Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

“Banane lan çoluk çocuktan.”

Cabbar aldığı emirden sonra telefon kullanmaktan olabildiğince uzak durduğu için biraz yavaş hareket ediyordu. Ancak Seyit Dara’nın ne denli gözünün döndüğünü gördükten sonra çok dikkatli olmalı ve bugün bu işe son vermeliydi. Bunun idrakıyla içi çok rahat olmasa da elinde hazır olan adamlarla suikastı organize etmeye başladı.

Işık Şırnak’tan hazırlıksız geldiği ve fizik olarak Ayla’ya daha yakın olduğu için Ayla birkaç kıyafetle Tuğsem’in evine gelmişti. Ayla kırmızı göğüs bölgesi tamamen kapalı, boyundan bağlamalı etekleri uçuş uçuş bir elbise giyerken, Işık siyah tek omzu açık diğer omzu da göğsünden şerit gibi çıkan kumaşla kapanmıştı. O şerit şeklinde uzanan kumaş göğüs dekoltesini başka bir boyuta taşımıştı. Ayla’nın boyu daha uzun olduğu için asimetrik kesim etek dizlerinin bayağı altında kalmıştı. Ayla’nın tam kasıklarında biten yırtmaç onda dört beş parmak aşağıda kalmıştı. Sanırım basenlerinden kaynaklı sağ bacağının üstünden uzanan yırtmaç yürüdükçe yürek hoplatacağa benziyordu.

Ayla düzleştiriciyi eline aldı. İlk önce kendi saçlarını sonra Tuğsem’in bozulan saçlarının üzerinden geçti. Işık’ın derdini bilmiyordu ancak ağladığı belli olan arkadaşıyla ilgilenmek istedi. Bu yüzden her zaman kabarık saçlarla gezen arkadaşını zorla önüne oturtup, saçları dümdüz olana kadar uğraştı. Işık, gözlerinin güzelliğini ortaya çıkaran bir makyaj ve kıpkırmızı bir ruj sürmüştü. Bilekten bağlamalı ucu açık topuklu ayakkabıları ile aynaya baktığında, kendi bile şaşırdı. Uzun çok uzun zamandır bu denli dikkat çekici olmadığını düşünüyordu. Hiç takı takmadı. Zira yeteri kadar abarttığını biliyordu. Ayla her zaman ki dikkat çekici makyajlarından birini yapıp, ten rengi stiletto giymişti. Omuzlarına uzanan siyah küpeleri ve bir sürü bileklik ile tamamlanmıştı.

Tuğsem ise nane yeşili göğüs çatalından omuzlarına doğru gerdanı tamamen açık, etek boyu dizlerinin altında bir elbise giydi. Elbise beyaz küpürlerle kaplı ve kolları dirseklerine kadar uzanıyordu. Beyaz küpürler çiçek motifleriyle çok hoş duruyordu. Saçları düz olduğu için beline kadar uzanırken, sabahki örgüsünü çözdü. Saçları biraz önüne dökülsün istiyordu. Makyajını olabildiğince doğal tonlarda tuttu. Siyah stilettoları ve küçük çantası ile hazırdı. Tuğsem, takı olarak inci küpeler ve göğüs çatalına kadar uzanan zarif bir kolye kullanmıştı. Kızlar Tuğsem’in yatak odasında bulunan boy aynasına aynı anda baktıklarında sonuçtan gayet memnundular.

“Oh harika oldunuz kızlar!”

“Gecenin yıldızı sensin Tuğsem!”

“Ne demezsin Ayla, kızım yanında dana gibi duruyorum. Allah’ım ben niye hiç incecik olamıyorum.”

“Kemiklerin iri senin,” diyen Işık’la hepsi birlikte güldü. Tuğsem’in çocukluğundan beri hep incecik kızları beğenip, ben niye böyle değilim diye hayıflandığı ama aslında kendini bu kiloyla sevdiğini bilen Işık ergenliklerinden beri bu espriyi yapardı.

“Doğru kemiklerim iri yoksa sizden aşağı yanım yok yani!”

“Tabi ki yok tatlım! Hem herkes benim gibi manken olmak zorunda değil!”

