Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bölüm 3: Ortak Çıkarlar Doğrultusunda

@helilith

 

 

 


Bölüm 3

 

 

 

 

Ortak çıkarlar doğrultusunda

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Cehennem kapılarından sızan ilk çatlakta

 

 

 

kaçmak için

 

 

 

sıraya dizilir tüm günahkarlar

 

 

 

 

 

 

Hayatta bir şeyleri başaran insanlar kaybı tatmıştır bu hayatta. Çünkü kazanmak için önce kaybetmek gerekir.

 

 

İki kurşun.

 

 

Kafamın içinde günlerdir duyduğum tek ses buydu. Ardından çığlıklar yükseliyordu, annem kucağıma düşüyordu ve ellerimden kayıp gidiyordu.

 

 

Bu benim 24 yıllık yaşantımda verdiğim ilk kayıptı.

 

 

Acı insanı yakardı çoğu zaman. İlacı olmazdı içten içte tutuşur ve sonra sönerdin ama yangının izleri hiç silinmezdi. Sonra o acı yavaşça azalır yerini koca bir hissizliğe bırakır. Ama hissetmesen bile bilirsin içindeki hissizliğin nedenini.

 

 

İşte o zaman başlar kazanma hikayen. Çünkü kazanmanın ne demek olduğunu kaybedince anladın.

 

 

Gözümü her kapattığımda bir kabus gibi beliriyor o anlar hafızamda . Canımı en çok acıtan şey kendi yaptıklarım. O günü düşünüyorum. Babam yine hakkımda kararlar veriyor, kaçıyorum. Sonra geri dönüyorum ve çatmam gereken kişi babamken anneme çatıyorum. Çünkü korkağın tekiyim, gücüm sadece anneme yetiyor.

 

 

Artık tamamıyla zayıfım çünkü artık o yok.

 

 

Hayatım boyunca düşündüğüm tek şey her seferinde kaybettiğimdi. Şimdi gerçek kaybın ne olduğunu anladım ama bu sefer hissettiğim başka bir duygu daha var.

 

 

Kazanmak istiyorum.

 

 

Babamın benim olmasını istediği güç için savaşmam gerektiğinin farkındayım. Savaşmayı ilk defa bu kadar çok istiyorum. Bir adım gidip üç adım geriye düşersem bile vazgeçmeyeceğim çünkü savaş meydanında pes etmeyenin kazanacağını biliyorum.

 

 

Sen zayıfsın. Doğduğum günden itibaren istisnasız her gün duyduğum cümle bu. Babam için bu hayattaki en önemli şey güçlü olmak. Bunu elbette herkes ister zaten ama babam hasta bir adam.

 

 

Ölmesi gereken kişi sendin, demişti bana annemin ölümünden iki gün sonra. Yine her zaman olduğu gibi tartışıyorduk ama bu sefer her zaman olduğundan daha öfkeliydi bana. Bunu söylemene gerek yoktu baba. Çünkü ben kendi yansımamı gördüğüm her yerde bunu kendime tekrarlıyorum. Ölmeliydim, zaten yaşamıyordum ki.

 

 

Ama baba sen hastasın.

 

 

“Çıkmayı düşünmüyorsun herhalde.“

 

 

Bana delirmişim gibi bakarken ağır hareketlerle ayağa kalktı ve bana yaklaşmaya başladı. Neden burada olup onu çıkarttığımı sorguluyordu, bunu gözlerinden okuyabiliyordum. Zaten o da bunu gizlemek istiyor gibi durmuyordu.

 

 

Tam önümde durduğunda bir adım geriye gitmemek için zor tuttum kendimi. Aramızda demirler yoktu artık ve tamamen korumasızdım. Gözlerine bakmak için kafamı yukarı kaldırmam gerekiyordu çünkü boyu fazla uzundu. Benimle konuşmadı ama bakışlarından anladım sorguladığı şeyi.

 

 

Neden?

 

 

Çünkü artık kaybedeceğim hiçbir şey yoktu.

 

 

“Fikrini değiştiren ne oldu? “ dedi kalın sesiyle. Çatık kaşlarının arasında derin bir çukur oluşmuştu.

 

 

Kazanmak, dedi içimdeki ses. Ama nedeninin bu olmadığını biliyordum, hiç tanımadığım birisinin bana kazanmak için yardımcı olacağını düşünmemiştim. Onu çıkarmam bana ne fayda sağlardı ki zaten. Hiçbir şey.

 

 

Aslına bakarsan kazanmak değildi benim istediğim.

 

 

Bir oyunda yapacağın her hamleyi iyi düşünmen gerekirdi. Yaptığın ilk hamle aslında kazanman için attığın en büyük adımdı çünkü yapacağın diğer hamleler ilk yaptığın hamlenin devamı olmak zorundaydı.

 

 

Bir hiç olduğun savaşta karşındaki kişi zayıf olsa bile savaşın sonunda mağlup olan sen olursun. Çünkü daha önce hiç savaşmayı öğrenmedin .

 

 

Aslında düşününce fark ettiğim bir şey var. Ben kazanmayı değil, yalnızca senin yenildiğini görmek istiyorum baba.

 

 

Belki bir savaşta seni yenemem ama yenilmen için elimden geleni yapacağım.

 

 

Artık olmamı istediğin kişiyim ben. Elimde savaş bıçağım var ama arkamdaki kişi değilsin sen. Karşımda duruyorsun ve benim saplamak için kaldırdığım bıçağın ucu seni gösteriyor.

 

 

“Hiçbir şey.” dedim sorusuna cevap vererek. “Düşündüğüm şey seni çıkarmaktı zaten.“

 

 

Dudaklarına alaycı bir gülümseme yayıldığında “Değildi.“ dedi kendinden emin bir şekilde. “Sorgulamıyorsun artık.“

 

 

“Neyi?“

 

 

“Belki kötü bir insanım,“ dedi ona geçen gün söylediğim gibi. “ Belki bir katilim, belki burada olmamın sebebi gerçektende kendimim ve burada olmayı hakettim“

 

 

Bir adım daha bana yaklaştığında artık aramızda çok az bir mesafe kalmıştı . Aramızda en az 20cm boy farkı vardı ve bu kadar yakınıma geldiğinden ona bakarken boynum ağrıyordu.

 

 

“Bunu hiçbir zaman bilemem.“ Bu ani değişimim ona güven vermemişti, bunun bir plan olduğunu düşünüyordu muhtemelen. Ama bana güvenmekten başka hiçbir seçeneği yoktu. “Sorgulamıyorum çünkü odağım sen değilsin, çıkman işime geliyor. Bu ikimiz içinde kazançlı bir durum.“

 

 

Bana inanmamıştı, kafasının içinde yüzlerce soru vardı büyük ihtimalle. O sorulara verecek cevabım yoktu bu yüzden arkamı dönüp çıkışa doğru yürümeye başladım. Arkamdan geleceğini biliyordum ve beklediğim gibi de oldu.

