@herdem6060
|
Umarım yorumları ve beğenileri bol olur. Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤ Instagram; herdem6060 İyi Okumalar
Seyit Dara, Diyarbakır merkezde bulunan evinde yerinde duramayacak şekilde volta atıp duruyordu. Bir ara Suzan yanına gelmişti ama hayatının oyununu oynarken kadını görmeye tahammül edemediği için odasına göndermişti. Cabbar birkaç adamıyla evin dışındaydı. Seyit Dara evin içerisinde daraldığını hissetti. Alaz’ın ölüm haberini tek başına beklemeye tahammülü kalmadığından dış kapıya yöneldi. Evin dışına çıktığında Cabbar’ın iki koruma ile çay içtiğini gördü. Onu gören korumalar hemen ayağa kalktı. Cabbar’da kalkacak oldu ama Seyit Dara eliyle otur işareti yaptı. Cabbar İstanbul’daki adamlarına yarım saattir ulaşamıyordu. Ağası sorduğu zaman ne cevap vereceğini düşünüyordu. Korktuğu başına gelmiş, Seyit Dara oturur oturmaz sormuştu. “Haber var mı?” “Yok ağam daha mekandan çıkmamışlar.” “Alaz Ağanın öleceği içine doğdu sanırım, son yemeğini uzun uzun yiyor,” diyerek keyifsizce gülümsedi. Masanın üzerindeki sigara paketine uzandı. Cabbar hemen sigarasını yakarken nikotinin bütün ciğerlerine ulaşmasını ister gibi uzun uzun içine çekti. “Bu gece! Bu gece benim zafer gecem!” “İnşallah ağam!” “İnşallahı maşallahı yok, ben bu gece tüm Diyarbakır’ın sahibi olacağım,” diye söylenirken Allah’a nasıl şirk koştuğunun, günahların en büyüğünü işlediğinin farkında değildi. Gözünü hırs bürümüş tek derdi en büyük olmaktı. En büyük olduğum zaman karşımda kimler duracak bakalım diye aklından geçirirken, yıllar önce canını yakan görüntü yine gözlerinin önüne geldi. Sigarasından bir nefes daha çekti, hala o günün canını yakmasına inanamıyordu. Düşüncelerine dalmışken bahçeyi polisler sarmış ve ilk teslim ol çağrısından sonra ortalık toz duman olmuştu. Seyit Dara’nın adamları polislerle çatışmaya başlamıştı. Cabbar ağasının önüne siper oldu. Genç adam üzerindeki şaşkınlıktan kurtulmaya çalıştı. Bu işte bir terslik vardı. Çünkü bu silahlar Alaz’ın beyninde patlamalıydı. Kaybetmeyecekti. Kaybedemezdi. Bu yüzden Cabbar’ı üzerinden attı ve polislerle o da çatışmaya başladı. Bir iki polis vurmuştu. Çoğu adamı yerlerde yatıyordu. Kendini korumaya çalışan Cabbar’ın vurulmasıyla iyice köşeye sıkıştığını görmesine rağmen pes etmedi. Elindeki silahın kurşunları bitmiş, diğer silahına uzanırken omzunda bir acı hissetti. Çok geçmeden aynı acı sol bacağında da oluştu. Yere düşmeden önce karnından vurulduğunu anladı. Seyit Dara’nın kendi dahil birçok adamı yaralı olarak ele geçirildi. Evin içerisinde sıkışıp kalmış hizmetçiler, Suzan ve erkek kardeşi karakola götürülmek üzere yola çıktı. Aynı dakikalarda Savcı Selçuk’un komutasında Şanlıurfa, Van ve Mardin emniyet müdürlüklerinde görevli polisler eş zamanlı baskınlarla Alaz’a suikast düzenleyen kim varsa yakaladı. Restoranın önünde üç koldan açılan kurşunlardan sonra Altuğ’un göğsüne, Alaz’ın karın bölgesine kurşun isabet etmişti. Çelik yelekler sayesinde sadece acı hissetmişlerdi. Salih sol kolundan, Melih ise sağ bacağından vurulmuştu. Garson kılığındaki polislerden biri boynundan vurulduğu için şehit olurken, diğer iki polis memuru yara almamıştı. Bilal’in tahminleri doğru çıkmış, Seyit Dara BIÇAKÇI bina tepelerine bile adam yerleştirmişti. Silah seslerini kesen helikopter, hem