Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

"Orospu çocuğu!"

Alaz, Melih'in sinirle söylediği sözü duymazlıktan geldi. Küfürle kendini ifade eden biri olmamıştı hiçbir zaman. Camdan dışarıya baktı. Hafif bir tebessüm etti. Bir de insanları iyi analiz ettiğini hatta insan sarrafı olduğunu düşünürdü. Böyle olmadığını hayatının en büyük kazığını yiyerek öğrenmiş oldu.

Araba Tuğsem'in oturduğu apartmanın önüne durana dek buna kafa yordu. İner inmez kafasını kaldırmasıyla camdan sevdiğiyle göz göze geldi. Demek sevdiği onu camda bekliyordu. Koşar adımlarla apartmana girdi. Merdivenlerden çıkarken nefes nefese kalmıştı. Zili çalmadan kapı açılmıştı. Birbirlerinin gözlerine bakıp, aynı anda sarıldılar.

Tuğsem, kollarını Alaz'ın boynuna doladığında her şeyi unutmuştu. Sadece sevdiği ve kendisi vardı. Genç adamın gözleri dolmuştu. Bir ağlamaya başlasa sabaha kadar kimse onu tutamazdı. Doktorun dudakları özlemle yüzünün her zerresini öpmeye başladığında içi daha çok coştu. Arada dudaklarına dokunan buselere karşılık verdi.

"Hoş geldin sevdiğim, hoş geldin kalbim!"

"Çok hoş buldum. Çok çok hoş buldum."

Tuğsem, Alaz'ın bir sıkıntısı olduğunu sesinin tonundan bile anlamıştı. Yüzüne bakınca her şey daha iyi anlaşılıyordu. Salona geçtiklerinde genç adama sımsıkı sarılmış ve bir süre konuşmamıştı. Konuşturup canını sıkmak yerine onu nasıl özlediğini sarılarak vücut diliyle göstermek istedi.

Sımsıcak ve özlem dolu karşılanmak genç adamın saatler önce ölen ruhunu canlandırmıştı. Bu kadının daha hangi özelliğini sevebilirdi, onu düşündü. Soru sormuyor onunla sessizliği paylaşıyordu. Halini anlamıştı. Ortalama yirmi dakikanın sonunda Tuğsem başını kaldırdı. Gözleri kapalı yakışıklı adamıyla yine heyecanlandı.

"Yatağa yat istersen, yorgun gözüküyorsun."

"Sende bana eşlik edecek misin?"

Tuğsem, gözleri kapalı verilen cevaptan sonra gülümsedi. Elini kaldırıp, ilk önce genç adamın saçlarını okşadı. Sonra tüy gibi yanaklarında gezindi. Dayanamayıp, dudaklarının üzerinde çizgi çizdi. Alaz'ın soluklarında ki değişimle daha çok yaklaştı. Dudaklarını dudaklarına bastırdı. Öpmedi bir süre öylece kaldı.

Hüseyin Alaz dayanamayıp, dudaklarını kıpırdatınca Tuğsem alt dudağını dudaklarının arasına aldı. İlk defa bu kadar cesurdu. Sevdiğinin söyleyemediği ne sıkıntısı varsa dudaklarından ona aktarsın istiyordu. Üzüntüsünü bu yolla alarak huzurlu bir uyku çeksin diye elinden geleni yapıyordu.

Öpüşme daha hızlı daha telaşlı olmuştu. Alaz Ağa oturduğu koltuğa olabildiğince yayılmıştı. Tuğsem resmen adamın üzerine yatmıştı. İkisinin de ateşleri alev almıştı. Sanki yetmiyor, daha çok ister gibi dilleri yarış haline girmişti. Tuğsem, birden kendini genç adamın dudaklarından ayırdı. Simsiyah gözlere baktı. Her daim onu içine alan Hüseyin'in sert siyah gözleriyle heyecanı katlandıkça katlandı.

"Bu öpücük evet mi demekti?"

