Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

“Işık”

Altuğ’un karşısına oturmasından sonra kendini öyle sıkmıştı ki elleri titremeye başlamıştı. Kalbi çıkacak gibi atarken, ellerinin titremesi çok anormal bir durum değildi. Altuğ’un ismini söylemesiyle başını kaldırıp bakmamak için üstün bir çaba gösterdi.

‘Kendimden utanmama neden oldun, ruhumun kirlenmesini sağladın, diye başla ve ağzına geleni say. En azından mesajlarından birine bu şekilde karşılık vermeliydin’ diyen iç sesiyle ellerini sıkmaya başladı. Kafasını yana eğdiğinde herkesin kendi halinde olduğunu gördü. Tuğsem’in utangaçlığı geçmiş gülücükler saçarak, kayınvalide adayı ve görümceleriyle sohbet ediyordu.

Helin’i kolunun altına almasına da şaşırmıştı. Tuğsem öyle sıcakkanlı biri sayılmazdı. Saygılı, mütevazi ve sağlam ilişkiler kurardı. Ancak bu ilişkileri hiçbir zaman pat diye olmazdı. ‘Karşında cevap bekleyen seni yaralayan adam varken, sen Tuğsem’in ilişkilerini mi düşünüyorsun, iyice aklın uçtu, Allah akıl fikir versin’ diye bağıran iç sesiyle bir kere daha yüzleşmek istemediği kişi aklına çakılırken kalbinin derinliklerinin sızladığını hissetti.

“Işık!” Altuğ derin bir nefes aldı ve bir kere daha seslenmişti. Işık başını kaldırdı. Gözlerinin içine korkusuzca baktı. Göğüslerinin inip kalkmasından nefesinin yetmediği belli oluyordu. Sessiz olmaya çalışarak konuşmaya başladı.

“Sa..sana,” dedi ve devamını getiremedi. Hiç istemese de sert tavrını koruyamadı. Kekeleyerek güzel bir başlangıç yapamayacağı belli olmuştu. Derin bir nefes aldıktan sonra Altuğ’un özlemle bakan bakışlarına kanmayacağını kendine hatırlatarak devam etti.

“Sana bir daha karşıma çıkma dedim!”

“Bende senden vazgeçmeyeceğimi söylemiştim! Onlarca kez benim senden başka kadınla işim olmadığını yazdım. Eski sevgilimin bir oyunu olduğunu söyledim. Bir kere konuşmama izin vermelisin.”

Altuğ’un sert gözlerine korkusuzca bir süre daha baktı. Sonra onun karşısında olmaya dayanamıyormuş gibi yüzünü buruşturup, hızla yerinden kalktı. Kimseyle göz teması kurmadan restoranın arka bahçesine doğru yürüdü. Nefes alamıyordu. Hülya’larla eve gitmediğine pişman oldu. Bahçeye çıkar çıkmaz mini parkın ters yönüne yöneldi. Çocuklu ailelerin oluşturduğu küçük kalabalıkta kafa dağıtamayacaktı.

Dallarıyla bahçenin büyük bir kısmını kaplayan yaşlı çınar ağacının en karanlık köşesine geçti. Titremesi geçene dek burada bekleyebilirdi. ‘Saklanabilirsin!’ o gece dilini yutan iç sesi bugün hiç susmamıştı. Kendini, duygularına öyle kaptırmıştı ki arkasından gelen adamı fark etmemişti. Açıkçası arkasından gelebileceğini düşünmemişti.

Altuğ ile yaşadıklarından sonra ki acı, bunu atlatamadan Ferhat’ın kaçırma teşebbüsü derken psikolojisi yerle bir olmuştu. Normalde düşünebildiği dikkat ettiği ne varsa aklından çıkmıştı. Resmen aptala dönmüştü. Mesela geçen hafta evin anahtarını iki gün üst üste dış kapıda bırakmış, eve girmiş ve ertesi gün sabaha kadar fark etmemişti. Sürekli yemek yakmaya başladığından yemeği yakmayayım diye ocağın yanına sandalye çekip oturmuş ama o yemeği yine yakmıştı. Dersleri için tüm haftayı planladığı kağıtları kaybetmiş üstüne kendi yazdıklarını unutmuştu. Öğrencilerine çaktırmamaya çalışarak tüm haftayı konu tekrarlarıyla geçiştirmişti.

