.

 

Yanımdan iki kadın geçip giderken başka şeylerle ilgileniyor gibi yaptım ve onlar geçtiğinde görünmeyeceğim bir yere geçip konuşmaları dinledim.

 

“Zaten biz buraya niye geldik ki ?” diyordu yumuşak bir kız sesi . Çakmak sesini duyduğumda birinin sigara yaktığını anladım. “Görmedin mi adamın bize nasıl davrandığını.” Bıkkın bir nefes verdi. “Adam bizi siklemedi bile Pedro.”

 

“Yeter artık uzatma Astorıa. Keyfimizden gelmedik herhalde buraya. Sen de biliyorsun nedenini, sorgulama artık.” Pedro dediği kişiydi bu.

 

“Ne demişler,“ dedi başka bir erkek sesi. “Düşmanını yakın tut.“

 

“Bebeğim, biz düşmanı zaten tanıyoruz. Şu an burada oluşumuz neyi çözdü peki. Arkadaşımızın potansiyel katilinin evindeyiz muhtemelen, ve onu öldüren Cahir büyük ihtimalle. Ne öğrenebiliriz ki? “ dedi az önceki kız.

 

“Ölmedi!” dedi baskın bir sesle Pedro. “ Ölülerin cesedi olur, ölseydi eğer sırf güç gösterisi yapmak için bile cesedini atardı meydana.“

 

Bıkkın bir nefes daha verdiğinde “Gidiyorum ben,” dedi yeniden sessiz bir şekilde az önce konuşan kız. Pedro’nun dediklerini duymamış gibi davranıyordu. “Geliyor musunuz?”

 

Kimseden ses çıkmayınca kız bir şey demeden balkondan çıktığında önümden geçerek merdivenlere ilerledi. O kadar büyük bir sinirle inmişti ki kafasını telefondan kaldırıp beni görmemişti bile. Omuzlarına kadar gelen kumral saçları vardı ama yüzünü tam görememiştim. Arkası dönüktü bana. Üstünde vücudunu saran dizinin iki karış kadar üstünde turuncu straplez bir elbise vardı.

 

O merdivenlerden gittikten sonra “Kız haklı abi,” dedi umutsuzca. “Burada hiçbir şey bulamayız. Görmüyor musun her odanın nasıl korunduğunu. Sence bu adam evine birilerini açtığında güvenliği daha da arttırmaz mı? Bir delil veya kanıt bulmamız imkansız.”

 

“Git,“ dedi Pedro sadece. Karşısındaki çocuk cevap vermeden yeniden konuştu. “Birlikte dönün gelirim ben peşinizden.”

 

“Bırakmam seni burada tek başına.”

 

“Oğlum siktir olup gitsene amına koyayım.”

 

“Pedro, götün başın ayrı oynuyor. Zerre güven vermiyorsun abicim, ben bir dostumu daha kaybedemem.“

 

“Bir şey yapmayacağım, git.” Karşısıdaki buna inanmamış olacak ki “Ne yapabilirim zaten burada lan. Söz, geleceğim.” dedi sinirle.

 

Uzun süren bir sessizlik oluştu ortamda. Kimseden çıt çıkmadı, bir çakmağın daha ateşlenme sesini duydum. En sonunda “Öyle olsun“ dedi konuştuğu çocuk ve yanından çekip gitti. Merdivenlere giderken kafasını kaldırıp bana baktığında göz göze geldik. Yanımdan geçip gideceği esnada ellerini sarı saçlarına geçirerek geçti önümden. Arkasından ona bakarken o da döndü arkasına ve bal rengi gözlerinde şüpheyi gördüm. Onları dinlediğimi anlamıştı.

 

Bu umrumda bile değildi aslında, saklanmaya bile çalışmamıştım.

 

Bahsettikleri kötü adamın babam olduğunu biliyordum . Etrafta namı iyi anılmazdı onun. Ölüm demişti kumral kız, o ise ölmediğini söylemişti.

 

Ama kimin?

 

Cesedi bulunmadı, ölülerin cesedi olur.

 

Yaşıyor.

 

Adı Pedro.

 

Olduğum yerden çıkıp başımı uzattım onu görmek için . Elleri terasın demirlerinin üzerindeydi , dudaklarında yarıya kadar geldiği sigarası duruyordu. Kahverengi saçları vardı ve boyu uzundu. Elini kaldırıp dudakları arasında duran sigarayı parmakları arasına aldığında arkasında birinin olduğunu hissetmiş gibi bana döndü.

