@herdem6060
|
Umarım yorumları ve beğenileri bol olur. Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤ Instagram; herdem6060 İyi Okumalar
“Abii!” Tuğsem, bir elini Tuğberk’in kafasına kolayken diğer elini istemsiz kapıya koydu. Tuğrul’un ve Hülya’nın geçmesini engellerken tekrar yüksek sesle “abi” diye seslendi. Alaz’ın kendini toparlamış olduğunu umuyordu. Hülya gözlerini kısmış dikkatle görümcesine göz kırparken hayırdır dercesine bakışlar attı. Abisinin tepkisi üzerine mecburen kapıdan çekildi. “Kızım çekilsene kapıdan, hem bavullar hem puseti taşıyorum diye kollarım koptu.” “Hoş, hoş geldiniz!” “Hoş bulduk, hoş bulduk,” diyerek içeri giren Tuğrul bavulları ve puseti içeri soktu. Bavulu kapı ağzına bıraktı. Rüya’nın mışıl mışıl uyuduğu puseti alıp salona geçti. Salonun kapısında durdu. Geriye dönüp Tuğsem’e baktı. Gördüklerine inanamıyor gibi kaşları havalandı. Ancak kardeşine bir şey demeden kaşlarını çatarak görmekten hoşlanmadığı adama doğru yürüdü. “Ne oldu?” “Hüseyin içeride, niye haber vermedin?” “Ay ne bileyim bu abin öğleden sonra geldi. Tuğsem’i en önemli gününde yalnız bırakamam. Hadi hazırlan çıkıyoruz dedi. İki çocukla bavul hazırla çık derken fırsat olmadı. Rüya da yol boyu hiç durmadı zaten,” diye Hülya sessizce açıklama yaptı. Tuğsem ilk defa abisine ne diyeceğini bilemedi. ‘Yirmi sekiz yaşında bir kadın olarak bu kadar büyütmesen mi?’ diyen iç sesiyle kendine geldi. Eğilip, Tuğberk’i kucağına aldı. Sımsıkı sarılıp, hasret gidererek salona geçti. Karşılıklı oturan adamlarla salonunun nasıl dolduğu aklına ilk gelendi. Bu durumda düşünebileceği en anlamsız fikirle hafifçe gülümsedi. Tuğrul’un kaşları çatık açıklama bekleyen haliyle toparlandı. Tuğberk’i tekrar öpüp, yere bıraktı. Sonra dizlerinin üzerine çöktü. Bütün dikkatini yeğenine vererek yumuşak bir sesle konuşarak annesiyle odaya gitmesini sağladı. Alaz’ın hayran hayran kendisine baktığının farkındaydı. Tuğberk’in odaya girdiğini görene derk kimseden ses çıkmadı. Alaz, Tuğsem’in sesini duyar duymaz hemen dağılan yastıkları falan toparlayıp ayağa kalkmıştı. Sevdiği kadının ailesiyle böyle tanışmak istemezdi ama artık yapacak bir şey yoktu. Tuğrul’un onu görünce şaşıran yüz ifadesini ve sonrasında sinirli bakışlarını gülümseyerek seyretti. Ne diyeceğini bilemediğinden Tuğrul’un elindeki puseti orta sehpaya bırakıp, kafa sallamasından sonra elini uzattı. “Hüseyin Alaz BIÇAKÇI!” “Tuğrul VURGUN!” Tokalaşmışlar ve ikisi de karşılıklı oturmuşlardı. Alaz konuşmak istiyordu ama nasıl gözüktüklerini kestiremediğinden ses çıkarmıyordu. Tuğsem’in kucağında çocukla girmesi de ne söyleyeceğini unutturmuştu. Sonrasında Tuğberk ile konuşurken ki öpüştüğü belli olan dudaklarına yüzünün kızarmış haline bakarken ki halinden çok etkilenmişti. Tuğrul’u tamamen unutmuştu. Daha beş dakika önce o dudakları delicesine yiyordu. Şimdi ise abisinin sert bakışlarında uzaktan bakabiliyordu “Tekrar hoş geldin abicim, Hüseyin Alaz Bey ile tanıştığını varsayıyorum.” “Tanıştık!” “Ee ben kalksam iyi olacak.” “İyi olur,” diye terslenen Tuğrul’a şaşkınca bakan doktor abisi de olsa kimse sevdiği adama böyle davranamazdı. Anında omuzlarını dikleştirdi. Gözlerini Tuğrul’a dikip öyle Alaz’a cevap verdi. “Bir kahve içseydin sevgilim hem abimle de sohbet etmiş olurdun.” “Çok teşekkür ederim. Yarın erken kalkmam lazım toplantım var.” “O zaman ben seni geçireyim canım!” Tuğsem’in sıcak tavrıyla Tuğrul çok sinir olmuş, kıskanmıştı. Bugüne dek kardeşinin sevgilisi olmamıştı ya da olmuştu kendisi denk gelmemişti. Sürpriz yapmak için gelmese belki de bu sırıktan da haberi olmayacaktı. “Tuğrul Bey, tanıştığıma çok memnun oldum. Bende kız kardeşimle yaşıyorum. Yarın akşam sizi yemeğe çıkarmak isterim. Hem daha iyi tanışmış oluruz.” “Bakarız.” “Bakın o vakit iyi akşamlar,” deyip çıkışa yürüyen Alaz’ın arkasından Tuğsem abisine tekrar ters ters baktı. Sonra koşar adım genç adamın arkasından dış kapıya gitti. “Sevgilim! Abimin kusuruna bakma!” “Benimde kız kardeşlerim var, beni kıskandı onu anlıyorum. Sen buna takılma bu gece güzelce uyu yarın sınava girmeden mutlaka ararım.” Tuğsem, ayakkabılarını giydikten sonra doğrulan arkası dönük adamın üstüne arkadan atıldı. Ensesine dudaklarını bastırıp uzunca öptü. Bu denli anlayışlı bir adamla birlikte olduğu için kendini çok şanslı hissediyordu. Alaz ise tüm bedenini titreten beklenmedik öpücükle ne yapacağını bilemedi. Deli akıl diyordu ki kimseyi umursama doktoru tut kolundan yalnız kalacakları bir yere götür ve sabaha kadar sev. Zira ailesi gelmese bu gece kolay bitmeyecekti. “Beni abin içerdeyken tahrik ettiğin için çok pis cezan olacak.” Alaz’ın sessizce dişlerinin arasında söylediğiyle Tuğsem kıkırdadı. “Bana kıyamazsın!” “Hiç emin olmayın doktor hanım,” dedi ve dudaklarından kısa bir öpücük çalıp hızla evden ayrıldı. Biraz daha kalırsa Tuğsem’den ayrılmak istemeyecekti. Aslında Tuğrul’la yalnız bırakmak istememişti ama baş başa konuşmalarının daha doğru olduğuna karar verdi. Çünkü onun sevgilisi her şeyin üstesinden gelirdi. Abisinin gözlerinin içine bakarak sevgilim deyişi gözlerinin önüne geldi. Gülümsedi. “Abi aç mısınız?” “Hayır! Hem sen gel bakalım karşıma, ne ayak bu BIÇAKÇI!” “Abi çok ayıp, sana yakışıyor mu böyle konuşmak ayak mayak?” “Tuğsem! Ne kadar süredir sevgilin var ve ben bilmiyorum?” “Hişştt çocukları yatırdım. Tuğrul, Tuğsem’e karşı ses tonuna dikkat et. Ne bağırıyorsun?” Hülya kurtarıcı gibi gelmişti. İki inatçı keçi kaşlarını çatmış birbirlerine bakıyorlardı. “Bağırmıyorum!” “Bağırıyorsun abi ve ben çocuk değilim. İsmini zaten biliyorsun. Bir iş adamı ve yarın akşam yemeğe gidersek ne istiyorsan ona sorabilirsin. Belki bilmek istersin bana evlenme teklif etti. En yakın zamanda istemeye gelecekler.” “Ne ben seni veremem kimseye…” Tuğrul’un aksilikle söylediği cümleden sonra