Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

“Gerçekten mi? Ne zaman? Hadi odamıza gidelim,” diye yüzünü ona uzatmış, heyecanla soran adama bakınca sinirli halini devam ettiremedi. Gülümseyip dudaklarını Alaz’ın uzattığı yanağına bastırdı. Kocaman bir öpücük verdi. İki gündür birlikte uyuyorlardı. Öpüşmekten ileri gitmiyorlar sanki ikisi de sınırlarını biliyor gibiydiler.

Alaz’ın bakışlarından bazen çok daha fazlasını arzuladığını bir kadın olarak anlıyordu. Bu çok hoşuna giderken sevdiğinin isteyebileceklerine ortak olup olamayacağı konusunda kararsızdı. ‘Hazır değilsin,’ diyen iç sesine hayır diye bağırmak istiyordu. Çünkü bugüne dek yaşamadığı ne varsa Hüseyin ile yaşamak, sadece ona ait olmayı düşlüyordu. Bunları düşünmeye dalmışken Alaz’ı kaç defa öptüğünü ve bu masum öpücüklerle sevdiği adamın aklında dert tasa namına bir şey bırakmadığının farkında değildi.

“Şaka bir yana odamıza çıkalım mı sevgilim? Alaz’ın öpücüklerden eklenmiş kalın ses tonu kadının tüm tüyleri ayaklandı. Ses tonundan bile etkilendiği için kendine kızarken sadece başını aşağı yukarı sallayarak, cevap verebildi.

Alaz, genç kadının elini sımsıkı tutarak bardan çıktı. O dik ve ciddi duruşuyla yine Tuğsem’i şaşırttı. Nasıl hemen toparlanabiliyordu. Demek ki benim kadar etkilenmiyor, aklından geçen düşünceyle kaşlarını çattı. Asansöre bile Melih ve bir korumayla birlikte bindikleri için hiç konuşmadılar.

Alaz ise Tuğsem’in aklından geçenlerden habersiz, yanına bu denli yakışan kadını karşısına çıkardığı için Allah’a içinden şükür etmekle meşguldü. Asla korumaların ya da başkalarının yanında hanımlığını bozmuyor, gereksiz kaprislerle onu mahcup etmiyordu. Biraz önce ki olayı başka bir kadınla yaşasa büyük bir kavgaya sebep olabilirdi. Kendi başına gelmese de arkadaşlarından biliyordu. Kıskançlıktan deliye dönüp, burası yeri zamanı değil demeden yanındaki erkeği rezil ediyorlardı. Bunu yapan erkeklere de denk gelmişti. Böyle olaylara şahit olduğu zamanlarda hep bunu kendine güvensizliğin dışa vurumu olarak düşünmüştü. Tuğsem’in bu geceki kendine güvenine bir kere daha hayran kalmıştı. Serpil’e kış kış dercesine olan hareketi gözlerinin önüne gelince tekrar gülümsedi.

“Bu gece odadan çıkar mısınız, adamlar dinlenmeye çekilsin mi ağam?” Asansörden çıktıktan sonra Melih’in sorusuyla Tuğsem birazcık kızarmıştı. Yirmi sekiz yaşında işinde gücünde bir kadın olarak yaşadıklarından utanmıyordu. Gönlü çok rahat yaşıyordu. Sadece hayatının hiçbir döneminde böylesine yakın ilişki yaşamadığından hem bocalıyor, hem de şaşırıyordu. Erkeklerle her zaman mesafeli ilişkilerde bulunmuştu. Normal erkek arkadaş olarak bile hayatında yakın ilişki de olduğu kimse yok denilebilirdi.

“Kapıda iki kişi nöbetleşe beklesin. Sende dinlen, sabah görüşürüz,” diyerek odaya girdiler. Alaz, kapı kapanır kapanmaz Tuğsem’i duvara yasladı. Hafif yananları kızarmış, güzeller güzeli yüzüne baktı. Öpmelere doyamadığı gamzesine küçük bir buse kondurdu. Önüne düşen bir tutam saçı alıp, kulağının arkasına sıkıştırdı. Öpülesi dudaklarına ışıltılar saçan gözlerine baktı ve gülümsedi

“Tatlılığını görmek için sabırsızlanıyorum.”

“Bu..burada mı?”

“Tamda burada,” deyip saatlerdir öpmeyi iple çektiği dudaklara kapandı. Telaşsız içine çeke çeke öpmeye başladı. Tuğsem’in inleyerek cevabından sonra onu kucakladı. Yatağa doğru giderken hem gülümsüyor hem de sevdiğinin saçlarına yüzünü sürüyordu. Yatağa uzandırdıktan sonra ona aşkla bakan kadının alnından öptü.

