Yeni Üyelik
34.
Bölüm

34. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

Dörtlü yenen yemekten sonra onları yalnız bırakmaya çalışan Tuğsem ve Alaz çok yediklerini bahane ederek yürüyüşe çıktılar. Masa toplanırken, Işık yine balkona çıktı. Altuğ da arkasından çıkmayı düşünmesine rağmen yalnız kalmak için beklemenin daha doğru olacağına karar verdi. Sevdiği kadın kollarını kendine dolamış, manzarayı seyrederken o da arkadan sadece ona baktı.

Konuşmaya başlamak için kelimelerini özenli seçmeliydi. Hem bir an önce annesinden de bahsetmeliydi. Cavidan Sultan yüzünden bir kere daha Işık’ın güvenini kaybedemezdi. Kapatılan kapıdan sonra ellerini yüzlerine koydu. Aşağı yukarı ovdu. Sonra gömleğinin bir iki düğmesini açtı. İnşallah yemek yerken ki neşesi devam ediyordur diye düşünerek balkona ilk adımını attı.

Işık, temiz havayı içine çekti. Altuğ’un kendisinden önce kokusu gelmişti. Yemek boyunca ilgisi çok güzeldi ve hep o güzelliği yaşamak istiyordu. Bakışlarındaki samimiyet ilk günkü gibi canlıydı. İlk gün ah o ilk gün değil mi bu kadar canını yakan? Altuğ’un bedeni yanında durdu. İkisi de bir süre konuşmadı.

“Ne garip değil mi? Ne doğru dürüst muhabbet edebildik ne de vakit geçirebildik. Buna rağmen belki de en çok seni ben üzdüm ama bil sende bana acı çektirdin.”

“Ben mi? Ben ne yaptım ki sana?”

“Yok saydın, görmezden geldin?”

Altuğ’un cevabıyla Işık ellerini çözdü. Kaşlarını çatıp, genç adama döndü. Aynı şekilde ona dönen şahin bakışları görebilmek için başını kaldırdı. Şahin bakışları sert olmaktan uzak çare ister gibiydi. Ancak hemen kanmayacaktı.

“Par…pardon! Yaşadıklarımızdan sonra boynuna mı sarılacaktım?”

“Hiç fena olmazdı!”

“Ciddi ol!”

Altuğ bunun üzerine kahkaha attı. Gri büyük gözlerin sinirle parlaması içini mutlulukla doldurdu. Normalde öyle yerli yersiz espri yapan biri değildi. Işık’ın yanında kendini kasması gerekirken kendiliğinden şaka yapıyordu. Sinirli bakan gözlerin içine gülümseyerek bakmaya devam etti. Sonrasında ciddi bir surat ifadesine girmeye çalıştı.

“Tamam tamam şimdi ciddiyim.”

“Hiç de değilsin?”

“Tanıştığımızdan beri o kadar uzak duruyorsun ki, aramızdaki gerginliği azaltmak için istemsiz şaka yapıyorum.”

Işık, hala sinirli bakışlar atarken genç adamın gözleri dudaklarına indi. Bu özlem dolu bakışlarla kandıramayacaksın diye aklından geçirerek yeniden yönünü değiştirdi. İçinden yükselen öpme isteğini başka türlü bastıramayacaktı. Hoca hanımın tepkisi üzerine Altuğ’un dudaklarında acı bir gülümseme oluştu.

“Sana geldiğimde hayatımda kimse yoktu. Buna inanıyorsun değil mi?”

“Bilmiyorum!”

“Neyi bilmiyorsun Işık, bak daha önce de söyledim. Geçmişimle gurur duymuyorum. Ama! Ama bu durumu uzatarak ikimize de haksızlık ediyorsun.”

“İnanmak kolay zor olan güvenmek!”

“O zaman her şeye baştan başlayalım, istersen bugün tanışmış olalım. Ben Altuğ ÇETİNOĞLU siz,” diyerek genç kadına döndü. Işık uzatılan ele baktı. ‘Korkaklık ederek, yaşayacağın güzel bir aşkı belki de ömürlük sevdanı kaçırıyorsun. Hadi o eli tutmak için neyi bekliyorsun?’ İç sesi koş derken o gerçekten neyi bekliyordu. Altuğ, umutsuzlukla eli aşağı doğru indirdi. Adam tekrar önüne döndüğünde yüzündeki şakacı ifadenin yerini hayal kırıklığı almıştı. Buna dayanamıyordu. Nasıl yaklaşırsa yaklaşsın Işık tepkisiz kalıyordu. İstemiyorum bile dese mutlu olacaktı. Ancak hanımefendi beni o kadar bile önemsemiyor diye içine dönmüştü.

