Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

"Anlamıyor musunuz ya? Gece gündüz onun yanındaydım. Az çok tanıdım. Ben onun için basit bir ilişkiden ilerisi olmam ama ya benim için... Bu yüzden bir daha Hüseyin konusu açılmayacak hastaneden çıktı, gitti ve bitti. O kadar...”

Tuğsem bağırmaya başladığının farkında değildi. Işık, ilk defa dostunun kendini kaybedecek hale geldiğini görüyordu. Ayla’nın bir kabullense susmasa ağlasa bağırsa çağırsa daha iyi olacak ama yapmıyor içine kapandı dediğinde bunu bu kadar çabuk başarabileceklerini tahmin etmemişti. Tuğsem’in bağırarak ama tükenmişlikle bitirdiği sözlerden sonra banyoya gidişini sessizce izlediler. Arkasından gelen hıçkırık sesleriyle moralleri daha çok bozuldu.

“En sonunda patladı.”

“Sonunda,” diye karşılık verdi Işık ve Ayla’ya döndü. Kafası karışmıştı. Tuğsem çok güçlü dişli bir karakterdi. Bu halinin tek bir sebebi olabilirdi. O da gerçekten altından kalmayacağı duygularla baş etmeye çalışmasının onu çok yorduğuydu. İleride daha çok gururu kırılacağına şimdi platonik bir aşk yaşamayı tercih ettiğini anlamıştı.

“Daha fazla yarasını deşmeyelim. Bu denli sert çıkışıyorsa kararlı demektir. On güne yakın buralardayım. Tuğsem bir hafta daha iznini uzattı. Sende izin alabilir misin?”

“Alabileceğimi sanmıyorum ama bir iki gün için zorlarım.”

“Tamam, o zaman yarın işten çıktığında direkt seninle kuaförde buluşuruz. Hem değişik bir ortam belki Tuğsem’in de havasını değiştirir.”

“Peki! Yarın serviste nöbetçiyim akşam sekizde sizi alırım. Hastanede hazırlanırım bende bir ara kuaföre gidebilirim herhalde, neyse evime gideyim."

Ayla üzgünce ayaklanınca Işık ısrar etmedi. Dış kapının önüne geldiklerinde birbirlerine ne kadar üzgün olduklarını hafif bir gülümseme ile sarılarak sözsüz gösterdiler.

“Onu kırmak istemediğimi söyle Işık.”

“Biliyorum canım, merak etme sen!”

Ayla gittikten sonra banyo kapısına yöneldi. Tuğsem’in hala çıkmadığını görünce oturdukları küçük salonu toplamaya karar verdi. Çay bulaşıklarını alarak mutfağa gitti. Bulaşıkları makineye yerleştirdi. Çaydanlığa suyu koyup, ısıtmaya bıraktı. O ara banyo kapısının açılma sesini duydu. Mutfaktan küçük koridora çıktığında bornozla çıkmış arkadaşına tedirginlikle baktı.

“Ayla gitti! Kahve suyu koydum, içer miyiz?”

“İçeriz canım, hemen giyinip geliyorum,” diyerek odasına geçti. Ayla’yı kırdığını düşünmek istemiyordu. O aradaki uçurumu görüyor ve ileride daha çok acı çekmek istemiyordu. Neyini anlamıyordu? Giyinip başında havlu ile salona geri döndüğünde Işık’ın kahveleri yaptığını gördü.

“Gel hadi gel atarlı hatun!”

“Atarlı değilim benn!”

“He he atarlı değilsin, o yüzden şimdi bile çemkiriyorsun!”

“Işık! Anlamıyorsunuz bu yaşıma dek aşık olmamışım, şimdi salak saçma bir şeyler yaşıyorum. Hüseyin bana korkak dedi korkak, haklı bundan daha çok acı çekmekten korkuyorum. En fazla üç dört ay sonra bu şehirden gideceğim o zaman daha rahat unuturum.”

“Sen nasıl istersen canım ben her ne karar alırsan al yanında olurum.”

“Biliyorum ve bunun için minnettarım sana… Hem bu dünyada ilk karşılıksız aşk yaşayan ve bundan kaçan tek ben değilimdir herhalde değil mi?”