"Aslında demek istediğim yanında olursam huzurla uyur musun?"

Alaz, doktorun onun sıkıntısını bu denli anladığını hissetmesiyle kolları gerildi. Tuğsem dudaklarını Hüseyin'in çenesine yasladı ve küçücük küçücük öpücükler kondurmaya başladı. Alaz'ın yeniden kendini bıraktığını anladığında dudaklarına kısa ama etkili bir öpücük bıraktı. Hızla ayağa kalkıp sevdiğine elini uzattı. Birlikte yatak odasına gittiler. Alaz bedeninden kükreyen açlığı bastırmaya çalışıyordu.

Ona kalsa sabaha dek doktoru sever ve ona da kendine de dünyayı unuttururdu. Ancak Tuğsem'in hazır olmadığını biliyordu. Göğüslerine dokunsa bile gerilen vücuduyla bunu anlamak zor olmuyordu. Sevdiği kadın hazır olana dek evcilleştirilmemiş bir hayvana dönüşen küçük beyi terbiye etmeliydi. Tuğsem'in masaj için bedenine dokunduğu ilk andan beri küçük beye terbiye verme işlerinde güçlük yaşasa da şu ana kadar gayet başarılı olmuştu.

Tuğsem ne yaparsa eşlik ediyor devamı için harekette bulunmuyordu. Gözlerini kısmış genç kadının nasıl devam edeceğini merak ediyordu. Doktor ise tam bir muamma içerisindeydi. Alaz'ı yatak odasına getirene dek devamında olacakları çok düşünmemişti. Buna hazır mıydı? İçinden bir ses kesinlikle hayır diye bağırıyordu. Hem de yakışıklı sevgilisinin morali bu denli bozukken bunu yaşamak hem kendine hem ona saygısızlıktı. Alaz'a döndü. Kesin yine kızarmıştı. Eskiden de sevmezdi bu elma yanaklarını ama Hüseyin'in karşısında böyle domatese dönüşünce iyice nefret etmişti.

"Banyoyu ilk önce sen kullanmak ister misin?"

"Olur!" deyip, Tuğsem'in eliyle gösterdiği kapıya yöneldi. Doktor öyle güzel utanıyordu ki dayanamayıp, tekrar dudaklarını birleştirecekti. Kendi kendine gülümseyerek banyoya girdi.

Odası gibi sade döşenmiş banyoyu inceledi. Beyaz fayanslar ve küçük beyaz dolap ile banyo çok kullanışlı olmuştu. Duşa kabin banyonun yarısını kaplamışa benziyordu. Lavabosunun üstündeki rafta birkaç krem, diş fırçası ve macunundan başka bir şey olmamasına biraz şaşırmıştı. Onun tanıdığı kadınların banyolarında sayısı belirsiz krem, saç şekillendirici aletler, neye yaradığını bilmediği spreyler olurdu. Bu kadar malzemenin neden açıkta durduğunu da hiçbir zaman anlamamıştı.

"Kendin gibi yaşantında yalın güzel sevdiğim," diye mırıldandı. Aynaya yöneldiğinde yüzünü sağa sola çevirerek çehresine baktı. Yorgunluğu gözaltlarından kendini belli etmişti. İçindeki yorgunluğa dönmek bile istemedi.

Çoraplarını çıkarıp, gülümseyerek kirli sepetine bıraktı. Tuğsem'in çoraplarını gördüğünde ne düşüneceğini merak etti. Duşa kabinde ayaklarını da yıkadıktan sonra sıvı sabundan bolca alarak elini yüzünü yıkadı. Tekrar aynada kendini inceledi. Derin bir nefes aldı.

Tuğsem derdin ne diye sormamıştı. Sorsa anlatabilir miydi? 'Kesinlikle anlatırdın, anlatmalısın,' diyen iç sesiyle burukça dudak büzdü. Hastane odasında diklenen doktora bu kadar güvenmese sağlığı konusunda ilerleme kaydedemezdi. O an anladı ki doktoru çok seviyor olabilirdi. Ancak daha çok güveniyordu, hem de çok güveniyordu.

