Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

“Bende seni sevgilim!”

Hüseyin’i karşısına çıkaran kadere şükür etmesine bir sebep daha bulmuştu. Hep egosit, emirler yağdıran, sinirli ve ağzında altın kaşıkla doğmuş biri gibi düşündüğü adamın böylesine duygulu, halden anlayan çıkması kesinlikle onun şansınaydı. Alaz’ın nahif ses tonuyla dinlediği hikâye mutlulukla uykuya dalmasını sağladı.

Sabahın erken saatlerinde Alaz’ın kadınlığına yaptığı tatlı eziyetle gözlerini açtı. Sonrasında dingin tadına vara vara yine birbirlerinin oldular. Tuğsem öyle aşk sarhoşu olmuştu ki, tamamen aklı başından gitmişti. Sevdiği adamdan başkasını düşünmek istemiyor, sadece sevdiğine doymak istiyordu. Alaz yanına geldiğinden beri hiç telefonuna bakmamıştı. Tuğrul’un çıldırdığından habersiz aşkını yaşıyordu. Yanıyordu, yakıyordu, seviyordu, seviliyordu daha ne isterdi?

Birlikte ettikleri uzun kahvaltıdan sonra Altuğ telefon etmişti. Telefon konuşması bittikten sonra ikisi de artık Işık ile bir araya gelmeleri gerektiğine karar verdi. Tuğsem, Altuğ’un ona anlattıklarına, arkadaşına olan duygularının samimiyetine inanmıştı. Şırnak’ta dahil tüm hafta Işık’ı gözlemlemiş, kesinlikle Altuğ’a aşkının hız kesmeden devam ettiğini anlamıştı. Bir araya gelmeleri gerekiyordu. En azından bir kere konuşmalılardı.

Işık’a mesaj atmak için eline aldığı telefonda Tuğrul’dan gelen aramaları ve çocuk azarlar gibi mesajlarını gördüğünde sinirlenmeye başladı. Bugüne kadar abisine hiç saygısızlık yapmamıştı. Ancak o alttan altıkça Tuğrul’un sinirli hali katlanıyordu. Onu kırmaktan korktuğu için anlayış göstermesi demek Alaz’dan vazgeçeceği anlamına mı geliyordu? Artık açık açık konuşmanın zamanı gelmişti.

Tuğrul’a Alaz’ın yanındayım ve ilk fırsatta Manisa’ya gelip, yüz yüze konuşacağız. Bu kadar üstüme gelme abi diye yazdı. Kalbini kırar mıyım acaba diye düşünmeden hızlıca gönderdi. Çünkü ne zaman Tuğrul tepki gösterse hep diyeceklerini yutmuştu. Sonrasında da Işık’a birlikte yemek yemek istediklerini akşam yemeğinde mutlaka beklediğini ve itiraz kabul etmediğini belirten bir mesaj attı. Telefonlarına çıkmazsa mecbur gelir diye aklından geçirirken, Işık yanıltmış, sadece tamam diye mesajına karşılık vermişti.

Işık, mesajdan sonra dudaklarını dişlemeye başladı. Altuğ’un o yemekte olacağını tahmin ediyordu. Heyecanlanmıştı, hem de çok heyecanlanmıştı. Sonu ne olursa olsun, bir kere görüşmeliydi. Hem söz de vermişti. ‘Söz vermiştin evet,’ diyen sesiyle kendini ikna etti. Kabul ettiğine dair kısa cevaptan sonra hemen hazırlanmaya karar verdi. Oturduğu yerden kalktı ama daha çok erkendi.

Şaşkınlığına kızarak geri oturdu. Orta sehpada bulunan diz üstü bilgisayardan bir film açtı. İzlemeye başladı. Bir on beş dakikanın sonunda seyredemediğini anladığında filmi kapattı. Kitap zaten okuyamıyordu, o yüzden evi yerleştirme işine devam etmeye karar verdi. Oysa bugünü dinlenmeye ayırmıştı fakat bir şeylerle oyalanmazsa kafayı yiyecekti.