“Canını yaktım. Hiç istemesem de canını yaktım.”

Işık Altuğ’un sesiyle olduğu yerde sıçradı. Gözlerine bakarken sesindeki acının samimiyetine inanmak istedi. Sonra kafasını sağa sola sallayarak arkasını dönüp oradan gitmek istedi. Genç adam kolundan tuttuğunda gözlerini sımsıkı kapattı.

“Bak özür dilerim, çok da haklısın ama izin ver en başından her şeyi anlatayım.”

“Tek bir şey bilmek istiyorum. Ben o gün kalbimi de bedenimi de senin ellerine bırakmışken, o anlarda sen ne düşünüyordun?”

“Sadece seni! Biliyorum bana güvenmen zor ama gerçekten benim için çok önemlisin. Hatta artık vazgeçilmezimsin!”

“Vicdanın rahat etsin ben kendimi suçluyorum. Ne de olsa hiç tanımadığı bir adamın…” dedi ve Altuğ parmaklarını Işık’ın dudaklarına kapattı. O cümleyi tamamlamasına izin veremezdi. Kendine yakıştırabileceği sıfatların hiçbirini düşünmüyorken ona da söyletemezdi.

“Devam etme, o cümlenin tamamlanması sana da bana da haksızlık. Bak geçmişimle gurur duymuyorum. Hem o gün duydukların gerçek dışı… İnan yalanım yok!”

Işık’ın gözleri dolma dolma oldu. Günlerdir kendine yakıştırdığı tabirler canını yakıyordu. Şahin bakışlar ilk defa sert değil üzgün bakıyordu. Altuğ, o dolan güzel gözleri yeniden güldürmek için neler feda etmezdi ki, ne dese ne yapsa da konuşmaya ikna etse bilemiyordu. Işık genç adamın kolunu sertçe itti. İki adım geriye gitti.

“Çok geç artık geri dönüşü yok. Bir daha karşıma çıkma!”

“Mümkünatı yok, benimle konuşana kadar peşindeyim.”

“Ne için? Daha seni yaşamadan yaran açıldı kalbimde! Yaramı kanatmana izin vermeyeceğim. Seni! Seni savcılığa şikayet ederim! “

Işık kısık ama sinirli sesiyle cümlesini tamamlamış ve arkasını dönmüştü. Adamın yakışıklı yüzüne baktıkça hızla dudaklarına asılmamak için kendini zor tutmuştu. Hala kendine inanamıyordu. Başına ne geldiyse adama duyduğu bu cinsel çekim yüzünden değil miydi? ‘Akıllanmazsın sen,’ kalp sesi kesinlikle haklıydı. Kulağına dolan güçlü ses ilk önce olduğu yerde durmasına sonra ağlarken gülümsemesine neden olmuştu.

“Yaranı ben açtıysam, merhemi de ben olurum! İstediğin yere şikayet et! Peşimdeyim!”

Altuğ’un sözleri kabul etmek istemese de içini mutlulukla doldurmuştu. Işık lavaboya uğradı. Kendine çeki düzen verdikten sonra mekana geri girdi. Alaz’ın ailesinin ayaklanmış olduğunu gördü. İster istemez Altuğ’un orada olmaması canını sıktı. Nereye gitti ki, hani peşimdeydi? Aklından bunları geçirirken genç adamı oldukça kalabalık gözüken ve koruma olduğu anlaşılan kişilere direktif verirken gördü. Arkası dönüktü ve söylediklerini anlaşılmıyordu. Ancak ters giden bir durum vardı. Adımlarını hızlandırdı. Tuğsem’in telaşlı gözleriyle karşılaştığında ne olduğunu anlamaya çalıştı.

“Tuğsem!”

“Işık geldin mi? Bende sana bakıyordum.”

“Ne oldu?”