Odaya girdiğinde Tuğsem'in üzerini değiştirdiğini gördü. Kısa kollu dizlerinin üzerinde biten kırmızı penye gecelikle öyle tatlı gözükmüştü ki gözüne yine bedeninde dolaşmaya başlayan arzuyu bastırmak zorunda kalmıştı. Evcilleştirilmesi gerektiğine çok uzun zaman önce karar verdiği uvzu ise isyan ediyordu. Gözlerini güzel kahve bakışlarla birleştirdiğinde ne yapacağını bilemez halde duran haliyle içi ısındı.

"Sen yatağa geç istersen. Ben, ee ben banyoya gidiyorum," dedi ve koşar adım kendini banyonun içine attı Tuğsem. Aynaya baktığında yine kabarmış, kıvırcık saçlarıyla kızarmış haline sinir oldu. Yüzüne kapatıcı sürmeyi düşünmüştü ama yatarken çok saçma buldu. Elini yüzünü yıkadı. Diş fırçasını aldı. Hızlı hızlı dişlerini fırçaladı. Ellerini ıslatıp, saçlarını şekillendirmeye çalıştı.

"Sizi kestirmezsem bende Tuğsem değilim, ne olur sanki bir yerinizde dursanız. Aman hemen hindi gibi kabarın," diye saçlarını tehdit ettikten sonra düşündüğünden uzun zaman geçirdiği banyodan çıktı.

Alaz ise kaçarcasına banyoya giren genç kadından sonra gülümseyerek üzerindeki gömleği çıkardı. Normalde atlet giyme huyu yoktu. Ancak bedeninin üşüdüğü için bugün giymişti. Pantolonunu da çıkarıp, ne yapabilirim diye düşünürken kapının arkasındaki askılığı gördü. Düzgünce kıyafetleri astı. Yastığı başlığa koyarak yatağa girdi.

Tuğsem'in hemen gelmeyeceği aşikardı. Odada tekrar göz gezdirdikten sonra komodinin üzerindeki kitabı eline aldı. Kitabın adını okuyunca bile gülümsedi. Kitabın adı yüz doktor yüz hastalıktı. Sanki bir aşk romanı bulursa şaşıracaktı. Bunu düşünürken banyonun kapısı açıldı.

Aslında ikisi de heyecanlı ikisi de ne yapacağını bilemez haldeydi. Tuğsem, koskoca kadınsın kendine güven ve dik yürü diye içinden kızdı. O kızgınlıkla Alaz'ın yanına gitti. Üzerindeki ince yorganı hafif açmış kendini karşılayan sevdiği adamın kollarına sığındı. Alaz'ın göğsüne başını koyduktan sonra sıkıca kollarını genç adamın beline sardı.

"Biraz daha iyi misin?"

"Senin yanında evet... Beni düşünme!"

"Aslında nasıl hareket etmem gerektiğini düşünüyorum."

"Nasıl yani?" Alaz'ın meraklı çıkan sesinden sonra Tuğsem hafif başını kaldırıp, siyah gözlerine baktı. Sanki emin olmak istercesine gözlerinin içine içine baktı. Sonra hafif omuzlarını silkip, başını tekrar güvenli omza koydu.

"Ben senin sevgilinim bir derdin varsa benimle paylaşabilirsin diye açık açık sorayım diyorum kendi kendime. Ama hemen sonra eğer o anlatmak isterse anlatır, sabırlı ol diye kendime kızarken buluyorum. Amansız bir çelişkideyim anlayacağın. Seni sıkmakla derdine ortak arasında kalmış durumdayım."

