Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@hepumuttanoldu

𝙈𝙚𝙧𝙝𝙖𝙗𝙖𝙡𝙖𝙧!


𝙆𝙚𝙮𝙞𝙛𝙡𝙞 𝙤𝙠𝙪𝙢𝙖𝙡𝙖𝙧 𝙙𝙞𝙡𝙞𝙮𝙤𝙧𝙪𝙢...


✵✵✵


Sarı papatyaların süslediği patika yolun berisinde kalan tarlada hasat zamanı idi, şimdiki hareketlilik ondan olsa gerekti.


Şirvan Ağa'nın ırgatları, alnından boşalan teri döktükleri ekmek kapısında, üç kuruş için canını dişine takmış çalışıyordu. Onların arasında bir oraya bir buraya koşturup su dağıtan, ufak tefek kız da güneşten nasibini almıştı elbet.


Boncuk boncuk akan terini, çalışırken taktığı yemeninin ucunu alnına götürerek sildi. Bir soluklanayım demeye kalmadan başka biri sesleniyor yanına yetişiveriyordu kız kimse kendine şikayetlenmesin diye.


Tarlada hat gitmek, suculuktan daha iyiydi ona göre ama nedense bu görev hep ona kalıyordu... Küçüktü ne de olsa diğerlerinden, o koşturmayacak da kim koşturacaktı?


Şirvan Ağa'nın babası Agir Ağa, toprağı emanet ettiği Hasan Efendi ile konuşurken kıza gözleri takıldı. Amelenin kimlerden olduğunu çoğu zaman bilirdi fakat bu kızı çıkaramamıştı. Son bir haftadır görüyordu yalnızca. Nedendir bilinmez amma kanı kaynamıştı ona.


Göründüğü gibi ise eğer: Ağır başlı, kendi halinde gençce bir kızcağızdı. Saf duru bir güzelliği var idi amma en çok sessizliği dikkat çekiyordu.


Çenesi ile kızı işaret edip arkasında bağladığı ellerini bozmadan "Kimlerden bu kız?" dedi yanındaki adama.


Hasan efendi önce gösterdiği yere baktı, kim olduğunu anlamaya çalışırken, Agir ağa "Yeni gelir zahar, görmedim önceleri." deyince yetim kızdan bahsettiğini anladı.


Kıza bakıp yüzündeki aydınlanma ile "Benim emmioğlu Halil'in hanımının yeğeni ağam. Adı Ariya." dedi. Sonra yüzü düştü. "Bir kusur mu etmiştir ağam?"


Agir Ağa bir elini pos bıyığında gezdirip "Yok, etmedi. Anası babası kimdir, tanır mıyım?" diye sordu. Aklındaki düşünceler tam oturmasa da sorular sorarak merakını gideriyordu.


"Babası hakkın rahmetine kavuştu beyim, anası da kütürüm, gelini bakıyor. Karşı köyden geliyor çalışmaya." Başını salladı Agir Ağa usulca. Pek bir küçüktü emme 'kadının küçüğü makbuldür' derlerdi hep.


"Eyi madem."


Adama başka bir şey demeden elini tekrar arkasında kavuşturup "Kolay gele ırgatlar!" dedikten sonra patika yola girdi. Traktör ile de gidebilirdi ama tercihi yürüyüp fikirlerini aklına oturtmaktı.


Taş konağı yetişene kadar köy meydanında gördüğü beylere selam verip almıştı. Sevilip sayılan bir adamdı Agir Ağa. Köylünün oğluna korkusundan gösterdiği saygıdan ziyade, ona gösterilen saygı daha çok sevgi barındırıyordu. Zalim derlerdi buralarda oğluna.


Zalim Şirvan Ağa.


Törenin kırbacı idi oğlu. Uzlaşmak ne bilmez, kafasının dikine gider, ataları doğru yanlış ne demişse onu ederdi. Kaç ananın, oğlunun paçasına yapışıp evladı için ef dilediğini sayamamıştı adamcağız. Her seferinde başını göğe diken oğlu töre der başka bir şey demezdi.


Agir Ağa babasına benzetirdi oğlunu. O da dik kafalı, kendi bildiğini okuyan bir adamdı zamanında. Rahmetli olmuştu, şimdilerde onun görevini oğlu sürüyordu.