“Ah Alaz gibi başlama yine Ayla! Bir Yeşilçam filmi vardı. Orada eski kocasına güzelleşmek isteyen kadına eğitmeni, ilk önce güzel olduğunu kendin kabul edeceksin diyordu. Zavallım o da nasıl olacak diye saf saf sormuştu. Aynanın karşısına geçip, ben dünyanın en güzel kadınıyım diye tekrar ettirip durmuştu. Kesin benim Hüseyin’im aynanın karşısına geçip ben dünyanın en yakışıklı erkeğiyim diyor, sen de en güzeliyim. Valla narsist olmanızdan korkuyorum.”

“Abart abart Tuğsem!”

Tuğsem ile Işık, Ayla’nın gözlerini belerterek verdiği cevaba güldüler. Aslında Ayla’nın bir suçu yoktu. Uzun boyu ve güzel fiziği yüzünden o kadar çok insan doktor olduğunuza emin misiniz diye soruyordu ki, o da kendini manken gibi hissetmeye başlamıştı. Birbirlerine sımsıkı sarılıp geceye başlamak için odadan çıktılar.

Hülya çocuklarla rahat edemeyeceğini düşündüğünden kızların ısrarına rağmen görümcesinin şık yaka detaylı fırfırlı bej rengi bir gömleğini ve siyah keten pantolonunu giydi. Saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapıp, siyah babetlerini giydi. Rüya’yı halasının aldığı elbiseyle süsledi. Zaten kızı doğduğundan beri kendinden çok onu süslüyordu. Tuğberk’e lacivert bir takım giydirmiş, kırmızı papyon ile küçük adam çok yakışıklı olmuştu. Tek memnun olmayan Tuğrul’du. Hazırlanmaya başladıklarından beri söylenmesi hiç durmayan adam karısına uygun krem keten takımın içinde çok yakışıklı gözüküyordu. Geniş omuzları ve uzun boyuyla her zaman dikkat çekerdi. Karısının ısrarlarına rağmen kravat takmadı.

Alaz, kız kardeşi Berfin’i alıp, sözleştikleri saatten bir saat önce restorana gelmişti. Berfin’in neden düğüne gider gibi hazırlandığını anlamasa da o da duşundan sonra en şık takımlarından gri takımını giydi. Saçlarından başlayarak kendini parfüme boğdu. Kol saatini takarken aynadaki görüntüsünden memnundu.

Restoranda az kişi vardı. Normalde çok dolu olan mekanın böylesine sakin olmasıyla keyiflendi. Melih’in dışardaki korumaları yerleri konusunda yönlendirip geleceğini biliyordu. O ara arkadaşını jilet gibi siyah takımın içinde ona yürürken gördü. Öyle sert duruyordu ki Altuğ bazen gerçekten korkutucu oluyordu. Bugün Işık’ın tavrını görene dek Altuğ’un beklemesi yönünde düşünmüştü. Birbirlerinin gözlerinde kaybolan ikilinin mutlaka konuşması gerektiğine karar vermişti. Tuğsem’in Ayla ile Işık da gelse sıkıntı olur mu diye sorması üzerine o da Altuğ’a haber vermişti.

“Hoş geldin kardeşim.”

“Hoş bulduk, Berfin nasılsın?”

“İyiyim Altuğ abi hoş geldin,” diye Berfin genç adama sarılmıştı. Onun vıcık vıcık hareketler sevmediğini bildiğinden çoğu zaman gıcıklığına yanaklarını sulu sulu öpüyordu. Altuğ’un kız kardeşi olmadığı için Yasmin’i de onu da kardeşi gibi seven adam Berfin’e ayrı düşkündü.

“Of kızım ya bütün tükürüklerin yüzümde maşallah!”

“Ee nasıl olmuşum abi?” Altuğ’un söylediğine hiç alınmadığını göstererek önünde döndü. Pembe renkli İspanyol kollu mini kıyafetinin içinde çok tatlı bir o kadarda seksi duran kıza kaşlarını çattı.

“Bu kadar kısa olmasa gayet güzel!”

“Iyy illa maçoluğunu ortaya dökeceksin.”