binaların üstlerini aydınlatmış hem de çatışmaya başka bir boyut getirmişti. Çaprazlama üç binanın üzerinden yağmur gibi kurşun yağdıran beş adam helikopter polisinin taraması sonucu ölü ele geçirilmişti. Bina sakinlerinin uyarılması ve önceden boşaltılması sonucu sivillerde bir kayıp yaşanmamıştı. Maddi zararı da kimsenin göreceği yoktu. Bilal çok üzgündü. Emniyet müdürü, iç işleri ve savunma bakanları operasyonu başarılı bulsa da o genç bir meslektaşının, şehit olmasının üzüntüsünü yaşıyordu. Savcı Selçuk sadece iki kolundan tutup alnından öperek tebrik etti. Bilal’in üzgün bakışlarından fazla konuşmadı. Alaz Ağanın ailesine açıklama yapmalılardı. Selçuk, bunu söylediğinde Bilal boğazında bir yumruyla kabul etmişti. Restoranın içine birlikte girdiler. Ortalık savaş alanı gibiydi. Çevrede ki meraklı insanlardan ve çığlık çığlığa gelip giden ambulans seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Tuğsem, silah sesleri kesildikten sonra içeride durmak istememişti. Kapıya koştu. İç kapıda bekleyen korumalar dışarıya çıkmasına izin vermemişti. Alaz, sevgilisini çok iyi tanıyordu. Silah seslerinden sonra birilerine yardım etmek için ilk onun koşacağını bildiğinden, kapıya güvendiği iki koruma dikmişti. İçeriye polisler girene kadar kimse dışarıya çıkmayacak diye emir vermişti. Özellikle Tuğsem’i belirtmişti. Tuğsem, ağlayarak korumalara bağırırken Işık da korkuyla onu çekiştirmeye çalışıyordu. Doktorun çığlık atarcasına Hüseyin, Hüseyin diye bağırtılarını duyan aile üyeleri dayanamayıp bahçeden içeri girmişlerdi. Doktorun feryat figan ağlamasına Rojda hariç bütün kadınlar ağlarken, Ferzan dede gözlerini kısmış sadece geri de seyrediyordu. Yasmin annesini ayakta tutmaya çalışırken, Berfin ve Helin de kapıya koşmuştu. Berfin de en az Tuğsem kadar abi, abilerim diye bağırıyordu. Korumalara çekilin oradan diye saldırmıştı. İzbandut gibi iki korumayı kapının önünden çekmeye çalışıyordu. Hasan Kani Bey kızını tutmaya çalışsa da gözü dönmüş Berfin’e güç yetmiyordu. Hep dövüş sporlarına ilgisi olmuş, yıllarca judo yapmış kızı ciddi güçlüydü. Yasmin ne kadar uysal sakin zarif, ürkek bir kadınken, Berfin hırçın ve güçlü bir kadındı. Bazen görüntüsüne aldanıp, bulaşan erkeklerin hallerine kız babası olmasına rağmen hep acımıştı. “Çekilin lan çekilin diyorum,” diye bağırırken Tuğsem’in bir köşeye çekilmiş sessizce ağladığını gördü. Kendi de ağlıyordu ama bu başkaydı. Doktor yengesiydi abisinin emanetiydi. Birden babasının elinden kurtulup, Tuğsem ile Işık’ın yanına gitti. “Yenge lütfen güçlü ol!” “Güçlüyüm, sadece Hüseyin’imi merak ediyorum. Silah sesleri kesileli bayağı oldu. Vuruldu! Vurulmasa içeri gelirdi,” derken kapı açıldı. İçeri ilk önce uzun boylu esmer bir adam girmişti. Arkasından Bilal göründü. Komiser çökmüş gözüküyordu. Bu görüntü Berfin’in gözlerini sımsıkı kapatmasına neden oldu? Ortam birden sessizleşti. “Hasan Kani Bey, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Selçuk ALAN operasyon gayet başarılı geçti. Alaz ve Altuğ birazdan burada olacaklar, ambulansta çelik yelekleri çıkarılıyor. Kurşun isabet eden yerlerinde bir yara var mı kontrol edilecek.” “Oh çok şükür, o zaman oğlumu öldürmek isteyenler bulundu,” diyen Hasan Kani’den sonra Bilal mekanın içerisine doğru hızla yürüdü. Şehit olan arkadaşının acısı öyle derindi ki kimse onu tutamazdı. Arkasında iki polis memuru vardı. Selçuk müdahale etmedi. Bilal’in şu an üzüntüden İstanbul’u yakmak istediğini tahmin etmek zor değildi. “Rojda BIÇAKÇI, oğlunuz Seyit Dara BIÇAKÇI ile Hüseyin Alaz BIÇAKÇI’yı öldürmeye teşebbüsten tutuklusunuz,” “Ne! Ne! Ne…” Bilal’in yüksek sesle Rojda’ya söylediklerinden sonra, yaşlı kadının bağırmalarını umursamadan kelepçeyi koluna taktı. Kimin ne dediği anlaşılmıyordu. Avjin Hanım, oğlunu öldürmek isteyenin eltisi çıkmasıyla baygınlık geçirirken, Ferzan dede yere yığıldı. Ortalık yeniden karıştı. Tuğsem Ferzan dedeyi görünce gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. Dedenin yanına koştu. Kalp krizi geçirdiğini tahmin ettiği adama ilk müdahaleyi yaptı. Dışarı da hazır bulunan ambulanslardan birine bindirilene dek Ferzan dedeye eşlik etti. Çok gecikmeden hastaneye gönderilmesi konusunda doktoru bilgilendirdi. Avjin Hanım da başka bir ambulans ile hastaneye götürüldü. Yasmin ve Hasan Kani Bey ambulansların arkasından hastaneye gittiler. Alaz ve Altuğ olan bitenden habersiz tedavileri yapılan ambulanstan inmişlerdi. O ara bağırmaya devam eden Rojda’nın polis arabasına bindirilişini görmüşlerdi. Kadında Alaz’ı gördü ve beddualar etmeye başladı. Hüseyin Alaz yengesinin tavrıyla bir kere daha ondan bu kadar nefret etmesi için ne yaptığını düşündü. Berfin masalardan birinin altında dizlerini kendine çekmiş öne arkaya hareket eden Helin’e bakakalmıştı. Kimsenin onu fark etmediğini düşünürken, Tuğsem’in yanına oturduğunu gördü. Yengesinin tutuklanması sonucu annesi fenalaşmış ve dedesi kalp krizi geçirmiş ama Berfin olduğu yerden hareket edememişti. Ayakta tir tir titrerken koluna birinin girdiğini hissettiği anda olduğu yerde sıçradı. “Berfin, hadi gel!” “Işık abla!” “Gel güzelim seni oturtalım!” “Bu…bugün en mutlu günümdü.” “Geçecek! Hadi bir an önce toparlan da ailenin yanına gidelim.” Işık, koca gri gözlerine biriken yaşları akıtmamaya çalışarak yüzünü çevirdi. Altuğ’u çok merak ediyordu ki, kendini kaybetmemek adına faydalı olmaya çalışıyordu. Helin’in çığlıkları etrafı sarınca o da dayanamayıp zor tuttuğu gözyaşlarını akıttı. “Ölmek istiyorum, ölmek istiyorum,” diye çırpınmaya başlayan Helin’i Tuğsem zor tutuyordu. Kaskatı kesilmiş, sadece avazı çıktığı kadar bağıran genç kıza doktor sadece sarılabilmişti. Sağlık ekipleri gelene kadar zapt etmeye çalışacaktı. “Bırak, bırak ölmek istiyorum!!” Alaz her şeyden habersiz kimseye bir şey olmadığını düşündüğünden mutlu mutlu restorana girmişti. Helin’in çığlıklarını duyduğunda ilk yanlış duyduğunu sanıp girişte bir iki saniye olduğu yerde kaldı. Seslerin devam etmesi sonucu hızla içeri girdi. Ailesinden kimsenin orada olmamasını sorgulayamadan sevdiği kadının Helin’i zapt etmeye çalıştığını gördü. Kuzeninin yanına gidip, dizlerinin üzerine çöktü. “Hey hey kuş yuvası, sakin,” diye yumuşak bir ses tonuyla sarıldı. Helin, Alaz’ı sağ salim görünce bir an durdu. İnanamıyormuş gibi kendini geri çekip gözlerinin içine içine baktı. Ona kollarını uzatmış abisine sarılıp hıçkırıklarla ağlamaya başladı. O hep böyleydi. Ona sahip çıkan abilik yapan ve huzur verendi. Altuğ’da Berfin’in yanına gidip, sarıldı. Onlara bir şey olmadığı halde neden bu kadar dağıldıklarını merak ederek şahin gözlerini sevdiği kadının gri gözleriyle