Elinde olsa ağalığı oğulları arasında en küçüğüne verirdi. Miran, diğer iki oğluna nazaran daha merhametli, dinlemeyi seven bir adamdı. Amma babası Hamit Ağa tutturmuş da tutturmuştu Şirvan diye. Vasiyet bilmişti. Ortanca oğlu Mizgin'de Şirvan kadar olmasa da ketumdu.


Yolu bitirdiğini anca ezbere bildiği ağacın gölgesi tepesine binince anladı. Sakince soluklandı.


Konak başında dikilen Salih efendiye başı ile selam verip eşikten geçti. Küçük kızı, nazlı kızı Elif'i, nasılda büyümüştü de anası ile konak işlerine koşturur olmuştu sorguladı bir an adam. Gözleri nemlenmişti.


"Gül goncam."


Genç kız, babasının yalnızca ona ve annesine kullandığı yumuşak sesini işitmesi ile hemen döndü ona doğru. Kapı eşiğinde durmuş elleri arkasında ona bakan babası oldukça duygu yüklü bakıyordu gözlerine.


Yüzünde hemen güller açmıştı, ev işinde onca saat yorulduktan sonra babasının gül cemalini görünce mutluluk tüm bedenine yayıldı.


"Hoşgeldin babam, gel otur." Agir Ağa divana yönelirken kız yastığı düzeltti babası rahat etsin diye. "De hele anan nerde?" Elif başı ile içeriyi gösterirken "Mutfakta, ben çağırayım babam hemen." diyip içeri kaçtı.


Arkasından gülümseyerek baktı, geriye yaslanıp bir dizini kırarak divana oturdu hemen. Bir dakika geçmeden Hacer hanım çıktı içeriden koştur koştur.


Yanakları allaşmış, iş yapmaktan nasır tutan elleri önünde bağlı idi. Korkudan değil, sevdiği adama saygıdan ayakta bekledi. Oturmadan "Hoşgeldin Agir, hayırdır inşallah erken döndün?" dedi telaş ile. Bu saatte gelmezdi kocası genelde.


Karısının telaşına içini rahatlatacak bir tebessüm ile bakıp yanında kalan boşluğa iki kere vurdu. "Hoşbuldum Hacer hanım. Gel hele otur, bir diyeceğim var sana. Demeden duramadım, ondan geldim."


Merak ve endişe ile kocasının gösterdiği yere oturdu Hacer hanım. "Hayır olsun inşallah ağam?"


Elif'e döndü adamın şefkatli bakışları bu defa. Karısını daha fazla merakta koymak istemedi. "Hadi, sende ananla bana bir kahve yapıver güzel kızım." Elif ikiletmeden mutfağa gitti.


"Söyle bey, kalbime inecek nedir içinde tutamadığın hayırlı bir şeydir inşallah?" Agir Ağa pos bıyığını eli ile tarayıp "Hayırlı, hayırlı inşallah Hacer'im." dedi.


Hacer hanım kaç yılı devirdiği adamın en ufak güzel kelimesinde ilk günkü gibi utanıyordu. Bu an, Agir Ağa'nın gözüne öyle güzel geldi ki o da gülümsedi tekrar. Lafa girdi karısını bekletmeden. "Bir haftadır eski incirliğin oradaki tarlaya sessiz sakin, körpece bir kızcağız geliyor çalışmaya. Pek de bir ağırbaşlı."


Hacer hanımın yüzü aydınlandı. Konuyu öğrenmenin verdiği mutluluk çöktü üzerine. "Kimlerdenmiş?" O sırada Elif kahveleri getirirken duyduğu şeyle meraklandı. "Kim kimlerdenmiş ana?"


Agir Ağa, kızının uzattığı kahveyi alırken Hacer hanım cevabı bekliyordu. Kızının sorduğu soruyu duymamıştı bile.


Elif anasının da kahvesini uzatınca teklifsizce yanlarına oturdu. Agir Ağa, karısı ve kızının meraklarına coşku ile sesini şenlendirerek cevap verdi.


"Komşu köyden bir kızcağız, babası rahmetli olmuş, anası kütürüm, ağabeyi ile yaşıyor. Analarına da ağabeyinin karısı bakıyormuş." Elif hala net bir cevap alamamıştı. Anlamaya çalışıyordu onları can kulağı ile dinleyerek.