Tuğsem ağzı açık kalırken, Hülya atladı. Kocasının bazen tam öküze döndüğünü unutuyordu. Ancak görümcesi söz konusu olduğunda her daim öküzlüklerini görebiliyordu. “Aaa o niyeymiş? Sen beni nasıl aldın?” “O başka Hülya herkes benim gibi değil.” “Sen nasılmışsın kocacığım?” “Ben seviyorum kızım seni!” “Alaz’ın sevmediğini nereden biliyorsun. Beni çıldırtmada, kalk yatalım. Tuğsem’in yarın sınavı var, unuttun mu?” Tuğrul, Hülya’nın azarıyla ses çıkarmadan kardeşine baktı. Buraya onun yanında olmak için gelmişlerdi. Doğru diyordu. Sinirle iyi geceler dileyerek odaya gitti. Tuğsem ile Hülya birbirlerine bakıp, kahkaha attılar. Sonrasında doktor yeğenlerinin yanına gitti. İkisine de özlemle uzun uzun baktı. Yatağına girdiğinde yarın için uzun uzun dua etti. Hayırlısı olsun demekten kendini alamadı. Sabah erkenden uyandı. Duşunu alıp, Saffet’ine abisini şikayet ederek randevu aldığı kuaföre gitti. Korumalar arkasındaydı ve abisinin bu durumdan hoşlanmayacağını biliyordu. Saçlarını düz fön çektirip, önünü ördürttü. Güzel yüzü örgüyle ortaya çıkmıştı. Hemen eve gelip, siyah pantolon ceket takımının içine buz mavisi tek renk bir gömlek giymişti. Kıyafet intiba için çok önemliydi. Mutfağa geçtiğinde dün akşam hazırladığı tabakları bir poşete koydu. Aldığı çay paketi, şeker ve ped bardaklar, tabaklar, çatalları ayrı bir poşet yaptı. Abisiyle birlikte Saffet’e yerleştirdiler. Tuğrul onunla gelmeyi teklif etse de Tuğsem kabul etmedi sınavı 10.30 da başlayacaktı. Saat daha sekizdi ve çocuklar orada huzursuz olabilirdi. Hastaneye geldiğinde hemen sınavın yapılacağı toplantı salonunu kontrol etti. Şansına her Salı seminer toplantılarının yapıldığı salonda sınavı olacaktı. Alışkın olduğu ortam kendini daha iyi hissedecekti. O kattaki çay ocağına getirdiklerini koydu. Pastaneden kahvaltılık bir şeylerde almıştı. O arada Ayla yanında Işık ile geldi. Tuğsem ufak bir şaşkınlık yaşasa da çığlık atarak Işık’a sarıldı. “Nereden çıktın?” “Yanında olmam gerekiyordu.” “Çok teşekkür ederim çok... Abimlerde geldi.” Ayla’ya da sarıldıktan sonra üçü birlikte öğretim üyelerinin önlerine birer tabak kahvaltılık ayarladılar. Suları ve meyve sularını da cam kenarında bir köşeye yerleştirdiler. Ahmet hocası 09.30 olmadan gelmişti. Danışman hocası olduğu için çok şanslıydı ve gelir gelmez jüri üyelerini tekrar anlattı. Tezinin hangi noktalarında onu sıkıştırabileceklerini ve vereceği cevaba kadar üstünden geçti. Ancak Tuğsem’in gerginlikten sürekli dudaklarını dişlediğini ve yerinde duramadığını gördüğünde öğrencisini rahatlatmak için birkaç cümle söylemek istedi. “Bu sınav sadece formaliteden bunu biliyorsun değil mi? Yıllardır çalışma şeklinle, yaptığın sunumlarla sen bu sınavı on kere geçtin benim gözümde. O yüzden özellikle Sibel Hanımın gözlerinin içine bakarak ve omuzların dimdik sunumunu yap. Tuğsem, ben sana çok güveniyorum kızım, lütfen sakin ol!” “Hocam çok