“Hiç, değil mi ya dünya kadar insan vardır,” diye dalga geçtiğini gösteren arkadaşının surat ifadesine kaşlarını çatarak baktı. Tuğsem kendini kandırıyordu. Bunu da Işık ona kelimelere dökmeden tiye alarak gösteriyordu. Bu kızın bu tavırlarına bazen sinir oluyordu. Doktor bu ara her şeye sinir oluyordu farkında değildi.

O gece ve ertesi gün Işık olabildiğince arkadaşının kafasını dağıtmaya çalışmıştı. Ayla’nın şık giyinin diye mesajları devam edince Tuğsem geçen ay aldığı elbiselerden birini giymeye karar verdi. Işık ise benim bir şeyim yok diye panik olmuştu. Öğleden sonra çıkıp, alışveriş yapacaklar sonrasında da kuaföre gideceklerdi.

Tuğsem kendi kendine gülüyordu. Bir yıllık kuaför kotamı doldurdum diyordu. Kaş bıyık ve el ayak bakımından sonra uzun saçlarına uçları dalgalı bir fön çektirdi. Hastanede sürekli bağladığı için böyle zamanlarda hep açık bırakırdı. Kırmızı kalın askılı kare yaka eteği dizlerinde biten bir elbise giydi. Göğüs kısmında dekolteyi kapatsın diye kırmızı kumaş parçaları serpiştirilmişti. Güya dekolte kapansın diye denmişti ama Tuğsem görüyordu ki göğüsleri daha büyük ve dikkat çekici gösteren bir detaydı.

Siyah bir palto ve siyah parlak stilettoları ile çok uyumlu olmuştu. Tek sıkıntı vücudu ödem topladığı için elbise tüm hatlarını gösterecek şekilde üzerine yapışmıştı. Kendini o elbisenin içinde iyi hissetmiyorsan başka bir şey alalım diyen Işık’ı reddetmişti. Çünkü kumaş öyle yumuşaktı ki sıkmıyor sadece bir deri gibi sarıyordu.

Işık’ın da Tuğsem’inki gibi uzun iri dalgalı kıvırcık saçları vardı. Kendi rengi olan çikolata kahve saçlarının alt kısımlarına sarılar yaptırıp, tenine yakışan bir renk tutturmuştu. Üniversite yıllarından beri saçlarını hep böyle kullanıyordu. Asla düzleştirmez saçlarını doğal haliyle çok severdi. Oysa onun en çok dikkat çeken yeri gözleriydi. Açık gri iri gözleri vardı. İnce bir kız olmasına rağmen basenlerinden ve ağzının büyük oluşundan şikayet ettiği olurdu. Alışveriş merkezine gittiğinde Şırnak havasından çıkıp, mini mini elbiselere bakmıştı ama denedikten sonra bir türlü rahat edemeyince gri ayak bileklerine kadar uzanan ve tek kolu olmayan ve yandan yırtmaç detaylı bir elbisede karar kılmıştı. Ayağına giyeceği topuklu botlarıyla gayet şık duruyordu.

Işık da Tuğsem de makyajlarını kendileri yapmak istediler. Çünkü kuaförlerde yapılan makyajların ben buradayım diye bağıran tarzından ikisi de hoşlanmıyordu. Gözlerini belirginleştiren bir makyaj yaparlarken Işık şeftali tonlarında bir ruj sürdü. Tuğsem ise fazla olacağını düşünmesine rağmen narçiçeği tonlarındaki mat rujundan sürdü. Birbirlerine baktıklarında memnun şekilde iltifatlar ettiler.

İçlerindeki en dikkat çeken hiç kuşkusuz Ayla’ydı. Ayla ilk tanıştıklarında 1.75’lik boyu ve kusursuz vücuduyla doktor değil, manken olmalıymış diye az konuşmamışlardı. Giyimine ve bakımına çok dikkat eder asla sporunu ihmal etmezdi. Kızların aksine dümdüz koyu siyah saçları vardı. Kahverengi ve sanki rimel sürülmüş gibi uzun kirpikleri yüzündeki en dikkat çeken yanıydı. Topuklu ayakkabılardan asla vazgeçmez ve ikili ilişkiler konusunda da gayet özgüvenliydi. Flörtleri olur gününü geçirir ama nedense aşık olamazdı. Gün içinde bir ara hastanenin yakınındaki kuaföre gidip, düz saçlarını daha düz hale getirtmişti. Geri kalanı kendi yapacağı için hemen hastaneye dönmüştü.