Altuğ, Berfin’in tepkisine hiç keyfi olmamasına rağmen gülümsedi. Saçlarına bir öpücük kondurdu. Günlerdir doğru dürüst uyuyamazken birkaç gündür hiç uyku tutmuyordu. Işık’ı o şerefsiz Ferhat’ın kaçırmaya çalıştığını öğrendiği günden beri yerinde duramıyordu. Işık’ın onu kovduğu günden beri iki defa Şınak’a gitmişti. Uzaktan bakmış, karşısına çıkmaya cesaret edememişti. Duyan olsa iyi dalga konusu olurdu. Koskoca Altuğ Ağa bir kadınla konuşmaya korkuyordu. Mesajlarına aramalarına kötü de olsa karşılık verse böyle hissetmeyecekti belki de.

Öğle saati onu göreceği için heyecanla Tuğsem’in çalıştığı hastaneye gitmişti. Işık’a özlemle baktı. Işık’ın gri güzel gözlerinin acıyla ona bakması içindeki acıyı katlandırdı. Zaten o bakıştan sonra da Işık hep ondan kaçmıştı. İşte o zaman kabul etmek istemese de gri gözlü kadına fena tutulduğunu anladı. Yüzüne bakmamasına mı yansın, yoksa onu can yakacak şekilde özlediğini anladığında ki şaşkınlığına mı bilemedi. Yıllarca yurtdışında kalmıştı. Kimseyi böyle özlediğini bilmezdi. O kadar mı içime işledin güzel gözlüm derken buldu kendini ve Alaz’ın yemek davetiyle ayağına gelen şansı kullanmak istedi.

Mekanın kapısından içeri girer girmez bütün çalışanların onların etrafında pervane olmasından hiç hoşlanmayan Tuğrul, Alaz’a öldürecek gibi bakıyordu. Tamam iyi adamsın, zengin adamsın fakat kardeşimi almak için gözümü boyayamayacaksın diye yumuşamamak için kendini gaza getiriyordu. Alaz ise sadece sevdiği kadına bakakalmıştı. Öyle zarif ve güzel gözüküyordu ki içi aydınlanmıştı. Tuğrul’a bugün kardeşini alacağım demişti resmen, hiçbir çekincesi olmadan sımsıkı sarılarak karşılamıştı sevdiğini.

Berfin ise şok olmuş bir şekilde Tuğsem’e bakıyordu. Abisinin doktoruna aşık olduğunu öğrendiğinde içi içine sığmamıştı. Annesinin hastaneyken Tuğsem ile ne zaman konuşsa keşke böyle bir gelinim olsa diye doktorun arkasından ah çektiği zamanlar geldi aklına. Ah anneciğim dilek kapıların acıkmışta haberin yokmuş diye aklından geçirdi. Herkesi güler yüzle karşıladı. O sadece abisine büyük sürpriz yaşatmayı düşünmüştü ama doktoru görünce anladı ki, ailesine de sürprizlerin en güzeli olacaktı.

Işık, gözlerini hiç ayırmadan bakan adama bir süre baktı. Sonra onunla selamlaşmadan masaya oturdu. Deniz manzaralı on kişilik masanın en köşesine geçerken, Ayla’da yanına oturmuştu. Henüz Ayla’ya Altuğ ile yaşadıklarından bahsetmemişti. Gerçi onun nezdinde bahsedecek bir şeyde yoktu. Konuşmayacak sadece unutmayı deneyecekti. Konuşmazsa, görmezden gelirse daha çabuk unuturdu değil mi?

Altuğ ise hüsranla Işık’ın arkasından bakarken derin bir iki nefes aldı. Her adım attığında boydan boya açılan sağ bacağından gözlerini alamamıştı. İlk defa böyle açık bir kıyafetle görüyordu. Hem çok etkilenmiş, hem de kızmıştı. Kızmış mıydı? Yoksa o seksi bedenin nasıl kalbine sakıncalı olduğunu anlamak mı onu rahatsız etmişti? ‘Sadece kıskandın,’ diyen iç sesine katılmak istemiyordu. Önce Yüreğini hoplatan kadının karşısına oturmayı aklından geçirdi fakat bu fikirden vazgeçti. Bu kalabalık ortamda zaten konuşamazdı. Herkes yerleşince masanın ortalarında Tuğrul’un tam karşısına gelecek şekilde oturdu.