“Kadının hasından gerçekten anlıyormuşum, iyi ki de kimselere seni kaptırmamışım,” derken bile gülüyor, Tuğsem’in kahkaha ile karşılık verişine hayranlıkla bakıyordu.

“Tabi ya ortaokul yıllarımda tanısaydın beni eminim böyle derdin.”

“Neyi varmış, ortaokul zamanlarının…”

“Bu kıvırcık saçlar hep havada oldukça kilolu ve orman gibi kaşları olan bir ergen,” diyen kadından sonra Alaz kahkaha attı. Gözlerinin önüne gelen küçük kız çocuğuyla daha çok sarıldı. Kokusunu içine çeke çeke boynundan öpmeye başladı.

“Bence ben o zamanlarda seni fark ederdim. Nede olsa ileriyi gören adamım.”

“Tabi ya o yüzden ilk karşılaşmamızda kendimi görünmez hissetmeme sebep olmuştun.”

“Ne, nasıl?”

“Kaza yaptığımız gün seninle konuşmaya çalışmıştım. Tenezzül edip cevap bile vermemiştin. Öyle yok saymıştın ki beni, kollarımı kaldırmış ve kendime bakmıştım. Maazallah görünmez falan oldum herhalde diye,” Tuğsem’in sözlerinden sonra Alaz yatağa kendini attı ve sesli sesli arka arkaya birkaç defa güldü. Elini doktorun göbeğinin üstüne koydu. Biraz okşadıktan sonra ancak kendine geldi.

“Eh biraz havamızda olmuş o zaman…”

“Aman egonun adı ne zamandan beri hava olmuş.”

“Yok yav egolu değilim.”

”Dur dur ne düşünmüştüm senin hakkında,” diye elini dudaklarına götürdü. Gözlerinin içi gülerek başını çevirdi. Yatakta yan yana yatıyor, birbirlerine bakıyorlardı.

“Kabul et sende yakışıklılığımdan etkilendin.”

“Tabi canım seni görünce eridim, bittim. Megaloman seni!”

“Of ağır oldu ama…”

“Olsun!”

“O dudakları uzatarak konuşma!”

“Nasıl!”

Alaz, cevap vermeden azıcık doğruldu ve Tuğsem’in gamzesinden öptü. Sonrasında hemen ayağa kalktı. Yoksa doktoru tekrar öpmeye başlayacak ve bir daha bir bırakmayacaktı. Bu geceki planlarına sabah kadar sevişmek varsa da kendini frenlemek için elinden geleni yapacaktı. Tuğsem’in elinden tutup, geniş balkona çıkarttı. Balkona hazırlanmış, masayla şaşıran genç kadın ses çıkarmadı. Sadece Alaz’ın çektiği sandalyeye oturdu. Sonrasında saçlarından öpen adamla sadece dudakları kıvrıldı.

Masadaki buz kovasının içerisinde duran iki şişe dikkatini çekti. Şampanya mı şarap mı olduğuna karar veremedi. Gözlerini masanın üzerinde gezdirdiğinde birkaç çeşit peynirin olduğu tabak, cips, kuruyemiş ve meyve sepetiyle özenle hazırlanmış olması hoşuna gitti. Kafasını kaldırdığında Hüseyin’inde onu incelediğini görünce tebessüm etti.

“Burada böyle bir masa hazırlatacaktın, bara neden gittik.”

“Dans etmek istiyordun.”

“Hımm bir şey mi kutlayacağız?”

“Evet, bugün benim doğum günüm…” Tuğsem, ağzı açık bakakaldı. Sonra kaşlarını çattı. Bugünün tarihini düşündü. ‘Sevgilinin doğum gününü mü unuttun, pes,’ diyen iç sesiyle hemen savunmaya geçti.

“İyi de bugün 5 Nisan, dosyanda doğum tarihin 5 Mayıs gözüküyordu.”

“Vay doğum günümde araştırılmış.”

“Hemen şımarma ya,” diye sitemli konuşunca Alaz gülümsedi. Masanın üzerinden uzanıp, elini tuttu. ‘Adamın doğum gününü bile bilme sonrada şımarma diye trip atarak üste çık, gerçekten pes,’ diyen iç sesiyle yerin dibine girmekle meşguldü.