Akşam altıda nöbeti biter bitmez doktor odasına girip, yeşil payetli süper mini elbisesini giydi. Gözlerine kahve yeşil ikili bir far sürüp, kirpiklerini rimelle daha belirginleştirdi. Gözlerinin altına gözlerini büyük göstermek için çok belli olmayan göz kalemi sürdü. Ruj olarak her zaman ki soluk ve mat duran renklerden tercih etmişti. Dizlerine dek çorap gibi duran siyah topuklu botları ile bir içim su olmuştu. Üzerine dizlerinde biten siyah kaşe montuyla tamamlanmıştı.

Kızların hazırlanmış olduğunu tahmin ederek acele acele hastanenin otoparkına inmişti. Arkasından hayranlıkla bakanları ve söylenenleri duymamıştı. Çünkü Tuğsem’in akşam karşılaşacaklarından sonra vereceği tepkiden o kadar çok korkuyordu ki ne kendini ne de çevresini görecek hali vardı. Ayla kızlara oranla rahat büyümüş bir kadındı. Ailesindeki hemen hemen herkes doktordu. Annesi diş hekimi babası genel cerrahtı. Ağabeyi ise ülkenin en dikkat çeken kadın doğumcularından biriydi. Beyaz cipine bindiğinde eline telefonu aldı, saate baktı ve Allah’ım beni utandırma diye içinden dua ederek yola çıktı.

Ayla, kuaföre geldiğinde kızların güzellikleri karşısında gülümseyerek bu gecenin sonunda güzel bir şeyler olmalı ve bu hazırlığa değmesi gerektiğine inanıyordu. Arabadan inmiş Tuğsem’e sımsıkı sarılmıştı. Onunda dayanamayıp, eski halini alacağını biliyordu. Öyle de olmuştu. Mekâna gelene dek neşeli bir sohbet tutturmuşlardı. Malum İstanbul trafiğinden dolayı Kuruçeşme’ye gelmeleri bir buçuk saati bulmuştu. Masalarına geçtiklerinde Ayla saatine baktı 20:30 dolduğunu gördüğünde etrafında çaktırmadan göz gezdirdi ama kimseyi göremedi. Hareketlerinin dikkat çekmesini istemiyordu. Işık’ın sözleriyle masaya yöneldi.

“Ayla burası çok lüks bir yer gerçekten, bazen bizim gibi sade kişilerle neden arkadaş olduğunu sorgulamadan duramıyorum. Senin gerçeğin bu ve aslında bunu unuttuğum için kendimi sorgulamam gerekir değil mi?”

“Saçmalama istersen tamam zengin bir ailede büyüdüm ama bu yerlerde zaman geçirecek kadar da ultra zengin değiliz. Arada kendime hediye olsun istiyorum. Hem İstanbul’da doğmuş büyümüş olsam da bende Manisalıyım unuttun mu? Babam köklerini hiç unutturmadı bize belki de bu yüzden bu kadar yakın hissediyorum size kendimi.”

“İyi be bu konu açılınca hemen de kızıyorsun. Hesaplar senden değil mi vazgeçmedin,” diye gözleri gülerek suratı korkan ifade ile soran Işık’ın bu tatlı hallerine Tuğsem’de Ayla’da kahkaha attı.

“Benden benden çatlayana dek ye tamam mı?”

“Tamam!”

Kızlar tekrar kahkaha attı. Garsonlar menü getirdiğinde Işık ağzı açık menüdeki fiyatlara bakıyordu. Hayatında ilk defa böyle bir yere gelmişti. Suyun fiyatının bile 20 TL olduğunu görünce iri gri gözleri daha çok kocaman oldu. Bu resmen kazıklanmak diye düşünmeden edemedi. Balık fiyatlarını ise söylemeye değmezdi.

“Ben karar veremedim, tercihleri size bırakıyorum,” diyerek menüyü kapattı. Biraz daha bakarsa garsonlara hayırdır bu balıklar altın mı gümüş mü diye soracaktı. En iyisi bugün çenesini kapalı tutmaktı. Kızlar menüye bakarken restoranın içinde merakla göz gezdirmeye başladı. Tam sağ çaprazındaki masadaki üç adam dikkatini çekti. Daha doğrusu heybetli ve kendisine bakan esmer adam ile göz göze geldi. Gözlerini çekmek istese de bir türlü önüne dönememişti. Efsunlanmış gibi adamın gözlerine dalmışken, Tuğsem seslenmese o gözlerden kopacağı yoktu.