 

Kalçasını geriye yasladığında gözleri yüzümde gezindi. Kaşları çatıldı ama nedeni kim olduğumu merak ettiğinden değil, kim olduğumu bildiğindendi. Kahverengi gözlerinde öfkenin izlerini gördüm.

 

Pedro Santoro. Bir keresinde fotoğrafını görmüştüm ve o sırada babam ve abim konuşuyorlardı odada. Onları dinlemediğimi sanıyorlardı ama yanılıyorlardı. Dinlerdim, hep dinledim.

 

Babamın bahsettiği hayatta yaşamanın yolu insanları tanımaktan geçer. Birini ne kadar iyi tanırsan elin karşındaki kişiye karşı her zaman iyi olur.

 

“Babasının yolundan gidiyor, aptal.“demişti babam onun için.

 

“ Gitsin,” dedi abim umursamaz bir şekilde. “Sonu babası gibi geberip gitmek olur.”

 

Babasının bu hayatta kimseyi sevmediğini biliyordum sadece. Genelde insanlar bir düşman belirlerdi ve diğerlerinin de tarafına geçerdi yaşamak için. Ama o üç taraftan da nefret ediyordu, sonunda birisi tarafından öldürülmesi de kaçınılmaz olandı.

 

“Kafayı sıyırıyordu en son yalnızlıktan ve hırsından.” Silahın parçalarını çıkartıyordu temizlemek için. “Tuhaf, yabani adamımız sonunda arkadaş edinmiş.”

 

“Kim?”

 

“Robert’ın oğlu.“ dedi gülerken. “Duyduğuma göre içtikleri ayrı gitmiyormuş.“ Ardından diğer silahı da aldı eline parçaları sökmek için. “Sence de tuhaf değil mi bu olan?”

 

“Tuhaf olan ne?”

 

“Tuhaf olan şey nefret ettiğin tarafın içinden birini sevmen.”

 

“Yanardöner herifin teki.” dedi abim babamın parçalarını çıkardığı silahları temizlerken. Hep böyle olurdu babam sadece girişi fitillerdi, gerisi hep abimdeydi. Her şey için.

 

“Hayır,”dedi babam geriye yaslandığında. “Birini koşulsuz sevebilmen için aynı tarafta olman gerekir. Birini ne kadar seversen sev, fikirlerin çatıştığı ilk an bir kıvılcım düşer aranıza. O kıvılcım zamanla büyür ve yangına dönüşür.”

 

“Yanardöner olan o değil. Yolundan dönen, Veles.”

 

Adın ne?

Veles.

 

Ölmedi, yaşıyor.

 

Siktir.

 

Benden yardım isteyen oydu. Pedro’nun bahsettiği arkadaşı yani…

 

Aramızdaki bakışmayı kesmeden yanına doğru ilerledim. Yüzü bana dönüktü ama karşısında durmak istemedim. Tam yanında durduğumda yüzüm dışarıya dönüktü. Sigara paketini terasın korkuluklarının üstüne koymuştu.

 

Ne diyeceğimi bilemedim. “Alabilir miyim?” dediğimde başta ne dediğimi anlamadı ve yüzüme baktı anlamsızca. Paketi işaret ettiğimde yeniden önüne döndü ve kafasını salladı.

 

İçinden bir dal çektiğimde dudaklarımın arasına götürdüm. Çakmak sigara paketinin içindeydi, yakmaya çalışıyordum ama rüzgardan dolayı elimi önüne siper etmem gerekmişti. En sonunda yakmayı başardığımda yanımda hareketlendiğini hissettim, gidiyordu.

 

“Bekle,” dedim başka bir şey demeden. Adımları durduğunda neden onun yanında olduğumu sorguluyordu muhtemelen. Tek kaşı havalandığında “Az önce konuştuklarınızı duydum.” dedim aniden.

 

Devamında bana sorular sorsa ne yapacağımı hiç bilmiyordum, neden böyle bir şey dediğimi de. Hiç umursamadan gitsem olmaz mıydı?

 

Sadece merak ediyordum.

Sanane, dedi içimdeki ses.

 

“Yani.” arkasını bile dönmeden. Sesinden sinirlendiğini anlayabiliyordum.