Altuğ’un yüz ifadesi Işık’ın içine korkular salmıştı. ‘Vazgeçiyor,’ diye beyninde dönen sesle içini korku kapladı. Dokunsam mıydı? Elini o mu kaldırsaydı? ‘Senin kararsızlığın yüzünden adam gidecek,’ diyen sesle hemen ortaya bir laf attı.

“Peki annen beni kabul edecek mi? Belki de gelininden vazgeçmek istemez.”

“O günden beri o kadar üzgün ki yine arkamdan iş çevirip, gerçek geliniyle tanışmış bile…”

“Kimmiş gerçek gelini?”

“Üç gün önce size börek getiren Cavidan Hanım benim annem!”

“Ne? Gerçekten mi? O yüzden mi beni öyle inceliyordu,” diye Altuğ’un kolundan tutarak gözlerini birleştirdi. Aslında tepkisine çok utanmıştı. Yanakları kızarırken merakla sevdiği adamın gözlerine bakmaya devam etti.

Genç adam ise ne yapıyorsun sevdiğim, bir an umutlarımı yerle bir ederken bir an bu heyecanlı ses tonunla beni ümitlendiriyorsun dememek için kendini zor tuttu. Merakla cevap bekleyen haline hafif gülümsedi.

“Eminim incelemiştir.”

“Benden haberi vardı yani!”

“Işık ne duymak istiyorsun gülüm? Ben ilk defa aşık oluyorum. Herhalde annem dahil tüm ailem biliyor.”

Altuğ’un kolunda olan eli aşık oluyorum cümlesinden sonra hızla ağzını kapatmıştı. Sanki bir şey diyecekti de susması için bunu yapması gerekiyordu. Altuğ tamamen dönüp iki eliyle yanaklarından kavradı. Işık’ın çelişkilerinde haklı olduğunu tekrar tekrar kendine hatırlatarak Dayanamayıp, alnından öptü.

“Seni çok seviyorum. Beni kabul etmeyeceğini düşündükçe içimde bugüne dek bilmediğim duygular yaşıyorum. Bu duygunun adı korku mu acı mı karar veremiyorum? Sanırım sen benden gidersen hem en büyük korkumla yüzleşmek zorunda kalacağım. Hem de hiç bilmediğim aşk acısına düşeceğim.”

Işık’ın gözlerinden yaşlar boşaldı. Altuğ eğilip hayran olduğu büyük gri gözlere öpücük kondurdu. Bu hareketi genç kadını daha çok duygulandırırken birden kendini geri çekti. Genç adam tam başardım dediği anda Işık’ın uzaklaşmasıyla yutkunamadı. Ancak genç kadın gülümsüyordu. Ona uzatılan ele baktı.

“Merhaba ben Işık, sınıf öğretmeniyim. Memleketinize yeni atandım.”

“Memleketime de yüreğime de hoş geldiniz hoca hanım,” deyip Işık’ın uzattığı elden kendine çekip, sımsıkı sarıldı. Genç kadının göğsünde ağlaması onu da duygulandırdı. Gözleri doldu. Saçlarına sayısız öpücük kondurdu. Sonra çenesinden tutup, gözlerini birleştirdi.

Genç adamın izin ister gibi bakışlarına dayamayan genç kadın topuklu ayakkabılarına rağmen parmak uçlarında yükselip, dudaklarını birleştirdi. İkisi de özlemle birbirlerini içmeye başladılar. Altuğ, sevdiği kadını belinden çektiği gibi bedenlerini birleştirdi. Dilini devreye sokarak öpüşmelerini derinleştirdi.

Her ikisinden aynı anda bir inilti duyuldu. Tenlerinde alev almaya hazır bir ateş başlamıştı. Altuğ, Işık’ı öpmeyi o kadar çok özlemişti ki ilk defa bir kadını öperken yüreğinin titrediğini, bedenini kontrol edemediğini hissediyordu. Nefesinin kokusu bambaşka duygulara dalmasına neden olurken, bu kadına hemen sahip olmazsam vay halime aklım bende kalsa bari diyordu.

İlk göz göze geldiklerinde tenini tutuşturan, kanını kaynatan bu güzel bakışları değil miydi? Işık’ın peşinden gitmesinin sebebi cinsel çekim diye düşünmüştü. Oysa ilk görüşte yüreğine düşmüş, delicesine sahip olmak istemişti. Bunu çok sonra Işık’ı kaybetme noktasında fark ettiği için kendine az küfür etmemişti.

