Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

“Seni Allah’a havale ediyorum!” dedi ve daha odanın kapısını kapatamadan Seyit Dara’nın bağlı olduğu makinelerden sesler yükseldi. Dışarıda hazır bekleyen hemşire odaya koştu. Alaz ne olduğunu merak etmeyerek hızla hastaneden çıktı.

Avukatları onu hastanenin önünde bekliyordu. Emniyetteki bütün işlerini avukatlarında becerisi ile hızlıca halledip, öyle konağa döndü. Seyit Dara’nın anlattıkları bir gram içinin soğumasına neden olmamıştı. Ailesine bunları anlatma gereği duymadı. Çünkü herkese çok saçma gelecekti. Akşam yemeğine indiğinde herkesin çok üzgün ve sessiz olduğunu gördükçe üzülüyordu. Resmen ailesinin ortasına bomba düşmüştü. Helin hala hastaneden çıkmamıştı.

Tam yemek için toplanmışlardı ki, Seyit Dara’nın ölüm haberi geldi. Fersan Bey kimse cenazeyi almayacak dediği için hiçbir şey yapılmadı. Halk zaten Alaz ağalarının öldürmek istediğini duyduğundan beri büyük bir öfke duyuyordu. Kimse cenazeye sahip çıkmadığından dayısı tarafından alındı. Birkaç kişi ile defin işlemleri yapıldı. Seyit Dara’nın ölümünden birkaç gün sonra Alaz ağalarının kadınlar, kız çocukları ve şehirleri gelişsin neler yaptığını bilen hapisteki kadınlar Rojda’yı ilk banyo gününde şişlediler. Rojda’nın tabutu ise tek kardeşi tarafından alındı ve oğluyla aynı şekilde defin edildi.

Helin, ağabeyi ve annesinin ölümünden habersiz İsviçre de bir hastaneye gönderildi. Alaz ve Yasmin her şeyiyle ilgilendi. Helin sayesinde Alaz’ın hayatının kurtulduğunu ve herkesin pisliğinin ortaya çıktığını öğrenen aile bireyleri onunla daha çok gurur duydular. Güçlü iyi yürekli kuş yuvalarının bu haline üzülseler de iyileşeceğini biliyorlardı. Ne olursa olsun hep arkasında olacaklardı. Minnetleri öyle büyüktü ki sadece bir an önce iyileşmesi için dua edebiliyorlardı.

Suzan, Alaz’ı görmek için avukatıyla haber yollamış, reddedilince de hapishaneyi birbirine katmıştı. Sevdiği kadın Suzan’ın adını duymaya tahammül edemiyordu. İhanetin en kötüsünü bana yaşatmışken, ne konuşacağı ne anlatacağı umurumda değil diyerek tekrar tekrar gelen görüşme taleplerini reddetmişti. Suzan’ın kardeşi ve eski kocası da tutuklanmıştı. Alaz bütün avukatlarını bu iş için görevlendirmiş. Kendisini öldürmek isteyen kim varsa en ağır cezayı alması için uğraşmalarını emretmişti. Ağalar için araya giren herkesi kesin bir dille uyarmıştı. Kimse bu durumdan kaçamayacak cezasını çekecekti.

Altuğ’un ailesi dahil birçok aşiret geçmiş olsun dileklerini sunmak için konaklarına misafir olduklarından, Alaz on beş gündür Diyarbakır’daydı. Aslında gelen gidenden ziyade dedesinin sessizliği konakta kalmasına sebepti. Adamcağız çökmüştü ve ölüm bekler gibiydi. Gücüne iradesine hayran olduğu dedesinin bu haline çok üzülmesine rağmen konuşmaya çalışmıyordu. Aile bireyleri ortak karar almış gibi, kimse Ferzan Bey’e bir şey sormuyor konuşturmaya çalışmıyordu. Sadece zamanın geçmesini bekliyorlardı. Ne de olsa her şeyin ilacı zamandı.

Yurtdışındaki arkadaşları Haluk, Kemal, Serkan ve Altuğ Diyarbakır’a gelip Alaz’a destek olmak istemişler ve iki gün konakta kalmışlardı. Alaz’ın günleri öyle yoğun geçiyordu ki, Tuğsem’i sadece akşam yatağa yattığında arayabiliyordu. Geç vakitler olduğu için çok az konuşuyorlardı. Çok özlemişti sevdiğini, onun güzel kokusunda uyumak en çok ihtiyacı olandı.