 

“Yanisi,” dedim ona doğru dönerken. “Arkadaşınız için olana üzgünüm.” Sigaranın külünü aşağı dökerken bana döndü birden. “Bunu babamın yaptığını düşünüyorsunuz sanırım. Nedenini öğrenebilir miyim acaba? Babam neden böyle bir şey yapmak istesin ki?”

 

Gözlerime bir aptalmışım gibi baktı. “Düşünmüyorum, biliyorum.”

 

“Tamam da neden?”

 

“At gözlüklerini çıkarıp aptalı oynamayı kestiğin gün anlarsın nedenini.”

 

“Babam öyle biri değil, gerçek bir argüman sun bana.” dedim ona yaklaşarak. “Gerçek bir neden.”

 

Babam tam da öyle biriydi.

 

“Baban,” dedi burnundan solur bir şekilde sertçe kolumu tuttuğunda. “Kaybedeceğini anladığı an korkuya yenik düştü ve arkadaşımı aldı benden.”

 

“Aynı savaşı veriyorsan karşındaki kişiyle, sen de onun gibisindir.”

 

Kafasını salladı iki yana. “Senin gibi soyadının arkasına saklanan birisinin aradaki farkı anlayacağını sanmıyorum zaten.”

 

“Anlat o zaman, bileyim.” dedim.

 

“Savaşta istenen şey her zaman aynı şey değil. Kimi hükmetmek ister, baban gibi. Kimi de düzeni bozmak ister, Veles gibi.”

 

Ardından hiçbir şey demeden çıkıp gitti hızla yanımdan. Arkasından bakarken kafam fazlasıyla karışıktı. Düşünceler yine yer edinmişti zihnimde kendine.

 

Düzeni bozmak kötü bir eylem gibi gözükse de çoğu zaman hayatta…

 

Ya var olan düzen zaten kötüyse?

O zaman yakıp yıkmak iyi değil midir?

 

Sen kimsin Veles? Orada işin ne, gerçekten bir hırs uğruna mı yok oluyor hayatın?

 

Sigarayı söndürdüğümde son kez arkama baktım. Ormana, yani O’na.

 

“Ne yapıyorsun sen burada?”

 

Duyduğum sesle birlikte düşünceleri bir kenara atıp sigara izmaritini kenarda duran çöp kutusuna attım. Gözlerimi kaldırıp ela gözlerine bakarken “Görmedim seni aşağıda.”dedim. Üstünde siyah bir takım elbise vardı, kaşı yine yarılmıştı ve parmak boğumları her zamanki gibi mosmordu. Kavga, onun yaşam tarzıydı.

 

“Boşver sen benim nerede olduğumu.”dedi kumral saçlarını geriye iterken. “Babam seni bekliyor, aşağıya in.”

 

Onu tanıyordum, işte bu yüzden bu sakin görüntüsünün sebebinin zihnindeki gürültülerden dolayı olduğunu biliyordum. O, Rowan Miovska’ydı, babamın en sevdiği çocuğu. Saçları her zaman özenli olurdu, takım elbiseden başka hiçbir şey giymezdi.

 

Şimdi ise farklıydı. Tamam, yüzünde yara izlerine alışıktım ama günün sonunda yanımıza hep hiçbir şey olmamış gibi özenli çıkardı. Gömleğinin iki düğmesi açıktı, kravatını gevşetmişti. Saçları ise her zamankinden daha da dağınıktı.

 

Ona olan bakışlarımın farkında olduğundan rahatsız oluyordu, bunu görebiliyordum. Böyle davetleri asla kaçırmazdı, babamın kopyasıydı.

 

“Neler oluyor?” Elimi kanayan kaşına götüreceğim esnada elinin tersiyle itti elimi hızla. “Bir şey olduğu yok, işine bak.”

 

Kaşlarım çatılırken yüzündeki ifadeyi çözmeye çalıştım ama yüzüme bakmıyordu. “Bir şey olmuş,”dedim baskın bir sesle. “Garip davranıyorsun.”

 

“Boş boş konuşma, kaybol gözümün önünden. Buradan sana eğlence çıkmaz.”

 

Aptal. Eski haline geri dönmüştü.

 

“Seni soranda kabahat.” Benimle doğru düzgün oturup konuştuğu hiçbir gün yoktu. Aynı evin içinde, iki yabancı gibiydik. Hiç dertleşmemiştik mesela, birbirimizin hiçbir şeyini bilmiyorduk. “Başına gelen her şeyi hak ediyorsun sen.”

