Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

“İzninizle! Sevgilimle dans edebilir miyim?”

Tunç, duyduklarına inanmak istemiyormuş gibi kollarından hızla çekilen sevdiği kadına ve nefret ettiği adama bakakaldı. Biraz kendine gelince inkâr etsin diye umutla gözlerini tekrar Tuğsem’e çevirdi. Genç kadının gözlerini kaçırdığını ve yanaklarının kızardığını gördü. Aynı zamanda şaşırmış yüz ifadesini sakladığı bir sırrı öğrenmesine yordu. Sonra hiç konuşmadan yıkılmışlıkla arkasını döndü.

Yıllardır biraz olsun ilgisini çekmeyi beklediği kadının, başkasının sevgilisi olduğunu öğrenmek umutlarını yıkmıştı ama tepki verecek ortamda değildi. Kabullenmek kolay olmayacaktı. Mücadelesinden de vazgeçecek değildi. Bu kararla derin bir nefes alığ, hocalarının olduğu ortamda sorun çıkaramadan geceyi bitirmeyi diledi.

Tuğsem, ne söyleyeceğini bilemez halde Alaz’ın onu kendi bedenine yapıştırmasına izin verdi. Tunç’un bunu duymasını umursamıyordu. Bu sayede onunla ilgili evlilik umutları biterdi. Ancak böyle patavatsızlık olur muydu? Dişlerinin arasından çıkan ses tonuyla sevgilimle dans etme yeter dercesine konuşurken, Tunç’un kollarından çekip almıştı. Bir an düşeceğini sanmıştı. Birkaç dakika önce yaşadıkları tekrar gözlerinin önünde canlanınca sen ne yaptığını sanıyorsun diye sinirle çıkışacaktı. Ki! Hüseyin Alaz’ın eğilip, uzunca kokusunu içine çektiğini hissetti ve içine ılık ılık bir şeyler aktı.

O anda ne hastanede arkasından konuşulacak dedikodular ne de Sibel hocasının imasının gerçekliğinin bütün bölüm tarafından görülmesi aklına geldi. Kırgın ve kızgın olmasına rağmen özlemişti. Daha çok yaklaştı ve o da başını Hüseyin’in boynuna kaldırdı. Orada uzun bir süre kalmak istemesine rağmen sadece birkaç saniye kokusunu alıp, geri çekildi. Konuşmak hatta hesap sormak istiyordu. Fakat yaşadığı anı, sevdiği adamın gözlerindeki yoğun duyguları bozmaktan korktu.

“Özledim!” dedi Alaz ve karşılık bekledi. Tuğsem’in sessizliği konuşmaya devam etmesi gerektiğini düşündürdü. Zaten hanımefendinin ona güvenene dek hiçbir şey yapmayacağını bu bir hafta içinde çok iyi anlamıştı.

“Neden bir haftadır hiçbir aramamı açmadın? Mesajlarıma karşılık vermedin. Çok özledim!”

“Peki, sen neden kendin gelmek yerine Melih’i gönderdin.”

“Buna mı takıldın?”

“Takılmamam gerekiyordu değil mi? Pardon Alaz Bey telefonlar açılacak dedi. Açılmalıydı. Mesajlarıma karşılık ver diye emir verdi. Verilmeliydi. Aaa ben ne büyük hata etmişim Melih geldiğinde özürlerimi iletmeliydim. Değil mi?”

Alaz, alt dudağını ısırarak gülmeye başladı. Ne dese yanlış anlıyordu. Bir laf ediyordu bin laf işitiyordu. Peki, sıkılmak kızmak yerine neden o sinirli ses tonu içini huzurla dolduruyordu. Dudaklarına kapanıp, hasretini giderene kadar öpmek ondan sonra açıklamak istiyordu. Tuğsem’in yine sinirlendiğini kendini uzaklaştırmaya çalıştırması üzerine anladı. Belinden sıkıca tutup kendine bastırdı. Yumuşak bir ses tonu kullanmaya özellikle dikkat ederek kendini anlatmaya çalıştı.

“Sevgilim!”

“Sevgilin değilim seninn!”

“Pazartesi gününden beri Diyarbakır’daydım. Bugün öğleden sonra döndüm. Bu yüzden beş gün boyunca telefonla ulaşmaya çalıştım. Senden haber alamadığım için Melih’i önden gönderdim. Yoksa seninle iletişim kuramadıkça kafayı yedim, burada olsaydım yüz kere evini basmıştım.”