Hacer Hanım, kızın yetim olduğunu duyunca hüzünlendi. Bu yaşında bile, ana babasının acısı yüreğini dağlarken kıza kahroldu. Yufka yürekli idi kadın.


"Adı nedir, ağam?"


"Adı Ariya." Kaşları havalandı.


"Kimden bahsediyorsunuz baba?"


Anası cevap vermeyince çareyi babasında aramıştı. Anlam veremediği işleri, merakından hemen çözmek istiyordu. "Ağabeyin için kısmet bakarız gül goncam."


Elif yüzünü buruşturdu. "Şirvan ağabeyim için mi?" Hacer Hanım, ilk sevinmişti fakat sonra oğlunu düşündü. Hırçın bir deniz gibiydi oğlu, ne zaman dolup taşacağı belli olmuyordu, kızın günahına girmek de olmazdı.


"Agir, güzel düşünürüz de kız sessiz sakin belli ki mazlumdur da, günaha girmeyelim bizim oğlana alıpta?" Agir Ağa başını iki yana salladı. "Sen merkalanmayasın Hacer, ben gelin değil kız alırım. Ezdirmem kızımı Şirvan'a, belki yuva kurarsa çoluğa çocuğa karışır da düzelir."


"Öyle mi dersin?"


"Kaç yaşında baba, kız?" Agir Ağa, bunu sormamıştı ama küçükçe bir şey olduğunu çözebilmişti. Hacer hanım da merakla baktı. "On altı on yedi vardır." Öyle tahmin ediyordu. Dudak büzüşüp baktı Hacer hanım endişe ile. "Küçükmüş." Kıza üzülesi gelmişti. Oğlu otuzuna merdiven dayamış cevval bir adamdı.


Buralarda kızın yaşının önemi yoktu, hatta kadının küçüğü makbuldür derledi büyükler. Oğlunun elinin altında büyürse hali nice olurdu? Allah korkusu vardı kadının, oğlu acımazdı körpe kıza.


"Ne önemi var Hacer? Küçükse büyütürüz." Bir şey demedi kocasına. Zaman öyle bir zamandi ki kimse eğri ile doğruyu bilmez, gördüğü devri ve töreyi sürdürmeye çalışırdı, adamda öyle yapıyordu.


Cahiliyet bu olsa gerekti.


...


Akşam yemeğinin sofrası taş konağın kocaman avlusunda kurulmuş, aile fertleri bekleniyordu. Elif çorba tenceresini masaya koymuş ama tabaklamamıştı. Önce Mizgin Ağabeyi geldi sofraya. Uzun masada göz gezdirip kardeşine ufak bir gülümseme sundu. "Nerdeler anamlar, abim?"


Elif, Mizgin ağabeyine tatlı bir gülümseme ile "Gelirler şimdi ağabey, otur sen." dedi. Mizgin sofradaki yerine oturup "Otur sende, kalma ayakta." dedi. Elif bunu bekliyormuş gibi otururken Miran geldi sofraya. Yerine geçerken kardeşinin yanağını ufaktan sıktı.


"Napıyorsun, bastı bacak?" Elif küskünce baktı ağabeyine ama aslında nazlanıyordu. "Abi acıdı ya!"


Miran güldü kardeşinin söylenmesine içten bir kahkaha ile. Bu neşenin tam üstüne anası ile babası gelmişti. Agir Ağa, kızının başını okşayıp masanın başına oturdu. Hacer Hanım da hemen sol tarafa geçmişti.


Karşısında oturan ortanca oğlu Mizgin'e bakarak "Ağabeyin nerde oğlum?" dedi, şiveli sesiyle. Mizgin babasına kaçamak bir bakış atıp "Gelir şimdi ana, Ferit eve geçmeden bir uğra demiş." dedi. Bilirdi babası sofra zamanı eksiksiz olmak isterdi. "Sonra gidemedi mi?"


Yemeğe başlamadan beklemeye başladı Agir ağa, oğlu gelmeden başlamayacaktı. O başlamadığı için de aileden kimse de başlamamıştı yemeğe. Saygıdandı, büyük beklenirdi.


Babası yavaş yavaş homurdanırken, Mizgin tam ağzını açmış bir şey diyecekti ki o sıra konağın kapısı açıldı. Heybetli adımları bile kim olduğunu belli ediyordu, Agir ağa dönmeden anlamıştı oğlunun geldiğini. Mizgin o yüzden susup bekledi.