buluşturdu. Işık’ın bakışlarına uzun uzun cevap vermesinden cesaretlenip, elini kaldırdı ve yanağını okşadı. Gri gözlerden yanaklara doğru inen yaşları başparmağı ile sildi. Göğsünde ağlayan kardeşiyle yanında sessizce ağlayan sevdiğiyle içi bir tuhaf oldu. Canı kurşun yemişçesine yanarken tek kelime edemiyordu. Zaten Helin’in acı çığlıkları da buna müsaade etmiyordu. Helin’i sağlık ekiplerine teslim ettikten sonra her şeyi öğrenen Alaz ve Altuğ hızlıca hastaneye gitmişlerdi. Tuğsem, yolda giderken Hülya’ya acilen hastaneye gitmesi gerektiğine dair mesaj atmayı akıl etmişti. Ne hissedeceğini bilmiyordu. Tek isteği ise Hüseyin’in iyi olmasıydı. Ferzan dedenin kalp krizi geçirdiği ve acilen ameliyata alındığını öğrenmişlerdi. Avjin Hanımın tansiyonu çok yüksek olduğundan ilaçlar verilmiş, dinlenmeye almışlardı. Helin’i uyutmuşlardı. Uzun bir psikolojik tedavinin gerekli olduğu şimdiden anlaşılmıştı. Sabaha kadar süren ameliyattan sonra Ferzan dede yoğun bakıma alındı. Herkes perişan olurken Tuğsem ve Işık mecburen eve dönmek zorunda kaldılar. Tuğrul sabah haberlerinde gördüklerinden sonra evde büyük bir kavga çıkarmış ve asla evliliklerine müsaade etmeyeceğini söyleyerek Manisa’ya dönmüştü. Işık birkaç gün daha Tuğsem’in yanında kalmış ve olabildiğince Alaz’ın yanında olmaya çalışmışlardı. Pazar günü Şırnak’a dönmüştü. Tabi bu süreçte bir kere bile Altuğ ile konuşmamıştı. Restorandaki o yakınlaşmalarından sonra hiç yalnız kalmamışlar, tüm aramalarını da Işık cevapsız bırakmıştı. Altuğ kendi ailesi saydığı insanların darmaduman haline mi? Yoksa bir türlü Işık’la konuşmamasına mı yansın bilemiyordu? Aramaları açılmadıkça çıldırıyordu. Yumuşadığını düşündüğü kadının böylesine inatçı tavrı onu daha çok hırslandırıyordu. Ne yapıp, edip konuşacak ve ilk fırsatta nikahı basacaktı. Belki de Alaz’dan bile önce evlenebilirdi. Öylesine gözü dönmüştü. Alaz ise hayatının en kötü günlerini geçiriyordu. Melih, dedesi annesi ve Helin hepsi hastanedeydi. Hangisine üzüleceğini şaşırmıştı. Dedesinin durumu kritikti ve onu kaybetmekten ödü kopuyordu. En yakın adamının yanında olmayışı da kendinde eksiklik hissettiriyordu. İki kız kardeşinin varlığına bir kere daha şükür etti. İkisi de o kadar güçlü duruyorlardı ki, Alaz ister istemez gurur duyuyordu. Babasının sersemlemiş haline üzülüyordu. Ya sevdiği kadın güzel kalplisi iş hariç hep yanındaydı. Gözünü gözlüyordu. Sürekli ona bir şeyler yedirmeye içirmeye çabalıyor ve sürekli konuşturarak kafasını dağıtıyordu. Annesini de sık sık ziyaret ettiğini görüyordu. Helin ah Helin, öyle kendinden geçmişti ki kimse görüşemiyordu. Ne zaman uyansa tekrar tekrar kriz geçiriyordu. Bilal’in sürekli ifade vermesi gerektiğiyle ilgili hastane ziyaretleri Alaz’ı kızdırsa da sesini çıkarmıyordu. Oysa bu ziyaretlerin altındaki sebep Berfin’i merak etmesiydi. O günden beri aklından çıkmayan kadını görmek istiyordu ve tek bahanesi ifade vermek oluyordu. Berfin’i uzaktan üzgün gördükçe yanına gidememek koyuyordu. Birbirlerinin gözlerinde bir süre kaybolup, öyle hastaneden ayrılıyordu. Berfin’in bakışları çok şey ifade ediyordu ve bu bakışların peşinden gitmeye kararlıydı. Altıncı gün Ferzan dede normal odaya alınmıştı. Avjin Hanım da iyiydi. Ferzan Bey İstanbul’da kalmak istemediği için, doktorların itirazlarına rağmen olayın üzerinden