Altuğ, arkadaşının Işık yemeğe geliyor, sende gelirsin sanırım diye dalga geçen mesajından sonra konakta duramadı. Atıyla uzun süre arazilerini dolaştı. Bu akşam sevdiği kadınla görüşecekti. İçindeki duyguya anlam vermiyordu. Tek istediği sorunsuz bir akşam geçirmek ve Işık’a derdini anlatmaktı. Bu gidişle alkolik olacaktı. Işık’a kendini nasıl ifadece edeceğini bilememek ya da nasıl ikna edeceğini düşünmekten kafayı yiyordu. Rahatlayayım diye bir kadeh bir şeyler alıyor ama sonrasında bir iki derken sızana kadar içiyordu. Gündüzleri iş tüm zamanını dolduruyordu. Sorun yoktu. Fakat geceler bitmiyor, zifiri karanlık hiç çekilmiyordu. İradesinin tükendiğini, Işık’a karşı cesaretinin kırıldığını hissediyordu.

Bir an asla vazgeçmem diye aklından geçiriyor, sonrasında zorla güzellik olmaz kadın ne derse o olacak diyordu. Öyle düşündüğü vakit kalbi sıkışıyor, nefesi kesiliyordu. Çünkü bu saatten sonra Işık’sız yaşamak ölümden beterdi. Aslında bir tarafı konuşmayı çok isterken diğer tarafı konuştuktan sonra kabul görmezsen ne yapacaksın diyordu? Üç gündür sevdiği kadınla aynı şehirde hatta aynı mahalledeydi ve o bir korkak olarak yanına gidemiyordu. Çelişkilerle geçen günleri mutsuzlukla bitiyordu.

Akşamüzeri konağa döndüğünde atının çok yorulduğunu fark etti. Boynundan özür dilercesine öptü. Öyle sıkıntılıydı ki bazen çevresinden soyutlanıyordu. Ahırlardan çıktığında annesini gördü, gülümsedi. Meraklı anasının gelinini hemen gördüğünü öğrendiğinde kızmak içinden gelmedi. Tatlı tatlı ne yapayım gelinimi merak ettim, demesiyle sadece gözlerini belertmişti. Ancak içinden inşallah gelinin olur demeden duramadı.

Odasına girer girmez duş aldı. Siyah takım elbisesinin içerisine kırık beyaz gömlek giydi. Kravat takmadı. Normalde de çok sevmezdi. Bolca parfüm sıktıktan sonra hızla konaktan çıktı. En azından hesapları kontrol ederken zaman geçer diye düşündü, erken olmasına rağmen otele gitti. Işık’ın ne giyeceğini deli gibi merak ediyordu. Restorandaki son yemek de giydiği kıyafet yüreğini hoplatmıştı. Umarım yine böyle açık değildir diye içinden geçirdi. Aralarındaki cinsel çekimin farkındaydı ama güzel bacaklarını gördükten onu daha çok ister oldu.

Işık neredeyse akşama kadar hiç durmadı. Evin içerisinde bir o yana bir bu yana derken iyice yoruldu. Duşa girdi. Uzun uzun yıkandı. Pembe kısa bornozunu giyip, acıkmasına rağmen kahve içmeye karar verdi. Çay fincanıyla Türk kahvesi içmeye bayılırdı. Büyük sade kahvesinin yanına çikolatalı küçük kek aldı. Eline telefonunu aldığında sadece annesinin aradığını gördü. Hayal kırıklığına uğradı. ‘Onun aramasını, en azından bir mesaj atmasını bekliyorsun değil mi?’ iç sesi yine formundaydı. Başını sağa sola çevirip, annesini aradı.

Annesiyle on dakikaya yakın konuştu. Kadın hala onu çocuk gibi görüyordu. Evin her detayını ve nasıl yerleştiğini tek tek sormuştu. Telefonunu kapattıktan sonra dolabının başına gitti. Bütün elbiselerini elden geçirdi. İçi bu kadar sıkılırken beyaz bir elbise seçti. Heyecanının yanında korku daha ağır basıyordu. Bu gece ne olacaksa olsun ama güzel olsun istiyordu. Derin V yaka kısa kollu dizlerinde biten elbiseyle oldukça sade oldu. İnce topuklu toprak renkli açık ayakkabılarıyla konbinini tamamladı. Saçlarını kendi dalgasında bırakıp, şeftali tonlarında göz makyajını pembe ruj sürerek tamamladı. Evden çıktığında korumalar önünü kesti. İlk defa ona bu kadar yaklaşıyorlardı.