Sakince oğlunun yanlarına yetişmesini adım seslerinden dinledi adam. Önem veriyordu yemekte herkesin bir arada bulunmasına.


Şirvan anası Hacer hanım ve babası Agir beyin bakışları altında "Hayırlı akşamlar." diyip masanın diğer başındaki yerine geçti.


"Hayırlı akşamlar, Şirvan Ağa."


Babasının hiddetli sesine karşı tepki vermeden geriye yaslandı. Boş bakıyordu gözleri. Agir Ağa kızına sakince "Yemekleri koy, güzel kızım." dedi. Cahil bir çağda bile, üç koca oğlandan sonra kızı dünyaya gelince dünya onun olmuştu. Elif on yedisinde olmuştu ama gözünde hala, dizinde oturttuğu o bilmiş geveze kızıydı.


Elif, babasını ikiletmeden önce çorba sonra da yemekleri tabakladı. "Hadi, afiyet olsun." Yemekler kaşıklanırken Hacer hanım arayı yumuşatmak amacı ile oğluna "Ne diye çağırmış Ferit, oğlum?" dedi. Şirvan tok sesi ile ilk kez duyanları ürkütse de ailesi ona alışkındı. "Babasını şehre indirecekmiş yarın, doktora, arabayı istedi." Bu Agir Ağa'nın da ilgisini çekti.


"Neyi var Remzi'nin?"


"Kalbi sıkışıyormuş."


Agir Ağa endişe ile elindeki kaşığı durdurdu. "De hayde! Bende mi görünsem Şirvan?" Hacer hanım endişe ile "Senin neyin vardır Agir?" dedi.


"Geçen tarlada başım döndüydü, kalbim sıkışır gibi de oldu." Hacer hanım kalbini tuttu bilinçsiz. Agir ağaya bir şey olsa o da yaşayamazdı. Ne çok emek etmişti kendini sevdirebilmek için, şimdi böyle ona zarar gelecek düşüncesi kalbini kemirdi.


"Seni de bir götürelim baba."


Başını salladı Agir Ağa. Şirvan Elif'e dönüp "Bacım, su ver." dedi. Elif kalkıp su getirirken"Yemeğini ye konuşacaklarım vardır Şirvan." dedi babası. Elif ağabeyine su uzatıp yemeğine döndü, Şirvan'da babasına başını sallayıp yemeğine döndü.


Elif bazen kaçamak bakışlar ile ağabeyini süzüyordu, eğer kız kardeşi olmasa idi ona gözü kapalı varırdı. Amma tanıyordu, ağabeyi ne sevecek ne de sevilecek bir adamdı. Sadece dışarıdan gördüğü hâli ile sevilebilirdi, hareketleri, konuşması, her şeyi ile yalnızca hayatındaki kadını üzerdi davranışları.


Tepkisini çok merak ediyordu. Alacak mıydı kızı acaba?


Yemek faslı bittiğinde Elif içerideki konuşmaya şahit olabilmek için hızlıca toparladı bulaşıkları. Anasına az yalvarmamıştı konağa yardımcı alalım diye, amma anası 'biz bize yeteriz' deyip reddetmişti her seferinde onu.


İşi bitince elini kurulayıp çıktı mutfaktan. İçeri adımını atar atmaz ağabeyinin hiddetli sesi karşıladı onu, ürkmüştü az biraz. "Baba, ben sana dedim diyeceğimi!" Ağabeyi ayaklanmış çıkacakken babası "Ne var çoluğa çocuğa karışsan, Ferit, Memet, Ali hepsi evlendi. Akranın kim kaldı, de hele?" diye çıkıştı.


"Bulduğun kız bacım yaşında, sen dersin al koynuna çoluğa çocuğa karış, öyle mi?" Elif tahmin etmişti ağabeyinin böyle tepki vereceğini. "Edepsiz! Atan var karşında, al karın et demedim ilk günden!" Elif kızardı duydukları ile fakat ağabeyi de babası da öfkeden ne konuştuğunu bilmiyordu.


"Bana kadınlık etmeyecekse neyime alayım??" Haklı bir soruydu Şirvan Ağaya göre babasına yönelttiği soru. Agir Ağa karısı ve kızına baktı. "De çıkın hele odanıza, sizde Miran hayde!" Tüm hane halkını kovduktan sonra oğluna öfkeyle baktı.