“Işık!”

“Efendim canım!”

“Nerelere daldın,” diye arkadaşına dikkatle baktı. Işık en küçük şeylerden bile mutlu olmasını bilen saf gözüken ama akıl fışkıran biriydi. Onun şu an bıcır bıcır konuşuyor olması gerekirdi.

“Bir yere değil ya ilk defa böyle bir yerdeyim, buralara gelen insanların tiplerine bakayım dedim.”

“Ha ha valla sen beni öldüreceksin Işık ya nasıl olacaklar, kokma dört kulakları yok, gözleri de başlarının üzerinde değil,” diye gülerek konuşmuştu Ayla ve arkadaşının masanın üstündeki elini tuttu.

“Herhalde yani onu mu dedim?” diye suratını denize döndü. Bu soğukta ve bu saatte nasıl bu denli güzel gözüküyordu bu deniz diye düşündü. Dalgalar büyük büyük gelip, kıyıda köpürüyordu. Tam seyirlik bir görüntüydü.

“Hadi bugün içelim. Biliyorum ikinizde alkol almazsınız ama yaptık bir çılgınlık tam olsun.”

“Benim için fark etmez ama kokan bir şey içemiyorum biliyorsun,” diyen Tuğsem’di. Ayla beklentiyle Işık’a bakınca dayanamadı.

“Bilemedim şimdi, ne içeceğiz ki!”

“Beyaz şarap içelim,” diye heyecanla elini çırpmıştı. Hüseyin Alaz BIÇAKÇI’nın burada olduğunu görmüştü ve korkusunu heyecanlı gibi davranarak kapatmaya çalışıyordu.

Ortaya yeşil salata, kalamar tava geldi. Önden yarım balık çorbası sonrasında ise üçüne de deniz levreği istemişlerdi. Işık çok yemek yerdi. Neresine yediği belli değildi ama yedikten sonra hep popoma gidiyor diye düşündüğünden sürekli yürüyüş yapardı.

Tuğsem, onun ağzının sulanmış hallerine gülümserken, son on beş dakikadır içindeki ürpermeye anlam vermeye çalışıyordu. Sanki bir şey olacaktı. Kendi kendine evham yaptığını düşünerek derin derin birkaç kere nefes aldı ve gelen çorbasından bir kaşık içti. Çorbalar bittikten sonra açılan şarap ile kızlar iyice herkesten soyutlandı.

Altuğ gözlerini tam karşısına gelen kızdan alamıyordu. Gözlerinin güzelliği aralarındaki mesafeden bile belli oluyordu. İştahlı ve gülerek yemek yemesi de dikkatini çekmişti. Göz göze geldikten sonra bir daha kafasını çevirip, bakmamıştı. Acaba tanışmak için bir adım atsam mı diye düşündü. Sonra üç kız nede güzel vakit geçiriyorlar diye aklından geçirirken, Melih’in o masaya gittiğini gördü. ‘Şansı piç,’ diyen iç sesiyle gülümsememek için kendini zor tuttu. Ayağına kadar gelen fırsatı değerlendirmemek aptallık olurdu.

“Alaz, Melih’in konuştuğu kadınları tanıyor musun?”

Alaz biraz yüksek sesle sorulan sorudan sonra arkadaşının gözleriyle gösterdiği masaya döndü. Arkası dönük olduğu için sağına doğru dikelmek zorunda kalmıştı. Alaz siyah gözlerini kıstı ve Tuğsem’in muhteşem gamzesini gördü. O çukurlarda olabilmek için neler vermezdi. Tam bir şey diyecekken gözleri kesişti. Hala cevap vermediğinin farkında değildi.

“Alaz!”

“Doktorum Tuğsem ve Ayla hoca, diğerini hiç görmedim,” derken başını aşağı doğru eğerek kaşları çatık doktora selam verdi. Yüzünün her zerresinde ve vücudunun üst kısmında dolaştırdı bakışlarını. Yutkunmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Gönlü de bedeni de bu kadını istiyordu.