Oysa şimdi ellerinin arasında yaprak gibi titreyerek içten karşılık vermeye çalışan kadınla zamanı durdurmak istiyordu. Ellerinden birini boynundan okşayarak aşağıya doğru indirdi. Sol göğsünü avuçladığında Işık karnında bir hareketlenme hissetti. O hisle Altuğ’un dilini diline doladı. Değişik bir dans tutturan dilleri ikisini de çıldırtma noktasına getirtmişti.

Işık, genç adamın boynuna dolamış olduğu kollarını daha sıkı sarmıştı. Sevdiği adam eğilmekte zorlanıyordu. Bir bacağını kaldırıp, beline sarınca Altuğ, bacaklarının altından tutarak kucağına aldı. Birkaç adım ileri de bulunan balkon takımına oturdu. Bu süreçte dudakları hiç ayrılmadı. Soluk soluğa ayrıldıklarında Altuğ’un şahin bakışlarındaki parlama hoca hanımın utanmasına neden oldu.

Başını seksi adamının boynuna gömdü. Gözlerini kapattı. ‘Doğru karar verdin,’ diyen iç sesine teşekkürlerini yollarken şahin bakışlı adamının kucağına iyice yerleşti. Bacaklarında gezen ellerden etkilenmemeye çalışarak, sakinleşmenin yolunu aradı. Kokusuna bayıldığı boynu öpmeye başladı. Altuğ boynuna kondurulan öpücüklerle kalbinin ısındığını hissetti ve delice bir arzuyla doldu. Işık’ın saçlarını okşarken fısıldadı.

“Bu sarı saçların var ya bu sarı saçların…”

“Ne…ne olmuş bu saçlarıma?”

“Hiç!”

“Hiç mi?”

“Öyle güzelsin ki, büyük gri gözlerin bu sarı saçların hiç aklımdan çıkmadı. Seni her gün saç telin kadar mutlu etmek istiyorum.”

“Ooo Altuğ Ağadan beklenmeyecek kadar romantik laflar,” diyen Alaz ile Işık sıçradı. Kafasını öptüğü boyna daha çok gömerken, Altuğ’un sessizce küfür ettiğini duydu.

“Hüseyin hadi çıkalım,” diye çekiştiren doktora sadece kahkaha atarken, arkadaşının gözlerinin içine bakarak ettiği küfre öpücük attı. Bugün öyle mutluydu ki herkesin de o mutluluğu görmesini istercesine gülücükler saçıyordu.

“Kahve söyledik, toparlanınca içeri gelin Altuğ Ağa!”

“Hay senin ağana,” diye tısladıktan sonra Işık’ın yüzünü kaldırdı. Alnından öptü. Kıpkırmızı olmuş sevdiğine gülümsedi.

“Hadi güzelim!”

“Of! Altuğ yakalandığımız hale bak, nasıl yüzlerine bakarım?”

“Ne varmış halimizde sevgilim. Alaz’a bugün ne oldu bilmiyorum? Normalde yaptığı hareketler değil, konuyu uzatmaz merak etme. Zevzek ya,” diye kahkaha attı. Hüseyin’in muzip yüzü ve oh barışmışsınız tavrı bir an çok komik geldi.

İçeriye el ele girdiklerinde gülümseyerek bakan arkadaşlarına onlarda gülümsedi. Altuğ’un tahmin ettiği gibi balkondaki basılmış hallerinin konusu bile açılmadı. Birlikte kahvelerini içip, Işık geç oldu deyince Altuğ ile kalktılar. Hem Tuğsem ertesi gün İstanbul’a dönmek zorundaydı. Işık da bir iki hafta daha kalıp, yeni okulundaki işlerini bitirmeliydi. Seminer toplantıları yoksa Manisa’ya ailesinin yanına dönmeyi planlamıştı. Ancak o Altuğ ile sevgili olmadan önceki planlarıydı. Şimdi nasıl hareket edeceğini bilmiyordu.

Altuğ, geceyi birlikte geçirmek istese de bu sefer ağırdan almaya çalışacağına kendine söz verdiği için uzun bir öpücükten sonra Işık’ı evine bıraktı. Konağa döndüğünde saat gece yarısını geçmişti. Işık ile aynı dileği dilediğinden habersiz içindeki mutluluğun hep var olmasının duasını etti. Aylar sonra ilk defa alkol kullanmadan uykuya daldı.