teşekkür ederim. Tamam sakin olup, sizin güveninizi sarsmayacağım.” Derken bütün hocaları gelmiş, Tuğsem zaman kaybetmeden sunumuna başlamıştı. Başka üniversiteden gelen öğretim üyeleri dikkati ve samimi bir şekilde sadece takıldıkları konuları sorarken, Sibel hocası en ince detaya kadar didikliyor, onu sıkıştırmaya çalışıyordu. Ancak onun bunu yapacağını hem kendi hem de Ahmet Bey tahmin ettikleri için hazırlıklıydılar. Bu yüzden Sibel ne yaparsa yapsın, sunumu çok başarılı geçmişti. “Sen dışarı da bekleyebilirsin, biz bir değerlendirelim,” diye Tuğsem Ahmet hocası tarafından dışarı yollandığında sadece gülümsemiş başını eğerek çıkmıştı. Dışarı çıktığında ailesini, sevdiği adamı ve en yakın iki arkadaşını dışarda beklerken gördü. Gözleri doldu. Kucağına koşan Tuğberk’e sımsıkı sarıldı. Sonrasında Alaz’la göz göze geldi. Hüseyin kollarını açtı, doktor bu davete kayıtsız kalmadı. Hızla sevdiği adamın güvenli kollarına kendini attı. Tuğrul bu duruma çok bozulsa da sesini çıkarmadı. Tuğsem, Alaz’dan sonra garip bir ruh haliyle herkese sarıldı. Rüya’yı kucağına alıp, onu kucağından indirmeden diğer toplantı odasında hazırlanan yemekleri kontrol etti. İzinli hemşire arkadaşları bile gelmişti. Diğer bölümlerden asistan arkadaşları da oradaydı. Hepsine hoş geldiniz dedikten sonra sınavının olduğu salonunun önüne gitti. Hocalarının onu çağırmasını sevdikleriyle bekledi. İçeriden çağrıldığında jüri üyelerinin başarı dilekleriyle sınavının başarılı olduğunu öğrendi. Ahmet hocası orada hazır bulunan cübbeyi alıp, giydirdi. İlk tebrik edende danışman hocası oldu. Fotoğraflar çekildiler ve yemeğe geçtiler. Jüri üyeleri kendileri için hazırlanmış masaya geçtikten sonra servis başladı. Hastanede ve dekanlıkta Tuğsem’in tez sınav yemeği varmış diye duyan kim varsa geldi. Alaz’ın adamları da kavurmanın ve pidenin başındaydı. Tuğrul buna da ayrı sinir oldu. Böyle bir şey ikram edilecekse o yapmalıydı. Bu sırığa ne oluyor diye içten içe kıskançlığını körükledi. Dün gece yatmadan önce Alaz’ı internette araştırmış, güzel haberler okusa da içi hiç rahatlamamıştı. “Kavurma ve pideyi ben yaptırırdım. Neden söylemediniz Ayla?” “Benim haberim yoktu Tuğrul abi!” “Ne fark eder ben yaptırdım.” “Ben varken sen kimsin pardon!” Alaz, kısık sesle yediği azara ses çıkarmamak için kendini zor tuttu. Bu ailedeki bütün ilişkilerim kavgayla başlayacak sanırım diye düşünmeden edemedi. Tuğsem’e yapmak istediklerinin yanında elli kilo kavurmanın pidenin lafı mı olurdu? Tuğsem sınavdayken toplantı salonunun önünde sen neden geldin diye karşılanmıştı ve sevdiği kadının abisi diye alttan almıştı. Ancak bu dakikaya kadardı. Kimse ona böyle yüksekten yüksekten konuşamazdı. Tuğrul’un gözlerinin içine meydan okurcasına konuşmuştu. “Ben mi? Ben senin müstakbel enişten oluyorum!” Hüseyin Alaz lafını söylemiş ve Ahmet Hocanın seslenmesi üzerine onun yanına gitmişti. O sinsi kadının bakışlarını