 

İlk önce ben çıktım dışarıya. İçerinin havasızlığından sonra yüzüme çarpan havayla yeniden nefes aldım. Etrafı kontrol ederken onun da çıktığını biliyordum. Ona döndüğümde sırtının bana dönük olduğunu gördüm, etrafı izliyordu.

 

 

Ne kadar süredir dışarıyı görmedin?

 

 

Artık nefes alabiliyor musun peki?

 

 

Elini saçlarına geçirip yüzünü bana döndüğünde gözlerinde bir ifade vardı . Yüzümü inceledi birkaç saniye. Dudakları aralandı sonrasında, bir şeyler söyleyecekti muhtemelen ama susmayı tercih etti.

 

 

“Hızlı olmalıyız,” dedim söyleyemediği şeyi görmezden gelerek. “Bu saate kontrole gelmiyorlar ama tehlikeli sınırların içindeyiz yine de.“

 

 

Günlerdir onu buradan nasıl çıkaracağımı planlıyordum. Evin neresinde kamera var, varsa da kör noktalar neresi hepsini hesap etmiştim. Kapıdaki güvenliği geçmek en kolay olanıydı.

 

 

“Burası neresi?“ Söylediğim hiçbir şeyi dinlememişti. Nerede olduğunu bilmiyor muydu gerçekten? Bakışları çıktığımız o yere değdiğinde kaşları çatıldı. Yeniden kafasını kaldırdığında bu sefer hedefinde ben vardım. Gözlerinden geçen ifadeleri okuyamıyordum. Ardından arkamda kalan yere düştü bakışları.

 

 

Bilmiyordu nerede tutulduğunu ve arkada kalan malikanenin ışıklarından dolayı bazı şeyleri fark etmişti . Yeniden gözlerime baktı ve bu sefer tamamen emin oldu her şeyden .

 

 

“O baban olacak piç beni aylardır kendi ininde mi saklıyor?“

 

 

Kendi ini. Yani yaşadığım yer. Baban derken bundan tiksindiğini fark ettim, ondan bahsetmek istemiyordu. Bu söylediği soru değildi, kendi içinde bazı şeyleri sindirmeye çalışıyordu.

 

 

“Hadi,“ dedim yanına ulaşıp kolunu tutarken. Biraz daha burada dikilirsek yaptığım bütün her şey boşa gidecekti yoksa. “Acele et. Sonra düşünürsün olanları.”

 

 

Onu kolundan çekip yürümeye başladığımda çekişimin onun üstünde hiçbir etkisi olmamıştı. Yerinden biraz bile kıpırdatamamıştım onu. Kolunu tutan elime baktı. Hiçbir tepki vermiyordu . Burada sonsuza kadar duracağını düşündüğüm sırada yürümeye başladı ve kolunu sıkıca tuttuğum için ben de onunla birlikte ilerledim. Sağ tarafa ilerleyeceği esnada kolunu çekiştirerek ağaçların arasını gösterdim. “Orası değil, bu taraftan gideceğiz.”

 

 

Hiçbir şey demeden gösterdiğim yerden ilerledi. Bu hali bana garip geldi ama umursamamaya çalıştım. Sessizleşmişti. Halbuki o mahzende benimle konuşuyordu.

 

 

Belki de adamın normal hali böyledir dedi içimdeki ses. Sonuçta onu gördüğüm tek an yirmi gün öncesiydi.

 

 

Evin biraz ilerisinde durduğumuzda bakışlarımı ona çevirdim. Onun gözleri ise bizim evin üstündeydi. Nereye baktığını görmek için kafamı çevirdiğimde ikinci katın en köşedeki penceresine baktığını gördüm. Babamın odasıydı.

 

 

Ardından babamı gördüm pencerenin önünde. Koltuğunda oturuyordu muhtemelen. Elinde tuttuğu bardağı dudaklarına götürdü, içiyordu . Kafası dalgındı ve öne doğru eğilmişti. Veles’in kasıldığını elimin altındaki kolunun sıkılaşmasından anladım.

 

 

Bu sayede bunu ona yapanın babam olduğunu kesin bir şekilde anladım. Nefret ediyordu . Kolunu tutmayı bıraktığımda girdiği transtan çıkarak bana döndü.

 

 

“Kapının önünde iki kişi bekliyor.” dedim kafamla evin önünü göstererek. “Onlardan kurtulduğumuzda ilerideki arabaya bineceksin hızla.“

 

 

Birkaç saniye düşündüğünde kafasını salladı olumsuzca. “Kameralar var, anlaşılır.“

 

 

“Evet, o yüzden buradan değilde ilerideki bankın önünden bineceksin arabaya.“Orada kamera kör noktada kalıyordu.

 

 

“Korumaları bana doğru çek, ben hallederim.“ dedi sert ses tonuyla. Bunu söylerken halletmenin ne olduğu bakışlarından az çok anlaşılıyordu.

 

 

Aniden ona döndüğümde o da bana baktı sorgularcasına . “Saçmalama,“ dedim göz devirerek. “Ben onları uzaklaştıracağım . “

 

 

Burnundan nefes verir gibi alayla güldüğünde, bana dünyanın en saçma fikrini ortaya atmışım gibi baktı. “Bu hayatımda duyduğum en sikik fikirlerden biri.“

 

 

“Doğru konuş.“ dedim ben de sinirle.

 

 

“Yalan mı? “ Kaşıyla babamı işaret etti. “Sence yarın olduğunda senin onları uzaklaştırdığını fark etmeyecek mi, salak mı bu adam?”

 

 

Bu sefer gülümseyen bendim. “Ben onun aklına bile gelmem. Salak olan o değil ama onun gözünde salak olup hiçbir şeyi beceremeyen kişi benim.“ dedim ilerlemeye başladığımda. “Yani anlayacağın beni seninle yan yana bile görse düşüneceği tek şey beni kaçırdığın olur, emin ol.“

 

 

Onun için ben her zaman görünmezdim. Başarılarım bile hiçbir zaman görünmemişti gözüne, hep daha fazlasını istemişti.

 

 

Yürümeye devam ederken fısıldar bir şekilde “Bankın önüne arabayla geleceğim , kendini fark ettirmeden bin.“ dedim.

 

 

Korumalara baktığımda kendi aralarında konuştuklarını gördüm, yüzleri bana dönük değildi. Bu taraftan çıkıyor olmam şüphe çekeceği için evin yan tarafından dolandım.

 

 

Tamam, kabul biraz telaş yapmıştım ve yakalanmaktan korkuyordum. Veles’in nerede olduğu hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Beni satmış olamazdı değil mi? Gözlerim etrafta dolandı bir süre ve söylediğim yerde de yoktu. Geri adım atıp arkamı döneceğim sırada ayağım yerdeki çiçeğe takıldı ve yere düşerken çıkan ses gözlerimi kapatmama neden oldu.

 

 

Yapacağın işi sikeyim, Visha.

 

 

Hemen telefonumu elime alıp Vera’yı aradım. Telefonu kulağıma götürüp açmasını beklerken telaştan ayağımı sallıyordum olduğum yerde.