“Bilmiyorum. Alaz’a bir telefon geldi. O ara Altuğ’da dışarıdan telaşla geldi. İkisi de adamlarını topladı. Mekanı boşalttılar,” diye konuşunca Işık ister istemez gerildi. Göz ucuyla restoranın içine bakınca içeride kimsenin kalmadığını anladı. Altuğ’un vurulduğu geceyi hatırladı ve ister istemez dönüp, kaygıyla sevdiği adama baktı.

Altuğ sanki Işık’ın ona baktığını anlamış gibi başını çevirdiğinde güzel gri gözler sinirli ya da üzgün değil korkuyla doluydu. Ne kadar kızgın olursa olsun benim için telaşlanıyor diye içine umut tohumları ekerken istemsiz gülümsedi. Savcı Selçuk’tan aldığı telefondan sonra tek düşünebildiği yine Işık’ın kurşunlar arasında kalma ihtimaliydi. Önemseme kelimesi Işık’a duyduğu duyguları anlatacak bir kelime değildi artık ve anlıyordu ki bu kadına aşıktı.

Alaz ise İstanbul Emniyet Müdürünün telefonuyla ne yapacağını bilemedi. Bütün ailesi ve sevdiği kadın ile restorana tıkışıp kalmıştı. Altuğ hızla gelip bütün korumaları topladı. Emirler yağdırmasa kafasını toparlayacak durumda değildi. Çünkü içini öyle bir korku sarmıştı ki beyni kısa bir süre durmuştu. Onun yüzünden bir kişiye bile bir şey olursa kendini affedemezdi. Altuğ’dan sonra silkelenip Melih ile o da bütün adamlarını organize etmişti. En yakın ekiplerin restoranın bütün çevresini sardığını biliyordu.

Babası ve dedesi ne olduğunu sorup duruyordu. Ne diyecekti? Tam nasıl bir açıklama yapacakken, kinle kendine bakan yengesine bir an saldırdığını hayal etti. Hayatında ilk defa kontrolünü kaybetme noktasındaydı. Sevdiklerinin canı tehlikedeyken nasıl kontrolünü sağlar, nasıl sakin olurdu insan? Alaz hayatının sınavını verirken Tuğsem’in korkuyla bakan kahve gözlerinde ölmek istedi. Gözlerini kapatıp, arkasını döndü çıkışa doğru yürüdü. Sonra durdu ve başını ellerinin arasına aldı.

‘Allah’ım deliriyorum sanırım. Ne düşüneceğimi nasıl hareket edeceğimi bilmiyorum? Ne olur Yarabbim bana çıkış yolu göster, sakin kalabilmem için sabır ver!’ diye içinden dua ederken omzuna dokunan elle gözlerini açtı. Altuğ’un sert ama güven veren bakışları kendi korkulu bakışlarına ışık oldu.

“Alaz Ağa dağılma zamanı değil!”

“Bütün ailem burada, hem Tuğsem!”

“Senin ailen benimde ailem hem benim sevdiğimde burada!”

“Dedeme ne diyeceğim?”

“Ben açık olmasa da kısa bir açıklama yaptım. Onlar sakince arka bahçede bekleyecekler. Melih onları yerleştirdi bile biz birazdan ön kapıdan çıkacağız.”

“Ne? Hayır hayır sen gelme! Ben çıkarım.”

“İçeride bir hain olma ihtimaline karşı bütün çalışanların telefonları ellerinden alındı. Dışarıya haber sızması engellendi. Birçok adamın tepesine Bilal komiser ve ekibi binmiş bile, şimdi müdürün odasına gidip, çelik yelekler giyeceğiz. Sonrasında da dışarı çıkacağız. Bilal tespit edemedikleri bir yerlerde başka adamlar olduğuna, neredeyse emin. Beraber yemekten çıkıyor gibi çıkacağız ve dananın kuyruğu kopacak. Seni yalnız bırakmam bunu anla! Ne olacaksa ikimize olacak. Salih ve Melih’te normal gözükmek adına yanımızda olacaklar. İki polis de bizi yolcu eden garsonlar gibi önümüzde yürüyecekler.”

“Hangi ara organize oldunuz.”

“Benim değil komiserin planları ve bizde sorunsuz uygulayacağız.”

“Tamam ama önce Tuğsem’in yanına gitmeliyim.”