geçen sekizinci günün sabahında özel uçakla Diyarbakır’a dönmüşlerdi. Alaz da onlarla birlikteydi. Herkesi konağa yerleştirdikten sonra hastaneye Seyit Dara’yı görmeye gitti. Durumunun oldukça ciddi olduğunu ve hep onu görmek istediğini bildirmişlerdi. Seyit Dara’nın kaldığı yoğun bakım odasına girdiğinde içinin bomboş olduğunu anladı. Ne üzülmüş, ne acımış ne de sevinmişti. Yanına bir sandalye çekip, oturdu. Birkaç dakika sonra Seyit Dara’nın gözleri açıldı. İlk önce hayal gördüğünü sandı. “Alaz Ağa!” “Buradayım.” “Geldin demek,” diye zar zor çıkan sesiyle konuştu. Hatta gülmek istemişti. Ancak o kadar canı yanıyordu ki, gülmeyi bırak mimik yapacak dermanı yoktu. “Ben sadece neden demek için geldim. Neden Seyit Dara!” “Ne..nedeni açık değil mi?” “Değil!” “Beni af..fet demeye yüzüm yok,” dedikten sonra yutkunmakta zorluk çekmişti. Zaten konuşmakta da çok zorlanıyordu. Sesi çıkıyor muydu ondan bile emin değildi. Alaz’ın sessizce beklemesiyle son nefesim bile olsa her şeyi anlatmadan ölmeyeceğim diye düşünerek fısıltıyla konuşmaya başladı. “Annem, ben küçükken ağalığın babamın hakkı olduğunu söyleyerek babamla hep kavga ediyordu. Helin pek bilmez ama ben birçok kavgalarının ortasındaydım. Babam ısrarla ağalık tek kişinin hakkı o da Alaz diye cevap verirdi. Seni çok severdi. Annem babamı öz oğlundan çok seni sevmekle suçlardı. O sevginin de ağalığında tek sahibi Seyit Dara derdi. Ben seni sevdiğim ve idolüm gördüğüm için annemi umursamazdım. Babam trafik kazasında öldüğünde en çok bana Melih ile sen destek olmuştun. Ergenliğimin bütün çılgınlıklarının üstünü sen kapatmıştın. Dedeme karşı hep beni savunmuştun. Ben sana hayrandım abi…” diye nefes nefese biten cümleden sonra Alaz dudaklarına sevimsiz bir gülümseme kondurdu. İyi ki de seviyor ve hayranmış diye içinden geçirirken Seyit devam etti. “Üniversiteyi bitirip Diyarbakır’a döndüğüm sene kuyumcular çarşısında bir kız gördüm. Peşine düştüm. Benim yaşlarımda olduğunu tahmin ettim. Araştırdım. Kuyumcu Bahri’nin kızı olduğunu öğrendim. Adı Berina’ydı. Yirmi bir yaşında ve işletme son sınıftaydı. Çok güzel, çok alımlıydı. Daha konuşmadan aşık oldum. Her yerde karşısına çıktım. Artık şirkette çalışamıyor, ondan başka bir şey düşünemiyordum. Bir arkadaş ortamında tanıştım. Ona ilgimin farkındaydı ama bana yüz vermiyordu. Bu halleri beni daha çok deli divaneye çeviriyor, naz yaptığını düşünüyordum. Yakışıklı zengin okumuş etmiş adamdım. Benden iyisini mi bulacaktı?” Seyit Dara tekrar sustu. Kızarmaya başladı. Arkasından öksürmeye başladı. Alaz kalkmış doktor çağıracaktı ki, elini zorla kaldırarak durdurdu. “Git..gitme! Devam etmek istiyorum.” “Peki!” “Aylar sonra Berina’yı buluşmaya ikna ettim. Öyle heyecanlıydım ki, hemen evlenmek istediğimi söyledim. Kahkahalarla gülmeye başladı. Benim kim olduğumu, Alaz Ağa’nın amcaoğlu olmaktan başka ne vasfım olduğunu sordu. Güzelliğinin farkında olduğunu, onu sadece Alaz Ağa gibi güçlü bir adamın hak ettiğini ve ağa karısı olacağını söyledi. Önce şaşkınlıktan sonra acıdan karşılık verememiş, sadece yüzüne bakabilmiştim. Bir kendine bak bir ona ne onun kadar yakışıklısın, ne onun kadar güçlüsün. Senin gibi sünepelerle işim olmaz dedi ve arkasını dönüp gitti. Demek ağa karısı olacak diye içime oturan cümleleriyle yıkılmış bir şekilde eve geldim. Annem senin