“Halamın yanına ben otuyucam,” diye bağıran Tuğberk, halasının yanına oturmaya çalışan Alaz’a tekme attı. Sanki büyük adam gibi Alaz Ağaya diklenen çocukla Tuğrul ve Berfin kahkaha atarken diğerleri şaşırmıştı. Ağa dizlerinin üzerine çöktü, rakibinin omuzlarına ellerini koydu. Göz göze geldiklerinde ciddiyetle konuştu.

“Tamamdır küçük bey bugünlük sen oturabilirsin ama bundan sonra hep ben oturacağım.”

“Hayıy, halam benim.”

“Tuğberk bebeğim…”

“Halacım sırığa söyley misin? Senin yanına hep ben otuycam.”

“Sırık mı?” diye şaşkınca soran Alaz ile herkes kahkaha atarken Tuğsem utançtan kıpkırmızı oldu. Tuğrul’a başını kaldırıp bakmış çocuğun yanında her şeyi konuşursan böyle olur dercesine başını sallamıştı. Tuğsem’in utanması Tuğrul’un umurunda değil, sadece aslan oğlum benim halasını nasılda koruyor diye gurur duyuyordu.

“Bebeğim hadi gel,” diyerek Tuğberk’i kucağına alan doktor sevdiği adamın yüzüne bakamamıştı. Durumu anlayan Alaz sadece ayağa kalkmış ve uzatmadan Altuğ’un yanına oturmuştu. Tuğsem’le göz göze geldiğinde ona özür dileyen mahcup gülümsemesine önemli değil dercesine karşılık vermişti.

Garsonlar siparişleri alırken mekanın kapısından gürültücü bir kalabalık girdi. Alaz o anda Tuğberk’in gözüne girmek istediğinden onunla ilgileniyordu. Her ne kadar pek yüz bulamasa da bu küçük beye halasını çok sevdiğini hissettirmeliydi. Tuğrul’un gevşek gevşek gülümseyen hallerine sinirlenmemeye çalışırken dedesinin sesini duydu. Afalladı, başını sesin geldiği yöne çevirdiğinde tüm ailesinin onlara doğru yürüdüğünü gördü.

Gözleri Berfin’i aradığında çoktan Yasmin’e sarılmış olduğunu gördü. Küçük cadı demek hemen sırrını ortaya dökmüştü. Oysa sevgilisinin ailesiyle ilk yemek olduğu için dedesi ve özellikle annesinin bilmesini istemediğini sıkı sıkı tembihlemişti. Ceketinin önünü ilikleyerek ayağa kalktı. O ara masalarına kadar yaşına göre hala dimdik yürüyen Ferzan Bey’in eline uzandı. Dedesinin elini öperken biraz mahcuptu sanki…

“Hoş geldiniz dede!”

“Hoş bulduk oğlum, demek gelinimin ailesiyle bizsiz yemek yiyordun.”

“Sizde hoş geldiniz anne,” diyerek dedesinin laf sokmalarından kaçan Alaz, babası Hasan Bey ve kardeşi Yasmin’i de karşılaştı. Masada ufak çaplı bir kargaşa oluşurken, Tuğsem’in eli ayağına dolanmıştı. İlk etapta ayağa bile kalkamamıştı. Herkesin ayağa kalkması ile mecburen o da kalktı. Ancak kimseye nedense hoş geldiniz bile diyemiyordu.

Alaz ise annesinin arkasında gördüğü Rojda yengesiyle kaşlarını çattı. Beyaz eşarbının altındaki siyah gözlerin ona nasıl düşmanca baktığını gördükçe Selçuk’un bekle demelerini unutası geliyordu. Derdin ne yenge ben sana ne yaptım diye hesap sormamak için kendini zor tuttuğu bir an yaşarken, Helin’i görmesiyle yüzü gülümsedi.

“Hoş geldin kuş yuvası!”

“Hoş buldum abi,” diye en sevecen haliyle Alaz’a sarılan kızından bir kere daha nefret etti Rojda, ne yaparsa yapsın bu kızın fikirlerini değiştiremiyordu. Zaten son bir aydır araları iyice açılmıştı. Kendi abisine bile böylesine sevgi dolu değilken Alaz’a aşkla bağlı olması sinirlerini bozuyordu.