“Ağamız sizi otele götürmemizi istedi!”

“Hangi ağanız…”

“Altuğ Ağa!”

Adını duymak bile içini heyecanla doldurdu. İtiraz etmeden arabaya bindi. Tuğsem’e mesaj attı. Şu an arkadaşına kızmak istiyordu. Keşke yanında olsaydı. ‘Bencillik ediyorsun günlerdir sevdiğini görmedi,’ diyen kalp sesine hak verdi. Ama alt dudağını sarkıtıp, suratının asılmasına engel olamadı. Otelin restoranında değil, Tuğsem ve Alaz’ın odasında yemek yenilecekti. Korumalarla odanın kapısına dek geldi. Kapıyı çaldığında artık titremesini durduramaz hala gelmişti.

Kapı açıldı. Şahin gözlerle karşılaştı. Neden kapıyı Altuğ açmıştı ki, hem o açmasa böyle ne diyeceğini bilemez halde kalmazdı. Sadece gözlerine bakabildi. Gözlerini kaçırmak istedi ama kitlenmiş durumdaydı. İçeriden Tuğsem’in sesi gelince konuşabildi.

“Me…merhaba!”

“Hoş geldin!”

“Hoş buldum!” Altuğ’un yana çekilmesiyle içeri süzüldü. Altuğ’un özlem dolu tutkulu bakışlarında bacakları tutmaz oldu. Tuğsem’e nasıl sarıldığını bilemezken sadece sakin olmayı diliyordu. Salon olduğunu düşündüğü yere yuvarlak masada dört kişilik servis açılmıştı. Masa çok şık gözüküyordu. Alaz ile de görüştükten sonra açık olan balkon kapısı gözüne çarptı.

Direkt balkona çıksa ayıp etmiş olur muydu? Aklından geçenleri es geçerek çantasını aynalı sehpanın üzerine koydu. Geri döndüğünde Altuğ ile bakışları birleşti. Arkadaşlarının onlara baktığından habersiz adamın sert yüzüne rağmen yumuşak bakışlarında kayboldu. Birbirlerinin bakışlarında özlem gidermek istercesine ikisi de bakışlarını çekmedi.

“Ee çok açım! Yemek nerede kaldı Altuğ Ağa!” diye Alaz’ın şakacı sesiyle girdikleri girdaptan kurtuldular. Altuğ mecburen gülümseyip, gözlerini Işık’tan çekti.

“Urfa yemekleri için biraz sabırlı olman lazım Alaz Ağa!”

“E ne yapalım o zaman bizde sabırla bekleriz değil mi sevgilim?”

Alaz dün geceden beri ellerini çekemediği sevgilisine yine sarılmıştı. Sabah yaşadıkları özel dakikalardan sonra bir dakika yanından ayırmamıştı. Bütünleştikten sonra sanki daha düşkün olan adamdan Tuğsem gayet memnundu. Ancak şu an gözlerini Işık’tan ayıramıyordu. Nedense arkadaşının ona soğuk davrandığını hissetmişti. Kızmasını bekliyordu ama böylesine soğuk olacağını düşünmemişti. Sarılması bile formaliteden gibi gelmişti. Oysa Işık kendi duygularıyla boğuşmaktan ne yaptığının farkında değildi.

Işık bu konuşmaya katılmayarak balkona çıktı. Gerçekten nefes alamıyordu. Otele girişte de dikkatini çeken binanın manzarasını görmek iyi gelecekti. Görkemli taş yapısıyla geleneksel gözüken yapıtın içerisi modern dizayn edilmişti. Dışarıdan mütevazi bir hava hissettiği bina çok merkezi bir yerdeydi. Karşısına çıkan yemyeşil bahçe ve etrafındaki eski yapıtlar çok hoş duruyordu.

“Seni memleketim de yanımda görmek hayal ettiğimden de güzel!”