“Bende geleyim. Belki Işık Hanım ölmeden önce bana bir iki güzel kelam eder.”

Bunun üzerine iki arkadaş birbirlerine bakarak gülümsediler. Yaşadıkları duruma o kadar tezat bir gülüştü ki, dayanamayıp sımsıkı sarıldılar. O ara Bilal komiser içeri girdi. Alaz ve Altuğ’a baş selamı verip, dışarı çıktıklarında nasıl hareket edileceğini tekrar anlattı. Operasyonun sorunsuz geçmesinin onların sakinliğine bağlı olduğunu söylemeden edemedi.

Bilal geri dışarı çıkacakken kendisine sert bakan simsiyah gözlü pembe mini elbisesinin içerisinde muhteşem gözüken Berfin ile karşılaştı. Bu kızla üçüncü karşılaşmasıydı. Üçünde de kendisine öldürecek gibi bakmasına anlam veremiyordu. ‘İlk karşılaşmanızda kıza şüpheli listesinde sende varsın. Benim için herkes şüpheli deyip abisini vurduğunu ima ettiğin için olmasın,’ içinden geçenlerle arkasını dönüp gidecekken Berfin’in içine işleyen sesiyle durdu.

“Komiser!”

“He buyur!”

“Ne kadar kaba adamsın böyle, he buyur ne ya! Buyurun hanımefendi ya da efendim der insan.”

“Onu diyeceklere seslen o zaman.”

Berfin burnundan bir iki nefes aldıktan sonra içeriye doğru baktı. Sonrasında yeniden kendinden oldukça uzun iri yarı kumral ve badem gözlere sahip adama döndü. ‘Anatomisini de çıkarsaydın Berfin,’ diyen iç sesiyle daha çok sinir olurken olduğu yerde tepinmek istedi.

“Bana hemen neler olduğunu anlat!”

“Hımm! Sana hemen neler olduğunu anlatayım!”

“Evet!

“Bak içerisi sizin uşaklarınızla dolu onlara sor, eminim sana bilgi vermek için yarışıyorlardır. Ben devletin memuruyum küçük hanım sizden değil sadece amirlerimden emir alıyorum.” Bilal arkasını dönüp, sert birkaç adım atmıştı ki; ağlamaklı sesle tekrar durdu. Bu sefer arkasını dönmedi. Aylardır uğraştığı işin sonuna gelmişken hiç olmayacak birinden etkilenmenin zamanı değildi. Sadece işine bakmalı, operasyonun sorunsuz geçmesine odaklanmalıydı.

“Abine bir şey olmayacak de bana!”

“Dua et!”

“Tamam! Ama sana da ediyorum. Allah yardımcınız olsun.”

Bilal sadece başını çevirip, Berfin’e baktı. ‘Çok güzel değil mi,’ diyen iç sesiyle gözlerini kıstı. Siyah gözlerden yanaklarına doğru akan yaşı takip etti. Dudaklarına ulaşan gözyaşlarını dönüp silmemek için kendini zor tuttu. Telsiz tutan elini kaldırdıktan sonra tekrar arkasını döndü ve yürürken tek kelime ile cevap verdi.

“Eyvallah!”

Alaz ile Altuğ komiserle konuştuktan sonra sevdikleri kadınların yanlarına yürüdüler. Tuğsem ayrı Işık ayrı korku yaşıyorlardı. Her ikisi de doğru dürüst konuşmamışlardı. Geçen seferki gibi hedef Altuğ mu? Yoksa Alaz mı bilmedikleri için sadece sessizce beklediler. Arka bahçeye geçen aile üyeleri ile çıkamamışlardı. Sevdikleri adamları göz hapsinde tutmak istemişlerdi.

“Hüseyin!”

“Korkma canım!”

“Neler oluyor?”

“Bana karşı suikast olacağına dair bir ihbar almış emniyet ve dışarısı polis kaynıyor. Şimdi sen sakince ve mümkünse ailemize de sahip çıkarak bekle beni!”

“Sen nereye?”

“Dışarı çıkacağız Altuğ ile…”

“Neden?”