 

 

Aç artık hadi.

 

 

Telefonun üçüncü çalışında ayak sesleri kulağıma ulaştı, hızla eğilip yerdeki çiçekleri düzeltiyor gibi yapmaya başladım. “Tamam,“ Vera cevap vermemişti ama sanki telefonu açmış gibi role büründüm. “Evet uyuyordum.“

 

 

Tam o esnada adamlardan biri köşeyi dönüp yüzüme ışık tuttuğunda şaşırmış gibi adama döndüm birden. Çiçeği kaldırıp yerine koyduğumda eğildiğim yerden kalkarak adama doğru bir adım attım. “Ne oluyor?“ dedim şaşkın bir sesle.

 

 

“Yok sana demedim aşkım. “ dedim telefona doğru. Rol yapmada benim gibi olun arkadaşlar. IMDB 10.

 

 

Adam beni tanıyınca mahcup bir şekilde yüzüme tuttuğu ışığı indirdi. Telefondan “Neyi bana demedin ? “ diye bir ses geldiğinde bir an ne olduğunu anlamayıp korktum . Vera aramamı cevaplamıştı .Sesinden anlaşılacağı üzere uykudan yeni uyanmıştı ve onu uyandıran bendim . Ağzıma sıçacaktı .

 

 

“Kusura bakmayın Visha hanım, “ dedi adam bana doğru. “Dışarı çıktığınızı bilmiyordum, bu saatte ses duyunca başkası sandım. “

 

 

Evet, bilmiyordu. Çünkü kapıdan çıkmamıştım. O gün Luca’nın da bana öğrettiği gibi pencereden atlamıştım. Pencerenin hemen yan tarafında duran ağaç dalı ise benim için bulunmaz bir nimetti.

 

 

“ Visha,“ Vera’nın sesiydi ve ona da bir cevap vermem gerekiyordu. “Gece gece yine ne oluyor amına koyayım.“

 

 

Vera benim çocukluk arkadaşımdı ve yıllarca hep aynı sınıfta okumuştuk. Birbirimizin her şeyini bilirdik. Arkadaştan da öte bir kardeş gibiydi benim için. Veridian’da yaşıyordu yaklaşık bir senedir, aramıza kilometreler girmişti ama başıma bir şey gelse ya da başına bir şey gelse kilometrelerin bir önemi olmuyordu.

 

 

O davetten sonra olanları duyar duymaz her şeyi bırakıp yanıma gelmişti ve bir hafta kadar yanımda kalmıştı.

 

 

“Geliyorum şimdi yanına.” dedim dediklerini umursamadan. Bunu yandaki koruma duysun diye söylemiştim.

 

 

Omzuma taktığım büyük siyah çantayı yukarı çekerken korumanın önünden geçip arabaya doğru ilerledim. Siyah Mercedes’in önüne geldiğimde korumaları nasıl atlatacağımı düşünüyordum. Az önce yakalandığım korumanın beni izlediğini gördüğümde, “Diğer arabamı getirebilir misin?”diye seslendim ona doğru.

 

 

Amacım en azından bir tanesini uzaklaştırmaktı. O kafasını öne eğip beni onayladığında birkaç saniye bekledim. Arka taraftaki garaja gitmişti ve o gelmeden buradan çıkmam gerekiyordu. Kolumdaki saate bakarken ayağımı sallıyordum zamanım yokmuş da acelem varmış gibi.

 

 

Sonunda arabanın şöför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdım ve az önce bahsettiğim bankın önünde durdum yavaşça. Gözlerim ağaçların arasına kaydı onu bulmak için. En azından onu görmeliydim ve ben iner inmez arabaya binmesi gerekiyordu. Kapıyı açıp arabadan indim, arkadan dolaşırken arka kapıyı fark ettirmeden açıp sağ tarafa geçtiğimde tekerleğe doğru eğildim.

 

 

Birkaç saniyenin sonunda diğer koruma yanıma gelip durdu. “Bir sorun mu var?”

 

 

“Evet,”dedim aceleci bir tavırla. “Tekerden sesler geliyor, sanırım taş sıkıştı araya.”

 

 

“Ben bakayım.” Kafamı sallayıp onu onayladım. Tam doğrulduğum esnada arabanın önünde onu gördüğümde rahat bir nefes aldım. Az önce açtığım kapıdan yavaşça bindiğinde bir gözüm adamın üstündeydi.

 

 

“Tamam,”dedim hızla. “Arkadaşım bekliyor, gitmem lazım biraz hızlı olun lütfen.”

 

 

“Ben bir şey göremedim ama birazdan diğer arabayı getirecek John. İsterseniz ona geçin.”dediğinde kafamı salladım olumsuzca.

 

 

“Gitmem lazım, teşekkürler.”

 

 

Çaktırmadan arabanın içine baktığımda hiçbir şey gözükmüyordu camdaki siyah filmden dolayı. Diğer koruma gelmeden gitmek için hemen şöför koltuğuna geçip kemerimi taktım. Arabayı çalıştırdığımda biraz ileri gittim ve dış kapının önüne vardığımda sürgülü kapı yavaşça açıldı.

 

 

10 dakikanın sonunda arkamda hissettiğim hareketlilikle omzumun üstünden ona baktım. Çöktüğü yerden kalkıp oturmuştu arka koltukta. Yeniden önüme döndüğümde sessiz kaldık bir süre. En sonunda sessizliği bozan o oldu. “Nereye gidiyoruz.”

 

 

“Şehrin sonunda evim var bir tane, kimse uğramaz bizimkilerden ben haricinde. Şu an için en güvenli yer orası.“ Kafasını salladığını gördüm dikiz aynasından.

 

 

“Babam benden şüphelenmez diyorsun yani.”

 

 

“Öyle diyorum.”dedim yeşil gözlerine bakarken. Aramızda uzun bir bakışma geçti ve bu bakışmayı kesen ben oldum yola bakmam gerektiği için.

 

 

“Mantıklı,”dedi sonunda. “Kimse düşmanı kendi evinde aramaz.”

 

 

“Sen aramaz mısın?”dedim ben de ona karşı. Yüzündeki ifadeye baktığımda hiçbir değişiklik olmadığını gördüm. Tepki vermiyordu hiçbir şeye.

 

 

Gözlerimin içinde oyalandı yeşilleri. Her şey saniyelik oluyordu ama onunla konuşmak araba sürmeyi fazlasıyla zorlaştırıyordu.

 

 

“Evim uzun zamandır boş.”dediğinde kaşlarım çatıldı. Ne demek istemişti yani? Gözleriyle yolu işaret ettiğinde, “Önüne bak.”dedi oldukça sakin bir şekilde.

 

 

Gözlerimi dikiz aynasından çekip yola baktığımda ileride kazı çalışması olduğunu gördüm. Aniden sol şeride geçtiğimde araba biraz sarsıldı ama toparladım.

