Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

Tuğsem, yaralı var mı diye dışarı çıkana dek Işık’ın varlığını unutmuştu. Ağlayan arkadaşını görünce daha hızlı yanlarına yürüdü. Kucağına yatan adamı fark etmesi ile arkadaşının konuşması aynı anda oldu.

“Altuğ vuruldu!”

“Altuğ, kardeşim!” diye Alaz’ın telaşı herkesi sardı. Salih ambulans nerede kaldı lan diye ortalığı inletirken Tuğsem çoktan yere çökmüş Altuğ ile ilgilenmeye başlamıştı. Omzundan başka bir yerinde yara gözükmemesine rağmen genç adamın yarı baygın olduğunu fark etti. Nabzına baktığında normalinden biraz daha yavaş olduğunu gördüğünde tansiyonunun düşmüş olabileceğini düşündü. Alaz’ın yardımıyla ceketini çıkarıp, temiz havlulardan Altuğ’un koluna sarıldı. İkici bir havluyu tam yaranın üzerine bastırılacak şekilde ayarlayıp, Salih’i başlarına oturttu.

Vurulan diğer iki korumaya da bakmış, üçüncüye geçecekken ambulans sesleri duyulmuştu. Üç ambulans arka arkaya durdu. Tuğsem, sağlık görevlilerine doğru koşup, kendini tanıttı. Mekanın içindeki vakanın durumunun ağır olduğunun ve neler yaptığının bilgisini verdi. Diğer yaralılar hakkında da tıbbi görüşlerini aktarırken ona hayran hayran bakan adamdan habersizdi. Oysa Alaz bir dakika bile yanından ayrılmamıştı. Son yarım saatin içinde hiçbir panik göstermeden dört kişiye ilk müdahaleyi yapan güçlü sevgilisine bakarken kalbindeki hareketlenmenin ne olduğunu bilemedi. Ancak onu kaybetme düşüncesi yine yüreğine çöreklendi. Bir kırk beş dakikanın sonunda bütün hastalar hastaneye gitmek için yola çıkmıştı.

Olay yerine gelen polis ekipleri Hüseyin Alaz’ı ve Melih’i karakola götürmek istediklerinde ufak çaplı bir kriz çıksa da, kazanan onlar olmuştu. Altuğ’un peşinden hastaneye gitmek üzere yola koyuldular. Melih, arabayı kullanırken dikiz aynasından Tuğsem’e baktı. Ağama da böylesi yakışırdı. İyi ki de ağamdan korkup, vazgeçmemiş bir şansımı denemişim diye aklından geçirdi. Alaz, sevdiği kadının kan ve pislik içindeki ayaklarını dizlerine koydu. Arabaya binmeden önce ıslak mendil ve her daim arabasında olan valizinden bir çorap almıştı.

“Ben yaparım.”

“Hayır sevgilim ben yapacağım.”

“Hüseyin lütfen kendimi bir tuhaf hissediyorum.”

“Hissetme sevgilim. Bu ayaklar kaç kişinin canı için bu hale geldi. Ben gururla temizlerim.”

“Olsun, yine de istemiyorum. Hem ben doktorum unuttun mu?” dedi ve gülümseyerek ayaklarını çekti. Islak mendilden iki üç tane çıkarıp, ayaklarındaki kan lekelerini silmeye başladı. Ayaklarının böyle kirlendiğini fark etseydi, lavaboya uğramak isterdi. Ancak olayın adrenalinden arabaya binene dek ayakkabılarını çıkardığını bile unutmuştu.

Alaz’ın bakışlarında ki yoğunluğu gördükçe sakin kalması zordu. Bu yüzden başını kuma gömer gibi ayaklarına eğmişti. Tekrar tekrar ıslak mendil alarak güzelce temizlendi. Elbisesi de mahvolmuştu. Kimseye bir şey olmasın elbisem çöpe gitsin tek diye kendi düşüncesini aklından yine kendi çürüttü. İlk girişte kapılarını açan garsonun durumu ağırdı. Umarım yaşatabilirler diye içine kapanmışken ayaklarının tekrar çekilmesiyle sevdiği adama döndü. Kocaman siyah çorapları ayaklarına geçiren ve sonrasında iki eliyle masaj yapmaya başlayan adamla içindeki duygular yükseldikçe yükseldi. Kalbi boğazında atıyordu sanki ve nefes almak zorlaşmıştı.