Işık ve Tuğsem aynı anda neden diye sormuşlardı. Altuğ, Işık’ın sesindeki telaşı gördü ya, vurulsa umurunda değildi. Daha yarım saat önce umutlarını kırmaya çalışan kadın şu an tek sorusu ile onu sevdiğini gösteriyordu. Dayanamayıp güzel ışıltılı saçlarına dokundu. Işık olduğu yerde sıçradı. O ara Alaz da Tuğsem’e sarılmış, saçlarını öpüyordu.

“Söz veriyorum tek parça geleceğim.”

“Öyle olsa iyi olur.”

“Vurulsam ne olacak benim sevgilim doktor.”

“Hüseyinn!”

“Tamam tamam şaka yapıyorum!”

“Çıkmasanız olmaz mı?”

Alaz, buna bir cevap vermedi. Sadece doktorun alnından öptü. Daha sıkı sarıldı. Altuğ ise başını yere eğmiş ona bakmayan güzele bakmaya devam ediyordu. Neden sorusunu o kadar korkulu sormuştu ki bu durumdan utandığını düşünüyordu. Kendine hakim olamayıp genç kadının çenesinden tuttu.

“Işık!”

“Kendinize dikkat edin.”

“Başka sözün yok mu? Belki de öleceğim?”

“Demagoji yapma!”

“Eğer sağlam dönersem, benimle bir kere olsun konuşacak mısın?”

Işık o dakikaya kadar genç adam hariç her yere bakmıştı. Boğazından kalbine ılık ılık akan acıyla başını kaldırdı. Alt dudağını ısırdı. Dudakları titriyor, gözleri istemese de doluyordu. Yutkunamadığı için konuşamadı ve sadece evet anlamından başını aşağı yukarı salladı. Altuğ, Işık’ı boynundan tutup göğsüne bastırdı. Tepesine bir öpücük kondurup, arkasını döndü.

Müdüriyette Salih ve Melih’le beraber polislerin getirdiği çelik yelekleri giydiler. Melih sürekli Alaz’a ve Altuğ’a bakıyordu. Korkusuz hatta mutlu yüzlerine baktığında kendi de korkularından kurtulması gerektiğini düşündü. Gerçi o kurşunlardan korkmuyordu. Ferzan dedenin onu sıkıştırmaları ölümden beter korku salıyordu. Seninle görüşeceğiz Melih diye tehdit edercesine konuşması zaten kurşunların önüne atılmasına sebepti. Vurulsa ve Ferzan dedenin neden daha önce haberim olmadı diye kızmasından kurtulsa mıydı?

Yanlarına gelen garson kılığındaki polisler ile dışarı çıkma zamanlarının geldiğini öğrendiklerinde iki arkadaşta nedense çok rahattı. Sanki kurşunların arasında kalma ihtimalleri yok da sevdikleriyle buluşmaya gidiyor gibiydiler. Yeniden dış kapıya doğru gittiklerinde ikisi de içeriye doğru baktılar. Tuğsem ve Işık’ın ellerini birleştirmiş, çenelerinin altına koymuş halde oturduklarını gördüler. Güven veren bir gülümsemeden sonra hızla dışarı çıktılar.

Kulaklık yardımı ile herkes Bilal’in sesini rahatlıkla duyuyordu. Garson kılığındaki polisler sanki yolcu ediyormuş gibi önden kapıyı açtılar. Şimdi tamamen dışarıdaydılar. Valeden arabalarını beklemeye başladılar. Gülerek konuşmalarını isteyen Bilal’in sesinden sonra kahkaha atmaya başladılar.

“Ulan gülerken ölmekte varmış!”

“Sorma çok salak gözüküyorsun Altuğ!”

“Sen kendine bak!” derken gerçekten kahkahayla gülmeye başlamışlardı. Salih ve Melih’te onlara katıldı. Tam birbirlerine sarılacaklardı ki. Nereden geldiği belli olmayan siyah sesleri duyuldu. Salih ve Melih aynı andan ağam diyerek adamları yere atmışlar kendilerini siper etmişlerdi. Yağmur gibi yağan kurşunlardan kimin vurulduğu, kimin öldüğü ve kimin sağ kaldığı belli değildi.

Loading...
0%