 

 

Odaklanmam gerekiyordu ve bu yol hızla bitmeliydi hemen. Gaza biraz daha abandığımda yarım saat kadar hiç konuşmadık, arkada ne yapıyordu hiçbir fikrim yoktu.

 

 

Bakmak istedim ama yakalanırım diye gözlerimi yoldan ayırmadım. Dışarıda tek tük araba harici hiçbir şey yoktu. İçerideki tek ses akıp giden yolun sesiydi ve ara ara cama vuran rüzgarın uğultusuydu. Radyonun sesisini açtığımda arabanın içini hiç bilmediğim bir şarkı kapladı.

 

 

“Benzinliğe çek.” Şarkıya daldığım sıralarda onun tok sesi ulaştı kulağıma. Ne alakaydı şimdi? Lavaboya falan mı uğrayacaktı, kaçmak mı istiyordu ya da? Paranoyak düşüncelerim kafamda dört dönerken iyiyi düşünmeye karar verip hiçbir şey demeden ilerideki benzinliğe çektim arabayı.

 

 

Ondan önce arabadan inip oturduğu tarafa gittiğimde kapıyı açtı bir süre sonra. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı, sanki gülecek gibiydi. Yüzüme bakmaya devam ederken kafamı ne var dercesine salladım öfkeyle.

 

 

Komik olan neydi?

 

 

“Bir an kapımı açacaksın sandım?”dediğinde beni alaya aldığını anlamıştım.

 

 

“Sence de rolleri fazlasıyla değişmedik mi?”diye sorduğumda biraz yumuşamıştım. “Hayır yani, genelde masallarda bunun tam tersi olur. Erkek kızı kurtarır, kız ona aşık olur falan.”

 

 

Güldüm. “Bana aşık olacaksan söyleyeyim şimdiden ben seni üzerim.”

 

 

Dudakları kıvrıldı. “Öyle bir ihtimal yok, korkma bu kadar.” Göz kırptı. “Duygusal boşlukta değilim.”

 

 

“Zaten masal olamayacak kadar gerçek.”dediğinde ne kastettiğini anlamadım.

 

 

“Yaşadıkların mı?”

 

 

Kafasını salladı iki yana. “Sen.”

 

 

Koltukta öylece oturmuş beni izliyordu, bir ayağı dışarıdaydı. İnmesi gerekiyordu artık. Hem birden bire neden böyle bir şey söylemişti ki? Ben onun için kimdim?

 

 

Hiçkimse.

 

 

Babam tarafından ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre boyunca hapsedilmişti. Ama kısa bir süre olmadığını halinden anlayabiliyordum. Nefret etmesi gerekiyordu benden ama gözlerimin içine bakarken o duyguya hiç rastlamamıştım.

 

 

Şimdi ise karşıma geçmiş benim gerçek olduğumu söylüyordu. Altında yatan başka bir ima var mıydı bilmiyordum fakat bakışlarından geçeni okumak oldukça zordu.

 

 

Dümdüz bakıyordu, ses tonu bile ele vermiyordu anlatmak istediğini.

 

 

Sonunda aramızdaki bakışmayı bölüp arabanın içinde bir şeyi aradığında ben de gözlerimi ondan çekip geçen arabaları izledim. İnmesini bekliyordum ama inmiyordu ısrarla.

 

 

En sonunda elinde tuttuğu şeyi bana gösterdiğinde gözlerim şaşkınlıkla aralandı. Sütyenim… Kırmızı ve dantelli. Ağzım açıldı ve tekrardan kapandı. Yüzünde tuhaf br sırıtış vardı ve yanaklarıma kanın oturduğunu ısınan yanaklarımdan anlayabiliyordum.

 

 

“İnan sormamak için çok direndim ama bu arabada neler oluyor?” Göz ucuyla işaret parmağına taktığı sütyeni tutup gösterirken göz kırptı bana. Sertçe elindeki sütyeni alıp tekrar arabanın içine attığımda “Aptal falan mısın?”dedim pişki suratına bakarken. “İnsan bulsa bile karşısındaki insanı utandırmamak için bunu gizler.”

 

 

“İmkansız ,” dedi gülerken. “Utandırmayı severim.”

 

 

Arabadan çıkıp kapıyı kapattı ve önümden hızla geçti. Ben arkasından sinirle yürürken ona yetişmek için hızlı adımlar atıyordum. “O zaman seni mutlu etmemek için arsız bir kıza dönüşmeliyim.”

 

 

Güldüğünü duydum. “İşte bu beni daha da keyiflendirir.”

 

 

Beyinsiz, aptal.

 

 

“Poşetten düşmüş, fark etmemişim yani orada olduğunu.”dedim açıklama yapmaya gerek duyarak. Kafasında başka şeyler canlandırmasını istemezdim. “Gördüysen zaten fark etmişsindir, etiketi bile üstündeydi. Daha hiç giymedim.”

 

 

Sessiz kaldı.

 

 

Ne anlatıyorsun cidden, Visha. Sus.

 

 

Benzinliğin marketine girdiğinde ben de peşinden girdim. Demek ki bir şeyler almak istiyordu. Haklı olabilirdi, uzun zamandır dışarıda değildi ihtiyaçları olabilirdi. Bunu benim akıl etmem gerekirdi.

 

 

Burası büyük bir marketti, genel olarak almak isteyeceğin her şey bulunurdu. Gideceğimiz yerde zaten önceden kaldığım için genel olan ihtiyaçlar vardı ama bazı eksikler olabilirdi.

 

 

“Dur.”dedim birden aklıma gelen şeyle. Birden onu kendime çektiğimde şaşırdığını anladım gözlerinden. Tuttuğum kolunu birden bıraktığımda “Uzakta olabiliriz ama kameralar var burada.” Kafamdaki şapkayı çıkarıp en geniş haline getirdikten sonra onun kafasına taktım. Ben neden gizlenmek için bunu takmıştım bilmiyordum, saklanması gereken ben değildim ki. Neyse diyerek geçiştirdim. İşe yaramıştı sonuçta.

 

 

Kapüşonunu da iki elimle tutup kafasına geçirmek istediğimde arkaya ulaşmak için ayaklarımı kaldırmak zorunda kaldım. Bu nedenle yüzlerimiz birbirine yaklaştı ve bakışlarının hedefinde olduğum için hızla kafasına geçirerek eski halime döndüm. “Oldu şimdi.”

 

 

Önüme alışveriş sepetini alıp hızla reyonlar arasında gezdim. Yiyecek bir şeyler bakıp sepete atarken onun da adımlarının tam arkamda olduğunu biliyordum. Sepete et, tavuk, makarna, yiyecek ne varsa hepsini attıktan sonra arkama döndüğümde beni izlediğini gördüm. “Bir şeye ihtiyacın varsa çekinme, al.”derken kafasını salladı.

 

 

Utanır falan sanmıştım ama resmen bunu söylememi bekliyormuş gibi ne var ne yok her şeyi sepete koydu. Elimdeki köpek mamasını da sepete attığımda bana tuhaf tuhaf bakınca güldüm. “Neyi seveceğini bilemedim.”

