Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

Altuğ, koşarak merdivenleri çıkmış, Seren’i kolundan tutmuştu. Yüzüne sırıtmayla bakan kadınla daha çok sinirleri hoplamıştı. Arkasından gelen Göktuğ, abisinin koluna dokunduğu anda savrulmuştu. Altuğ’un karşısına çıkmak cesaret isterdi. Bu cesarete de konakta tek cesaret edebilecek insan Göktuğ’du ve o da boyunun ölçüsünü almıştı.

“Aklın varsa bir daha karşıma çıkma, dua et kadınsın,” diyerek merdivenlerde sürüklemiş dışarıya atmıştı. Adamlarına onun kendi topraklarından gittiğinden emin olmadan gözüme gözükmeyin demiş, Seren’e fiziksel bir zarar vermemek için konağa geri girmişti.

Bugüne dek hiçbir kadına el kaldırmamıştı. Böyle bir duruma düşmemişti bile oysa birazcık sağduyusu kalmasa Seren’e zarar verebileceğini biliyordu. İnsanların nasıl cinnet geçirdiğini anlamıştı. Biliyordu ki sadece annesinin kırgın gözleri durdurmuştu onu. Seren’i kovduktan sonra çalışma odasına geçip eline ne geçtiyse dağıtmıştı. Sonrasında da büyük sarı sıvı şişesini kafaya dikmişti. Göktuğ genç adamın yanından hiç ayrılmamış, sessizce sabaha kadar oturmuştu. Daha önce hayran olduğu abisini böyle acı çekerken görmemişti. O yüzden nasıl davranacağını bilememişti.

Ertesi gün akşama doğru ayılmıştı. Annesini ne kadar kırdığını kadının kızarmış gözlerinden anlamıştı. Gönlünü almak için, Işık’tan bahsetti. Asıl gelini olabilecek kadını belki de bu olayla tamamen kaybettiğini, Seren’e gelinim dediğinde genç kadının onu kovduğunu bu yüzden o kadar sinirli olduğunu anlattı. Cavidan Hanım oğlunun karşısında mahcup duruma düşerken, oğlunun ellerinden tutmuş sadece özür dileyebilmişti. Karşılıklı özürlerinden sonra hemen İstanbul’a dönmüştü. Tabi onlarca kez Işık’ı aramış, mesaj atmıştı. Karşılık alamadıkça üzülüyor, Işık’ın onun yüzünden kendini kötü hissettiğini düşündükçe boğuluyordu.

Seren’in peşine adamlar takılmış, İstanbul’a döndüğüne emin olunmuştu. Bunu bilen Altuğ İstanbul’a döner dönmez Seren’in babasıyla buluşmuş, olanları anlatmıştı. Üç gün içerisinde ülkeyi terk etmezlerse olacakları söylemiş, daha doğru karşısında titreyen yaşlı adamı tehdit etmişti. Adamcağız o kadar korkmuştu ki, elinde kalan birkaç gayrimenkulü iki gün içinde ucuz pahalı demeden sattı. Üçüncü gün tüm ailesini alarak İngiltere’ye gitti.

Bugüne dek kızına hiç karışmamıştı. Hiçbir zaman iyi ilişkiler kuramayan, kıskançlıkları yüzünden çok insanın canını yakmasına şahit olmasına rağmen müdahale etmediği için pişmanlık duyuyordu. İngiltere de ilk işi Seren’i psikiyatriye götürmek olmuştu. Buna karşı çıkan genç kadını hastaneye yatırmak zorunda kalmak bir baba olarak çok acı olsa da karısı en büyük destekçisi olmuştu. Zaten anne her zaman kızının hareketlerinden rahatsızdı ama kocasına söz geçirememişti.

Şimdi ise gecenin bir yarısı olanları düşünürken kafayı yemek üzereydi. Işık iki gün evden çıkmamıştı. Bugün pazartesiydi ve erken saatte Şırnak Milli Eğitim İl Müdürlüğüne gidip, yarım saat sonra binadan ayrılmıştı. Sonrasında okula gitmiş öğleden sonra 14.30 da okuldan doğru evine gitmişti. Korumaları görüntülü aramış ve uzaktan da olsa aklından bir saniye çıkmayan kadını görmesini sağlamışlardı. Bu içini azıcık da olsa ferahlatmıştı.