görmezden gelerek hal hatır sormuştu. Tuğsem gururla sevdiğine bakarken ona gittikçe kinlenen iki kişiyi fark etmiyordu. Gerçi fark etse bile umursayacak değildi. Rüya’nın huysuzlanması üzerine doktorun ailesi erken ayrılmıştı. Tuğberk ile bugün bol bol ilgilenmeliydi. Giderken dudak büzmüş halamı istiyorum diye ağlamıştı. Alaz’a olan yakınlığını fark etmiş gibi Tuğberk’te sevdiği adama ters davranıyordu. Tuğrul’un değil ama Tuğberk’in bacak kadar olup, Alaz’a dik dik bakması halasından uzak tutmaya çalışması ortamda bayağı gülüşmelere neden oldu. Alaz akşam yemeği için davetini yenileyince Hülya memnuniyetle deyip, Tuğrul’a fırsat vermeden kabul etti. Bunun üzerine Alaz ağa Berfin’e akşam sevdiğim kadın ve ailesiyle yemek yiyeceğiz diye haber vermişti. Berfin hemen ablasını aramış, ablası annesini derken akşama kadar Alaz’ın sevdiği kızın ailesi ile yemek yiyeceğini bütün aile öğrenmişti. Ferzan dede bunu kaçıramam diye hemen özel uçaklarını hazırlattı ve tüm aile yemek için yola çıktı. Alaz’a büyük sürpriz olacaktı. Tuğsem, Işık ve Ayla’yı da yemeğe dahil etti. Hem ortamı yumuşatmaları gerekiyordu. Abisini hiç bu kadar huysuz görmemişti. Alaz’ı üzecek bir şey olsun istemiyordu. Hülya çocuklardan fırsat bulamazsa Işık müdahale edecekti. Öğleden sora bölüm sekreteri ile sınav tutanaklarını tamamlamak için çalıştı. Erken saatte de onu bekleyen ve etrafın toplanmasında yardımcı olan Işık ile evine geçti. Tuğberk’i alıp, mahalledeki küçük parka götürdü. Bol bol koşuşturdular, hala yeğen öpüşüp koklaşıp güldüler. Parktan döner dönmez saçlarını topladı bonenin içine aldı. İlk önce Tuğberk’i yıkadı. Giydirdi, uyuması için annesine teslim ettikten sonra kendisi de saçlarını ıslatmadan ılık bir duş aldı. Akşam yemeği için İstanbul trafiğini hesaba katarak geç bir saate organize etmişlerdi. Bu yüzden yemeğe kadar doğru dürüst onunla konuşmayan abisi yerine üzgün olduğunu anladığı arkadaşıyla zaman geçirmeye karar verdi. Hem bir buçuk yıldır bu sınavı için çalışıyordu. Üstünden büyük büyük yük kalktığından kuş kadar hafiflemişti. Arkadaşının ne derdi varsa kafasında hiçbir sıkıntı olmadan dinleyebilecekti. Üç fincan kahve yaptı. Mutfak balkonuna çıktılar. Hülya çocukluk arkadaşlarıydı, çok da yakın olduklarından rahatça onun yanında sordu. “Eee Işık Hanım anlat bakalım?” “Neyi anlatayım canım?” “Işık! Aptala yatma boşuna bir derdin var. Hem gülümsemelerin sahte bir kere…” “Ne oldu kuzum Tuğsem doğru söylüyor? Bugün Alaz’ın yanına gelen adamdan sonra benimde dikkatimden kaçmadı. Ah bu çocuklar fırsat vermiyor ki, yoksa hastanede o anda soracaktım.” “O kadar mı belli ettim Hülya,” dedi ve gözlerinden yaş süzüldü. Tuğsem ve Hülya birbirlerine bakıp, tekrar Işık’a döndü. Tuğsem, Alaz’ın yanına kimin geldiğini düşündü. Kim gelmişti ki… “Ben, ben az kalsın çok büyük bir hata yapıyordum.” “Işık, korkutma beni…” diyen Hülya içeriden ona seslenildiğini