Burnundan kıl aldırmayan egodan yıkılan emirler yağdıran ağa ile bu adam arasında dağlar kadar fark vardı. İnkar etmek istese de bu halini daha çok sevmişti. ‘Ancak en huysuz haline aşık oldun sen,’ diyen iç sesiyle gülümsedi. Hala ısıtmak ister gibi ayaklarını ovuşturan adam onun sevgilisi miydi? İnanmakta zorlanıyordu. ‘Evet hem de huysuz sevgilin,’ diye aklından geçen diline vurmuştu.

“Huysuz sevgilim!”

“Yine ne yaptım ki…”

“Hiç içimden öyle demek geldi.”

Tuğsem tekrar kıkırdadı. Elini Alaz’ın yanağına koydu. Başparmağı ile tüy gibi dokunurken huysuz dediği adamın ne kadar korktuğunu ve üzgün olduğunu biliyordu. Yeni idrak ediyormuş gibi ilgilenmek istedi. Hüseyin Alaz’ın gözlerini kapatıp, kendini geriye atışıyla göğsüne doğru uzandı. Birbirlerine sımsıkı sarıldılar. Bir süre konuşmadılar. Melih’in dikiz aynasından onlara bakıp, şükür ettiğinden habersiz sadece duygularının tadını çıkarmak istediler.

“Beni kabullendiğin ilk geceden başına gelenlere bak.”

“Sesindeki o acı tonu hiç sevmedim. Benim huysuz ve egolu ağam nerede?”

“Sana bir şey olacak diye çok korktum. Ben ilk defa birini kaybetmekten bu kadar korktum. Düşmanlarımı bulmadan sana yaklaşmamalı, senin hayatını da riske atmamalıydım.”

Hüseyin Alaz’ın kendini suçlar hali ve sözlerinden sonra Tuğsem başını koyduğu göğüsten birden kalktı. Kaşlarını çattı. Tamam korkmuştu, tamam her gün silahlı saldırıya uğramıyorlardı. Fakat birlikte güçlenmek varken korkup, birbirlerinden uzaklaşmak neydi? Ne yani yine ayrı mı olacaklardı? Alaz’ın üzgün yüzü ve suçlu durumuna daha da siniri katlanarak baktı. Sağ işaret parmağını kaldırarak birden coştu. Çünkü şimdi tepki göstermezse bu gece ilk gerçek ilişkisi başlamadan bitecekti.

“Bana bak Hüseyin Efendi! Bu olayla benden vazgeçmeyi düşünüyorsan… Çok geç kaldın!”

Tuğsem’in ilk karşılaşmalarındaki ses tonunu kullanması son bir saattir hiç keyfi olmayan Alaz’ı gülümsetti. Vazgeçmeyi değil ama düşmanlarının kim olduğunu bulana dek uzak durmayı düşünmüştü. Bu kadın çok güzeldi, çok cesurdu. Başka bir kadın olsa sinir krizleri geçirebilirdi. Hiç sesi çıkmadığı gibi silah sesleri kesilir kesilmez kime nasıl yardım edeceğini bilememişti. Onun canının yanacağı düşüncesi bütün bedenini titretmişti. Kendini onun için siper ederken, duygularının boyutunu tamamen anlamıştı.

Tuğsem cevap alamadıkça içi huzursuzlukla doldu. Hep o kaçmıştı. Yaşanacaklardan korkmuştu. Tam güvenmişken ve ne yaşanırsa yaşansın kabulüm derken, karşı tarafın vazgeçişini kabullenemezdi. Alaz benden vazgeçecek diye aklından geçenler, daha önce içinde hiç bilmediği fırtınaların açığa çıkmasına hazırlık yapıyor gibiydi. Tam sinirle kaldırdığı elini indirecekken, sevdiği adamın elini tutup dudaklarına götürmesiyle kalp atışları yine değişmişti.