O gün yemek yerken ilk iş Işık’a Ferhat’ı sormuştu. Genç kadında tüm dürüstlüğüyle anlatmıştı. Ferhat’ı araştırtmış ve Işık’a takıntılı olduğunu öğrenmişti. Peki, şimdi bana inat o adama bir şans verirse diye aklından geçirdi. Hayatında hiçbir şeye bu kadar kafa yormamış, ne yapacağını bilemez bir duruma düşmemişti. Bunun acemiliğini yaşıyordu. Ancak tek bildiği Işık’tan vazgeçmeyeceğiydi. ‘Zorla güzellik olmaz, o kadın bir daha sana güvenmez,’ diyen iç sesi onu uçurumlara sürüklese de sonuna kadar şansını deneyecekti. Ne düşünürse düşünsün sonuç hep aynı Işık’a kendimi affettireceğim, gerçekleri anlatacağım oluyordu.

Işık, ertesi gün öğlen saatlerinde uyandı. Giyinmeden ve saçlarını kurutmadan yattığı için her yeri ağrıyordu. Çok ağladığında hemen nezle olurdu ve kaçınılmaz son gerçekleşmiş ağzı burnu akıyordu. Zar zor yataktan kalkıp, giyindi. Makinedeki çamaşırları astı. Evini topladı. Dolabında tavuk olup olmadığını kontrol etti. Daha kötü olmadan bol sarımsaklı terbiyeli bir tavuk çorbası yapmalıydı. Göğüs yerine but bulsa da yine de hemen ocağa koydu. Çorbayı yapana dek küçük bir tost ve sallama çay ile kahvaltı etti. Soğuk algınlığını ilacını içip, bir battaniye alarak televizyon karşısına yattı. Burnu silinmekten şimdiden kızarmıştı.

Tüm günü hiçbir şey düşünmeden bol bol sıcak çorba içti. Beş altı saatte bir ilaç içerek televizyon karşısında boş boş bakarak geçirdi. Dünü düşünmek istemiyordu. Akşamın geç saatlerine dek gayet iyi idare etmiş, kendini iyi hissetmeye başlamıştı. Annesi ile konuşmuştu. İlk önce gün boyunca üç defa aradığını ve ulaşamadığı için meraklandığına dair nutuk dinlemişti. Tayin dilekçesini sormuştu. Pazartesi vereceğim diye kısa konuşarak kestirip, atmıştı. Zira annesi hastalığının altında başka bir şey olduğunu anlarsa asla o telefonu kapatmazdı.

Ne zaman ki annesi aradığında eline aldığı telefondaki aramaları fark etti ve bilmediği bir numaradan yirmi iki aramayı gördü. İçinden yine bir ağlama isteği yükseldi. Aynı numaradan gelen mesajı okumak istemedi. Bir süre bekledi. Derin bir nefes aldı ve mesajı okurken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Kendine acı çektirmek ister gibi mesajı on on beş kere okumuştu ve ateşi çıkana dek ağlamıştı. Kendini çok kötü hissediyordu. Bir gün önce ne yaşadığını sorgulayıp duruyordu. ‘O hareketler sana yakıştı mı?’ diye sürekli onu yerin dibine sokan iç sesine hak veriyor kendini daha çok hırpalıyordu. Altuğ ile yaşadıkları o kadar doğru o kadar güzel gelmişti ki, sonrasında nasıl bir sonuç çıkacağını düşünememişti.

İlk tanıştığı günden beri ‘Ondan uzak dur,’ diyen iç sesi de onu uyarmamıştı. Güya bu zamana dek hep mantıklı biri olmuştu. Altuğ’un bir bakışına bir gülüşüne sıcak birkaç güzel sözüne mantığı uçup, gitmişti. O hiç gitmesin, hep yanında kalsın istemişti. Bunun adını bilmiyordu ama tek bildiği duygularının karşılıksız olduğuydu ve kullanıldığıydı. Annesinin gelinim derken ki heyecanını ömrü boyunca unutmayacaktı.