Tuğsem ise hem Tuğrul’la uğraşıyor, hem de sevdiği adama telefonla olsun destek vermek istiyordu. Bu hafta için iznini ayarlamış, Şırnak’a arkadaşının yanına gitmişti. Ayla’yı da götürmek istemişti ama nedense Ayla ondan uzak duruyordu. Serkan’la ilişkilerini sonlandırdığını öğrendiğinde sebebini sormuştu. Belirli bir şey söylemeyip, geçiştirmişti. Üstüne gitmek istemediği için fazla sorgulamadı ama hareketleri de tuhafına gidiyordu.

Işık, Şınak’a döner dönmez annesini aramış yanına gelmesini istemişti. Altuğ’un korumalarına şehre döndüğü gün onları istemediğini söylemeyi düşünse de, Alaz’ın hayatı bu kadar karışıkken yardım isteyemezdi. Bu yüzden sesini çıkarmadı ve artık Emniyetten bir poliste koruyacaktı. Okul müdürüne olanları anlattı. Tayin konusunda İl Milli Eğitim Müdürü ile tekrar konuşmuşlardı. Başına gelenlerden ve karakol tutanaklarından sonra il müdürü yardım edeceğine söz vermişti.

İl müdürü dediğini yapmış on gün içesinde tayini gerçekleşmişti. Ne hikmetse Şanlıurfa Harran merkezde bir okula tayini çıkmıştı. Işık aklına gelenlerin kendi kuruntusu olduğunu bu tayin olayında Altuğ’un bir parmağının olamayacağını kendine inandırmaya çalışıp durmuştu. Karne gününden birkaç gün önce Ankara’da petrol mühendisliği okuyan kardeşi Ulaş ile Tuğsem’de yardım etmeye gelmişti. Bu şehre yıllarını vermişti. Okumaya aç öyle güzel çocuklar tanımıştı ki, onlardan ayrılmak üzüyordu.

Karne günü dört yıldır birlikte olduğu kuzucuklarının hem büyüdüklerine şahit olmak, hem de mezun etmenin haklı gururuyla ağlayarak ayrılmışlardı. Veliler süt, yoğurt, çökelek, el yapımı ekmeklerin yanı sıra işlenmiş yazmalar, havlular hediye etmişlerdi. Her yıl yaşadığı karne ritüeli bu sene çok daha duygulu gözyaşları ile gerçekleşmişti.

Tuğsem’in bir arkadaşının sayesinde Şırnak’daki evine çok benzer, güvenlikli bir sitede ev tutmuşlardı. Tuğsem resimleri gönderdiğinde içi yeni evine hemencecik ısınmıştı. Sabahın erken saatinde evden eve nakliyenin küçük kamyonetine sığdırılan bütün eşyalarından sonra Alaz’ın Tuğsem için kiraladığı ve korumaların olduğu iki araçla yola koyuldular. Nejla Hanım Şırnak’tan uçakla Manisa’ya geri döndü. Ulaş ise ablalarına eşlik etti.

Harran’a geldiklerinde Işık gülümsüyordu. Güzel tarihi dokusuyla kendini karşılayan peygamberler şehri, tedirgin ruh halinin iyi yönde değişmesine neden oldu. Altuğ’un memleketinde olmak bile nedense telaşlandırmıyordu. Koskoca şehirde karşılaşacak halleri yoktu ya, Şırnak gibi küçük bir şehirden sonra bu düşünceye sımsıkı sarılıyor ve tamamen adamı unutmak için verdiği kararları aklınca pekiştiriyordu.

Korumalarında yardımıyla bütün eşyalar iki saat içinde eve taşındı. Akşam saatlerine kadar hiç durmadan evi yerleştirmekle uğraştılar. Ulaş yemek almak ve ablasının yeni yaşayacağı yeri görmek istediğinden dışarı çıktı. Işık ile Tuğsem Ulaş’ın dönmesini beklerken mola verip yeni demledikleri çaydan içmeye karar verdiler. Tam mutfağa girerken kapının çalması üzerine Işık gülerek kapıya yöneldi.

“Yine ne unuttun bakalım maymun surat!” Işık, kardeşinin bir şey unuttuğu için geri döndüğünü düşünerek her zaman kızdırmak için taktığı lakabıyla kapıyı açmıştı. Ancak karşısında orta boylu kilolu başörtüsü omuzlarına kadar gelen simsiyah gözlü bir kadınla karşılaştı. Kadının dikkatli bakışlarında bir süre oyalandıktan sonra kendine geldi.

“Ah pardon kardeşim döndü sanmıştım. Buyurun!”

“Merhaba kızım, ben sizin komşunuz sayılırım. Öğleden sonra taşındığınızı görünce size börek getirdim.”