Tuğsem, gözlerinin içine baktığında doğru söylediğine emin oldu. Yanakları ısınmıştı. Utandı. Ne diyeceğini bilemez halde bir süre kaldı. İstanbul da olmasına rağmen bir kere olsun gelmemesini, birde Melih’i göndermesine çok üzülmüştü. Öyle ki, kendini değersiz hissetmişti. Ama baskın basanındır diye düşünüp, üste çıkmaya çalıştı. Biraz tripli biraz nazlı olmaya çalışacaktı. Tabi becerebilirse genelde odun gibi bir kadın olduğunu düşünürdü.

“Keşke evimi basmayı düşünmek yerine, kibar olmak aklına gelseydi. O telefon neden açılmıyor kadın diye bağırdığını gösteren bir mesaj yerine seni özledim, sesini duymak istiyorum deseydin ya da Alaz Beyimizin ağzına yakışmaz ama lütfen kelimesini kullansaydın.”

Alaz, Tuğsem’in mimiklerinin tatlılığına dayanamayıp, kahkaha attı. Yanağındaki çukurluktan öptü. Allah’ım bu kadın beni sürekli bozmak zorunda mı diye düşünüp, tekrar saçlarında dudaklarını tuttu.

“Tamam sevgilim, bundan sonra dikkat ederim.”

Tuğsem sevdiği adamın gülen yüzüne hayran hayran baktı. Sen ne güzel bir adamsın ya diye içinden geçirirken gözlerinden nasıl aşk akıyor farkında değildi. Zaten Hüseyin Alaz’ın da bu inatçı kadından vazgeçememe sebebi bu içten bakışlar değil miydi? Birbirlerinin gözlerinde kaybolurken, konuşmaya gerek kalmamıştı. İlk toparlanan yine doktor hanım olmuştu.

“Ee oturalım mı?”

“Tamam!” deyip elinden tuttu. Tuğsem bir anlık refleksle elini çekti. Sonra sevdiği adamın yüzünün düştüğünü gördü. Biraz önceki aydınlık yüzünü hiçbir şeye değişmeyeceğini geçirdi içinden ve bu sefer sımsıkı doktor birleştirdi ellerini. Kimin ne düşüneceğini umursamıyordu. Sadece Ahmet hocasını önemsiyordu. Ona da açıklamasını ilk fırsatta yapacaktı. Hüseyin ağanın ellerine bakıp, tekrar gülümsemesi Tuğsem’e çok doğru bir karar verdiğini gösterdi. Çünkü genç adam güldüğü zaman doktorun içi coşuyordu.

Masalarına geldiklerinde göz ucuyla hocasına baktığında Ahmet hocanın gülen yüzüyle Alaz ile ilişkilerini sorun etmediğini anladı. Rahatladı. Ellerini birleştirerek Alaz’a da sevgililiklerini kabul ettiğini göstermiş oldu. Altuğ, yerinden kalkmış Tuğsem’in yerine oturmuştu. O dakikadan sonra Alaz’ın ayrı oturmak istemeyeceğini biliyordu. Hem Işık’a yaklaşmak konusunda onun içinde bir fırsat doğar belki diye düşünmeden edemedi. Böyle düşündüğü için kendine kızmak istiyordu. Sevgilisi ile birlikteyken bile Işık’ın gri gözlerini aklından çıkaramamıştı. Tam Seren’e ayrılmak istediğini söyleyeceği zaman telefonu çalmış, ondan sonrada memleketine gitmişti. Telefonda bitirmek istemediği için bugüne dek konuşamamıştı. Fakat kararlıydı. Bu kadın onun olacaktı.

Ayla içlerinde en mutlusuydu. Arkadaşının gözlerinin içi ışıldıyordu. Sunucu rektörü yeniden sahneye çağırmıştı. Yüklü bağışlarından dolayı Alaz dahil birkaç iş insanı sahneye çağrılmıştı. Hüseyin Alaz, mecburen Tuğsem’in sıcacık ellerini bırakmak zorunda kalmıştı. Uzun boyu ve dik yürüyüşüyle masaların arasından geçerken kadınların bakışlarına takılan Tuğsem’in kaşları çatıldı. Kıskanmamak elimde değil diye kaygılanmadan edemedi. Bir taraftan da gururlanması çok garip değil miydi?