“Masaları birleştirme şansımız var mı sence,” diyen Altuğ’a döndü. Kaşlarını daha çok çattı. Diğer iki kadın Hüseyin Alaz’ın katrajına girmediği için arkadaşının da Tuğsem’i beğendiğini düşündü. Sertçe sordu.

“Neden?”

“Masaya oturur oturmaz, şu gri elbiseli sarışın kızla göz göze geldik ama sonrasında hiç yüzüme bakmadı. Tüh kaçırdık, Melih masadan ayrılıyor,” diye Altuğ hayıflanınca Serkan kahkaha attı. Alaz’ın gerilmesine ve Altuğ’un aptallaşması tezat ama komik bir durum oluşturuyordu. Dayanamadı ve dalga geçmeye başladı.

“Oğlum senin sevgilin yok mu?”

“Karıştırma onu!”

“Neden?”

“Ben etkilendim galiba Serkan ne sevgilisi çıkarıyorsun.”

Serkan tekrar kahkaha atınca yan masaya baktı ve Ayla ile göz göze geldi. Kaşları havalandı. Arkadaşı ile dalga geçerken kendide çarpılmıştı. Gülmesi yüzünde solarken hala gergin olan Alaz’a baktı.

“Alaz ne dersin masaları birleştirme durumumuz var mı? Hem senin şu meşhur cadı doktoru da merak ediyordum.”

“Neyini merak ediyordun.”

“Hangisi ben hiç görmedim,”

“Kırmızılı olan Serkan ben bir iki kere denk gelmiştim. Ancak hastanedeki halinden çok farklı valla başta tanımadım. Bir içim su olmuş lan,” diye bilgilendirme yaptığını düşünen Altuğ gayet rahattı. Altuğ’un normaldeki sert hali ve az konuşması sadece arkadaşlarının yanında olmazdı. Nedense güvendiği birkaç kişinin yanında o pek gülmeyen, konuşmayan, sakin adam gidiyordu. Şakalaşan gülen ve konuşkan bir adam haline dönüşüyordu.

Hüseyin Alaz’ın aklı ise bir içim su da kalmıştı. Gerçekten çok güzel gözüküyordu. Alaz telefonunu alıp, birine mesaj yazdı. Arkasını dönmek ve o güzel kahve gözleri görmek istiyordu. Ancak inadından Altuğ ne derse desin kafasını çevirmiyordu. Onu kovmuştu. Elinin tersi ile itmişti. Acaba Tunç’un yapacağı evlilik teklifi gerçekleşmiş miydi? Bunu düşünürken bile elindeki bıçağı sıkmaya başladığının ve sinirden delirdiğinin farkında değildi.

Tuğsem ise balığını yemiş, iki kadeh şarapla gayet rahatladığını hissetmişti. İyi ki geldik diyerek sohbetin en tatlı halinde Melih’in yanlarına gelmesiyle ufak çaplı bir şok yaşadı. O tam Alaz’ın aklına gelmediğini düşünürken en yakın adamı masalarına gelmişti. Ne şans ama!

“İyi akşamlar Tuğsem hocam, Ayla hocam!”

“İyi akşamlar Melih Bey nasılsınız?” diye konuşan Ayla’ydı. Allah’ım ne olur ne olur Tuğsem bu geceyi iyi değerlendirsin diye dualar ediyordu. Işık gülümseyerek Melih’e selam verdi.

“İyi akşamlar Melih, hayırdır.”

“Ağam ve arkadaşları burada yemek yiyorlar, sizi görünce selam vermek istedim.”

“İyi yaptın, nasılsın?” derken kafasını kaldırdığında sert siyah gözlerin bakışları yüreğine işledi. Öyle sinirli bakıyordu ki ne düşüneceğini bilemedi. Başıyla verdiği selamla karşılık vermekte zorlandı.

“İyiyim hocam sağ olun siz nasılsınız?”

“Bende iyiyim Melih teşekkür ederim. Bizimle bir şeyler içmek ister misin?”

“Yok, sağ olun ben sizi rahatsız etmeyeyim. Sizin bir ihtiyacınız olursa buralardayım hocam! İyi akşamlar,” diyerek masadan ayrıldı. Tuğsem yanaklarının kızardığını hissediyordu.