Işık, Altuğ’un sesiyle olduğu yerde sıçradı. Topuklu ayakkabısının üzerinde sendeledi. Bu hareketi yüzünden arkasındaki adama iyice yaslanmış oldu. Kendisi heyecandan put gibi dururken, genç adamın sesli nefes verip, saçlarına gömüldüğünü anladı. Gözlerini kapattı. Kendini geri çekmedi, çekmek de istemedi.

“Işık! Kokunda öleyim ben!”

“Altuğ!”

“İsmimi tek sen söyle!”

“Konuşmamız gerek…”

Genç adam Işık’ın birden soğuyan sesiyle hızlı bir nefes verdi. Korktuğu için konuşmayı geciktirdiğine inanmıyordu. Çetinoğlu aşiretinin ağası küçücük bir kadından korkuyordu. Bunu kabulleneli çok olmuştu, çok olmuştu da ne zaman cesaretli davransa bu kadın ondan uzaklaşmıştı. Hep yanlış zamanlarda yanlış şeyler olmuştu.

“Biliyorum konuşmamız gerek ama! Ama umudumu benden alırsın diye çekiniyorum!”

“Güvenmem çok zor!”

“Korkuyorum Işık, ışığım ilk defa birini kaybetmekten korkuyorum.”

Işık’ın içinden bir ürperdi geçti. Gerçekten onun için bu kadar önemli miydi? Gözleri doldu, alt dudağı titredi. İçinden yükselen ağlama isteğini bastırmak istedi. Tüm gün nasıl kendini tuttuysa şimdi de tutmalıydı. Yaşadıklarını hazmedemiyordu. Tam kokusunda kendini kaybedeceği bir güle sahip olacağı zaman, o gülün büyük dikeni batmış, canını yakmıştı. Altuğ ile yaşadıkları sadece buna benziyordu. Kokusunda kaybolmak, ellerinde hayat bulmak varken, geçmişin dikenleri doğru ya da yanlış içini parçalamıştı.

Onunla yaşadığı kısacık, birkaç saat mutluluğun bedelini bu kadar ağır ödemişken, birkaç gün belki birkaç ay mutlu olsa sanki toparlanamayacaktı. Altuğ korkuyorum mu demişti, asıl o korkuyordu. Altuğ’un onu gerçekten sevmemesinden, istememesinden ya da bir anda en mutlu olduğu vakit yok olmasından ölesiye korkuyordu.

İkisi de aynı pozisyonda bedenlerinin sıcaklığının birbirine geçmesiyle hareket etmeden sessizce bekledi. Altuğ’un arada bir kokusunu içine çektiğini belirten nefes sesi olmasa hayat yok gibiydi. Işık başını kaldırdığına çok az yıldız gördü. İnsafsız ışıklar yüzünden yıldızları göremiyordu. Buna duygulanarak gözlerinden yaşlar süzüldü. ‘Işık yine hiç olmadık zamanda en saçma şeyi düşünmek buna ağlamak şahsına münhasır bir durum,’ diyen iç sesiyle omuz silkti. Saçlarında ve belinde hissettiği elle derin bir nefes aldı.

“Ağlama güzelim, lütfen ağlama!”

“Ağ..ağlamıyorum!”

“Çok kötü bir yalancısın, güzel yüzünü bana ne zaman döneceksin?”

“İstemiyorum!”

Altuğ, Işık’ın omuzlarını silkmesine gülümsedi. Belinden biraz daha kendine çekip, saçlarını bir tarafa topladı. Tam dudaklarını sevdiği kadının boynuna bastıracaktı ki, Alaz’ın sesi duyuldu. Arkadaşına içinden ettiği küfürden sonra doğruldu. Genç kadının hemen kendisini geri çekmesi üzerine daha çok sinir oldu. Bu kadının sıcaklığını hep yaşamalıydı.