“Tamam tamam asma güzel çehreni, kimlikte öyle gözüküyor ama doğum günüm bugünmüş, valla bende annemin yalancısıyım.”

“Doğum günün kutlu olsun sevgilim. Nice benimle güzel yıllara…” deyip ayağa kalktı. Arkadan Alaz’ın boynuna kollarını doladı.

“Demek seninle güzel yıllara…”

“Herhalde Hüseyin Efendi kiminle olacaktı.” Tuğsem, genç adamın boynunu daha çok sıktı. Artık dayanamayıp, kahkahalar atan Alaz’da ayağa kalktı. Ellerini doktorun iki yanağına koydu. Gözleri kapanan sevgilisinin sırayla iki gözünden öptü. Sonra alnında dudaklarını bir süre tuttu. Çok heyecanlı ve mutluydu. Yapacağı tekliften artık korkmuyordu.

“Tuğsem!” İsmi sevdiği tarafından öyle işten söylenmişti ki gözlerini hafif kısarak açtı. Alaz, doktorun gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam etti. İçinden sakın durma yoksa söyleyeceklerini unutabilirsin diye kendini tembihlemeyi unutmuyordu.

“Biliyorsun daha üç gün önce hayatımın en acı olayını yaşadım. Ancak başıma gelenlere takılarak seninle en güzel vakitlerimi mahvetmek istemiyorum. Farkındasın öyle süslü cümleler kurabilen bir adam değilim. En romantik zamanlarda bile odunluk yapabiliyorum.”

“Bilmez miyim?”

“Seni sevdiğimi anladığım günden beri yüreğime güneş bir başka doğuyor, ay ise gecelerimi başka aydınlatıyor sanki. Senden önce nereye demir atacağını bilemeyen virane bir gemiydim. Geldim senin kalbine liman attım. O limanda da çok mutluyum, çokça da huzurluyum. Ömrümü orada geçirmek istiyorum. Evlen benimle!”

“Hay Allah’ım Yarabbim tam romantiğe bağlamış, ağlayacaktım. Yaptığına bak…”

“Yine ne yaptım?”

“Hiç şaşırmaya hakkın yok bir kere, evlilik teklifin bile emir vererek ya…”

“Sevgilim ona mı takıldın?”

“Takılırım tabi, her kadına yapıldığı gibi dizlerinin üzerine çöküp, benimle evlenir misin diye sorulmasını hak etmiyor muyum?” Alaz ağzını açtı, kapattı. Şaşkınlıktan dili tutuldu. Dizlerinin üzerine hiç çökmemişti. Çökmeyi de düşünmemişti. Ne yani benimle evlenmesi için yalvarmam mı gerekiyor diye düşünürken bunu şaşkınlıkla dile döktü.

“Ne yani sana yalvarmazsam, benimle evlenmeyecek misin?”

“Ben ne yapacağım seninle, he öyle yapacağım. Yalvarmazsan evlenmem seninle… Aşkım hiç mi evlilik teklifi eden birini görmedin.”

Alaz, şöyle bir aklını zorladı. Onların memleketinde öyle evlilik için seremoni olmazdı. Bir erkek bir kadını beğenirse ailesini gönderir istetirdi. Gerçi son yıllarda Diyarbakır’da da bu durum değişmişti. Ancak daha kendisi şahit olmamıştı. Arkadaş çevresinde sadece Haluk evliydi. O da helikopterle gökyüzüne benimle evlenir misin yazdırmış, yüzüğü takmıştı. Düşününce çevresinde kimse dizlerinin üzerine çökmemişti.

‘Çok mu önemli diyen,’ iç sesine ne diyeceğini bilemedi. Bu dünyada bir kişi için diz çöker, bir şeylere boyun eğerdi. O da Tuğsem’di! ‘E o zaman,’ diyen iç sesiyle sevgilisinin beklentiyle bakan gözlerine baktı. Eğer doktorun onun karısı olması için bu şartsa o da yapardı. Bir adım geriye gitti. Tam sağ dizini kırmıştı ki, Tuğsem Alaz’ın omzundan tuttu. Sevdiği adamı dikleştirdi.

“Sadece şaka yapıyorum Hüseyin’im. Ben seni öyle güçlü, öyle ulaşılmaz, öyle mağrur, dik duruşlu tanıdım ki seni diz çökmüş düşünemem. O yüzden bana bile diz çökme!”

“Seni çok seviyorum. Gel çocuklarımın annesi, ailemin inatçı gelini, aşiretimin hanım ağası ama en önemlisi ömrüm boyunca BAŞIMIN TACI ol.”