 

Yüzüne bile bakmadan aşağıya indim. Gözlerim babamı aradı önce ama ortalarda gözükmüyordu. Annemle göz göze geldiğimizde yanında duran kadınların yanından ayrılarak yanıma geldi.

 

“İyi misin?”diye sorduğunda kafamı salladım.

 

“Ben iyiyim de oğlun için aynı şeyi söyleyemeyeceğim maalesef. Sinirlerimi bozdu yukarıda yine.”

 

“İdare edin birbirinizi, abin o senin.”dedi gülerek.

 

“Gördün mü sen onu?”dedim şaşkın bir şekilde. Bir tek bana mı tuhaf gelmişti o hâli. “Sence de tuhaf değil miydi?”

 

“Yok,”dedi kafasını sallayarak. “Her zaman ki tavırları işte.”

 

Değildi işte.

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdiğimde kalabalığa baktım bir süre. Bu gün ne zaman biterdi tahminen? Bir günde yaşadıklarım fazlasıyla ağırdı. Gördüklerim…

 

Birden kafamı anneme çevirmem onu korkutsa da gözlerimin içine şaşkınlıkla bakıyordu. “Bir şey soracağım sana.”dedim şaşkınlığını görmezden gelerek. “Veles diye birini tanıyor musun?”

 

Kaşları çatıldı, böyle bir soru sormamı beklemiyordu. “O nereden çıktı.”dedi konuyu çevirmeye çalışırken.

 

“Soruma cevap ver anne.”

 

“Evet,”dedi tereddütle. “Babanın arkadaşının oğluydu, tanırdım onu.”

Oğluydu. Geçmiş zaman kipi.

 

“Şimdi,” Bütün her şeyden haberi var mıydı? “Tanımıyor musun artık onu?”

 

Gözlerime bakarken kahverengi gözlerinde büyük bir merak vardı. Büyük ihtimalle bu konuyu neden açtığımı ve onu nereden tanıdığımı sorguluyordu.

 

“Öldü.” dedi sadece.

 

Sesi her zamankinden daha da kısık çıkmıştı. Bildiği şeyler vardı ona emindim.

 

“Yazık olmuş,”dedim düz bir şekilde. Ardından ona döndüm sakin bir tavırla. “Yaşasaydı eğer tanışmak isterdim onunla.”

 

Gözlerine bir şaşkınlık hakim oldu. Sorgular bir şekilde bana bakarken kaşları havalandı. “Bir şey mi oldu, Visha.”

 

“Hayır,” dedim kafamı sallarken. “Bir şey mi olması gerekiyor.”

 

Kaşlarımı çattığımda bu sefer onu sorgulama sırası bendeydi. Uzun süre ona bakmam onu rahatsız etmiş olacak ki boğazını temizledi ve bakışmamıza bir son verdi.

 

“Sadece bir an anlam veremedim sorduğun kişiyi, bebeğim. Sen insanları merak etmezsin, bugüne kadar bana gelip de birini sorduğunu hatırlamıyorum.” Yüzümün her ayrıntısını inceliyordu ama yüzümde herhangi bir ifade bulamayacağını biliyordum. “Sadece merak ediyorum, neden o?”

 

Omzumu kaldırıp indirdiğimde, “Hiç,” dedim oldukça sakin bir şekilde. “ Yukarıda konuşuyorlardı, babamın onu öldürdüğü hakkında.”

 

Gözleri iri iri açıldığında bana bir şey söylemek için dudakları aralandı ama tereddüt ediyordu. En sonunda hiçbir şey söylemeden dudaklarını yaladığında bakışlarını kalabalığa çevirdi.

 

İnkar etmemişti, o da biliyordu her şeyi.

 

“Tehlikeli birisi o.”dedi bana bakmadan. “Buranın belli başlı kuralları var bunu sen de biliyorsun. O bu kuralların hiçbirine uyum sağlamadı, uymadığı gibi başkalarına da karışıyordu. Düzeni bozan cezalandırılır. O insanların gördüğünde bile yolunu çevireceği bir insandı. Yapacaklarının sınırı olmayan birisi, kendi ailesini bile bu yolda sattı.”

 

Beni buradan çıkarmak istiyorsun, demişti bana.

 

Şimdi ise annem onun için tehlikeli birisi diyordu. O kötü bir insan çünkü düzeni bozmak istiyor. Peki ya ben, ne istiyorum?