çok eşliliğe de burnunu soktuğunu insanların yatak odasına kadar karıştığına dair konuşmalar yapıyordu. Seni birilerinin eline verseler öldüreceklerini bunun farkında olmadığına dair söyleniyordu. İşte o zaman içimde sana karşı bir öfke peyda oldu. Birden bütün sevgim nefrete dönüştü. Her şeyin bana batmaya başladı. En çok batanda herkesin seni sevişine ve hayran oluşuna kuduruyordum.” Alaz’ın dikkatli ama şaşırmış ifadesine bir süre bakıp, tekrar sustu. Çünkü artık konuşmakta çok zorlanmaya başlamıştı. Öyle fısıltıyla konuşuyordu ki sesinin çıktığından bile emin olamıyordu. Alaz’ın da yorum yapmayışı, ifadesiz bir yüzle dinlemesi onu zorluyordu. “Ben ağa olacaktım. Ağa olduktan sonra Berina’yı ben istemeyecektim. İlk önce bir sevdiğin olup olmadığını araştırttım. İntikamımı onu baştan çıkararak alacaktım. Ancak sevdiğin yoktu bende Suzan’ı ayarttım. O bile sana çok sadıktı. Bu durum beni daha çok hırslandırıyordu. Erkek kardeşinin kumar batağında olduğunu öğrendim ve bu kozu kullanmaktan çekinmedim. Kardeşi sayesinde Suzan’ı elde ettim. Sevişirken bile seninle yarışıyordum. Bana tutulduğunu söylüyordu ama senin vurulmana karışmak istemiyordu. Belalı eski kocasını da başına sardım. Mecbur kaldı bana yardım etmeye çünkü ya bize yardım edecekti ya da kendi ölecekti. Getirdiğin yeniliklerden hoşlanmayan ama sana karşı çıkamayan bütün ağaları buldum. Hepsiyle ortak kararımız kesinlikle senin yok olmandı. Birkaç öldürme teşebbüsümüzde şansın yaver gitti. Senin yerine hep birileri öldü. Ancak o günü o kadar kusursuz organize etmiştik ki, bulunmamız imkansızdı. Suzan’ın evinin sokağının hatta alt ve üst sokaklarında bulunan bütün kameraların yönü günler öncesinde değiştirildi. Keskin nişancılar neredeyse bir sokak ileride ki en yüksek binalara yerleştirildi. Yakın binaların üzerinden tarandığın düşünülecekti. O mesafeden vurmak için üç adam gece gündüz çalışmıştı. Vuruldun, öldün diye sevinirken yürüyemeyeceğini öğrenmek daha çok mutlu etti beni, büyük Alaz Ağa, güçlü Alaz ağa artık başkalarına bağımlı olacaktı. Bu ne demekti biliyor musun ağa ben olacaktım ve benim yanımda vasfı olmayan sen olacaktın.” Alaz, dudaklarını büzerek gülümsedi. Başını sağa sola sallarken duyduklarını hazmetmeye çalıştı. “Güçlü çıktın ve yürümeye başladın. Bütün planlarım yine alt üst oldu. Ya sen çok şanslıydın ya da ben bir yerlerde hata yapıyordum. Son hamlemde hazırlıksız yakalanacaktın. Nasıl oldu bilmiyorum ama yine sen kazandın.” Alaz, ağzında hoş olmayan bir tat varmış gibi dilini ağzının içinde dolaştırdı. Kaşlarını çatmış, ölmek üzere olan kardeşim dediği adama bakıyordu. Bir karaktersiz kadının sözleriyle ne hale gelmişti. Belki de içten içe hep vardı sadece açığa çıkmak için bir sebep gerekmişti. Suzan ve Rojda yengesinin dertlerinin ne olduğu da ortaya çıkmıştı. İnsanların para pul mevki için bu kadar alçalabilmelerini hiçbir zaman kabul etmek istememişti ama sırf Seyit Dara aşık olduğu kadını elde edecek diye bir sürü kişi ölmüştü. Tek kelime etmeye bile değmez diye düşünüp ayağa kalktı. “Bir, bir şey de..demeyecek misin?” Seyit Dara’nın can çekişirken sorduğu soruyla omuzlarını silkti. Başını sağa sola çevirdi. Tam odadan çıkacakken kapıda durdu. Konuşmaya değmez diye düşünse de bunu söylemezse içinde kalacaktı. “Seni Allah’a havale ediyorum!” |
0% |