Rektör tarafından teşekkür edilerek plaketler verildikten sonra sahnede toplu bir fotoğraf çekilmişlerdi. Gülümseyerek kendisine gelen adama öyle dalmıştı ki kendi adını son anda duymuştu. Ahmet Hocası sürpriz yapmak istememişti. Ancak deli kızın bu kadar afallayacağını aklına getirmemişti.

“Tuğsem, hadi kızım,” diye Ahmet Bey seslenmek zorunda kaldı. Tuğsem şaşkınlıkla hemen ayağa kalkıp, hocasının yanında hızlı hızlı yürümeye başladı. Alaz’ın yanından geçerken ben neden çağrıldım bilmiyorum dercesine bir mimik yaptı.

Sahneye çıktıklarında rektörün özellikle Tuğsem’i öven konuşmaları utanmasına neden olmuştu. Başını yerden kaldırmadan dinliyordu. Sonrasında Ahmet hocası benzer bir konuşma yapınca, aklından geçen tek şey her şerde bir hayır varmış yoksa ben Hüseyin’i tanımayacaktım. Aynı cümlenin sevdiği adam tarafından düşünüldüğünü bilmeden hem de.

Tuğsem, mutlulukla masaya geldiğinde Tunç’un öldürücü bakışlarından rahatsız olmasına rağmen görmezden geldi. Kızların ve Sevim hanımın ona içtenlikle sarılmasına karşılık verirken, utanmak istemiyordu. Çünkü utandığında yanakları çok kızarıyordu ve şu an en son isteyeceği şey Yunan Tanrılarına benzeyen sevgilisinin yanında domates gibi kalmaktı. ‘Sevgilin olarak kabullendin yani,’ diyen kalp sesiyle daha çok heyecanlandı. ‘Herhalde yani adamın elini sımsıkı tuttum. Artık da bırakmam,’ diye iç sesine cevap verdi. Zaten doktor hanım için hissettikleri, aşık olması, heyecanlanması, özlemesi Alaz ile ilgili her şey ama her şey ilk önce çok saçma sonra çok doğru geliyordu.

Hüseyin’in yanına oturduğunda hala gülümsüyordu. Bacaklarını tutmak istercesine iki elini de dizlerine koymuştu. Bir anda elinin tutulmasını beklemediğinden irkildi. Sonra mutluluğunu sevdiği adamla paylaşmak istedi. Alaz, başını Tuğsem’in kulağına doğru eğip, konuşmaya başladığında yüzünde biraz önceki gülümsemesinden daha güzel tebessüm oluştu.

“Tebrikler sevgilim! Görüldüğü üzere bu plaketi sonuna kadar hak ettin.”

“Farkındayım ve teşekkür ederim,” diye cevap verdiğinde Alaz’ın vücudunu süzdü. Buna karşılık genç adamda sırıttı. Sonra fısıltı ile içinden gelenleri söylemekten çekinmedi.

“Bazen öyle cadı oluyorsun ki nasıl davranacağımı bilemiyorum. Bazen de şimdiki gibi o kadar tatlı oluyorsun ki yer mekan umursamadan seni içime sokasım geliyor. Bunu nasıl başarıyorsun bilmiyorum ama sana tutuluyorum kadın.”

Tuğsem’in, genç adamın ses tonundaki duygu yoğunluğuyla sırtından aşağı bir ürperti geçti. Yüzüne yayılan tatlı tebessüm Alaz’ın sözlerinden sonra artık görülmeye değer bir gülümsemeydi. Sesini çıkarmadı ama sevdiği adam gibi yer mekan fark etmeksizin onun dudaklarında olmak istedi. Bunu da Alaz’ın gözlerinden gözlerini çekip, dudaklarına bakarak sevdiği adama gösterdi. Alt dudağını ısırma istediğini son saniye masalarına gelen Sibel Hanım sayesinde bastırdı. Tuğsem’in gözlerinin içine bakan kadın resmen elime koz verdin dercesine konuşmaya başladı.

“Doktor hasta ilişkisini geçmiş olduğunu ve etik davranmadığını biliyordum. Ama bravo bu kadar iş arkadaşının içinde böyle davranacak kadar cesaretli olduğunu bilmiyordum. Hakkında soruşturma açılması artık kaçınılmaz.”

“Alaz Bey ve Tuğsem birkaç gün önce böyle bir adım attılar ve benim haberim vardı. Soruşturma konusuna gelince daha önce sizi uyarmıştım Sibel hocam pazartesi günü odamda bu konuyu konuşalım,” diyen Ahmet hocanın sert sesi sadece hadsiz kadının rengini arttırmıştı. Yaklaşık bir ay önce bölüm başkanının çalışma arkadaşına iftira atmaktan soruşturma açarım sözleri kulaklarında çınladı.