 

Hiçbir şey istemiyorum. Şu an aklımın neden karışık olduğunu bilmiyorum. Ben Visha Miovska’yım. Cahir’in dünyadan bihaber, umursamaz kızı. Bir şeyi fazla düşünemem, eğer düşünürsem o şey artık umrumda olur ve bu benim gibi birisi için oldukça kötü bir durum.

 

Normalde olsa oradan çıktığım an unutmam gerekirdi onu. Tamam, biraz tuhaftı ama o kadar da şaşırılacak bir durum değildi benim gibiler için. Babamın ilk oyunu değildi çünkü bu. Ama şimdi her an aklıma geliyordu, mesela ne yaptığını düşünüyordum , ne kadar süredir orada olduğunu…

 

Kendine gel, dedim içimden kendime. Ben bu değildim, eve gidecek ve unutacaktım her şeyi.

 

“Çok saçma,”dedim kendimi tutamayarak. Annem bana döndüğünde bugün gördüklerimi ona söyleyip söylememek arasında kararsız kaldım. Bir şeyler bildiği belliydi, en fazla gider babama söylerdi. Babam da onun yerini değişirdi. Umrumda değildi, onu çıkarmayacaktım. Ama yine de kendimi konuyu çevirirken buldum. “Cidden Alastor ve benim evleneceğimi mi düşünüyorsunuz anne.”

 

“Bu benim düşüncem değil.”

 

Güldüm. “Ama biliyordun.”

 

“Hayır,” dedi inkar ederek. “Yeni öğrendim.” Hiç inandırıcı değil.

 

“Bakma bana öyle, Visha.”dedi üzgün bir şekilde. “Böyle olmasını istemediğimi sen de biliyorsun. Bunu düzelteceğim.”

 

“Hm,”dedim kafamı sallayarak. “Demek düzelteceksin öyle mi? Şu ana kadar neyi düzelttin ki bunu da düzelteceksin.”Yüz ifadesi sarsılırken konuşmaya devam ettim. “Babamın sözünden bir kere bile çıkabildin mi? Kendi fikrin bile yok senin, beni mi kurtaracaksın?”

 

Gözlerinin dolduğunu gördüm ama kendini toparladı hızlı bir şekilde. Dudağını ısırırken yavaşça yutkundu. “O düğün zaten olmayacak, anne.”dedim net bir tavırla. “Ama senin sayende değil, ben olmasını istemediğim için.”

 

Onu orada yalnız bırakıp babamın olduğu yere doğru ilerledim. Gecenin sonuna gelmiştik, konuşmasını yapacaktı ve herkes dağılacaktı. Sonunda.

 

Elindeki kadehe iki kere vurduğunda insanlar ona doğru döndü. “Öncelikle bu davete katıldığınız için teşekkür ediyorum hepinize.”dedi kalabalığa doğru. Herkesten bir ses yükseldiğinde babamın konuşmaya devam etmesiyle yeniden sustular.

 

“Sakin bir yere geçip konuşalım.” Annemin aniden arkamda belirdiğini duyduğumda ona doğru döndüm. O sırada babam konuşmasına devam ediyordu.

 

“İstemiyorum.”dediğimde yanından ayrılmaya hazırlanmıştım ki kolumdan tutup beni kendine çekti. “Önemli.” Baskın bir şekilde söylediği bu kelime karşısında göz devirdim.

 

“Sonra,”dedim ben de ona karşılık. Babam hâlâ konuşmasına devam ediyordu. Kapının önünde Pedro’yu gördüğümde çıkıyor olduğunu gördüm, konuşmanın bitmesini beklememişti. Bu babamın nezdinde saygısızlıktı ve sonuçları olurdu.

 

Gider diye beklemiştim ama annem yanımda öylece duruyordu. Gözleri babamın üstündeydi ama gördüğü şeyin o olduğunu sanmıyordum. Babam kısa bir süreliğine de olsa annemi gördüğünde bir sorun olduğunu anlayıp bana baktı. Omzumu silktiğimde gözlerimi etrafta gezdirdim. Abimi aradım ama yoktu. Luca en köşede oturmuş telefonla oynuyordu gülerek. Kyros yanındaki sarışın kızla konuşuyordu. Alastor ailesiyle karşımdaki masadaydı ve gözleri benim üstümdeydi. Leonardo’nun bakışları yalnızca babamın üstündeydi. Albert ise oğlunun kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Diğerlerinin kim olduğunu bilmiyordum.