Işık, Alaz’ın sesinden sonra toparlandı ve gözyaşlarını sildi. Derin bir iki nefes alıp, Altuğ’a bakmadan hızla arkasını döndü. Odaya girdiğinde Tuğsem’in meraklı bakışlarıyla karşılaştı. Arkadaşı ona iyi misin diye sözsüz soruyordu. Sadece başını yukarı kaldırdı. Yine sözsüz sorun yok dedi. Kocaman yuvarlak masanın üstündeki yemeklere inanamadı. Bu kadar yemeği dört kişi mi yiyecekti? Altuğ’da hemen arkasından odaya girdi. Masadan memnun kaldı. Alaz’a ters bakmasına rağmen sataşmasına gülmeden edemedi.

“Ooo Altuğ Ağa memleketinin bütün yemeklerini yaptırtmışsın!”

“Misafirlerim özel…”

“Altuğ, her şey çok güzel gözüküyor, bu nedir?”

“Sofraya oturmadan yemekleri tanıtayım doktor hanım,” diyerek masaya yaklaştı. Tuğsem’e minnetle baktı. Ortamdaki gerginliği sezdiği için sohbet açtığının farkındaydı. Sandalye çekip, Işık’a baktı. Genç kadın sessizce daveti kabul edip, oturdu.

“Şu minik lahmacuna benzeyen ağzı açık, etsiz çiğ köfte, onun yanındaki söğülme, hemen sağındaki içli köfte, onun yanındaki patlıcanlı olan ise beli kırık kebabı ve ortadaki karışık Urfa kebabı… İki çeşit çorba hazırlattım. Kulaç ve lebeni çorbası, salata olarak da yeşil salata ve isot salatası tatlılarda sonradan gelecek.”

“Allah’ım! Hüseyin Alaz ben dün diyet yapmaya karar vermiştim değil mi? Şimdi bunlarla nasıl diyet yapılır?”

“O diyete karşı olduğumu hatırlıyorum sevgilim!” Alaz’ın cevabına masadaki herkes gülümserken Tuğsem hemen sandalyeye oturdu. Servislerini kendileri yapacakları için tabağını eline alıp, heyecanla ilk iş ağzı açık ve içli köfte aldı.

“Neyse pazartesi başlarım artık diyete,” diyerek ağzı açıktan bir parça ısırdı. Işık’ın bütün üzüntüsü Tuğsem’in bu çocuksu heyecanıyla kayboldu. Yemek yemeyi o hepsinden çok seviyordu. Hiçbir zaman diyet derdi olmamıştı. Ancak Tuğsem’in dikkat etmeye çalıştığı zaman daha çok iştahının açıldığını bildiğinden kahkaha atmak istedi. Alaz da sevgilisine aşkla bakarak tabağını doldurmaya başladı.

Işık önündeki tabak alındığında, başını gülen yüzüyle kaldırdı. Altuğ’unda yüzünün yumuşadığını gördü. Sesini çıkarmadı. Altuğ, herkese çorba tercihlerine göre servisi yaptı. Sonrasında Işık’a ara sıcaklardan bolca bir tabak hazırladı. Alaz’ın muzip muzip tabağını uzatmasına sonra görüşeceğiz seninle dercesine yana başını sallayarak cevap verdi.

Güzel bir sohbetle yenilen yemekten sonra kimse tatlı yemek istemedi. Işık hiç iştahının olmadığını düşünüyordu. Fakat yemekler o kadar lezzetliydi ki, Tuğsem’in keyif ala ala yiyişine o da severek katıldı. Altuğ, günlerdir ilk defa yediklerinden lezzet alıyordu. Alaz da değişik bir neşe vardı bu akşam ve bu neşesi bulaşıcı gibiydi. Herkese laf atıyor, Tuğsem’e elleriyle yemek yediyor ve bol bol kahkaha atıyordu. Doktorunda sevdiğinden farkı yoktu. Mutluluk saçıyorlardı.

Altuğ, arkadaşı adına sevinirken, bu gecenin kendi adına da mutlulukla bitmesi için elinden geleni yapacaktı. Sürekli gri gözlü kadına dalıp, gidiyordu. Alaz gibi rahat rahat sarılacağı, öpeceği günlerin gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Gerçekçi yapısı Işık’tan sonra değişmiş gözlerinin önüne hayal ettiği görüntüler gelir olmuştu.

Bembeyaz gelinliğin içinde ona doğru yürüyen bu kadın en güzel hayal olsa gerekti.

Loading...
0%