Neden ona bunu yaşatmıştı ki; koskoca İstanbul da veya memleketi Şanlıurfa da ona kız mı yoktu? İçine işleyen bakışlar gözlerinin önüne geldikçe kendini hırpalıyordu ve ona asla inanmayacağına dair yeminler ediyordu. ‘Asla asla deme demişler,’ diye uyaran iç sesine sinirlenip, yatak döşek yatmıştı. Tabi Altuğ bir dakika aklından çıkmamıştı.

“Bakışlarında mı yalandı be adam, ben o bakışlarının gerçek olduğuna inandığım için sana karşılık verdim. Şahin gözlerinde birazcık şevkat görmesem aşkımı kalbime gömerdim ve senden uzak dururdum. Yine de yalanda olsa üç saatlik sevgililiğimiz çok güzeldi ama seni unutacağım.”

Altuğ’a rüyasında görüyor ve her defasında bunlarda mı yalandı, şunlarda mı yalandı diye hesap soruyordu. Gecelerini genç adamla geçireceğini hesaba katmadan, sürekli kendine kızıp duruyordu. Bir şekilde Altuğ’un gözlerindeki duygunun doğru olduğuna yürekten ikna olmaya ihtiyacı vardı. Yoksa bu utançla ve yalnızlıkla kafayı yiyecekti.

15. Gün sonra

Tuğsem, Alaz’dan aldığı evlilik teklifinden sonra hayatının en stresli ve en mutlu günlerini aynı zamanda yaşıyordu. Bir gün sonra olacak tez savunma sınavı için çok heyecanlıydı, geceleri uyuyamıyordu. Sürekli tezini sunarken rezil olacağı korkusunu yaşıyordu. Jüri üyelerinin içinde Sibel Hocası olmasa belki de bu kadar korkmazdı. Başka üniversiteden ve bölümden tanımadığı üç öğretim üyesinin jüri üyeliği bile onu tedirgin etmezken, Sibel’in ona takıntısından dolayı sınavı geçememek onun için hüsran verici olurdu.

Ahmet hocası sürekli her şey kusursuz ve ben sana güveniyorum dese de korkularını anlatamadı. İngilizce çevirisinde dahil tezine tamamen hakimdi ve isterlerse sunumu İngilizce bile yapabilirdi. Ancak gıcık kadın mutlaka bir eksiklik bulur diye düşünüyordu. Bu süreçte en büyük destekçisi danışman hocasının yanı sıra Ayla’ydı. Tunç tıp balosundan sonra resmen düşman olmuştu. Profesyonelce çalışamıyorlardı bile sürekli Sibel hocasına çanak tutuyordu.

Alaz bütün işlerini toparlamış sevdiği kadının çıldırma noktasına geldiği şu sınav belasından bir gün öncesini birlikte geçirecek ve sınavında dışarıda onu bekleyecekti. Hem ondan sonra aileleri tanıştırmayı düşünüyorlardı. Şimdilik ikisi de ailelere ilişkilerini söylememe kararı almışlardı. Tuğsem’in evine geldiğinde Melih yine iki araba dolusu korumayı kapıya dikmişti.

“İyi akşamlar arkadaşlar,” derken Tuğsem’i apartmanın kapısında siyah eşofmanları kirlenmiş, üstü başı un ve elinde büyük sarı çöp poşetiyle dışarı çıktığını gördü. Hızlanıp, elinden aldı. Genç kadının yanağından öpüp, arkasını döndüğünde Melih poşete uzandı. Hüseyin Alaz elindeki poşeti geri çekti ve birkaç adım atarak çöp konteynerine kendi attı. Birlikte eve girdiklerinde stresini mutfakta attığını düşündü.

“Bu kadar yiyeceği kim yiyecek sevgilim!”

“Yarın sınavım var ya, onun için bu hazırlık!”

“Anlamadım, neden?”

“Tez savunma sınavından sonra herkesin bir arada olduğu yemek gibi düşün. Bölümdeki herkes ve kişinin ailesi falan böyle hazırlık yapar sonra hastanedeki tanıdıkların çoğu çağrılarak yenilir. Neslihan hemşire Kıbrıs tatlısı ve kurabiye yapacak, diğer hemşireler ve temizlik elemanlarımız da kısır, çiğ köfte gibi bir şeyler yapacak. Sadece Ayla yapmıyor,” dedi gülümseyerek ve mutfağı hızla toplamaya başladı. Alaz bu organizasyonu pek anlamasa da merak etti.