Tuğsem'in sözlerinden sonra Alaz'ın bedeni gerildi. Bedeninin gerilmesine rağmen sözlerini tamamlamıştı genç kadın. Çünkü bu ilişki en başından hep dürüstçe ne isteniyorsa söyleyerek ve anlaşarak başlamıştı. Kimse kimse için kendinden taviz vermeden ortak paydalarda buluşulmaya çalışılmıştı. Dürüstlük ve aralarındaki güven ilişkilerinin temelini oluşturmuştu. Geçen birkaç dakikadan sonra sessizleşen, cevap vermeyen adamla acaba hiç mi konuyu açmasaydım diye tedirgin oldu.

"Kendimi aptal gibi hissediyorum. Hissetmek hafif kalır düpedüz aptal bir körmüşüm bunu anladım. Saatlerdir kendimi muhakeme ediyorum. Vur kır bağır çağır içindeki irin aksın diyor içimden bir ses ama sonra kontrol manyağı beynim devreye giriyor sakin olmak, kimseye belli etmemek zorundasın diyor. İşte o vakitte elim kolum kalkmıyor. Kum torbasında biraz çalışayım dedim ama hıncım cansız bir varlıkla sönecek gibi değil."

Tuğsem, Alaz'ın sesinin titremesi ve acılı tonuyla doğruldu. Bağdaş kurup ellerini tuttu. Dokunsalar ağlayacak gibi olan adamı bir süre sessizce izledi. Ne çok acı çektiği zamanlara şahit olmuştu. Fakat bu denli yıkık görmemişti. Ne oldu anlat rahatlarsın mı dese yoksa sen ne aptalsın ne kör sadece insansın ve bunları yaşaman doğal mı dese bilemedi. Çünkü böylesine güçlü bir adama teselli değil çözüm üretmek gerektiğine inanıyordu. Alaz'ın yüzüne bakarken öyle düşüncelere dalmıştı ki, genç adamın sesiyle kendine geldi.

"Ağzımın içinde bir zehir var sanki eviriyorum çeviriyorum ama yutamıyorum. Yutarsam bana bir şey olacak ve kendime gelemeyeceğim. Yutmazsam da ne olacağını hiç göremeyecekmişim gibi belirsizlikle kalıyorum.

Hayatım boyunca aile ve çevre ilişkilerim mesafeli ama güvene dayalı gelişti. Güvensiz, sürekli kuşkuyla insan nasıl yaşar ki ben bunu bilmiyorum, bilmekte istemiyorum. Ama! Şimdi güvenmemem herkese şüphe ile bakmalıyım. Kimin dost kimin düşman olduğu belli değilken, ruh sağlığımı nasıl koruyacağım."

"Hayatın bize getirdiklerini ne yapacağım ne edeceğim diye karşılarsak, çelişkiye düşeriz. Çelişkiler daha çok düşünmeye, çok düşünmekte kafamızın gereksiz fikirlerle karışmasına sebep olur. Eğer kafanı toparlayamıyor ve ne yapacağını bilemiyorsan profesyonel bir yardım alabilirsin."

"Tek istediğim doktor sensin!" Alaz'ın mızmız bir tavırla söylediği cümleden sonra Tuğsem ortama uygun olmasa da kıkırdadı. Dayanamayıp, yanağına bir öpücük kondurdu.

"Biliyorum benden inatçısını bulamazsın. Onları da kaçırırsın huysuzluğunla ama herkesin bir alanı var canım, ben ortopedi ve travmatoloji doktoruyum. Psikiyatri veya psikolog ile görüşmelisin."

"Bugün beni vurduran kişinin amcamın oğlu olduğunu öğrendim."

Alaz'ın pat diye söylediğinden sonra Tuğsem gözlerini açarak sustu, kaldı. Hüseyin'in ellerini nasıl sıktığını anlaması için bile vakit geçmesi gerekti. Kendi böyle sarsıldıysa genç adamın neler hissettiğini düşündü.

"Ee seni anlıyorum. Of! Anlamam çok güç, çok üzüldüm," diye Alaz'a sarıldı. Ortamı kurtarmak için profesyonel davranacak akıl verecek durumda değildi. Sevdiği adamın ne denli sarsıldığını anlamış oldu ve anlamamayı tercih ederdi. Sonra omuzlarını dikleştirdi. Yıkılma değil, ayakta kalma zamanıydı.

