@herdem6060
|
Umarım yorumları ve beğenileri bol olur. Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤ Instagram; herdem6060 İyi Okumalar
"Nee!" Işık iri gri gözlerinin daha ne kadar açılacağını bilemiyordu. Bu adam gözlerinin içine bakarak öpücük mü istemişti yani şaşkınlığı üzerinden atmaya çalışırken tekrar seksi ses tonu tüylerini ayaklandırdı. “Bir öpücük diyorum!” “Hayır, tabi ki!” “Tamam o zaman,” deyip Işık’ı önünden itmeye çalıştı. İstese bir eliyle fırlatacağı kadını iki eliyle omuzlarından kavramış ama dokunmaya kıyamıyormuş gibi tutuyordu. Onların bu fısıltılı haliyle daha çok kinlenen adam ileri doğru hamle yapınca Salih araya girdi. “Altuğ! Lütfen!” “Sadece bir öpücük, hem bu seferlik yanaktan…” derken kimse umurunda değildi. Gözünün ucuyla çıldırma noktasına gelmiş adama bakmayı ihmal etmiyordu ve her an saldıracak halinden zevk alıyordu. Bir kadın için en son ortaokulda kavga etmişti sanırım. Bunu yaptıran kadının sesiyle içi titredi, gözlerini kısarak genç kadına daha dikkatli bakmaya başladı. “Tamam ama bak yanaktan,” diye cevap verir vermez pişman olan Işık ise başka boyuttaydı. Etraflarına toplanan birkaç öğrenci ve ailelerine dedikodu malzemesi olmak istemiyordu. Burası küçük yerdi. Ufacık bir olayda adı çok başka durumlarda anılabilirdi. Altuğ’un kısık gözleri aldığı cevaptan sonra parlamaya başladı. Ki, gözleri parlamasa Işık hala çok sinirli olduğunu düşünebilirdi. Salih’in tuttuğu adama sert bir bakış attı. Sonrasında genç kadının ellerinden tutup arkasını döndü. “Salih gidelim!” derken ki ses tonu onları merakla seyreden insanları bile ürküttü. Işık, başını eğmişti. Hem öğrencilerinin önünde düştüğü bu durumdan utanıyor hem de elinden bedenine doğru yayılan sıcaklıkla baş etmenin yollarını arıyordu. Siyah son model arabaya bindiklerinde genç kadın hızla elini çekti. Altuğ bu durumdan hoşlanmasa da sesini çıkarmadı. Işık cam tarafına yapışacak hale gelecek şekilde uzaklaştı. Bedeninin verdiği tepkilerin yanı sıra biraz önce yaşananların ileride başını daha çok ağrıtacağını yeni idrak etti. Korumalardan sonra araba son sürat hareket etti. Ferhat ise arabanın arkasından kolları yanda ve elleri yumruk olmuş vaziyette bakakaldı. O kadar sinirli ve acı çekiyordu ki gözlerini kırpsa gözyaşları aşağı inecekti. Onu tanıyan birkaç kişi yanına gidip, gitmemek arasında kararsız kaldı. “Bunu ödeyeceksin Işık, benim sevgimi hafife almanın bedelini sende o kasıntı adamda ödeyecek,” diye tıslarken önünde iki siyah araba durdu. Ağabeyinin birileri tarafından sıkıştırıldığı haberi gider gitmez korumaları ve erkek kardeşi gelmişti. Serhat telaşla ağabeyinin koluna dokunduğunda Ferhat boynunu doksan derece döndürdü. “Sakın konuşma Serhat ve sakın peşimden de gelme,” dedi ve hızla büyük iki adımda arabalardan birine attı. Işık’a aşık olduğu için kendine o kadar kızgındı ki uzun bir süre kimseyle konuşmak istemiyordu. Yalnız kalmalıydı. Yalnız kalıp bu kadar değer verdiği kadını başkasına kaptırmanın acısını hazmetmeliydi. “Bağ evine!” Altuğ, dışardan yine sert durabilirdi. Kaşları çatık sadece önüne bakıyordu. Ancak içinde tarifi imkansız bir durum yaşıyordu. Gülmek istiyor ama gülerse çok saçma olacağını düşündüğünden tutuyordu. Nefes almasını zorlayan heyecanını neye yormalıydı? Yanındaki güzelin de kendisi ile aynı duyguları paylaşması için her şeyini verebilirdi. Salih yaklaşık on beş dakikadır düz ilerledikleri için sorma gereği duyarak arkasını döndü. İki yan cama iyice yanaşmış çifti görünce ufak bir şaşkınlık yaşasa da belli etmemeye çalışarak ses tonunu ayarladı. Ufak bir boğaz temizliğinden sonra; “Ağam nereye gidelim?” Altuğ, Salih ile bir süre göz göze kaldıktan sonra Işık’a döndü. Işık’ın gri gözleri resmen koyu mavi olmuş merakla ona bakıyordu. İster istemez gülümsedi. Sıcacık bir ses tonuyla Salih’in sorusunu şahin bakışlı adamda tekrarladı. “Nereye gidelim?” “Benim evime!” “Işık Hanımın evine!” diye Salih’e göz kırparak cevap verdi. Işık’ın ses tonundaki katılık bile zevk almasına sebep olmuştu. Bacak bacak üstüne atıp, keyifle manzarayı seyretmeye başladı. Işık ise yerinde duramayacak kadar kızgındı. Nedeni niçini düşünmeden evine gitmek istiyordu. Dedikodu olur muydu? Şırnak’ın merkezinde oturduğu için okulun önünde olanlar kadar bunu düşünmemişti. Hem nerede Altuğ’a istediği kadar bağırabilirdi ki... Adresini vermediği halde bu adamlar nasıl evine direkt gidiyorlardı. Demek ağamız beni araştırdı. Bir anda aklına gelen düşünceyle içinin coşarcasına heyecanlanmasına anlam veremiyordu. Işık, araba durur durmaz adamların açmasını beklemeden arabadan indi. Arkasına bile bakmadan apartmana yürüdü. Bahçe katı olan dairesine girerken kapıyı açık bıraktı. Ayakkabılarını çıkarıp, evin anahtarlarını kapının önündeki pufun üstüne fırlattı. Hızla Amerikan mutfak olan salonuna gidip, sabah tamamen kapattığı perdesini çekti. Balkon kapısını tamamen açıp, bir iki dakika bahçesinde ki iki kediye baktı. Genç kadının evi Amerikan mutfak bir salon ve iki küçük odadan oluşuyordu. Ön taraftan birinci kat gibi duran ev, arka tarafa bakan salonun balkonundan iki merdivende küçük bir bahçeye açılıyordu. Uzun bir duvar ile evinin içi gözükmediğinden kendini çok güvende ve huzurlu hissederdi. Oysa şimdi güvende ve huzurlu hissettiği evinde bile bir tuhaftı. Duygularına anlam veremiyordu. Tüylerinin diken diken olmasından Altuğ’un arkasında olduğunu anlamıştı. Gözlerini kapatıp, derin bir nefesten sonra genç adama döndü. “Neden geldin?” “Senin için…” “Neden?” “Öpücüğümü ne zaman alabileceğimi söylersen bende nedeni hemen açıklarım?” “Bir de o mesele var değil mi?” “En önemli ve en güzel mesele,” diye cevap veren genç adamdan sonra Işık ağzı açık bakakaldı. Sonra sinirleri boşaldı, kahkaha atmaya başladı. Gözlerinden yaşlar akarcasına güldü, güldü ve birden ağlamaya başladı. Altuğ, genç kadını omuzlarından çekip sarıldı. Sarsıldığının farkındaydı. Işık, beş dakika sonra ufak ufak burun çekmeye başladığında biraz olsun sakinleştiğini anlayan genç adam yüz yüze bakacak şekilde uzaklaştı. “Hoş