"Geç otur sende Şirvan Ağa!"


Önce karısı Hacer hanım kalktı, kızını da kendiyle çekerek çıkartmıştı. Mizgin, bir şey demeden çıkarken Miran, "Zoraki evlilik olmaz baba, ağabeyim haklı kız dediğine göre küçükmüş etme." dedi.


Agir Ağa oğluna "Sen karışma Miran, benle ağabeyin arasındadır bu." dedi, kibarca kovarak. Miran ağabeyine kaçamak bir bakış atıp çıktı.


"Geç otur sende!"


Şirvan babasının dediğini umursamadan "Benden küçücük kıza kocalık bekleme baba!" dedi ayakta dikilerek. Sabır çekti Agir Ağa. "Kaç yaşında adamsın, daha duydun mu hiç sana ısrarımı evlen diye oğul?" İnatla işini yürütemeyeceğini anlamıştı, huyuna gidecekti oğlunun.


"Şimdi de etme, Agir Ağa!"


Demek Agir Ağa olduk, diye düşündü içinden adam. "Gönlünde biri mi var, ondan mı istemezsin?" Şirvan düşünmeden cevap verdi. "Gönlümde olsa nikahımda da olurdu, yok kimse!"


Sabır çekti içinden adam. Oğlunu ikna etse o kızdan ağırını, edeplisini bulamazdı. Görmüştü tarlada kimseyle göz göze gelmez, bakışlarını kaçırırdı kızcağız. Daha nasıl gelin hayal ederdi ki? "Eh, iyi işte. Kız küçük amma pek ağır başlı sana yaraşır oğlum." Şirvan sesli bir sabır çekti.


"Yok baba, yok!"


"Hiç mi baba olmayı düşlemezsin, de hele?" Adam babasını önünde dikilirken buz kesti. Baba olmak istiyordu pek tabi ama küçük bir kızdan değil. Hayatında biri olacaksa, kadın gibi olsun istiyordu.


"Eve geldin mi önüne sıcak yemeğini koyan, sana boy boy evlatlar veren, bir dediğini iki etmeyen bir kadın istemez misin yuvanda?" Yutkundu Şirvan. O duygusal bir adam değildi, düz bakardı çoğu şeye. "Zamanı gelince isterim Agir Ağa, şimdi değil." Geçiştirmek için cevaplamıştı.


"Otuz yaşında oldun, otuz! Ne zaman çocuğun büyüyecek de sen göreceksin bre oğul?" Sustu Şirvan. Diyecek bir şey bulamamıştı. "Öksüzdür kız, hem ona aile olursun, hem teselli verirsin."


"Çocuk avutucusu değilim ben!"


Oğlu hiddet ile bağırınca son kozunu kullandı Ağır Ağa.


"Yetmedi mi ettiğin zinalar? Yarın, karının, çocuğunun yüzüne hangi yüz ile bakacan?"


Kaşlarını çatarak baktı Şirvan babasına. Bilip bilmemesinde sıkıntı görmüyordu, fakat yine de dillendirmesi hoşuna gitmemişti. "Bilmez miyim sanırsın, erkek adam dedim, ses etmedim amma tamam oğlum yetti," Agir Ağa oğlu ile bu konuları konuşmak istemese de şart olmuştu. "Evlen sende yolunu bil, yuvana bak. Haramdan yarar gelmez."


Şirvan ağrıyan başını ovalayıp sıkkınca "Beni bir günahtan çıkaracaksın amma o kızın günahına girersin Agir Ağa, haberin olsun." dedi tehditkâr sesiyle. Sanki o kızın canına okuyacağım diyordu sesi.


Agir ağa, zaferi ile gülümserken tehditini umursamadı bile. Yüzündeki gülüşü saklama gereği görmeden oğlunu yola getireceğini düşünerek mutlu oluyordu.


"Git iste."


Sonunda ikna edebilmişti ya gerisi mühim değildi, oğlu da o kızdan iyisini mi bulacaktı sanki?


Yanında durmadan çekip giden oğluna bakmadı tekrar, karısının yanına gidip müjdeli haberi verecekti ki tezelden olsundu bu iş.


Nelere yol açacağından habersizdi mutluluk sarhoşu adam.


Loading...
0%