 

 

Gözlerini devirdi resmen. “Espri anlayışın yerlerde.”

 

 

“Öyledir,”derken aldıklarımızı kasaya bıraktık. Sonunda her şeyi poşete yerleştirip ödemeye geçince kartımı verdim. Onaylandıktan sonra her şeyi arabaya taşıdık.

 

 

Sürücü koltuğuna gitmek için adım attığımda kolumu tutan eli yüzünden durmak zorunda kaldım. “Seni bekleyecek olursak sabaha ancak kavuşuruz herhalde, ben süreyim.” Tereddütle kaşlarım havalandı. Arabanın hakimiyetini neden ona vereyim ki diye düşündüm. Aniden farklı bir yola sapsa…

 

 

Sonra, biz onu geçeli çok olmadı mı ya, dedi içimdeki ses. Haklıydı. Zaten durmam gereken eşiği çoktan geçmiştim. Anahtarı eline tutuşturup yan koltuğa geçtim. Yavaş sürdüğümü biliyordum. Hızı sevmezdim, elimde değildi.

 

 

Benden saniyeler sonra şöför koltuğuna geçti, arabayı çalıştırdı. İlk başlarda sakin bir şekilde gitsede yolun devamında gaza abanmasıyla nefesimi tuttum. Dışarıdaki ağaçları bile sayamıyordum hızdan dolayı.

 

 

Dudaklarımı yaladığımda göz ucuyla baktım ona. Konuşmuyordu benimle, neden?

 

 

En azından bir teşekkür etmeliydi, onu o pisliğin içinden kurtarmıştım ben.

 

 

Gözlerini yoldan ayırmıyordu, yan profilini inceledim çaktırmadan. Gözünü kırptığında gür kirpiklerinin uzunluğu dikkatimi çekti. Gözleri hafif çekik duruyordu. Burnu düzgündü. Kaşındaki iz şimdi daha netti. Dışarısı karanlıktı ama onun yüzünü net bir şekilde görüyordum. Gözlerimin onun üstünde olduğunu fark etmiş olacak ki yeşil gözleri bana döndü usulca.

 

 

Bakışlarında rahatsız edici bir ifade vardı ama bunun bana karşı olmadığını düşünüyordum. Yani, umarım öyledir. Gözlerindeki karanlık ifade beni içine çekerken gözlerimi ondan alamıyordum.

 

 

 

Saniyeler sonra telefonumun zil sesi duyulduğunda toparlanıp telefonumu aldım elime. Arayan babamdı. Çenesini sıktığını fark ettiğimde arabanın ekranından arayanı gördüğünü anladım.

 

 

Açmamam gerekirdi, ya yanlış bir şey söylersem.

 

 

Ama açmam gerekiyordu.

 

 

Mecburen.

 

 

Niye arıyordu şimdi, hemen fark etmiş miydi gerçekten?

 

 

Ben ne yapacağımı bilemez bir halde düşünürken o aniden aramayı onayladı. Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken ona kötü kötü baktım. Omzunu silkeledi umursamazca. Babamın “Neredesin sen?”diyen kalın sesini duyduğumda kaşlarım çatıldı. “Evden çıkmışsın, söylediler.”

 

 

Rahat bir nefes verdiğimde arkama yaslandım. “Evet, izin mi alacaktım kendi evimden çıkarken.”

 

 

“Gecenin bu saatinde çıkıyorsan, evet.” Sesi yükseldi. “Söyleyeceksin.”

 

 

Son kelimeyi üstüne basa basa söylediğinde gözlerimi yumdum sıkıca. “Bak,”dedi sonunda daha sakin bir sesle. “Son günlerde olanları sen de biliyorsun, artık daha dikkatli olmalıyız. Birbirimizden başka güvenecek kimsemiz yok, o yüzden ne yaptığını, nerede olduğunu bilmeliyim. Seni korumam için bu gerekli.”

 

 

Birbirimizden başka güvenecek kimsemiz yok.

 

Bence birbirimize de güvenmemeliyiz, baba.

 

 

Anladım artık.

 

 

Veles’in bakışları bana döndüğünde konuşmaları dinlediğini bildiğim için kısa kesmeliydim. Hayatımda olan şeyleri bilmesini istemiyordum.

 

 

En ufak şeyi bile…

 

 

Her ne kadar onunla iş birliği yapmak istesem de o benim güveneceğim en son insandı. Hakkında bildiğim elle tutulur tek şey adıydı. Belki o bile sahteydi.

 

 

“Lumina’ya geçiyorum beş dakikaya, eve geçeceğim. Merak etme, iyiyim.”dedim doğruyu söyleyerek. “Kafamı dinlemek istiyorum sadece birkaç gün. Kendimi iyi hissettiğimde gelirim yeniden eve.”

 

 

Sessiz kaldı bir süre, düşünüyordu muhtemelen. En sonunda aklına yatmış olacak ki “Dikkat et kendine, bir şey olursa ara.”dedi.

 

 

“Ararım.”dediğimde aramayı sonlandırdım. Kalan yol boyunca ona bakmadan ulaştık eve. Tek konuşmamız benim ara sıra evin yolunu tarif etmem oluyordu.

 

 

Burası diğer yere göre daha da kuzeyde olduğu için sert bir havası vardı. Kapıyı açınca yüzüme çarpan rüzgarla yüzüm buruştu. Kıyafetimin kollarını parmaklarıma kadar çektiğimde hemen arabadan indim. O poşetleri indirirken ben orada duruyordum sallanarak. Çok soğuktu.

 

 

Ne yağmur ne kar vardı. Olan tek şey kuru bir soğuktu. Nefes verdiğim her saniye buhar yayılıyordu havada. En son poşeti indirmek için eğildiğinde göz göze geldik Veles’le.

 

 

Gözleri yanaklarım ve burnumda oyalandığında doğruldu. “Geç içeri,”dedi sonunda. “Ben getiririm.”

 

 

Kafamı salladım. “Ben de kapıyı açayım zaten.”dedim çoktan eve doğru yürümeye başladığımda.

 

 

“Tabii,”dedi alaycı bir sesle. “Kapıyı açmak zor iş.”

 

 

Evin anahtarını soğuktan titreyen parmaklarımın arasında zorla düzelttim. Anahtarı kapıya takıp iki kere çevirdiğimde açıldı, ileri iterken hemen içeri girdim. Arkamdan girince kapıyı kapatan o oldu. Üstümde mont olmaması benim için oldukça kötüydü. İnce bir ceket vardı sadece. Dönüp Veles’e baktığımda ise üstünde sadece siyah bir tişört ve onun üstüne giyindiği hırka vardı. Üşümüyor muydu?

 

 

Evin ılık oluşu beni rahatlatsa da yine de kemiklerim donmuştu bir kere. Burası iki katlı bir taş evdi. Dıştan kasvetli duruyor oluşu siyah ve griden oluşmasındandı. İçeriyi ise sade tutmuştum. Kalabalık göz yorucu oluyordu.