geldin, yok mu?” “Yok tabi ki, senin yüzünden çok korktum.” “Öpücüğüm de mi yok?” “Yüzsüz müsün acaba sen,” diye cevap veren Işık gülümserken Altuğ’un kaşları çatıldı. Şahin bakışları yine ortaya çıkmıştı. Yalnız bu bakışlar Işık’ı daha çok gülümsetti. “Boşuna kaşlarını çatma! Gözlerin gülüyor!” “Şımarık mısın acaba sen?” Işık kendini taklit eden adama baktı, baktı ve ne olduğunu anlamadan boyuna sarıldı. Altuğ ise belinden sıkı sıkıya sarıldığı kadınla günlerce boşuna uykusuz kaldığını anladı. Işık’la ilk karşılaşmasında ne diyeceğini nasıl bir bahane ile yaklaşacağını düşünmekten daralıp, durmuştu. Genç kadının kulağına yaklaşıp, muzip olmaya çalışarak çünkü bugüne dek hiç öyle bir çalışması olmamıştı. “Hala mı yok öpücüğüm?” Diye sordu. Işık başını kaldırdı ve isyan eden duygularına gem vuramadı. Altuğ’un tam çenesinin altını öptü. Genç adam bunu beklemiyordu. Sadece aralarını sıcak tutabilmek için öpücük mevzusunu öne sürüp, durmuştu. Gözleri birleştiğinde Işık’ın boynundan tuttuğu gibi dudaklarını birleştirdi. Daha ilk bakışmalarından beri aralarındaki çekimin ne kadar gerçek olduğunu anlayan adam, kadınında anlamasını istercesine kendinden veriyordu. Işık, her düşündüğünde çıldırma noktasına geldiği adama aşık olduğunu kabul ederek Altuğ’a karşılık verdi. Korkularının üstüne bir sis bulutu çökmüştü. Her şeyi herkesi unutmuştu. İnleyerek ayakuçlarında daha çok yükseldi. Zamanın farkında olamayacak kadar kendilerinden geçmişlerdi. Zilin sesi ile Işık birden Altuğ’dan ayrıldı. Bembeyaz teni kızarmış, dudakları şişmişti. “Eee kapıya bakmalıyım?” diyerek odadan çıktı. Dış kapının sağ çaprazındaki boy aynasından dağılmış halini görünce daha çok kızardı. Hemen saçını düzeltmeye başladı. Üzerine baktı. Kıyafetlerinde bir sorun yoktu. Zil bir daha çalınca mecbur kapıyı açtı. Altuğ’un korumalarından biriydi. “Yenge, Ağamla konuşabilir miyim?” “Tabi buyurun,” diye içeriye davet ederken yenge denmesini duymamış gibi davrandı. Salih, mahcup bir şekilde ayakkabılarını çıkardı. Yönlendirilen odaya girdiğin de çok şirin bir salonla karşılaştı. Gri koltuk takımlarının tam karşı duvarına asılmış televizyon ve yanlarında uzanan kitaplıktan başka hiçbir şey olmayan odaya kendi eviymiş gibi yerleşmiş Altuğ’a gülümsedi. “Hayırdır Salih,” “Şey ağam hanım ağanın sizinle hemen konuşması gerekiyormuş. Telefonunuz kapalıymış acil dedi.” “Tamam Salih birazdan anamı ararım ben! Sen bize yemek söyle!” Salih kafasını eğip, odadan çıktı. O ara banyonda kendine gelmeye çalışan Işık dış kapının sesiyle yüzüne kapattığı havluyu çekti. Şimdi Altuğ’un yüzüne nasıl bakacaktı. Sürekli ortaya çıkan iç sesi bugün sessizlik yemini etmiş gibi konuşmuyordu. Akıl versene diye bağırmamak için kendini zor tutuyordu. “Delirdim, iyice delirdim,” diye mırıldanarak banyodan çıktı. Sessizce odaya girdiğinde kıvırcık saçlarına dek ayaklandılar. Çünkü Altuğ ikili koltuklardan birine kollarını açarak başını geriye yaslanmış, bacak bacak üstüne atmış gözleri kapalı görmeyi beklemiyordu. Bu adam çok