“Olurum! Sen ne istersen o olurum,” dedi ve Tuğsem ağlamaya başladı. Bu adamda böyleydi işte, onu böyle tanımış ve böyle sevmişti. İçinin akmasına ne demeliydi? Ağlamak istemiyor hatta kahkahaları gökyüzüne çıkacak kadar gülmek istiyordu. Çok mutluydu. Mutluluktan korkacak kadar coşmuştu duyguları ama sadece bu mutluluğu ağlayarak gösterebiliyordu.

Alaz’ın da gözlerinin dolduğunu gördüğünde dudaklarına asıldı. Çok seviyordu, seviliyordu. Daha ne isterdi Allah’tan, gözyaşları öpücüklerine karışırken mutluluktan ağlamanın tadını da birlikte paylaşmış oldular.

----------------------------

Altuğ, Işık’ın evinden çıkalı 76 saat 45 dakika olmuştu. Artık dakikaları sayıyordu. Çünkü tek bir mesajına ve aramasına karşılık alamamıştı. Çıldırmak üzereydi. Ferhat, gibi bir pislikten sonra Işık’ı orada yalnız bırakamazdı. Kendi düşünememişti ama onu çok iyi tanıyan adamı Salih, genç kadının sitesinin önüne o gece iki koruma dikmişti. Bunu duyduğunda Salih’e sarılmış, minnetini ifade etmişti. 33. katta bulunan dairesinde İstanbul manzarasını seyrederken boş boş içiyor üç gün önceki mutluluğunu ve sonrasındaki hayal kırıklığını düşünüyordu.

Konağa gecenin bir yarısı varmıştı ve saati düşünmeden, kimseyi umursamadan resmen anaa diye kükreyerek içeri girmişti. Babası tam yatmak üzereyken oğlunun bu destursuz davranışına çok sinirlense de konuyu anlamaya çalıştı. Zira akşamüzeri saat dört gibi evlerine gelen sürpriz misafirin bu yaygaranın sebebi olduğunu çok iyi biliyordu.

Karısı yıllardır evlendirmek istediği oğlunun, sevgilisiyim diye ziyarete gelen kızı hemen gelini ilan etse de Diyar ağa Seren’den hiç hoşlanmamıştı. Evine gelen misafiri kovacak ya da rahatsız olmasını sağlayacak bir şey yapmazdı. Fakat oğlunu birazcık tanıyorsa bu kızın anlattıkları yalandı. Akşam yemeği boyunca konuşmamış sadece Seren’i incelemişti. O anlarda eğer bu kızı gelinin baba diye karşıma çıkarırsan, seni hiç tanımamışım Altuğ ağa diye düşünmeden edememişti. Kılık kıyafetinin kapalılığı hafif makyajı ile sıradan dursa da ucuz bir şeyler vardı ve bu ucuzluk Diyar ağanın gözünden kaçmamıştı.

“Ne bağırıyorsun oğlum!”

“Ne mi bağırıyorum ana, nerede o gelinin dediğin ruh hastası nerede dedimm!” Ortalığı yıkarken ses konağın içindeki dışındaki bütün çalışanları Altuğ’un etrafında toplandı. Öyle sinirliydi ki seyirciler umurunda değildi. Sadece Seren’in boynunu koparmak istiyordu.

“Oğlum Seren kızımız geldi.”

“Kızım deme şuna, nerede o diyorum?”

“Altuğ ağa! Anana bağırma!” Altuğ, ağlayan annesiyle yumruklarını sıkmaya başladı. Bu dünya da en son istediği şey bile olamazdı anasını üzmek. O arada üçüncü kattan sinsi gülümsemesiyle bakan Seren ile yerinde zor durmuştu. Erkek kardeşi kolundan tutmasa anasını ezip geçecekti. O denli gözü kararmıştı.

“Cavidan Hanım, gel hele biz yatalım. Belli ki gençlerin konuşması gereken konuları var.”

“Abi!”

“Sakın, sakın beni sakinleştirmeye çalışma Göktuğ, yumruğu yediğin gibi çeneni kırarım.”