duyunca mecburen kalkıp söylenerek içeri girdi. Işık sessizce ağlıyordu. Tam konuşmak için arkadaşına bakıyor, sonra nasıl anlatacağını bilemediğinden susuyordu. Tuğsem sessizce bekledi. “Tuğsem, çok kötüyüm, çok korkuyorum. Dün savcılığa gittim. Ferhat denen saplantılı psikolojik manyaktan bahsetmiştim. Onu şikayet ettim.” “Ne yaptı sana?” "Ya..yapamadı. İki gün önce beni okulun iki sokak ilerisinde adamları kaçırmaya kalktı. Gözleri dönmüş gibiydiler. Ağamın kadınını kimseye vermeyiz. Ağamızın olmayacaksan da sende artık yaşamayacaksın dediler. Bırakın beni diye kendimi kurtarmaya çalışırken nereden çıktığını bilmediğim iki kişi beni kurtardı. Ancak kurşunların arasında kaldım. O pisliğin adamları ile beni kurtarmaya çalışanlar çatıştı. Adamlardan biri benim yüzümden vuruldu." “Ne diyorsun Işık, tayin dilekçene daha cevap gelmedi mi? Can güvenliğim yok desene müdürüne…” “On beş gün oldu başvuralı daha belli değil?” “Seni kurtaran adamlar kimmiş peki?” Işık, kafasını kaldırdı. O günden beri her telefon konuşmasında içindeki yarayı anlatmak istemişti. Fakat utanmıştı. Ne anlatacaktı ki? Birkaç saatte hiç zorlanmadan adamın biri beni yatağa atacaktı, düşünsene hem de hiç zorlanmadan mı? Böyle söylese bile Tuğsem’in onu yargılamayacağını biliyordu. Fakat yine de sahipli ve baba adayı bir adamla yaşadıklarından utanıyor. Utanmak az kalır yerin dibine giriyordu. “Altuğ’un!” “Altuğ mu? Ne alaka?” “Yaklaşık yirmi gün önce Şırnak’a geldi?” “Günlerdir ses tonundan bir sıkıntın olduğu belliydi. Soruyorum, söylemiyorsun da... Altuğ ile ne oldu?” Işık gözleri tekrar bir çeşme misali akarak en yakın arkadaşına baktı. Günlerdir telefonu açmamasına rağmen bıkmadan arayan, hayatında kimse olmadığına ve bir kere konuşmak istediğine dair mesajlar atan adamı hala sevdiği için kendine kızıyordu. Öyle kızıyordu ki bir keresinde aynaya bakarken Altuğ’un öptüğü dudaklarına bakıp, yeniden öpüşmek istemişti. İki eliyle kendini yanakları kızarana dek şamarlamıştı. O anları hatırlayarak yine arkadaşına olayları anlatmaya başladı. “Sana dedim. Ona dokunursam yanacakmış, acı çekecekmişim gibi hissediyorum dedim. İçimden bir ses uzak dur diyor dedim. Altıncı hissimin bu denli güçlü olduğunu bile bile ondan uzak kalamadım. Ah Tuğsem çok utanıyorum. Ona karşı duygularıma gem vuramadım. Dokunma demek dilimden dökülmedi. Onu uzaklaştırmak elimden gelmedi. Aksine ateşlerde yanacağımı bilsem bile ona tüm kalbimle koştum. Onun tarafından sarmalanmak istedim. Onun olmak istedim.