“Çok teşekkür ederim, lütfen içeri gelin,” derken kadının elinde yeni fark ettiği büyük tepsiye uzandı. Burada da güzel insanlarla karşılaşacağının belirtisi olan kadına tüm samimiyetiyle gülümsedi. Amerikan mutfak salona giren kadını Tuğsem ayakta karşıladı.

“Hoş geldiniz ben Tuğsem!”

“Hoş bulduk, asıl siz hoş geldiniz kızım bende Cavidan!” dedikten sonra Işık’a döndü. Oğlu fotoğraflarını gösterdiği için gelinini tanıyordu. Canlı halin çok daha güzelmiş kızım diye aklından geçirdi.

“Yeni çay yapmıştım. İsterseniz kahve de yapabilirim. Ne ikram edeyim size?”

“Çay içerim kızım, ee nerelisiniz?” diye doğal olmaya çalışarak soru sormuştu. Altuğ’dan sevdiği kızın Harran’a tayini çıktığını öğrendiğinden beri yerinde duramıyordu. Oğlu çok üzgündü. Işık’ın hala onunla konuşmadığını bildiğinden suçluluk duygusu içinden hiç çıkmıyordu. Altuğ’un bu ziyaretten haberi yoktu. Olsa kesinlikle izin vermez, Işık’ın güvenini sarsacak hiçbir şey yapmak istemediğinden bekle derdi. Heyecanına en çok da merakına yenilmişti.

“Biz Manisalıyız Cavidan Hanım!”

“Lütfen teyze de yavrum komşu olacağız sonuçta…”

“Yok benle değil, Işık ile komşu olacaksınız. Ben İstanbul’da yaşıyorum,” diye açıklama yapan Tuğsem’i de dikkatlice süzdü. Ah güzel oğluşlarım benim tam kendilerine yakışır kızlar bulmuşlar diye aklından geçirdi. Böylece Alaz’ın sevdiğini kendince onayladı.

“Olsun kızım, gönüller bir olsun yeter ki, Işık sen ne iş yapıyorsun?”

“Sınıf öğretmeniyim.”

“Oh oh çok iyi,” diyen kadına Işık gülümseyerek baktı. Tatlı bir kadındı. Nedense dikkatli bakışları onu rahatsız etmemişti. Normalde böyle meraklı tipleri sevmezdi. Fakat bu kadın sıcak hatta sımsıcak gelmişti. Sanki birine benzetiyordu ama çıkaramadı.

Birazcık daha sohbet ettikten sonra Ulaş geldi. Cavidan gelin adayının kardeşiyle de tanıştıktan sonra bir şeye ihtiyacınız olursa ararsınız diye emrivaki yaparak telefon numarasını verdi. Tekrar ziyaret edeceğini söyleyerek evden ayrıldı.

“Ne tatlı kadındı değil mi?”

“Evet öyleydi, Işık sanki gözünü senden alamadı. Değil mi?”

“Benim de dikkatimi çekti. Ne kadar çok inceledi beni normalde rahatsız olurum ama ne bileyim ısındım kadına,” diye gülümsedi. Ulaş’ın böreğe saldırmış haliyle bir kere daha gülümsediler.

“Abla bu börek efso!”

“Efso nedir canım?”

“Efsane yani…”

“İsimlerin kısaltılmasını anlıyorum da kelime kısaltmak nedir ya!”

“Siz yaşlısınız anlamazsınız,” diyen kardeşine yastık fırlattı. Tuğsem’de demek yaşlıyım ha derken üzerine saldırdı. Küçük bir boğuşmadan sonra Ulaş’ın aldığı kebaplardan yiyip, yeniden işlerine gömüldüler.

Tuğsem, biraz hızlı hareket etmek istiyordu. Çünkü yirmi gündür görmediği sevgilisi yarın erken saatte Harran’a gelecek ve iki gün birlikte zaman geçireceklerdi. Çoğu zaman telefonda bile konuşamadığı adamını o kadar çok özlemişti ki, burnunda tütüyordu.

Başına gelen olaylar ailesinin dağılma noktasına gelmesi, Ferzan dedenin ölümlerden dönmesi derken Alaz’ın güçlü olmakta zorlandığını biliyordu. Yine de sakinliğini koruyan haline bir kere daha aşık olmuştu. Melih de iyileşmişti ama Hasan Kani Bey dinlenmesi gerektiğini söyleyerek çalışmasına izin vermemişti. Alaz Ağasının ona ihtiyacı olduğunu söyleyip dursa da Hüseyin Alaz’ın sert tavrı ile mecburen dinlenmeyi kabul etmişti.