"Bugün sadece uyuyacaksın. Hadi çok geç oldu. Yarın ola hayrola ne yapacağımıza birlikte karar vereceğiz. Ben hep yanında olacağım," dedi ve yastığını düzeltip yatma pozisyonuna geçti.

"Hadi Hüseyin'im gözlerini kapat!"

"Tamam, sevgilim!" Tuğsem'in başından öpüp, sımsıkı sarıldıktan sonra gözlerini yumdu. Gözleri önce ıkıydı. Ancak sevgilisinin boynuna kondurduğu küçük buselerle gevşedi. Ne zaman uykuya daldığını anlamadı bile hem bedenen hem ruhen öyle yorgundu ki.

Işık ve Altuğ, Salih'in sipariş ettiği yemek geldikten sonra bol bol sohbet ederek yemek yediler. Birbirlerini tanımak için aceleleri varmışçasına sorular arka arkaya geliyordu. İkisi de rahatlamış ve aylardır olan meraklarını gideriyorlardı. Aralarındaki çekime dayanamayan Altuğ sık sık Işık'ı öperken Işık da geri kalmıyor, istekle karşılık veriyordu.

Yemek sonunda birlikte masayı toplayıp bulaşıkları hallettiler. Işık, Altuğ'un sert duruşundan bazen çekinir gibi olsa da bakışlarının sıcaklığında yeniden rahatlıyordu. Ceketini çıkarmış, gömleğinin kollarını dirseklerine dek katlamış ve her haliyle kendi evinde çok rahat olduğunu hissettiren adamdan rahatsız olmuyordu. Rahatsız olmayı bırak sanki hep Altuğ bu evde yaşarmış gibi hissediyordu.

Televizyonun sağ ve sol tarafına asılmış resimleri inceleyen adamla bedeninde oluşan isteğe inanamıyordu. Bu kadar mı etkiliyor bu kadar mı onun olmak istiyordu. Işık kendini sorgularken Altuğ'un sert seksi sesiyle kendine geldi.

"Bu kadın annen mi?"

"Evet, çok genç gözüküyor değil mi?"

"Güzelliğini nereden aldığın belli oldu," dedi ve doğrulup Işık'ı inceledi. Güzel yüz hatlarına bakarken annen güzel ama sen daha güzelsin diye içinden geçirdi. Aslında bunu yüzüne söylemek istedi ama nedense söyleyemedi. Kadınlara iltifat etmeye pek alışkın değildi.

İki fincan Türk kahvesi ile Altuğ'un yanına gelen Işık ailesinin ve arkadaşlarının fotoğraflarıyla olan resimlere bakarken gülümsedi. Altuğ, gülümseyen kadına bakarken bir kere daha anladı ki, gülüşü ile kalp ritmini değiştiren kadından kolay kolay vazgeçemeyecekti. Kollarını genç kadına doğru açtı. Hızla elindeki tepsiyi sehpaya koyup şahin bakışlı adamın kollarına sığındı.

"Işık, benim için çok değerlisin. İlişkimiz nasıl olacak bilmiyorum. Bir kadına bu bağlamda değer vermeye ilgili göstermeye pek alışkın değilim. Belki seni kıracağım, belki seni üzeceğim ama bil ki bunları acemiliğimden yapacağım. Ki, belki de hiçbiri olmayacak. İlk defa bir kadının benden vazgeçmesinden korkuyorum."

Işık eşi görülmemiş itiraf karşında hem şaşırmış hem de ileride yapacağı hatalar için şimdiden özür dileyen adama ne söyleyeceğini bilemedi. Sonra hafif gülümseyerek omuzlarını silkti. Altuğ'dan uzaklaştı.

"Nasıl oldu da bu yaşına kadar bu konularda acemi kaldın. Pek inandırıcı değilsin. Hayatımda kimse olmadı deme asla inanmam."