“ Ondan sonra yaşadıklarını ağlaya ağlaya anlattı. Altuğ’un annesi aramasa kendini tamamen bırakacak kıvama nasıl geldiğini anlattı. O anda yaşadıklarının çok güzel çok özel hissettirdiğini söylediğinde Tuğsem ona gülümseyerek baktı. İnsanın sevdiğine dokunması gerçekten öyle hissettiriyordu. Bu duyguyu bir önceki akşam kanepesinde deneyimlemişti. Işık’ın ellerini tuttu. Kendince batırdığı gemileri Altuğ ile teker teker çıkarmaları gerektiğini düşünerek konuşmaya başladı. “Neden bir kere olsun Altuğ’u dinlemedin.” “Annesinin sesinde ki mutluluğu duysaydın. Onun hayatında da yerim olmadığını sende görürdün.” “Işık!” “Ne saçma değil mi? Belki de birkaç gün sonra o manyak herif hiç ummadığım bir anda beni kaçıracak ya da kurşunlayacak. Hala beni korkutan Altuğ ile konuşmak.” “Allah korusun! Hemen Alaz ile de konuşacağım uzaklaştırma kararı yetmez. Koruma da ayarlatalım. Hem o kişilerin Altuğ’un adamı olduğunu nasıl öğrendin.” “Karakolda! Sonrasında vurulan adamı hastanede ziyaret ettim. Altuğ’un yanımdan gittiği günden beri beni gizli gizli koruduklarını öğrendim. Ferhat’ın bana zarar verebileceğini benden önce düşünmüş.” “Amma sulu göz olmuşsunuz hocam,” diyerek Işık’ın hiç kesilmeyen gözyaşlarını sildi. Bir bardak su getirip, yudum yudum yarısına kadar içmesini sağladı. Tekrar arkadaşının karşısına geçti. “Işık bir an önce o şehirden ayrılmalısın. Lütfen müdürünü ara ve bir şekilde iki hafta izin al. İznin bitmeden de bir şekilde tayin işi hızlandırmak için uğraşırız. ” “İzin alamam karnelere üç hafta var, çocuklarıma karnelerini ve diplomalarını ben vermeliyim. Dört yıldır gözümün içini gözleyen yavrularıma bunu yapamam.” “ Öğrencilerinin karneleri canından önemli mi?” Tuğsem’in sert tepkisine sadece bakan, ses çıkarmayan arkadaşına ofladı. Işık’a tepki veriyordu ama birinin canı söz konusu olduğunda o da kendini düşünmezdi. “Off tamam anladım, o zaman güvenliğini üst düzeye çıkarmak için neler yapabiliriz onu düşünelim. Nejla teyzeyi çağır yanına evde yalnız kalma. İki hafta sonra bende gelirim yanına hem de evini boşaltmana yardım etmiş olurum.” “Tamam!” “O zaman hemen kalkıyorsun. Güzel bir duş al ve hazırlan! Akşam yemeğinde büyük görevin unutma!” “O gelmez değil mi?” “Bilmem bugün ne oldu?” “Hiç, kaçtım resmen uzaktan baktı. Sonrasında da mutlaka benimle konuşacağına dair bir mesajı geldi.” “Konuş Işık!” “Konuşayım mı?” “Birtanem bana yapma bari, konuşmak için can atıyorsun çok belli...”
“Ağam, Alaz ağa bugün sevgilisinin ailesiyle boğazda yemek yiyecekmiş?” “Kaç kişi olacaklarmış Cabbar!” Seyit Dara gençliğinin verdiği agresif hareketlerini göstermekten çekinmiyordu. Annesinin ve ihtiyarların baskılarıyla bir kere daha Alaz’ı öldürmeyi deneyeceklerdi. Suzan’dan da sıkılmıştı. Alaz’dan kurtulduğu gün onu da başından def edecekti. Hem bu saatten kimseye güvenemezdi. Alaz’a böylesine ihanet bir kadını yakınında tutmak aptallık olurdu. Akşam saatlerinde gelen haberle hareket etmeye karar verdi. Bu yüzden ilk defa kendi başına bir karar vererek emirlerini yağdırdı. “Yemek çıkışında en az yirmi adamla restoranı tarayın Alaz ağa sabaha canlı çıkmayacak. Anladın mı Cabbar? Bu seferde gebermezse ben senin kafana sıkarım.” “Ağam, o restoran işlek bir caddenin kenarında hem çoluk çocuk da olabilir.” “Banane lan çoluk çocuktan.”
|
0% |