şey, şey derken buldu kendini. Nedense içinden bile seksi demek istemiyordu. “Orada daha ne kadar dikeleceksin!” “Benim geldiğimi nasıl anladın?” “Nefesini tanıdım!” Işık, kıpkırmızı oldu. Konuyu hemen değiştirmeliydi. Ellerini birbirine kenetledi. “Ee bir şey iç..içer misin?” “Hayır! Yanıma gel de gözlerim ışığına kavuşsun.” “Bence yemek yemeliyiz.” “Işık yanıma gelir misin artık?” “Ta…tamam!” Altuğ, genç kadının yanına oturmasıyla başını ona çevirdi. Gözlerini küçücük açtı. Işık’ın ne kadar utandığının ve ne yapacağını bilemez halde olduğunu gördüğünde gülümsedi. Duruşunu düzeltti. Ellerini tuttu. “Işık, benden korkma, çekinme ve en önemlisi utanma! Hiç konuşamadık ama benim için çok farklı bir yerdesin. Sevgilim!” “Sevgilim mi?” “He ya sevgilim!” dedi ve kahkaha attı. Aslında o hiç sevgi sözcüğü kullanmazdı. Ancak bu kelimeyi sevmişti. “Hadi bir nefes al ve mutluluğumuz için bol bol konuşup, anlaşalım.”
Tuğsem ve Hüseyin Alaz yoğun bir döneme girdikleri için görüşemiyorlardı. Diyarbakır’dan dönüşte görüşmeye karar vermişlerdi. Hüseyin Alaz’ın dönüş günü Tuğsem’in nöbetine denk geldiği için hastanede sadece yarım saat kadar bir arada olmaya karar vermişlerdi. Ancak doktorun acil çıkan ameliyatından dolayı görüşememişlerdi. Sabah erken saatlerde Amerika’ya giden Alaz çok huzursuzdu. On gün daha sevdiğini görememek canını sıkıyordu. İlk iki gün saat farkından dolayı telefonla bile iletişim kuramadılar ve bu durum genç adamı gergin biri haline getirdi. Sadece birkaç defa mesajlaşabilmişlerdi. Üçüncü gün Tuğsem yaşadıkları gidişattan hoşlanmadı. Alaz’a göre daha iyi zaman geçiriyordu. Hastane ve tez çalışmaları çok fazla özlemesine fırsat vermezken eve geldiği anda kendini boşlukta hissediyordu. Hüseyin’in yaşamı için ne kadar önemli olduğunu özledikçe daha iyi anlıyordu. Ayla ve Serkan’ın doludizgin ilişkileri de bu özlemi tetikliyor olabilirdi. Ayla hastanede deli divane olmuş gibi geziyordu. Onlar adına çok sevinirken diğer taraftan keşke Hüseyin de burada olsaydı demekten kendini alamıyordu. İmrenmek duygusu nasılmış, hayatında ilk defa yaşıyordu. Şu an telefonun başında neredeyse altı gündür görmediği üç gündür sesini bile duymadığı sevgilisini bekliyordu. Telefonla konuşmanın bile ne denli büyük bir nimet olduğunu şimdi şimdi anlıyordu. Genç adamın aramasını heyecanla beklerken bile didiştikleri zamanlar hatırına geliyor, gelen görüntüler sonucunda kendini durduramıyor, gülüyordu. Telefonunun çalması ile hayal aleminden çıktı ve sehpanın üzerindeki alete bakakaldı. ‘Neyi bekliyorsun,’ diyen iç sesiyle harekete geçti. Neden ellerinin titrediğine anlam veremezken cevap verdi. “Efendim!” “Tuğsem!” “Canım!” “Başımın Tacı!” Tuğsem kahkaha attı. Alaz’ın ses tonu öyle duygular bahşetmişti ki sevgi sözcüklerinden daha çok içine işlemişti. “Sevgilim nasılsın?” “Seni özlemek dışında iyiyim! Sen nasılsın?” “İyiyim çok yoğunum ve bende seni çok özledim. Ne zaman geliyorsun?” “Bir hafta daha sürer sanırım. Uzamaması için elimden geleni yapıyorum. Sesin neden