“Ben senden artık vazgeçemem. Bu gece bir kere daha sana aşık oldum.”

Hüseyin Alaz ilk defa birine aşk itirafında bulunuyordu. Bunun nasıl güzel bir duygu olduğunu da sevdiği kadının gözlerinin hem şaşkın hem dolan gözlerinden anlıyordu. Ellerini ağzına kapatmış, ne diyeceğini bilemez haldeki genç kadını bir kere daha şaşırttı.

“Seni seviyorum.”

Tuğsem’in gözlerinden yaşlar süzülmüştü. Vazgeçecek diye korkan kalbi bütün kara bulutları hız uzaklaşmıştı. Ağzı dili kilitlenmiş gibi sadece kendisine gülümseyerek bakan adama dayanamayıp, sarıldı. Geçen hafta bu adam tarafından hiçbir zaman sevilmeyeceğim diye düşündükçe her gece ağlamıştı. Şimdi de sevildiği için ağlıyordu. Kendi kendine durumuna kahkahalarla gülmek istedi. Tam bende seni seviyorum diyecekken araba durdu. Arka kapı açıldı. Alaz’a bir paket uzatıldı. Melih’de arabadan inmişti. Tuğsem hastaneye geldiklerini anladı. Gözyaşlarını sildi. Makyajının yüzünü gözünü maymuna çevirmemiş olmasını diledi. Dikiz aynasından kendine bakıp, hafif bir gülümseme eşliğinde ıslak mendil çıkardı. Gözaltlarını silip yine ciddi doktor kimliğine dönüşmek istiyordu. Ancak sevdiği adamın aşk itirafından sonra yüreğindeki hareketlenmeler öyle coşkuluydu ki sadece kahkahalarla gülmek istiyordu. Genç adam beyaz spor ayakkabısını çıkarıp, bağcıklarını kontrol ettikten sonra Tuğsem’e uzattı.

“O hengâmede bana ayakkabı aldırmayı nasıl düşündün,” dedi ayakkabıları alırken, Alaz’ın sadece gülümsemesine o da karşılık verdi. Ayakkabıları hızlı hızlı giydi. İçinden taşan duygulara sessiz kalamadı. Dayanamayıp sevdiği adama sarıldı. Sonrasında bir şey diyemeden aşağı indi.

Alaz, sevdiği kadının arkasından sadece gülümseyebildi. O da arabadan inip, bir daha hiç bırakmamayı dileği yumuşacık ele tutundu. Acil servise el ele girdiklerinde ağır yaralı garsonun ve bir korumanın acilen ameliyathaneye, diğer yaralananların ise Tuğsem’in ilk yardımı sayesinde çok kan kaybetmedikleri için tedavileri yapılmak üzere müşahede odasına alındıklarını öğrendiler.

Tuğsem kendini tanıtıp, yardım etmek istediğini belirtti. Nöbetçi doktorun memnuniyetle kabul edeceklerini fakat tedavilerin tamamlanmak üzere olduğunu söylemesi üzerine beklemeye karar verdiler. On beş dakikanın sonunda Altuğ’un yanına sadece Tuğsem için izin çıktı. Odaya girdiğinde omzunun kolundan itibaren sarıldığını ve Işık’ın o güzelim gözlerinin üzgünce adamı göz hapsinden çıkarmadığını gördü. Arkadaşı öyle dalmıştı ki geldiğini fark etmemişti.

“Işık!”

“Tuğsem geldin mi?”

“Ağlama!”

Işık’ın Tuğsem’e sarılıp, hıçkırarak ağlaması bir olmuştu. Kendisine siper olan adam için çok korkmuştu. Altuğ’un yarası derin değildi. Kurşun sıyırmıştı, kan kaybetmekten tansiyonunun düştüğünü ve bu yüzden baygındı. Işık’ın titrediğini anlaması üzerine rahatlama k istedi.