Alaz tam biz daha bugün sevgili olduk diyecekken Ahmet hocanın sert sözleriyle buz gibi olan ortamın yeniden ısınmaya başladığını düşündü. Tuğsem’in sadece minnetle hocasına bakmasına hayranlık duydu. Neden kadına tek laf etmediğini düşünürken, cadılığını da sadece bana gösteriyor sanırım diye içten içe bu duruma sevindi. Nedensizce bu detay bile hoşuna gitti.

Gece Tuğsem Alaz ikilisinin kıskanç bakışlara rağmen duygularının heyecanıyla, Altuğ’un yine sert duruşu ve sessizliğiyle, Ayla’nın neşesiyle, Işık’ın tedirginliğiyle, Tunç’un Sibel’in nefreti ile geçmişti. Tıp balosunun son dakikalarında Alaz, sevdiğinden ayrılmak istemediği için gecenin devam etmesi konusunda ısrarcı oldu.

Sabah kahvaltıda buluşmak üzere anlaşarak Ayla ile otelde ayrıldılar. Altuğ’un adamları bekliyordu. Ancak bu gece de yüzüne bakmayan ve ne zaman yanına yaklaşsa gerilen kadından uzaklaşmak istemiyordu. Dışarı çıktıklarında Melih ve Salih’in sohbet ettiklerini gördüler. Koşarak yanlarına gelen adamlara Alaz arabayı yine kendi kullanacağını söyledi. Ön kapıyı açıp, Tuğsem’i bindirdi. Arkaya Işık geçince, Altuğ’da Salih’e bir işaret yapıp arka koltuğa geçti. Belki bir fırsatını bulursa iki kelime ederiz diye aklıdan geçirirken neden sinirli olduğunu düşünüyordu.

Tuğsem’in yüzünde emsalsiz bir gülücük peyda olmuş ve hep orada duruyor gibiydi. Hüseyin ne zaman genç kadının yüzüne baksa içinden o gülen yüzünden gözünden öpmek geliyordu. Güzel gamzesini hep görmek istiyordu. Tuğsem’in elini tuttuğunda utanan doktor ile yüreği, çağlayan bir nehir gibi kadına doğru akıyordu. Sadece bir el tutuşmasıyla böylesine içi coşuyorsa vah benim halime diye heyecanlanmak bilmediği duygulardı.

Bir hafta boyunca Tuğsem’e hem çok kızmış, hem de nasıl süründürüyor beni diyerek içten içe hoşuna gitmişti. Hiçbir kadının peşinden koşmam diyordu değil mi? ‘Bir zamanlar öyle bir şeyler söylemiştin,’ diyen iç sesiyle dudakları kıvrıldı. Sevdiği kadının elini tutup tekrar tekrar dudaklarına götürdü.

“Başka bir yere mi gidelim? Yoksa Altuğ’un da benimde evimiz buraya çok yakın sizi misafir etmekten onur duyarız.

Tuğsem’de bu geceyi hemen bitirmek istemiyordu. Ancak ilk günden evlerine gitmekte pek uygun gözükmedi. O yüzden başını arkaya doğru çevirdi. Işık’ın bir köşeye Altuğ’un bir köşeye çekilmiş birbirlerine hiç bakmayan hallerine kaşlarını çattı. Altuğ tanıştıklarından beri sert ve konuşmayan biriydi. Peki Işık’a ne olmuştu. Her ortamda hemen arkadaş edinen neşeli arkadaşı çoktan Altuğ ile bir sohbet konusu tutturmuş olması gerekmez miydi? Öyle dalmış ki ona baktığımı bile fark etmedi diye aklından geçirerek seslendi.

“Işık!”

“Efendim!”

“Hüseyin başka bir yere gidelim diyor. Ne dersin?”

Işık bir an yana döndü. Gözlerini kısmış ne diyecek diye bakan adamla bakışları kesişti. Tuğsem de ikisinin arasındaki elektriği tutmaya çalışırcasına daha dikkatli bakmaya başladı. Nasıl şu ana kadar fark etmediğine şaşırdı. Işık, şahin gibi keskin bakışlardan kendini çekemiyordu ve nedense içinde bir sıkıntı vardı. Genelde rüyaları ve hisleri doğru çıkardı. Hep ben bunu yaşadım sanki dediği durumlar olurdu. Zorlukla kendini çektiğinde çocukluk arkadaşına döndü. Dikiz aynasından Alaz’ın heyecanla cevabını beklediğini görünce gülümsedi.