titriyor bu arada ?” “Sesim mi titriyor, farkında değilim? Hüseyin!” “Söyle ömrüm?” “Ya sen ne tatlı adam oldun böyle,” diyen sevdiği kadınla Alaz günlerdir ilk defa kahkaha attı. Özlemi bir nebze olsun bastırılmıştı. Sadece şu an yanında olup, sevdiği kadını öpe öpe bitirmek istiyordu. Kahkahası bittikten sonra sakince konuşmaya başladı. “Sabahattin Ali bir kitabın da, tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu, benim de ruhum bulunduğunu öğrettin diyordu. O satırları okuduğumda neredeyse ergen sayılırdım. Yirmi yaşında bile yoktum. İnsan ruhunu bir kadınla mı öğrenir çok abartmışsın yazar dediğimi anımsıyorum. Demek ki insan yaş aldıkça bazı duyguları anlıyor, özümseyerek yaşıyormuş. Seninle kaybettiğim ruhumu bulmuşum gibi hissediyorum. O yüzden ömrüm sesinin titremesi bile içime korkular sarıyor. Tatlı adam olmam dışında ne söyleyecektin, söyle bakalım.” “Bu sözleri uzaktayken değil gözlerimin içine bakarak konuşmalıydın. Şiir gibiydin. Ne soracağımı bile unutturdun. Heyecandan titriyorumdur, sesin içime işledi sanki!” “Of kapatmalıyım bir tanem ve hiç istemiyorum. Seni seviyorum.” “Bende hem de çok kendine iyi bak yaban ellerde,” diye gülümseyince Alaz da güldü. Telefonu kapatırken bile toplantı için onu bekleyen adamlara sinir oldu. Tuğsem telefon kapanır kapanmaz saatine baktı. 23:15’i gösteriyordu. Onun için yatma vaktiydi. Ancak bu kadar güzel duygulardan sonra uyuyamayacağını biliyordu. Telefonundan Hüseyin’le birlikte oldukları fotoğraf açıp gülümseyerek baktı. Sonra telefonu öptü. Aşktan delirdiğine emin olduktan sonra bilgisayarını açtı. Uykusuzluğunu tezinin İngilizce çevirilerine devam ederek değerlendirmeye karar verdi. Bir hafta başkaları için su gibi geçerken genç aşıklar için zaman durmuş ilerlemiyor gibiydi. İki kere daha telefonla en fazla on dakika konuşabilmişlerdi. Bu aramalarında Alaz odasında olduğu içim görüntülü konuşmuşlardı. Birbirlerine uzun süre bakmışlardı. Gözler her şeyi anlatmıştı. Susmanın en tatlı hazzını gözleriyle yaşamışlardı. Bu sabah Türkiye’ye geldiğini bilmek aynı ülkede olduklarını düşünmek bile Tuğsem’in heyecandan duramamasına sebep oluyordu. İki gün önce Sibel Hocasıyla yaşadığı nahoş olayı kafaya takacak durumda değildi. Tek istediği zamanın hızlı geçmesi ve sevdiğine kavuşmaktı. Hüseyin direkt Diyarbakır’a inmişti. İner inmez Tuğsem’i aramış akşama geç saatte de olsa yanında olurum demişti. Bekle beni dercesine Tuğsem’in karşılığı kazasız belasız gel de sorun değil, ben beklerim olmuştu. Sanki içine doğmuş gibiydi. Çünkü rotasının Diyarbakır’a çevrilme nedeni bir gün önce emniyet müdüründen gelen mesajdı. Sizi vuranlarla ilgili bir ipucu bulduk. Ailesinden önce emniyete giden Alaz emniyet müdürünün odasında gördüğü kişiyle şok yaşadı. Olduğu yer de kaldı. Kendisinden nefret edebilecek ona bunu yapabilecek bir sürü kişi geçirmişti aklından herkesten şüphe etmişti. Ama! Ama gördüğü kişinin içinde olabileceği bir durum hiç düşünememişti. Düşünemezdi. “Sen, senin ne işin var burada?” |
0% |