Eltisinin yanına otururken masadaki üç genç kızda bakışlarını gezdirdi. Hangisinin Alaz’ın sevdiği kadın olduğunu merak etti. Akşamüstü gelen bu haberle herkesin havalara uçmasına sinir oldu. Şanslı gelin kim diye gülerken, şanssız mı desem acaba belki de düğünü bile olmadan ölecek bir adama aşık sonuçta diye tüm kötü düşüncelerini aklından geçiriyordu.

Helin ise annesi yerine ablalarının yanına oturmayı tercih etti. Alaz’ın onu halasına gönderdiği gün annesinin yanına gelmesiyle hiç aklında olmayan, duyduğu zamanda anlamsız gelen telefon konuşmaları anlam kazanmıştı. Alaz’ı öldürmek isteyenlerden biri de annesiydi. Bu yüzden neyin var sorularını hep geçiştirmiş ve Alaz Ağasına söz verdiği gibi kimseye hiçbir şey anlatmamıştı.

Alaz, eklenen yeni masa sandalyeler ve açılan servislerin bitiminden sonra sessizce yerinde oturan sevdiği kadının yanına gitti. Annesinin heyecanla ve mutlulukla bekleyen bakışlarına gülümseyerek Tuğsem’i kaldırdı. Tuğrul’un kaşları çatıldı. Hülya’nın ve Işık’ın tembihleri olmasa restoranı terk edebilirdi. İki yanına oturan yaşlı adamları sevse de bu emrivakiden hiç hoşlanmamıştı.

Tuğsem’in kızaran yanaklarına ve zoraki tebessümüyle ortaya çıkaran çukurluğa bakıp, konuşmaya başladı.

“Tuğrul Bey, bu emrivaki için çok üzgünüm lütfen ailemin heyecanına verin. İnanın bana da büyük sürpriz oldu. Ancak onlara kızamıyorum.”

Tuğrul, kardeşine baktı. Böyle bir açıklama beklemediğinden ufak çaplı şaşırsa da sert tavrını sürdürdü. Bu davranışlarını devam ettirir ve bu akşamı mahvederse kız kardeşi çok üzülürdü. Hafif gülümseye çalışarak, sadece önemli değil gibisinden başını salladı.

“Sevgili ailem, Tuğsem’i hepiniz tanıyorsunuz zaten. Doktorumdu, şimdi de Allah’ın izniyle karım olacak,” diyerek sanki ilk defa tanışıyorlarmış gibi dedesinden başlayarak tekrar tanıştırdı. Sonrasında yerlerine oturdular ve curcunalı bir yemek başlamıştı.

Avjin Hanım, gelin adayına ağzı kulaklarında bakıyordu. Tuğsem, ona düşmanca bakan Rojda’nın bakışlarından kaçmak istediğinden kayınvalidesinin bu güzel bakışlarını göremiyordu. Rojda’yı bildiğinden sadece ona gülümsememiş, diğer aile bireyleriyle tek tek konuşmuştu. Özellikle Helin’i bağrına basmış, Alaz için yaptığı cesurca hareketten sonra başka türlü davranamazdı. Tuğrul gecenin ilerleyen vaktinde Ferzan dede ve Hasan Kani Bey ile koyu bir sohbete girmiş, rahatlamıştı.

Hülya, Işık sayesinde çocuklarla çok zorlanmamıştı. Arkadaşının şahin bakışlı adamdan kaçmak için Rüya’yı kullanması onun işine gelmişti. Açıkçası belki de aylardır ilk defa rahat yemek yiyordu. Hem de Tuğsem’in hayırlı işinin bu kadar güzel ilerlemesinden memnundu. Ortamda sıkılan bir kişi daha vardı. Ayla!

Ayla, Alaz’ın ailesinin kalabalığından ürkmüştü önce ancak onun asıl kafasını karıştıran Altuğ’un sürekli onların olduğu tarafa bakmasıydı. Sert bakışlarına bazen karşılık verdiğinde başını eğen adamla ne düşüneceğini bilemediğinden Işık’a sormuştu. Hoca hanımın olumsuz tavrıyla tamamen bakışları kendi üzerine alındı. Gürültücü kalabalık onu çok sıkmıştı. Çocukların sesiyle başı ağrımaya başlamıştı. Bu ortama daha fazla dayamayacağını hissettiği anda tatlıya kalmayıp, yorgunum diye geceden ayrıldı.