“Çay içebileceğimiz bir yer olursa, Allah derim,” dedi içindeki sıkıntıyı saklamak istercesine neşeli olmaya çalıştı. Başını cama doğru çevirirken içindeki sıkıntının daha çok artmasının hayra çıkmasını diledi.

“Trafikte var, nereye gidebiliriz? İstersen sahilde bir yerde oturabiliriz.”

“Olmaz!”

Tuğsem, yerine otururken verdiği önerinin sert bir şekilde reddedilmesine nasıl cevap vereceğini bilemedi. Kaşlarını çatıp, bakarken Alaz elini tuttu. Dudaklarını eline bastırdıktan sonra bir süre durdu. Ev davetinin usta bir manevrayla üstü kapatıldığını düşünürken, pat diye verdiği cevapla doktoru kızdırdığını anladı.

“Açık alan olmaz sevgilim seni tehlikeye atamam..”

“Anladım!”

Tuğsem anladım dedi ama bunu derken bile bazı gerçekleri kabullenmek zorundaydı. Bunu aklında geçirirken bile Hüseyin için artık her şeyle mücadele edebileceğini biliyordu. Sevdiği adamın yaşantısından dolayı sürekli tehlike de olduğunu düşünmek iyi duygular hissettirmedi. Altuğ’un sözlerinden sonra ortam sessizleşti.

“Alaz benim mekâna gidelim, taze çay yaptırıyorum.”

“Tamamdır kardeşim,” dedi keyfi yerine gelerek sürekli kadına dokunmak istiyordu. Bu yüzden saçlarından bir tutam alıp, kokladı. Tuğsem’in utandığını fark etmesi ile dudakları daha çok kıvrıldı. Araba kullanmasına rağmen her hareketine dikkat ediyordu.

Önlerinde iki araba arkada üç siyah arabayla mekana geldiklerinde Altuğ inip Işık’ın kapısını açtı. Eliyle yol gösterdi. Aralarında yine bir konuşma olmadı. Alaz’da Tuğsem’in kapısı açılacakken korumayı durdurdu. Elinden tutup, arabadan inmesine yardım etti. Sanki yol boyu uzak kalmışçasına elini Tuğsem’in beline atarak kendi bedenine yasladı.

Işık’ın sessizliği çıldırtıcıydı. Normalde cıvıl cıvıl olan kız içinde büyüyüp duran sıkıntıdan dolayı nefes alamıyordu. Sanki içeriye girdiklerinde bir şey olacaktı. Saçmalıyorum diye düşünürken önlerinde yürüyen sevgililere baktı. Arkadaşı adına çok sevinip, gülümsedi. Bu arada olduğu yerde durduğunu bile fark etmedi. Altuğ’un koluna dokunması ile irkildi.

“Ne oldu?”

“Bi..bir şey yok…” derken gözleri kesişti. İlk karşılaştıkları günden beri Işık doğru dürüst yüzüne bakmamıştı. Altuğ neden diye kendini sorgularken arkadan silah sesleri duyuldu.

“Yere yatın ağamm! Altuğ ve Alaz ağamı koruyun,” diye bağıran Salih’in sesiyle kendilerine geldiler. Altuğ, Işık’ın önüne siper olurken Alaz, Tuğsem’i öne doğru itip, açık olan kapıdan içeri girdi. Hüseyin’in içeri adım atmasıyla kapının önünde bekleyen garson vuruldu. Silah sesleri hiç durmadı, kimin kime ateş ettiği belli değildi.

Altuğ, artan saldırının sonucunda hızla yere çömelmiş ve Işık’ı da beraberinde çekmişti. Sonrasında Işık ne olduğunu anlamadan yere uzandığını ve gözlerinden kaçtığı adamın bütün bedenini üzerinde bulmuştu. Filmlerde bile seyrederken kalp çarptıran sahnelerin tam ortasındaydı ve o korkamadığını düşünüyordu. Boynunda hissetti nefeslerin onu daha çok korkuttuğunu anladığında delirdiğine karar verirken, kendi içindeki bu muhakemeden silkilmek istedi.

“Korkma canım pahasına korurum seni!”

“Korkmuyorum!”

“İşte benim kadınım!”