Altuğ, konağın en üst katında kendine ait olan kısımda elinde kahvesi sevdiği kadının kaldığı siteyi seyrediyordu. Işık’ın tayininin Konya olduğunu öğrenir öğrenmez, Urfa’ya olması için harekete geçti. Araya Şanlıurfa milletvekilleri girmişti. Yine de hızlı ilerlemediğini gördüğünde hemşerisi olan bakanı direkt kendi arayıp rica etmişti. Evi de kendi tutmuş, Alaz aracılığıyla Tuğsem’e kabul ettirmişti. Işık ile konuşamayınca Tuğsem’e çok kısada olsa Ferzan dedenin hastaneden çıktığı gün açıklama yapmıştı. Onu sevdiğini ve vazgeçmeyeceğini söylediğinde zamana bırak tavsiyesiyle uzak durmuştu. Eskisi kadar aramıyor, mesaj atmıyordu. Sadece arada bir kendini hatırlatıyor vazgeçmediğini gösteriyordu.

Hem Alaz’ın ailesini aile bildiğinden, kardeşim dediği adamın yapması gereken birçok işi bu süreçte kendisi üstlenmişti. Hastane, işyeri emniyet arası koşuşturduğundan genç kadını rahat bırakmıştı. Şimdi en doğru zamanı kollayıp, Işık’ın karşısına çıkması gerekiyordu. Gerekiyordu da o zaman ne zamandı. Alaz, Tuğsem için geldiğinde belki dörtlü yemek yeriz diye umut etmekten kendini alamıyordu. Ulaş’ın yarın sabah için Ankara’ya bilet aldığını bildiğinden bu dörtlü randevu olayı çok güzel olurdu. Tabi önce bu buluşma için günlerdir sevdiğini görmeyen hasret çeken arkadaşını ikna etmek gerekiyordu.

Alaz sabah yedide yola çıktı. Olayların üzerinden yirmi gün geçmiş ailesi bir şeyleri kabullenmişti. Sadece dedesi konuşmamaya devam ediyordu. Kendi bile sevdiği kadının desteğiyle ayakta durabildiğini bildiğinden dedesinin halini anlıyordu. Her arayışında bir canım deyişi bütün sıkıntılarını unutturmuştu. Ses tonu, seçtiği kelimeler, güldürme çabaları onu mutlu etmek için uğraşı bambaşkaydı. Tuğsem’i çok özlemişti. Sanki yollar bitmiyor, güldüğü zaman çukurlaşan gamzesi gözlerinin önünden gitmiyordu.

Altuğ’un otelinde süit ayarlamıştı. İlk defa Urfa’da otelde kalacaktı. Cavidan teyzesinin buna çok kızacağını bilse de bu iki günü sadece yüreğini ısıtan kadınla geçirmek istiyordu. Ulaş’ı yolcu etmek için erken kalkacak olan genç kadına gelmek üzere olduğunu mesajla haber verdi. Sitenin önüne geldiğinde Tuğsem’in dışarıda beklediğini gördü ve gülümsedi. Hemen kendini arabadan attı. Koşarak kollarına atılan kadını kucakladı. Hafif yukarı kaldırıp, kabarmış saçlarını öptü. Sımsıkı sarılarak hasret giderdiler. Sonrasında Tuğsem ile birlikte Işık’ın evine çıktılar. Ona kalsa hemen yalnız kalacağı bir yere giderdi ama doktorun isteklerini geri çeviremiyordu. Kahvaltıya oturduklarında Alaz’ın telefonu çaldı. Altuğ’un aradığını gördüğünde kafasını kaldırıp Işık’a baktı. Sonra tepkilerini ölçmek istercesine konuşmaya başladı.

“Altuğ!”

“Günaydın kardeşim!”

“Günaydın, senin memleketinde sevdiğime kavuşmakta varmış!”

“Darısı bana!”

Alaz, arkadaşının içten dileğiyle hafifçe gülümsedi. Işık’ın onu dinlemiyormuş havalarına bakılırsa çok beklemesine gerek kalmayacaktı.

“İnşallah, neyse Işık’la kahvaltı edeceğiz. Görüşürüz,” deyince genç kadın kafasını hızla kaldırdı. Altuğ’un haberi vardı. Onun burada olduğundan haberi vardı. Aklından sürekli geçen cümleyle elleri titremeye başladı. ‘Olmadığını düşünmek senin saflığın,’ diyen iç sesine hak veriyordu. Tayinini bile Altuğ’un ayarlayabileceğine şimdi şimdi kanaat getiriyordu.