"Oldu, hem de çok ama ergenliğimde dahil hiçbir kadının peşinden gitmedim. Bu yüzden midir nedir? İlişkilerde kırmışım dökmüşüm çok umurumda olmadı. Oysa şimdi öyle mi?"

"Nasıl?"

Altuğ, Işık'ın merakla bakan gözlerine gülümsedi ve bir adımda dudaklarına kapandı. Bu kadını öpmek aklını başından alıyordu. Bütün dünyayı unutmasını sağlıyordu. Işık'ı kucağına alıp, balkon tarafındaki koltuğa uzandırdı. Genç kadının verdiği karşılıklarla yanıyordu. Bedeninin bu kadının karşısında çaresiz kaldığını kabul edeli çok olmuştu. Ancak sadece öpüşmekle böylesi kendinden geçmesine inanamıyor, başkası yaşıyor gibi geliyordu.

Işık, yemekten önce siyah bir tayt gri omzu açık bol bir tişört giymişti. Tişörtü bir çırpıda çıkaran Altuğ heyecanını bastırmaya çalışıyordu. Gri sporcu sütyen ve dümdüz göbeği ile bilinci işlemez hala gelmişti. Genç kadının derin nefesleri yüzünden göğüslerinin inip, çıkmasını izlemek bile zevkli gelmişti.

Işık ise simsiyah gözlere delici bir şekilde kendini seyreden adama bakıyor, toparlanmak istiyordu. Fakat toparlanmak şöyle dursun hipnotize olmuş gibi şahin bakışlara karşılık veriyordu. Bugün Altuğ ile ne yaşadılarsa hepsi için çok erkendi. Ancak mantığı böyle derken bir türlü kalbine anlatamıyordu. Birbirlerini bakışlarıyla doyuran çift sanki devam ederlerse duramayacaklarını bildikleri için izin istiyorlardı.

"Seninle kanımın başka yöne aktığını hissediyorum. Sanırım aklımı yitirmeme sebep olacaksın!" deyip ellerinden biriyle Işık'ın sağ göğsünü avuçladı. Genç kadının iri gri gözlerini kapatıp, inlemesiyle genç adam dudaklarını kendi için açılan gerdana bastırdı. Işık'ın kollarını boynuna dolamasıyla izin almış saydı ve kendinden geçercesine güzel gözlüsünü daha aç öpmeye başladı. Göğüslerine indiğinden sütyeni aşağı çekip, sol göğüs ucunu ağzına aldı.

"Ah, Altuğ," diye inleyen Işık kendinden geçmeden önce aklının son kırıntıları ile durmaları gerektiğini düşünüyordu. Aklından geçenler ellerini dudaklarını durdurmuyordu. Göğüs ucunun hafif ısırılması ile karnında hissettiği karıncalanmalar eş zamanlı oldu.

Altuğ'un dudakları Işık'ın göbeğinde gezerken şarj da olan genç adamın telefonu çalmaya başladı. Başta ikisi de umursamadı. Ancak tekrar aranınca Işık, Altuğ'un başını kaldırıp, gözlerini birleştirdi. Işık'ın bembeyaz teninin yer yer kızarmış hali Altuğ'un başının dönmesine sebep oldu. Çünkü karşısındaki kadın dört dörtlük hazırlanmış olsa böylesine etkilenmezdi. Öyle seksi gelmişti ki şu an içinde olamadığı için ölecek gibi acı çekiyordu.

İkinci kez susan ama tekrar çalan telefonla içinden küfür ederek Işık'ın üstünden kalktı. Telefona baktığında annesinin aradığını gördü. Annesini aramayı unuttuğu için bir küfür daha mırıldanıp, şarjdan çıkarmadan telefonu hoparlöre vererek cevap verdi.

"Anacım!"

"Altuğ, neredesin oğlum, gelinim geldi. Kızcağız günlerdir sana ulaşamadığı için Urfa'ya gelmiş."

 

Loading...
0%