Tatlılar yendikten hemen sonra da çocukların uykusundan dolayı Hülya eve gitmek istedi. Bunun üzerine Tuğsem ve Işık’ta ayaklanınca, Altuğ üzüldü. Işık’a uzaktan bakmaktan başka bir şey yapamamıştı. Alaz’ın kardeşlerinin ona yakınlığı Işık’ın gözünden kaçmamış ve acayip kıskanmıştı. Genç adamın olduğu tarafa bu yüzden de hiç bakmamıştı. Zaten genelde Rüya ile ilgilenmiş kimse ile sohbete girememişti.

“Siz biraz daha kalın Tuğsem, ben Tuğrul’u idare ederim. Alaz’ın ailesi sırf seninle tanışmak için uzun yoldan gelmişler.”

“Hülya, abim bu durumdan hiç hoşlanmayacak.”

“Aman onu idare etmesi kolay, asıl sorun küçük canavar halası,” diye gülünce Tuğsem’de güldü. Aşkla yanında uyuklayan yeğenini kucağına aldı. Sımsıkı sarılarak başının üstüne öpücükler kondurdu. Bu çocuğu öpmelere doyamıyordu. Rüya’yı da seviyordu ama Tuğberk’in yeri çok ayrıydı.

Tam tahmin ettikleri gibi Tuğrul, Işık ve Tuğsem’in onlarla gelmemesine bozulsa da ses çıkarmadı. Tuğberk halası onlarla gelmeyince ağlamaya başlamış, sakın halamın yanına oturma diye Alaz’a bağırmış, babasının kucağından inmeye çalışmıştı.

“Tuğberk’i en büyük rakibim olarak görüyorum derken ne kadar haklıymışım!”

“Abartma istersen sevgilim.”

“Abartma mı, gerçekten mi? Boyu yetse beni dövecek senin küçük velet,” diye söyleyince Tuğsem kahkaha attı. Ailesini yolcu ederken mekanın kapısında Alaz’ın Tuğberk’i çekiştirmesine inanamıyordu. Resmen küçücük çocuğu kıskanmıştı.

“Dövmedi sayılmaz, az tekme yemedin.”

Bu sefer Alaz ile birlikte güldüler ve el ele masalarına geldiler. Yasmin ve Berfin’in Tuğsem’in iki yanına oturmasıyla Alaz bir kere daha dışlanmış hissetti. Mecburen dedesinin yanına oturdu. Hem böylelikle Altuğ’u çakıldığı yerden kaldırmış oldu. Işık’la karşılıklı oturduklarında Altuğ yüzüne bile bakmayan kadına özlemle baktı. Sanki zayıflamıştı ama yine de çok güzeldi. Ona baktıkça utandığının ve beyaz teninin kızardığını gördükçe üzgünce gülümsedi.

Ellerinin titrediğini fark ettiğinde bir kere daha neye kızacağını bilemedi. Işık’ı beğendiği gecenin sabahında Seren’den ayrılmadığına mı? Sevmediği halde o kadına sevgililik sıfatına izin verdiğine mi? Pınar gibi iyi niyetli bir kızın ahını aldığına mı? Böyle kötü bir seçim yaptığı ve güzel gözlü kadınının mutsuzluğuna sebep olduğuna mı? Bu yaşına kadar kimsenin duygularına değer vermeden umursamadan yaşadığına mı?

Işık’tan sonra aslında ilişkiler konusunda ne kadar hatalı ve vurdumduymaz olduğunu anladı. İş işten geçmişti. En çokta iradesine sahip çıkamayıp, hemen Işık’la yakınlaşmasına kızıyordu. Annesinin telefonundan sonra genç kadının kendini ne kadar kötü hissettiğini görmüş ve sonrasında aklına neler getirebileceğini düşünmüştü. Cesaretsiz kısık bir ses tonuyla seslendi.

“Işık!”

 

Loading...
0%