“Önemli bir yarası yok hatta serum biter bitmez çıkabilirsiniz bile dediler.”

“Gerçekten mi?”

“Tabi ki!”

“Oh çok şükür! Tuğsem beni hiç tanımamasına rağmen kendini siper etti. Korkunçtu. Sen nasılsın?”

“İyiyim herkes de çok iyi merak etme.”

“Bende iyiyim. Korkma artık…” diyen Altuğ’un fısıltılı sesiyle hemen onun yanına gittiler. Tuğsem, alışkanlıkla nabzını kontrol etti. Sonra seruma baktı. Akşam pek bir şey yememişti. Üstüne kan kaybedince böyle sarsıldı sanırım çünkü daha önce bir kere daha vurulmuştu. Yarası şu an ki yarasından derin ve daha genç olmasına rağmen bayılmamıştı. Altuğ doğrulmaya çalıştı.

“Hayır! Uzanmaya devam et Altuğ, ben doktoruna haber verip geliyorum.”

Tuğsem, Altuğ’un omuzlarından tutup, yavaşça geri yatırdı. Ondan sonra da hızla odadan çıktı. Işık, tekrar kendini kaldırmaya çalışan adama sinirlendi. Sert olduğunu bile fark etmeksizin yanına gidip, kolundan tuttu. İttirirken yüzündeki o sertliğin bile genç adamı nasıl etkilendiğinden habersiz çıkıştı.

“Tuğsem uzan dedi. Neyini anlamadın anlamıyorum ki söz dinlesene…”

“Tamam tamam! Sen korkma yeter ki…”

“Altuğ sana bir şey olsaydı.”

Altuğ, Işık’ın ilk defa adını söylemesine ve daha önce göstermediği yakınlığına şaşırsa da gülümsedi. Sağlam olan kolunu kaldırıp, genç kadının elini tuttu. Güçsüzce sıktıktan sonra içindeki heyecana anlam veremedi. Sayısını bilmediği kadının elini tutmuş hatta çok daha ilerisini yaşamıştı. Peki bu şirin hatunun elini tutmak bile neden içinde tarifi imkansız duygular hissettirmişti.

“Olmadı ama değil mi? Hadi o güzel yüzün gülsün artık.”

Işık, bir eline birde bugüne dek sadece şahin gibi sert gözlere baktı. Zaten onu tanıdığından beri o gözlerdeki tehlikeden korkup, uzaklaşmamış mıydı? Şimdi kalbinde bir yerleri oynatan ses tonunun güzelliğine ve umutlanmasına neden olan bakışlarıyla ne yapmalıydı? Karar veremiyordu.

“Ta…tamam!”

Kekelemesinden dolayı kendine içinden binbir küfür ederken, elini çekmek istedi. Ancak Altuğ parmaklarını daha çok sıktı. Bir daha hamle yapmayan Işık’ın konuşacak veya bir tepki verecek mecali yoktu. Kendini çok yorgun hissediyordu. O elektrikli dakikalardan sonra ikisi de konuşmamıştı. Elleri o şekilde birbirlerini süzerken, Tuğsem, Alaz ile gelmişti. Kim daha çok şaşırmıştı bilmiyorlardı. Işık, arkadaşını görür görmez elini çekmişti.

Altuğ’u iyi görmek Alaz’ı rahatlatırken kendini suçluyordu. Onun yüzünden kaç kişi vurulmuştu. Allah’tan bu sefer ellerinde bir iki adam vardı. Artık kimler onun canını istiyordu, öğrenebilecekti. Altuğ’u Salih’e teslim etti. Işık ile birbirlerine bakışları onunda dikkatinden kaçmadı. Kendisi de kızları alıp, evlerine bıraktı.