“Ayla neden yapmıyor, peki yapamayanlar ne yapıyor?”

“Ayla mutfakta berbattır. Şimdi durup dururken kimse zehirlenmesin,” diye kahkaha attığında Alaz’da gülümsedi. Üzerindeki ceketi çıkarıp, Tuğsem’in tepsilerden saklama kaplarına aldığı poğaçalardan bir parça aldı.

“Hımm çok güzel olmuş ellerine sağlık…”

“Afiyet olsun, otur birtanem ben sana bir çay doldurayım. Sen atıştırırken ben buraları toplayayım. Sonrasında ben duş alırken sen de eve süpürge açar mısın?”

“Ben mi?”

“Evet sen?”

“Ben süpürge yapmasını nereden bileyim?”

“Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp demişler, ben sana gösteririm öyle duşa girerim merak etme!”

“Ciddisin!”

“Evet, çok ciddiyim.”

Alaz, tek kaşı kaldırmış ona mecbursun bakışları atan sevdiği kadınla ne yapacağını bilemedi. Saçları karışmış, her tarafı un bakımsız haliyle ondan soğuması gerekirken içine sokası gelmesinin sebebini anlamıyordu. Acaba duşa girdiğinde Melih’i arayıp, korumaların içinde süpürge yapmasını bilen var mı diye mi sorsaydı? Süpürge yapabilecek miydi?

“Ben hemen temizlik şirketinden birilerini getirtirim sen yorulma!”

“Bu saatte ve sadece süpürge yapmak için mi? Hem sen on dakika da halledersin aşkım! Bir saat birilerini beklemeye gerek yok bence…”

Kendisine gülümseyerek bakan ve cevap bekleyen kadına sadece peki diyebilmişti. Tuğsem’in ondan sonraki gözlerinin parlaması her şeye değerdi. İnce belli bardakta aldığı çay ile bir poğaça daha yemiş, Tuğsem’in hızla mutfağı temizlemesini seyretmişti.

Beceriksizce yaptığı süpürme işleminden sonra artık bu evde de olan kıyafetlerinden eşofmanlarını giymişti. Duş alıp gelmiş ve misler gibi olmuş, sevgilisiyle neredeyse on beş gündür rutin haline gelen akşam sohbetleri ikisi içinde vazgeçilmez olmuştu. Ertesi gün için kendi de katkıda bulunmak istediğinden erkeklerin neler getirdiğini sorarak doktorun ağzını aramıştı. Genellikle pide veya kavurma yaptırdıklarını öğrendiğinde Tuğsem’in çay almak için mutfağa gittiği vakit Melih’e yarın öğlene elli kiloluk kavurma ve yüz pide siparişi vermişti. İçecekleri de unutmamıştı.

“Bugün ki toplantı nasıl geçti.”

“Fena değil.”

“Bana neler olduğunu neden anlatmıyorsun?”

“Bazen bir şeyleri bilmemek bilmekten iyidir sevgilim, öğrendiklerin seni huzursuz edebilir ve şu an en son isteğim seni mutsuz etmek.”

“Hüseyin, sen artık sadece benim sevdiğim değilsin. Dert ortağım, arkadaşımda oldun. Günlerdir bütün stresimi resmen üzerinde atıyorum. Sıkıntılarımı Işık’tan önce sana anlatıyorum. Sen benim yanımda sağlıklı ol başka bir şey beni huzursuz etmez merak etme!”

Alaz bir süre sevdiği kadına baktı. Elini saçlarından geçirip bir süre boynunda tuttu. Sessizce cevap bekleyen en önemlisi kaygıyla bakan gözlerle derin bir nefes aldı. Zaten Altuğ ve Melih olmasa sağlıklı bir karar alacak durumda değildi. Serkan iş gezisinde olduğu için çoğu zaman uzaktan destek almaya çalışıyordu. Ailesinden gizliyordu. Tuğsem’i de endişelendirmek istemedikçe kendinden uzak tutuyordu. Kollarını ovuşturan kırmızı yanaklı masum sevdiğine anlatmaya karar verdi.