Cavidan Hanım hata yaptığını odasına gitmek için döndüğünde, gevşek gevşek gülerek onlara bakan Seren ile göz göze gelince anladı. Diyar Bey’in sakince onu bekleyişi daha çok utanmasına neden olmuştu. Gözyaşlarını beyaz tülbentinin sarkan kısmıyla silip, başını kaldırmadan kocasının yanına çıktı. Kalbi kırıktı ama kesinlikle bu oğluna değil, kaç yaşına gelmesine rağmen hala insanlara güvenen kendineydi. Önünü arkasını düşünmeden insanları seviyor ve onu kullanmalarına izin veriyordu. Bu kadar akıllı biri olup, nasıl böyle safça davrandığına kendi de inanamıyordu. Ancak böylesine kandırılışı ne ilkti ne de son olacaktı.

Seren, kendini o denli güzel buluyordu ki bir başka kadın için terk edilmediğini düşünüyordu. İçinin rahat etmesi içinde bunu bilmeliydi. Altuğ onu kafede bırakıp gittikten iki gün sonra peşine adam takmış kendisini bir kadın için terk edip etmediğini araştırmasını istemişti. Şırnak’a gitmek için hazırlık yaptığını ve bunun basit bir öğretmen için olduğunu öğrendiğinde çıldırmıştı. Tüm gece uyumamış ve o kadını geri dönülmez şekilde uzaklaştırmanın yollarını aramıştı. Şahin bakışlı adam onun olmayacaksa kimsenin olmayacaktı.

Sabaha karşı aklına gelenlerle gülümsedi. Altuğ’un annesiyle birkaç defa telefon konuşmasına şahit olmuş, kadının sürekli gelin istediğini duymuştu. Aklına gelen planı uyguladığında Altuğ’un yapacaklarından korktuğu ve vazgeçmeyi düşünmüştü. Babasının arayıp genç adamın bütün iş bağlantılarını kopardığını söylemesiyle çıldırmıştı. Sana yalvarmama rağmen babamı batma noktasına getirdiysen peşinden gittiğin kadına ve sana zarar vermeden durur muyum ben diye düşünerek harekete geçmişti.

Şanlıurfa’ya gitmeden önce oraya göre giyinmeyi ve ailesini etkilemeyi kafaya koyduğundan üzerine ayaklarına dek uzun yarım kollu lacivert bir elbise giymişti. Varla yok arası makyajı ile saçlarını atkuyruğu yapmıştı. Uzun ojeli tırnaklarını kestirmiş ve belki de yıllardır ilk defa tırnaklarına oje sürdürmemişti. Aynaya baktığında kendini hiç beğenmedi. Bu yüzden rujum bari belirgin olsun diye düşünerek bordo rujundan hafifçe sürdü.

Konağa geldiğinde ailesinin de Altuğ kadar sert olmasından korkmuyor değildi. Fakat bir bakışıyla insanın içine işleyen, korkular salan adamın annesinin bu denli saf çıkmasından gizli bir zevk aldı. Altuğ ile kavga ettik, telefonlarıma çıkmıyor ve ona hamile olduğumu söyleyemedim Bu yüzden sizi rahatsız ettim dediğinde yaşlı kadının gözleri parlamış, hemen torunum olacakmış diye Seren’i gelini ilan etmişti.

Seren düşündüğünden çok daha fazla karmaşa yaratacağını anlamıştı. Diyar Bey’in dikkatli bakışları bile geri adım attırmamış, sinsi mutluluk içinde değişik bir zevk almasına sebep olmuştu. Gece kalması için gösterdikleri odaya çıktığında hemen Altuğ’un peşine taktığı adamı aramış ve kızgın boğa gibi kadının evinden bir saat önce çıktığının haberiyle kötücül kahkahalar atmıştı. Tabiri caizse havalara uçmuştu.

Bu mutluluğu yatağa sırt üstü yatıp, tavana bakana dek sürdü. Başka bir kadının evinden çıkması, Altuğ’a dokunduğunu düşünmesine sebep oluyordu. Zaten yıpranmış olan sinirleri bu düşüncelerle onu delirme noktasına getiriyordu. Hırsı gözlerini karartmıştı. En mutlu olduğu anda bile hırsını körükleyen hastalıklı düşüncelerle aklını dolduruyordu.

“Benden ayrılır ayrılmaz hayatına devam edemezsin. Öleceğimi bilsem de seni kimseye yar etmeyeceğim, o şahin bakışlarında sadece ben eriyebilirim,” diye tavanı izlerken kendi kendine mırıldanmıştı. Yaptıklarının sonuçlarına katlanmaya razıydı. Bu oyundan o galip çıkacaktı. Ölümse ölüm, zulümse zulüm diye kararlarının doğruluğunu sorgulamadan uyguluyordu, uygulamaya da devam edecekti.

Loading...
0%