Tuğsem, sessizce arkadaşının tepkilerine bakıyordu. Hüseyin Alaz zeki adamdı ve tam yerinde her iki tarafı da bilgilendiriyormuş gibi davranmasını hayranlıkla seyretti. Işık’ın iştahı kapanmıştı. Moralinin bozulduğunu Alaz’a belli etmemek için sohbet ediyor çay ile geçiştiriyordu. Altuğ’un ondan yavaş yavaş vazgeçtiğini düşünürken, yanı başına getirmesiyle ne düşüneceğini bilemedi. Sevinse miydi? Üzülse miydi? ‘Kendine bari yalan söyleme Işık, bal gibi de adamın senden vazgeçmediğini anladığın için havalara uçacak gibisin, bak kalbin sevinçten kanat çırpıyor’ diyen iç sesiyle yüzleşmek istemedi.

Tuğsem, bir şey olursa mutlaka haber vermesi gerektiğiyle ilgili tembihlerinden sonra sevdiği adamla evden ayrıldı. Birkaç saat Urfa’nın tarihi yerlerini el ele gezdiler, otantik bir mekanda oturup sohbet eşliğinde kahvelerini içtiler. Eskisine oranla koruma kalabalığı olmasa da bir sürü insanın dikkatini çekecek kadar adamla dolaşıyorlardı. Alaz, Urfa’da da tanınıyor ve herkes tarafından hürmet görüyordu.

Akşam yemeğini dışarıda yiyip erken bir saatte otellerine geldiler. Her ikisine de sadece şehir hakkında konuşmak, sürekli sarılıp öpüşmek şakalaşmak iyi gelmişti. Tuğsem’in sıcaklığı Alaz’ı çok zorlamaya başlamıştı. Öpüşmeyi genelde doktorun başlatması ve istekli halleri genç adamın sabrının taşmasına neden olacaktı. Şikayetçi miydi? Asla!

Otele gelir gelmez Tuğsem duş almak istedi. İlk birlikte otelde kaldıkları vakitteki, tutukluk hali yoktu. Hem de Hüseyin ağayı öyle özlemişti ki, içinden taşan aşkını kendini kısıtlamadan kıskanç ağabeyini düşünmeden yaşamak istiyordu. İstanbul’dayken bu programa karar verdikleri için bavulun en alt kısımlarına koyduğu gecelik takımını ve bakım malzemelerini alıp, öyle banyoya girdi. Kızarmamak için ılık bir suyla güzelce yıkandı. Aklından geçenler heyecanlanmasına hatta karnının karıncalanmasına neden oluyordu. Bu gece her şeyin kusursuz olmasını istiyordu. Tuğrul’un ayrıl baskılarından mı kaynaklıydı? Bilmiyordu ama Alaz’a ait olma isteğini kendi içinde bile artık bastıramıyordu.

Duştan sonra havlu ile saçlarının iyice suyunu aldı. Tepesinde topladı. Yanakları ılık suya rağmen hafif kızarmıştı. Vücut losyonunu çıkardı. Ellerine bolca dökerek bütün vücudunu kremledi. Yüzüne de nemlendiricisini sürdü. Makyaj yapma isteğini hızla uzaklaştırarak saçlarını şekillendirmeye başladı. Eline aldığı kutudan sonra heyecanı katlandı. Bu gece sevdiğinin olacaktı. Bunu düşünürken bile yanaklarının ısındığını hissediyordu. Yaşarken nasıl birlikte alev alacaklarını Allah bilirdi.

Sadece her şeyin güzelden öte geçmesini istiyordu. Kusursuz erkeğine büyük aşkıyla karşılık verecekti. Bu yüzden sevişmelerinin bambaşka olacağından emindi. Düşündüklerinin edepsizliğiyle siyah tangasının üzerine ayaklarına kadar uzanan geceliğini geçirdi. Göğüsleri büyük olduğundan resmen gecelikten fırlamıştı. İlk defa göğüslerini kapatmaya uğraşmayacaktı. İki yandan kasıklarına kadar olan yırtmaçta yürek hoplatıyordu. Hemen dağınıklığını toparlayıp, son kez aynaya baktı. Kendine gülümsedi. Hazırdı.

Ciğerlerinden gelen büyük büyük nefesler alarak heyecanını bastırmaya çalıştı. Bir türlü banyodan çıkamıyordu. O odaya girdiğinde neler olacaktı? Hüseyin’i nasıl tepki verecekti? Meraktan ölürken son cesaret kırıntıları ile banyonun kapısına uzandı.

Loading...
0%