“Biliyorsun ilk toplantı Ağva’dan döndüğümüz gün oldu. Kuzenimin iş ve cep telefonları dinlendiğinde Rojda yengemin de bu suikastı planlayanlardan biri olduğu anlaşıldı. Tuğsem ben bu kadının elinde büyüdüm sayılır, saygıda kusur etmedim. Annem gibi gördüm. Neden benden böylesine nefret ettiklerini anlamıyorum. Sorun ağalıksa ben zaten on sene sonra Seyit Dara’ya devir edecektim. Dedemle de konuşmuştum, çünkü benim ideallerim büyük, Diyarbakır’a aylarca gidemediğim zamanlar olacak.

Ancak ağalığım devam ederse köylerimde yaşayan insanlara sorumluluklarım da devam edecekti ve memlekete gidemediğim için kimse bana ulaşamayacaktı. Hem bugüne dek mücadele ettiğim konular sekteye uğramasın otursun istediğim için on sene beklemeye karar vermiştik. Kız çocukları okusun, kadınlar çalışsın ayakları üstünde dursun ve şiddet bitsin istiyorum. Güzel memleketim törenin zulmü ile değil kültürüyle kadına sahip çıkmasıyla örnek olsun istiyorum. Çok mu şey istiyorum?”

“Seninle gurur duyuyorum. Tekrar tekrar aşık oluyorum. Asla çok şey istemiyorsun. Keşke bu memlekette ki kadın erkek herkes senin gibi düşünse...”

“Bende sana aşığım!” Karşılıklı aşk itirafından sonra aşkla sevdiği kadının gözlerine daldı. Tuğsem, olmasaydı, ne durumda olacağını düşündü bir an ve şükür etti. Çünkü yollarına mayın döşendiğini ondan önce geçen bir arabada tüm ailenin katledildiğini, atına huysuzlaşması için iğne yapıldığını ondan önce atı dolaştırmak yapmak isteyen seyislerinin düşüp belini kırdığını öğrenmişti.

Ne zaman yüreğini hüzünler kaplasa keşke o insanlar yerine ben ölseydim diye düşünse Tuğsem ellerini birleştiriyor, farkında olmadan hayatında seni seven ve yaşamanı isteyenler var diyordu. Habersizce elleriyle kalbine sapladığı hançeri çıkarıp alıyordu.

“İhtiyarların kim oldukları da tespit edildi. İkisi Urfa, biri Diyarbakır biri de Van aşiretlerinden çıktı. Oğulları da benim gibi düşündüğünden beni kendi ailemden bir düşman yaratarak vurmak istemişler belli ve ölmem için ellerinden geleni yapmışlar. Kaçakçılığı ve çocuk gelin olayını durdurduğum için benden kurtulmak istemişlerdir. Çok eşlilikten oldum olası nefret etmiştim. Töre denen illetin değişikliğe gitmesi fikrini ilk söylediğimde en çok bu iki konuya karşı çıkmışlardı. Ağaların çoğunun iki hatta üç hanımı vardır, doğal olarak bu konu hoşlarına gitmemişti. O dönemde kendi oğulları da bana destek olduğu için pek ses çıkaramamışlardı. Bir de Suzan var tabi,” deyince Tuğsem gerildi. Alaz, bunu anladığı için ilk önce konuşmadı. Sevgilisinin alt dudağını dişleyişini ve ona bakmayışını seyretti. Her zaman olduğu gibi dürüstçe konuşmaya devam etti.

“Suzan konusu seni geriyor!”

“Germesin mi?”

“Bilmem, anlattığım her şeyi can kulağıyla dinlerken, Suzan’ın lafı açılınca bedenen bile benden uzaklaşıyorsun.”

Doktor, Alaz’a hak verdi. Saçmaydı, biliyordu hatta bu konuda kaç kere kendini azarlamıştı. Ayla ve Işık ile ortak konuşmalarında bazen Hüseyin’e başkalarının benden yakın olduğu aklıma geliyor, içime anlamsız bir his doluyor ve uzun süre bu histen kurtulamıyorum diye dert yandığı bile olmuştu. Kızlar bunun çok sevmekten kaynaklandığını zamanla geçeceğini söylemişlerdi.

“O kadının adını ne zaman duysam. Sana benden daha yakın olduğunu düşündükçe, istemsiz hareket ediyorum sanırım. Üzgünüm!”