Tuğsem’i hiç bırakmak istemese de ertesi gün Işık’ın Şırnak’a döneceğini bildiği için mecburen evine dönmüştü. Sevdiği kadına bu gece yaptıkları için nasıl minnettar olduğunu söylemek istemişti ama bundan hoşlanmayacağını benim görevim diyeceğini bildiğinden söyleyememişti. Evine geldiğinde kardeşi uyumuştu sessizce kendini odasına attı. Üzerindekileri hışımla çıkararak duşa girdi. Üzerinden akan suyun onu rahatlatmasını umdu. Uzun bir duştan sonra baksır ve atlet giyip yatağa girdi. Telefonuna gelen mesaja karşılık savcı Selçuk ve Bilal komiser ile kahvaltı da buluşmak üzere program yaptı. Melih’ten öğrendiğine göre bu geceki olaya onlar müdahil olmuştu. Bakalım neler bulmuşlardı.

Tuğsem duşa girene dek ne denli yorulduğunu fark etmemişti. Özellikle bacakları çok ağrıyordu. Üzerindeki ince elbise yüzünden çok üşümüştü ve çıplak dizlerini sürekli yere çarpıp, durmuştu. O an tek derdi yaralıları tedavi etmekti. Sıcacık duş çok iyi gelmişti. Duştan çıktıktan sonra bütün vücuduna losyon sürerken dizlerine de onarıcı bir krem sürmeyi ihmal etmedi. Saate baktı, gecenin dördü olduğunu gördü. Ne geceydi ama diyerek yatağına uzandı.

Hüseyin Alaz’ın ona seni seviyorum dediği anları düşünürken, ister istemez içinde kelebekler uçuşmaya başladı. Mutlulukla gözlerini yumdu. Sonra Işık ile Altuğ’u el ele gördüğü anları anımsadı. Eve geldiklerinde konuşmak istemişti. Işık lütfen bu gece bir şey sorma deyince kabullenmişti. Tamam, Altuğ vurulmuştu. Ancak şimdi iyiydi. Neden bu kadar yıkılmıştı, ona anlam veremedi. Arabada aralarında hissettiği çekim hastanede tescillendi. Şu an arkadaşının havalara uçuyor, şarkılar söylüyor olması gerekmez miydi? Işık’ın altıncı hissine çok güvenirdi. Böyle tepki veriyorsa kesin kötü bir şeyler hissediyordur, gözleri yorgunla kapanırken son düşünceleriydi.

Işık, arkadaşı kadar kendini iyi hissetmiyordu. Altuğ’u aklından çıkaramıyordu. Yanında gitmek istemişti. İstemişti de neyi olarak gidecekti. Hem onu düşündükçe boğazını sıkan sıkıntıya anlam veremiyordu. Arabada hissettiği sıkıntının sebebi çıkmıştı. Ateş altında kalmışlardı. Peki bu adamı her düşüğündeki sıkıntı neye çıkacaktı. ‘Yanacaksan yanacaksın Işık,’ diyen iç sesiyle sarsıl ancak buna rağmen nasıl ağrısı çok mu acaba diye düşünmekten uyuyamamıştı.

Altuğ, yatağına yerleştiğinde ağrısı olmasına rağmen gülümsüyordu. Işık’ın ilgisi çok hoşuna gitmişti. Yüzüne bakmayan kadın hastaneden ayrılırken gözlerini ayırmamıştı. Kendini acayip değerli hissetmişti. Vurulmadan birkaç dakika önce kadınım demişti, hem de içten yürekten çıkmıştı bir kelime ağzından… Müşahede odasındaki sıcacık sesi, ilgili halleri sayesinde hastane de değil evindeymiş gibi hissetti. Bunu çok sevdi. Kadının güzel bakışları ona yuvaysa yuva olurdu. Yeter ki Işık hep böyle yakın davransın bana diye düşünürken, aklından geçenler hayra alamet değildi. ’Selen, Işık’ı öğrenmeden hayatından çıkması gerekiyor, diyen iç sesiyle sinirlendi.

“Biliyorum! Allah kahretsin ki biliyorum!” diye bağırdı. Kime kızmıştı. Kendine mi? Bir türlü söz dinlemeyeceğini bildiği Selen’e mi? Yoksa Işık’ın onun için düşündüğünden değerli olduğunu söyleyen kalbine mi?

Sahi ya kime kızmıştı.

Loading...
0%