 

 

Adımları evin içinde tur atmaya başladığında yere kadar olan camların önüne gitti. Evin arka tarafına bakıyordu bu kısım ve görünen tek şey göl manzarasıydı. Dışarıyı inceledi bir süre ve ben de o sırada aldığımız şeyleri yerleştiriyordum.

 

 

Arkasını dönüp bana baktığını hissettiğimde gözlerimi ona çevirdim. “Birisi mi var?”dediğinde kaşları havalandı.

 

 

“Hayır.”dediğimde neden sorduğunu anlayamamıştım.

 

 

“Ev sıcak birisi girmiş buraya, şöminenin içindeki küller o kadar uzun süre o halde kalmaz.”

 

 

“Isıtıcılar her zaman çalışıyor burada eğer kesinti olmazsa.”dedim tekli koltuğa geçip oturduğumda. Koltuğun üstündeki battaniyeyi kendime sarınca devam ettim konuşmaya. Bakışları üstümdeydi ama ara sıra evi de kolaçan ediyordu. “Geldiğimde çok soğuk olmasın diye.”

 

 

Tedirginliğini anlayabiliyordum, yakalanmak istemiyordu yeni kurtulmuşken. Ama bana güvenmesi gerekirdi çünkü tek çaresi bendim. Gözlerindeki sorgu yerli yerindeydi. Şömineyi işaret etti kafasıyla. “Buradan 15 dakika kadar geride yaşlı bir amca yaşıyor. Eski bir dostumuz, güvenilir biri yani merak etme. Anahtar onda da var. Arada evi kontrole gelir.” Şöminenin önüne gidip odunları içine attı. “Yine o gelmiştir yani.”

 

 

Işıkları açmamıştık çünkü zaten sabah olduğunu belli eden ışıklar içeriye ulaşmıştı. Yine karanlıktı ama etrafı görebiliyorduk. Kibriti çaktığında gözlerine vuran kirpiklerinin gölgesi düştü gözümün önüne. Şapkadan dolayı görmek zorlaşıyordu ama yine de seçebilmiştim.

 

 

“Nerede kalacağım?”dedi ayağa kalktığında. Elimle yukarıyı işaret ettim. “Sağdan ikinci kapı.”

 

 

Kafasını sallayıp kendi için aldığı poşeti alıp yukarıya çıkmaya başladı. Tuhaftı.

 

 

Hareketleri çok dengesizdi, bipolar bile olabilirdi. Onu sadece iki kere görmüş olsam bile bana karşı olan yaklaşımından anlaşılıyordu. Bazen konuşuyordu, bazen konuşmuyordu. Bana şaka yapabiliyordu ama aynı zaman da benden nefret eder gibi bakıp benden uzaklaşıyordu.

 

 

Beni sevmesini beklemiyordum. Zaten umrumda bile değildi. Sadece bana kesin olmalıydı, netlikten hoşlanırdım ve Veles çok karmaşıktı.

 

 

Bana karşı böyle olması hoşuma gitmiyordu ve eğer böyle devam edecek olursa benim tavırlarım da ona göre şekillenecekti.

 

 

Beni tanımıyor olabilirdi ama ben de onu tanımıyordum.

 

 

Konuşmak istemiyorsa konuşmaz, konuşacaksa konuşurdum.

 

 

Şöminede yanan ateş yavaş yavaş tutuşmaya başlamıştı ve içerisi ısınıyordu. Üzerime sardığım battaniyeyi köşeye koydum ve ayağa kalktım. Kulağıma gelen havlama sesleriyle bakışlarım arkaya kaydı. Gülümsedim dişlerimi göstererek. Yaklaşan havlama sesleriyle birlikte adımlarımı sesin geldiği yere yönlendirdim e kapıyı açtım.

 

 

Aynı saniyelerde üstüme atlayan Poison’la birlikte geriye doğru sendeledim. “Oğlum,”dedim sevinçle. Elimi kafasına atıp okşamaya başladığımda kafasını oynatıyordu sıklıkla. İki elimi de üstüne koyup oynamaya başladım, sesleri artıyordu. “Özledin mi anneyi sen?”

 

 

Kulakları havaya dikiliydi her zamanki gibi. Ellerim hâlâ üstündeyken “Ben çok özledim seni.”dedim kafasından öperken. Simsiyah bir Doberman’dı, gözleri bile o kadar siyahtı ki başka renk gözükmüyordu. Renkten sayılabilecek tek şey burnunun hafiften gri olmasıydı.

 

 

Yedi yıl olmuştu onunla birlikte olalı. Boyu çok uzundu artık, özellikle ayaklarını kaldırdığında. Yaşlanmaya başlamıştı kabul edemesem de. “Şşşş,”dedim sakin olmasını söyleyerek. Oyun istiyordu. “Tamam, oynayacağız.” Yanaklarımı yalamaya çalışıyordu. “Tamam.”

 

 

 

Yarım saat kadar onunla oynadım, özlemiştim hem de çok. Sonunda yorgun düşüp koltukta yanımda uyuduğunda bakışlarım yukarıya kaydı, inmemişti. Ne yapıyordu yukarıda bu kadar uzun süredir.

 

 

İçimden bir ses gidip bakmamı söylüyordu. Neden güveniyordum ona?

 

 

Güvenmiyordum.

 

 

O zaman neden bu kadar rahattım.

 

 

Bundan sonra ne olacaktı. Sürekli yanında olamazdım ama onu yalnız bırakmak istemiyordum. Ne yaptığını, ne yapacağını bilmem gerekirdi. O da yanımda kalmak istemezdi muhtemelen. Gitmek isteyecekti. İşte o zaman ne yapacaktım?

 

 

Bilmiyordum. Ama sabah ilk işim onunla bunu konuşmak olacaktı.

 

 

Gözlerim bir kez daha yukarı kaydığında “Off,”diyerek ayağa kalktım. Umarım kaçma girişiminde bulunmamışsındır. Ne diye gidecektim ki? Belki uyumuştu, yorgun olabilirdi. En fazla bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sorardım.

 

 

Kapısını tıklattığımda içeriden bir ses gelmedi. “Orada mısın?”diye seslendim cevap vermesi için. Yine ses yoktu. Kaşlarım çatıldı. “Giriyorum!”

 

 

Kapıyı yavaşça açarken göz ucuyla içeriyi kontrol ettim. İçeride değildi ama etraf oldukça dağınıktı. Aldığı her şeyi yatağa fırlatmıştı resmen. Banyodan da ses gelmiyordu. Neredeydi bu?

 

 

Kaşlarımın tereddütle çatılmasına engel olamadım. Onu tanımıyor oluşum ona güvenmem için yeterli bir sebepti. Odanın içindeki banyo kapısına doğru yürüdüğümde elimi kaldırdım kapıyı tıklatmak için.