Altuğ’un fısıltıyla söylediği cümleyi yanlış duyduğunu zannetti. Silah sesleri de o ara kesilmişti sanki. Ne kadar süredir ateş altındaydı hiçbir fikri yokken, sadece ağırlığını vermemeye çalışan kara adamın sözlerini duymak istemesi kesinlikle normal olmadığını gösteriyordu.

“Ne!”

“Hiç!”

Altuğ ağzından çıkana kendi bile şaşırırken ikinci bir kez tekrar edemeyecekti. Hayatında ilk defa korkuyordu. Birkaç defa bu denli olmasa da silahların arasında kaldığı olmuştu. Ancak sıcaklığını iliklerine dek hissettiği kadına bir şey olması düşüncesi endişeden titremesine sebep olmuştu. ‘Titremenin sebebi sadece endişeli olman mı,’ diye aklından geçenlerle daha derinden nefes aldı, verdi. Salih’in seslenmesi ile doğrulmak için hamle yaptı.

“Ağam! Ağam iyi misiniz?”

“İyiyiz!”

Tuğsem, birden içeriye itildiğinde az kalsın dizlerinin üzerine düşecekti. Tam kapıdan girmek üzere oldukları için son dakika da tutunmuştu. Garsonun vurulduğunu görene dek silah seslerine tepki vermemişti. Çığlığı kopardığı ve vurulan adama yöneldiği anda Alaz kendi ile beraber tamamen içeri sokup, duvara yapıştırmıştı. Tuğsem’in şaşkınlık, korku, yardım edememe üzüntüsü derken bütün duyguları birbirine girmişti. Kendini çekip sevgilisinin üzgün ve suçlu bakan gözleriyle karşılaştı. Sesi titreyerek yerde yatan adam için onu bırakmasını istedi.

“Hü..Hüseyin! Adam kan kay…kaybediyor, yardım etmem lazım.”

“Biliyorum! Ancak seni tehlikeye atamam. Korkma!”

“İi..iyiyim ben! Korkmuyorum, sen yanımdasın ya…”

Hüseyin Alaz, sevdiği kadının gözlerine baktı. Hayrandı bu kadına başka biri olsa çığlık çığlığa ağlıyor olurdu. Gözleri dolmuş, bedeni korkudan titremesine rağmen dimdik ayakta duruyor ve hala başkasının canını düşünüyordu. Gözleri yanıyordu. Bir kapatsa yanaklarına doğru gözyaşlarının akacağını tahmin ediyordu. Dayanamayıp, sımsıkı sarıldı. Sırtında hissettiği ellerle Tuğsem’in de teslim olduğunu anladı. Ne demişti sevdiği sen yanımdasın ya korkmuyorum. Hep olacaktı Allah’ın izniyle hep yanında yüreğinde olacaktı.

Melih’in koşturarak mekana girmesi ve ağam iyi misiniz diye bağırmasına dek o şekilde kaldılar. Tuğsem, hemen toparlandı. Yerde göğsünden vurulmuş adama baktı. Anında üzerindeki montu çıkardı. Alaz’dan biraz uzaklaşıp, ayağındaki topuklu ayakkabıları savurdu ve bağırmaya başladı.

“Melih 112’yi arayıp, adresi ver! Şu temiz masa örtülerinden ve ya temiz havlu getirin hemen…”

“Tamam hocam!”

Silah sesleri kesilince zaten saklanmış diğer çalışanlarda ortaya çıkmıştı. Tuğsem’in masa örtüsü, havlu, ılık su gibi isteklerini hep birlikte yaptılar. Ambulans gelene dek adamı yaşatmalıydı. Tek düşüncesi böyle olduğundan üzerindeki elbise veya uygunsuzluğu umurunda bile değildi. Dizlerinin üzerinde oturdu. Bütün vücudunu kontrol ettikten sonra vurulan garsonun gömleğini yırttı. Göğsünden vurulan adamın daha fazla kan kaybetmemesi için elinden geleni yapacaktı. Getirilen iki havluyu katlayıp yaranın üzerine bastırdı. Hemen başında bekleyen çalışanlardan birine bastır diye yanına oturmasını sağladı. Başka bir havlu alıp, ılık suya batırdı. Ateşinin çıkmamasını sağlamalıydı. Beş yaralımız var diye kulağına çalınan cümleden sonra ayaklandı. Hızla ve çıplak ayakla mekanın dışına koştuğunda Alaz’da onunla çıktı.

“Işık! İyi misin?”

“Altuğ vuruldu!”

Loading...
0%