Ortamda bir tek Işık ne olduğunu anlamadığı için normal davranabiliyordu. Karşısındaki seksi esmeri görmezden gelmeye çalışmak zor olsa da ortamın tadını çıkarıyordu. Sadece bir kadeh şarap içmesine rağmen vücudunun gevşediğini hissediyordu. Melih gittikten beş dakika sonra iki garson meyve tabağı ve çok kaliteli bir beyaz şarapla geldiler ve tam masaya bırakacakken Ayla koydurtmadı.

“Biz bunları sipariş etmedik, sanırım başka masanın siparişi!”

“Yok efendim Hüseyin Alaz BIÇAKÇI ve Altuğ ÇETİNKAYA’nın ikramları,” deyince Işık’ın kaşları çatıldı. Buralarda nasıldı bilmez ama onların girdiği ortamlarda asla böyle ikramlar kabul edilmezdi.

“O zaman kabul etmediğimizi söyleyin ve geri götürün,” diye garsonların suçu olmamasına rağmen sert çıkışmıştı. Işık’ın tepkisini gören garsonlar uzatamadı ve geri götürdüler. Nedense göz göze geldiği esmer adamın Altuğ olduğunu düşünmüştü. Çünkü Hüseyin Alaz’ın resimlerini daha dün görmüştü.

Tuğsem ise yorum yapmadan kadehinden büyük bir yudum almakla yetindi. Ayla ne diyeceğini bilememişti. Böyle bir görgüsüzlük yapacaklarını düşünmemişti. Tuğsem’in yüzüne baktığında dudaklarını dişlediğini bütün moralinin bozulduğunu görünce onunda canı sıkıldı.

“Eee kızlar somurtmaya mı geldik,” diye Ayla kadeh kaldırarak ortamı yeniden neşelendirmeye çalıştı. Işık gülümseyerek kadehini kaldırdı. Tuğsem’in hiç keyfi kalmamıştı ama arkadaşlarının bu güzel akşamını mahvedemezdi. Zoraki bir gülümsemeyle kadehini kaldırdı. Büyük bir yudum aldı. Ancak rahatlamak şöyle dursun nefes alamadığını hissetti.

“Benim lavaboya gitmem gerek, geleniniz var mı?” diyerek masada duran siyah parlak çantasını eline aldı. Kızlar sadece başlarını sallayarak yok dediler. Hüseyin Alaz’ın tarafına hiç bakmadan garsonun birine lavaboların yerlerini sordu.

Yerlerde kırmızı halı serili uzun dar koridora girdiğinde bayanlar tuvaletini buldu. İçeride birkaç kişinin olduğunu gördüğünde boş kabinlerden birine girip, klozet kapağını kapatıp oturdu. Bacakları bedenini taşımıyordu. O kadar heyecanlıydı ki kendine itiraf etmek istemese de onu gördüğü için içi mutluluktan coşmuştu. Güzel yüzünü uzun uzun seyretmek istedi. Çok özlemişti.

Kara gözleri sert baksa da özlemişti. Biraz oturduktan sonra kabinden çıkıp, ellerini yıkadı. Boynunu ellerindeki suyla ıslattı. Belki vücut ısısı daha normal bir seviyeye dönerdi. Makyajının hala kusursuz olduğunu gördüğünde başka bir şey yapmadan sakin ol diye kendine telkinlerde bulunarak tuvaletten dışarı çıktı.

Karşı duvarda bir bacağı geriye havada duran bir adam Tuğsem çıkınca hemen toparlandı. Genç kadın adamın tavrını fark etmişti. Ancak umursamadan önünden geçti.

“Pardon hanımefendi!”

“Buyurun,” diyerek merakla arkasını döndü. Uzun boylu yeşil gözlü sarışın adam hoş gözüküyordu. Adamın dudaklarının hafif açılarak gülümsemesine baktı.

“Lütfen yanlış anlamayın ilk defa bunu yapıyorum. Böyle kadınların önünü kesen biri değilim. Bir saate yakındır sizi izliyorum ve bir mani yoksa tanışmak isterim.”

Tuğsem şaşırdı. Böyle durumlardan hiç hoşlanmazdı. Fakat adam o denli kibardı ki terslemek de istemedi. Kibar bir dille reddedecekken tüyleri diken diken eden sert sesle geriye döndü.

“Var koçum var, hem de büyük mani var!”

Loading...
0%