Alaz, Tuğsem’in suçlu bir çocuk gibi dudaklarını ısıra ısıra söylediklerinden sonra gülümsedi. Bu kadın onu deli edecekti. Ne diyecekti ki bedenen evet ama ruhumda kimseye sana olduğum kadar yakın olmadım mı? Bunu söylediğinde sevdiği kadının şimdiki durumundan daha çok uzaklaşacağını düşündüğünden yüzünü seyretti. Konuşmak gereksizdi ve doktoru boynundan tuttuğu gibi kendine çekti, dudaklarını birleştirdi. İlk önce genç kadının dişlediği alt dudağını dişlerinin arasına aldı. Tutkuyla öptü. Tuğsem kollarını Alaz’ın boynuna dolayarak aynı arzuyla karşılık vermeye başladı. Evlilik teklifinden sonra birbirlerinden uzak durmak zorlaşmıştı.

Dilleri devreye girdiğinde ikisinden de aynı anda inilti koptu. Tuğsem’in gittikçe artan cesur hareketleri Alaz’ın ileriye gitmeme kararını zorlasa da genç kadının böyle olmasından gayet memnundu. Tuğsem birden öpüşmelerini kesip, genç adamın kucağına atar biner gibi oturdu. Sevdiği adamın ellerinin kalçalarını kavramasıyla gözlerini kapattı. Kadınlığının altındaki sertliğe ileri doğru hareket ederek kendini sürttü.

İkisi de birbirlerini tamamen çıplak görmemişlerdi. Artık görme vakitleri geldiğine karar vermişçesine Alaz, Tuğsem’in bol tişörtünün altına elini sokup, sağ göğsünü avuçladı. Dudaklarını onun için açılan kadının boynuna bastırdığında iki günlük sakallarının Tuğsem’e sürtündükçe nasıl tahrik ettiğinden habersiz öptü, emdi. Bu seferki tutkularına arzuları ağır basmış ve Alaz’ın yardımı ile genç kadının tişörtünü çıkarmışlardı. Tuğsem’in yaşadığı anın heyecanıyla göğüsleri inip inip kalkarken dolgun göğüsleri sütyenden taşıyordu. Alaz’ın bakışları bu muhteşem görüntüyle gittikçe kararırken elleri titreyerek yükseldi. Kocaman elleriyle güzel memeleri avuçladığında küçük adamı isyan edercesine atmaya başlamıştı.

Alaz’ın memelerini yoğurmaya başlamasıyla Tuğsem’in karnındaki hareketlenme arttı. Kadınlığının ıslandığını hiç böylesine yoğun hissetmemişti. Yaşadığı bu duygu yoğunluğuna daha fazla dayanamayan doktor kendinden geçercesine iki eliyle Alaz’ın yakışıklı yüzünü avuçladı. Ondan beklenmeyecek şekilde Alaz’ın alt dudağını diliyle dolaştı. Sonra üst dudağını dişlerinin arasına alıp, çekiştirdi. Bunları yaparken kalçasını hareket ettirerek daha çok sürtmeye devam ediyordu. Becerebiliyor muydu? Hiç bilmiyordu sadece içinden geldiği gibi hareket ediyordu. Tekrar dudakları birleşmiş, tutkuyla öpüşürken kapının zili çaldı. Önce umursamadan öpüşmeye devam ettiler. Zilinin yanında kapıya da ufak ufak vurulunca mecburen ayrıldılar.

Tuğsem, hemen ayaklanıp yere düşen tişörtünü üstüne giydi. Bacakları pelte olmuş gibi ayakta zor duruyordu. Nedense sevdiği adama hiç bakmadan saçını başını düzeltmeye başladı. Öpüşmekten şişmiş dudaklarını portmantonun aynasında gördüğünde kapıyı açmadan yanaklarına vurdu. Alaz, sevdiği kadının böylesine cesur kendini bıraktığı bir anın zil yüzünden bozulmasına küfürler ederken, Melih umarım sen değilsin. Bittiniz oğlum diye düşünüp, ayağa kalkıp gömleğini falan toparladı.

Tuğsem kapıyı açmadan tekrar kendini aynadan kontrol etti ve derin bir nefes alıp, kapıyı açtı. Kapıyı açtıktan sonra bacaklarına sarılan Tuğberk ile az kalsın düşecekti.

“Halacım!”

“Abii!”

Loading...
0%