 

 

Tam o sırada kapı açıldı ve elim öylece havada kaldı. Onunla burun buruna gelmiştim resmen. Burada olduğuma o da şaşırmış olacak ki saçlarını kuruttuğu havluyu tutan eli havada kaldı birkaç saniye. Kafasını eğmişti ve vücudundan yayılan mükemmel bir koku vardı. Havluyu saçından indirip yatağın üstüne fırlattığında gözlerim şaşkınlıkla açıldı.

 

 

Bakışlarımı fark edince göz kırptı ne var dercesine. “Saçların?”dedim aniden. Kısacıktı, üçe vurmuştu. Önceki halinden eser yoktu, sakallarını da kesmişti. Birkaç saat önceki kişi ve şimdi olan kişi sanki başka biriydi.

 

 

Cevap verme zahmetine girmedi, önümden geçip gittiği an gözlerim çıplak sırtına kaydı. Su damlaları aşağıya doğru iniyordu ve üstünde sadece altına sardığı havlu vardı.

 

 

Eğilip yatağın üstündeki yeni aldığı kıyafetleri alınca sırtındaki izler dikkatimi çekti. Bazıları yeni olmuş gibiydi, bazılarıysa önceden olup izi kalmış gibi duruyordu. Vücudu ise esir tutulmuş birisine göre fazla iyiydi.

 

 

Kafasını arkaya çevirince sırtına bakarken yakaladı beni. Yüzümdeki ifadeden sırtındaki izlere baktığımı anladığı için gözleri sinirle kısıldı. Görmemi istemiyordu ve rahatsız olduğu çok belliydi.

 

 

Çenesini sıkmasıyla birlikte zaten belli olan çene kemikleri daha da belirginleşti. Yeşil gözleri koyulaştı saniyeler içinde. Bir adım bana doğru geldiğinde adımlarım geriye gitti istemsizce. Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu hedefine odaklanan bir tetikçinin kurbanını gözünü kırpmadan izlemesi gibi.

 

 

Bir adım daha bana yaklaşmasına izin vermeden yanından uzaklaşıp kapıya ulaştım. “Giyinince gelirsin aşağıya,”dedim yüzüne bakmadan. “Konuşup netleştirmemiz gereken şeyler var.”

 

 

Ardından yüzüne bile bakmadan aşağıya inip camın önündeki tekli koltuğa oturdum. Göl gözüküyordu buradan ama fazla ürkütücüydü, ağaçların dalları rüzgardan sallanıyordu. Su ise kapkaranlıktı, sabah olsa bile.

 

 

Doğru olanı mı yapmıştım?

 

 

Telefonumu çıkardım gelen mesajları kontrol etmek için. Vera’dan gelen onlarca mesaj vardı ama onlara yarın cevap verecektim. Ellerim sanki benden bağımsız fotoğraflara gitti, altı yıl öncesine kadar indim. En sonunda bir fotoğrafın üstünde durdu bakışlarım.

 

 

Son aile fotoğrafı.

 

 

Mutlu olduğum zamanları düşündüm fotoğrafa bakınca. Koltukta oturuyordu babam ve onun hemen yanında annem vardı ona sımsıkı sarılmış olan. Yüzleri gülüyordu ikisininde.Babamın hemen yanında ben vardım, bir elini omzuma atıp beni kendine çekmişti ve başımı omzuna yatırmış kameraya gülümsüyordum. Bu sefer ki sahte değildi. Koltuğun tepesindeki kişi her zaman ki gibi Luca’ydı, annem düşmemesi için elini arkaya atmış onu tutuyordu. Güldüm bu anlamsız çabaya karşı, tutmasa düşecekti sanki. Annemin hemen yanında Rowan abim oturuyordu. Yüzü gülmese bile gözlerinden mutlu olduğu anlaşılıyordu. Ve son olarak diğer abim vardı benim yanımda, her zamanki gibi.

 

 

Victor.

 

 

Luca’yla ikiz olmama rağmen en çok ikimiz benzerdik birbirimize . Saçlarımız, gözlerimiz, düşüncelerimiz…

 

 

İlk önce o gitmişti bizden ve biz sanki çorap söküğü gibi bağlarımızı koparmıştık. O bedenen gitmişti bizden ama bizim ruhlarımız ayrılmıştı birbirinden.

 

 

Ve bu ailenin dağılmasına sebebiyet veren tek kişi hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyordu fotoğrafa.

 

 

Şimdi ben haksız mıydım? Onun bana bir aile borcu vardı.

 

 

Merdivenlerden gelen sesle birlikte telefonun ekranını kapatıp kendimi toparladım. Mutfağa girdi önce, dolabı açma sesi geldi sonrasında. Elinde viski şişesi ve bardakla dönüp üçlü koltuğa geçip oturdu. Ayağını öndeki sehpaya uzatarak kendine düzgün bir pozisyon ayarlayınca kadehe viski boşalttı.

 

 

Ayağa kalkıp yanına geçtiğimde “Konuşacaktık.”dedim sert bir şekilde.

 

 

Kafası ağır ağır bana döndü. “Sonra.”

 

 

“Sana ne zaman konuşmak istersin diye sormadım!”

 

 

Kafasını koltuk başlığına koydu ve gözlerini kapatıp sabır çekti. Gözlerini aralayıp kafasını kaldırdığında göz bebeklerinde yalnızca kendimi görüyordum. “Bir yıldan fazladır o bok çukurundayım, kafam kaldırmıyor saçma zırvalıkları.” Kadehi tamamen kafasına dikti ve şişeyi yeniden kaldırdı doldurmak için. “Konuşmak istediğim zaman konuşuruz.”

 

 

Ona normal bir insan gibi davrandığım için mi bu yüzü bulabiliyordu kendinde. Anlamadığı bir şey vardı ona mecbur olan ben değildim o bana mecburdu.

 

Şişeyi kadehe dökeceği an elinden çekip duvara fırlattığımda gözleri hızla beni buldu ama çatık kaşları bu kez benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Poison sesi duyup uyandığında tehlike sezip havlamaya başladı. “Galiba sen beni anlayamadın,”dedim kelimelerin üstüne basarak. “Ben senin geçiştirebileceğin biri değilim. Kafan istediği kadar dolu olsun umrumda değil, seni oradan çıkarmasaydım eğer kafa dolması neymiş öğrenirdin.”

 

 

Gözleri önce yerdeki cam parçalarına kaydı ve bana döndü yeniden. Kaşları havalanırken ona verdiğim tepkiyi tahmin etmediği belliydi. Dudakları aralandı ama konuşmasına izin vermedim.

 

 

“Seni oradan babanın hayrına da çıkarmadım, düşünme kabiliyetlerin yerindeyse hâlâ anlamış olmalısın. Seninle bu işin sonunda ortak çıkarlarımız var ve seninle ortak olmak istedim.” Yüzümü yüzüne yaklaştırdım eğilerek. “Tekrar ediyorum. Ortak olmak için. Bana emir vermen için değil. Ha bunu kabul etmiyorum diyorsan eğer seni oradan kendi elllerimle nasıl çıkardıysam kendi ellerimle sokmasını da bilirim.”