 

Babam konuşmasını bitirdiğinde hiçbir şeye bakmadan direkt yanımıza geldi. Bakışları hemen anneme döndüğünde, “Bir şey mi oldu?”diye sordu elini yanağına koyduğunda. Aynen, gerçekler yüzüne vuruldu.

 

Kafasını salladı annem. O sırada davetteki herkes dağılmaya başlamıştı. Bazıları giderken babamı görmeye geldikleri için doğru dürüst konuşamıyorduk.

 

“Amelia,”dedi en sonunda babam. Annemin topuzundan çıkan bir tutam saçı kulağının arkasına atarken bakışları beni buldu sinirle. “Ne olduğunu anlat bana, hayatım.”

 

“Bir şey yok dedim, Cahir,” diye birden bağırdığında annem, babam gibi ben de şaşkındım. Babam etrafa baktığında birinin duyup duymadığını kontrol ediyordu. “İnsanlar var.”dedi sadece etrafı gösterirken.

 

İnsanlar… İnsanlar hep varlar, yalnızca her şeye burnunu sokarlar.

 

“O zaman lafımı tekrarlatma.” Ben annemin bu haline alışık değildim ama babam bunu pek yadırgamamış gibiydi. Ne yani babamın sürekli etrafta insanlar var diye uyardığı insanların arasında ben de mi vardım?

 

“Ben şimdi gidiyorum,” dedi sert bir şekilde. Kaşları çatılmıştı ve yüzüne bakınca sinirlendiğini anlayabiliyordum. “Sen kendine geldiğinde konuşuruz.”

 

Annem hiçbir cevap vermediğinde arkasına dönüp bir adamın yanına ilerledi. O sırada kulağıma gelen tanıdık bir sesle olduğum yere çakıldım sanki. Çok yakınımdan bir ses… Aynı saniyelerde annemin adımı bağırdığını duydum ve aynı ses bir kere daha yayıldı salonda. Kendime geldiğimde gördüğüm şey ise annemin kollarımda olduğuydu.

 

Babamın bağıran sesini duydum ve yanımıza doğru koşan ayak seslerini. Ardından birisi annemi benden çekip aldığında zorlukla yutkundum.

 

Annem yerde yatıyordu ve babam annemi tutuyordu.

 

Annem neden yerde yatıyordu?

 

Nefes alamadığımı hissettiğimde elim boğazıma gitti, zorlukla yutkundum. Bir adım gerilediğimde bir kere daha aynı sesi duydum ama bu yakında değildi. Kafamı kaldırıp baktığımda adamın başından vurulduğunu gördüm. Kendini vurmuştu, onu alıp konuşturamasınlar diye.

 

Yeniden önüme baktığımda babamın ellerinin kan olduğunu gördüm. Anneme sesleniyordu ama annemin gözleri kapanmak üzereydi. “Sakın,” dedi babam annemin yüzünü avuçladığında. “ Kapatma gözlerini.” Sesi titriyordu. “Amelia,” dedi kısık sesle. “Ölmeyeceksin, söz verdin bana.”

 

Bir adım daha geriye gittiğimde annemin gözleri beni buldu. Gözlerinde gördüğüm şey acıydı, canı yanıyordu. Bir şey söylemek istiyordu ama konuşamıyordu. Bir adım daha geriye gittiğimde birinin hızla koşup bana çarptığını fark ettiğimde dengemi sağlayamayıp yere düştüm.

 

Bana çarpan Luca’ydı. Anneme koşmuştu, elini alıp dudaklarına götürdüğünde öptü. Gözündeki yaşlar annemin eline düşüyordu. Bir şeyler söylüyorlardı ama duymuyordum.

 

Ayağa kalkıp kaçıp gitmek istedim buradan ama o gücü kendimde bulamadım. Babamın adamları etrafta koşuyorlardı, içerideki herkesi dışarı çıkartıyorlardı.

 

Kurşunun hedefi bendim bu gece. Önüme atlamıştı o.

 

Neden?

 

“Anne,”dedim ama sesim bana bile zor gelmişti. Gözümden yaş gelmiyordu. “Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim.”

 

Gerisini hatırlamıyorum, koca bir boşluk sadece.

 

Tek hatırladığım şey bu davetin benden annemi aldığı.

 

Kanlı davet.

 

     

 

 

 

 

 

🪦

 

 

Davetten 22 gün sonra

 

 

 

İstemek ve istememek. Bütün olay bu. Hayatın seyrini değiştiren olayların başında genelde acı, tahta oturur. Her acının sonu aslında gücü besler kanında.

 

Her güç acının tohumudur. Tohumun ne kadar büyürse bu hayatta, var olan gücün ulaşır mutlak gücün sonsuzluğuna.

 

 

24 yaşındayım, hayatım başkalarının iki dudağının arasında. Ben kimim?

Ne için varım ya da?

 

Herkes bu hayatta güçlü olmak ister. Bana dayatılan şey de her zaman bu oldu. İnsanlara karşı her zaman tepede olmak. Güçlü olmak illa ki başka birini ezip geçmek değil, kimse bunu anlamıyor.

 

Ben zaten zayıf bir kız değilim, kimseye boyun eğmem.

 

Anlamadıkları başka bir şey daha var. O da var olan güce kavuşmak için ödediğin ve ödeyeceğin bedeller.

 

Eğer güç sendeyse bu güce ulaşmak için başkalarının kafasını ezersin. Bazılarının hamuru artık korkuyla yoğrulur, ama bazıları da vardır ki hayatı boyunca sana kurulur.

 

Annemi öldürdüler benim. Ve tüm suç tamamen babamındı. Belki ben de öleceğim bu işin sonunda belli mi olur? O zaman suçlayacağı kişi kim olur? Yine ben mi suçlu olacağım?

 

Kabul etmiyor, hatalarından asla ders çıkarmıyor. Ve ben nefret ediyorum ondan. Yaşadığım ve yaşayamadığım bütün hayatımın bütün sorumlusu o.

 

Uzaktan bakıldığında hayatımın artıları eksilerinden daha fazla duruyor olabilir. İnsanların özendiği hayat benimkisi ama anlamıyorlar biz gerçek hayattayız. Bu hayatta istediğin kadar artıların olsun diğer çarpanın eksi olduğunda diğer artılarının hiçbir önemi kalmıyor.

 

Şimdi belki ben de hayatımın en büyük eksisini yazıyorum hayatıma. Hayatım üzerine büyük bir kumar oynuyorum, sonucunu ise hep birlikte öğreneceğiz.

 

Artık tamamen rahat olabilirsin baba.

 

Bu oyunu oynamayı artık ben de istiyorum.

 

Tek bir fark var: Yanında değil, tam karşındayım.

 

Elimdeki anahtarı kilide yerleştirip çevirdiğimde mahzende büyük bir gürültü oluştu. O’na bakıyordum gözlerimi bir saniye bile üstünden ayırmadan. Uyuyordu, yerde sadece beyaz bir döşek ve ince bir örtü vardı. Her yer pislik içindeydi, yatağı bile yoktu. Sırt üstü uzanmıştı ve sesten dolayı gözleri aralandı.

 

Tavanı izlediğini anladığımda demiri yavaşça itekledim. Gözleri yavaşça bana doğru dönerken yüzümde hiçbir ifade yoktu, hissizleşmiştim. Gözleri gözümü bulduğunda onun ifadesi benimkisi kadar ifadesiz değildi. Uykudan yeni uyandığı belli oluyordu kısılmış gözlerinden. Saçları öncekinden daha fazla dağınıktı artık. Beni gördüğünde bana anlam veremeyen bakışlarla baktı. Neden burada olduğumu sorguluyordu muhtemelen?

 

Bakışlarında bunu beklemediğini belli eden bariz bir şaşkınlık vardı. Demir kapıya düştü bakışları birkaç saniyeliğine, ardından elimdeki anahtara baktığında yattığı yerden doğruldu.

 

“Artık serbestsin.” dedim bakışlarını umursamadan, buz gibi bir sesle.

 

Oturduğu yerden kaşları çatık bir halde beni izliyordu. Arkama baktı birileri var mı diye? Onu tuzağa çektiğimi falan mı düşünüyordu?

 

Bir adım geriye çekildiğimde geçmesi için işaret ettim gözlerimle.

 

Delilikti bu yaptığım ama yapılması gereken şeydi.

 

En büyük kazançlar oynanan en büyük kumarlardan sonra gelirdi.

 

Ben kumar masasına bugün hayatımı koydum.

 

Ya kendimi bulacaktım ya da kaybedecektim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%