 

 

Gözlerinde bir parıltı oluştu. Oturduğu koltuktan ayağa kalkınca yüz yüzeydik yine. Dudaklarını şaşırdığını belli edercesine büktüğünde gözlerim dolgun dudaklarına kaydı ama hızla toparladım kendimi. “Etkileyici.”dedi dudağı kıvrılırken. “İşte şimdi anlaşacağımızı düşünüyorum.”

 

 

“Öyle mi?”dedim ona dik dik bakarken. O dengesiz davranıyorsa ben de öyle olurdum. Dudaklarım yana kıvrıldı onun gibi. “Seç o zaman şimdi. Benimle ortak olmayı kabul ediyor musun yoksa oraya geri girmeyi mi göze alıyorsun?”

 

 

Üstüme bir adım geldiğinde aramızda hiç boşluk kalmadı. Bu halde konuşmak zordu ama bozuntuya vermedim ve geri adım atmadım. Saçımın bir tutamını alıp kulağımın arkasına koyunca tepkisiz kaldım. Gözleri yüzümün her zerresinde geziniyordu. En sonunda yeniden gözlerime çıkınca “Visha,”dedi adımı kısık bir sesle söyleyerek. “Beni bu saatten sonra sen değil bütün Ravenya toplansa durduramaz.”

 

 

Elleri saçımdan ayrılarak sırtıma kaydığında parmakları sırtımda daireler çiziyordu. Aniden elini sırtımda hissettiğim için belim içe doğru kavislenince göğsüm göğsüne çarptı. “Saklanmama gerek yok artık, oradan çıktığım an bir daha geri girmeyeceğimi anlamış olman gerekiyordu.”

 

 

“O zaman neden buradasın?”

 

 

“Çünkü seninle ortak olmayı ben de senin kadar istiyorum.”

 

 

“Neden?”

 

 

“Çünkü zehrine ihtiyacım var.”

 

 

Bana olan yakınlığı kendimi kasmama neden oluyordu. Yüzümün her ayrıntısını incelediğini biliyor olmak nefesimi düzenli almama engel oluyordu. Kokusu burnumun tam dibindeydi ve yüzünü yüzüme eğdiği için az önce söylemek istediğim her şey aklımdan uçup gitmişti.

 

 

Poison ayaklarımızın ucuna gelip Veles’e karşı ayaklandı, havlayışından ondan rahatsız olduğunu gördüğümde ikimizin de bakışları ona kaydı ve bu rahat bir nefes almama neden oldu.

 

 

Eve giren ve yanımda gördüğü hiçbir yabancıdan hoşlanmazdı, pek evcimen değildi. Şimdi ki halinde olan tavrının sebebi az önceki yüksek tansiyondu. Havlamaları daha da artınca buna engel olmam gerekiyordu. “Sakin ol,”dedim kafasını yavaşça okşayıp onu kendime çekmeye çalışırken. Sonra Veles’e çevirdim başımı. “Uzaklaş buradan.”

 

 

Çekip gider sanmıştım ama o beni şaşırtarak olduğu yerde dikilmeye devam etti. “İstese de istemese de bana alışmak zorunda.”dedi ben ona bakmaya devam ederken. “ Kaşlarım çatılırken konuşmaya devam etti. “Sonuç olarak annesi artık benim suç ortağım.”

 

 

Kaşlarım havalanırken ellerini Poison’ın kafasına koydu ve onu sakinleştirmeye çalıştı. Hareket eden parmakları elime çarpıyordu ama şu an düşündüğüm şey bu değildi.

 

 

Suç ortağım.

 

 

Bu ne demek oluyordu şimdi? Kabul etmiş miydi yani?

 

 

Poison sakinleşerek yeniden ön ayaklarını yere indirince şaşkınlıkla baktım olanlara. Artık havlamalar kesilmiş yerini kesik hırıltılara bırakmıştı. Veles bir dizini yere koyup eğildiğinde artık tamamen kafasını karıştırıyordu Poison’ın.

 

 

“Bakıyorum da hayvanlar hakkında bilgilisin.”dedim şaşkın bir sesle. “O yabancıları sevmez, sevdi seni.”

 

 

“Benim de var bir tane evde.” Sonra aklına bir şey gelmiş gibi sustu birden, bakışlarında dalgalanmalar oldu ama toparladı kendini hızla. “Vardı.”

 

 

“Ne oldu?”

 

 

Ayağa kalktı ve yukarı kata çıkarmaya başladı onu. Bunu yaparken cam kırıklarına dikkat ediyordu. Merdivenlerin başına geldiğinde, “Bilmiyorum.”dedi net bir sesle.

 

 

Onun çıktığını gördüğümde, yeniden camın kenarına geçip dışarıyı izlemeye başladım.

 

 

Onun hakkında bildiğim şeyleri düşündüm. Elimde olan koca bir sıfırdı.

 

 

Biliyordum içinde bir yerlerde var olan duyguları ama dışa vurduğu tek duygu öfkeydi. Gözleri hiç normal bakmamıştı, her zaman çizgiler vardı etrafında. Bakışları çok şey anlatıyordu ona baktığımda. İstediği tek bir şey vardı.

 

 

Kazanmak.

 

 

Birden arkamda onu hissettiğimde bu sessiz gelişine hazırlıklı olmadığım için sıçradım. “Fark etmedim geldiğini.”dediğim sırada camın önündeki tekli koltuğa geçti ve elinde yeni bir şişe tutuyor olduğunu gördüm.

 

 

“Şimdi konumuza gelelim.”dediğinde sesindeki sert tını beni şaşırttı. “Madem benimle birlikte olmak istiyorsun, o zaman kazanmak uğruna neler yapabileceğini göster bana.”

 

 

Gözlerinin ne kadar karardığına anbean şahit oldum. Sessiz kelimeler vardı bakışında. Hepsini okudum. Karşımdaki kişi baban, diyordu bana. Göster bana, onun tarafına geçmeyeceğini ispatla. “Bugün konuşacağız her şeyi seninle. Ve tek bir seçim hakkın olacak. Bugün sadece ben konuşacağım, sen ise dinleyeceksin ve öğreneceksin kim olduğumu. Sonunda yanımda durmak istersen eğer istediğin şeyi yapmana yardım ederim. Ne olursa olsun.”

 

 

Sesinde en ufak bir tereddüt bile yoktu, kararında kesindi.

 

 

“Bu işin sonunda benim tarafımda olmayı seçtiysen eğer, seni bir daha bırakmayacağımı bilmen gerekir.”

 

 

Gözlerimi kırpmadan onu dinlerken sonunda kendini anlatmaya başladı.

 

 

“Veles Santos. Bu hayattaki tek amacım Alavora’yı almak. Leonardo’dan, babandan ve onların köpeklerinden. Orayı almak için şeytana dönüşmem gerekirse eğer hiç düşünmem cehennem ateşini içerim.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%