Alaz, sabahın erken saatlerinde Tuğsem’i de alıp, memleketine yola çıktı. Işık’ın evine sadece beş dakika eşyalarını almak için uğramışlardı. Tuğsem’in misafir oluşu aileye heyecan, sessizliğe gömülmüş konağa ses getirdi. Güzel bir öğle yemeğinden sonra Alaz, sevdiği kadına konağı gezdirmiş, uzun süre de odasında tutmuştu. Doktorun itirazlarına rağmen birlikte iki saate yakın uyumuşlardı.

Ferzan dede yine konuşmamıştı. Ancak gözleri mutlulukla parlıyordu. Alaz için bu bile yetmişti. Zamanla daha iyi olacağını biliyordu. Akşam yemeğinden sonra birlikte İstanbul’a döndüler. Ertesi gün Tuğsem’in mesaisi, Alaz’ın da İtalya’ya seyahati olduğu için birlikte kalmadılar.

Hastaneye geldiği gün Ahmet hocası Tuğsem’i yanına çağırdı. Uzmanlığı bitine kadar tüm öğleden sonralarında poliklinik de hasta bakacağını, sabahları ise yeni asistanların vakalarını takip edeceğini söyledi. Zaten genel uygulamada başasistana verilen görev olduğundan bu programa şaşırmadı. Tek moralini bozan tez sınavından sonra vaka toplantıları hariç karşılaşmamaya özellikle dikkat ettiği, Tunç ve Sibel hocasıyla ortak bir iki hastayı takip etmesinin istenmesiydi. Son üç ayı kalmıştı. Öyle ya da böyle uzmanlık eğitimini tamamlamalıydı. Tunç’u görmezden gelmeye devam etmek kolaydı ama Sibel Hanımın laf sokmaları hatta mobbinge varan tavırları onu oldukça zorlayacaktı. Ayla da ondan kaçıyordu. Biraz kendiyle baş başa kalsın düşüncesinden vazgeçti. İlk fırsatta Ayla’yı sıkıştıracaktı. Göz teması kuramayacak kadar aralarına ne girmiş olabilirdi?

Alaz üç gün sonra döndüğünde Tuğsem’i hastaneden almaya geldiğinde sinsi gözlerin hapsindeydiler. Ancak iki aşık öyle özlem doluydu ki kimseyi görecek halde değillerdi. Hastanenin önünde uzun süre birbirlerine sarılmışlardı. Alaz’ın evine gelip, Berfin’le yenen yemekten sonra bahçe de çaylarını içmişlerdi. Berfin işim var deyip, onları yalnız bıraktığında yıldızların altında uzun uzun öpüşmüşlerdi. Ayrı kalmak resmen birbirlerine daha çok yakınlaştırmıştı. Tuğsem, sevdiği adamın gece boyunca yaptıklarıyla, iş yerindeki ve Tuğrul’la olan sıkıntılarından tamamen sıyrılmış, aynı şekilde karşılık vermekten geri kalmamıştı.

Onu mutlu etmek için uğraşan adamına delirme düzeyinde aşıktı. Onun verdiği vereceği her şeye gönülden hazırdı. Tek istediği huzurdu ve bu huzuru bulmuşken, hiçbir şey için kaybetmeyi düşünmüyordu. Biliyordu ki abisi de onun mutluluğuna inandığında inadını bırakacaktı. Başka türlüsünü düşünmek istemiyordu. Ne abisinden ne de sevdiği adamdan vazgeçebilirdi. Bu yüzden zaman kaybetmeden hafta sonu Manisa’ya gidecek ve ciddi ciddi konuşacaktı.

Altuğ, Alaz ve Tuğsem gittikten sonra Işık’ı alıp, itiraz kabul etmeden konağa kahvaltıya getirmişti. Sevdiği kadın ilişkileri konusunda ne kadar ciddi olduğunu görsün, inansın içindeki korkulardan kurtulsun istiyordu. Annesinin mahcup, açıklama yapmak için heyecanlı hallerine kahkaha atmıştı. Işık zaten ilk gördüğü anda kanı kaynayan kadına gülümsemiş ve içinden geldiği şekilde sarılmıştı.

Diyar Ağa, Işık’ı çok beğenmişti. Kahvaltı boyunca sohbet etmişti. Seren’e tek kelime etmeyen adamın Işık’a ilgisi aile bireylerinin dikkatinden kaçmadı. Hoca hanımın kayınpederinden tam not aldığı belli olmuştu. Cavidan Hanımın heyecanlı sorularıyla iki hafta sonra okuldaki işlerini halleder halletmez Manisa’ya döneceğini öğrenen Altuğ bu durumdan hoşlanmadı. Yine mi ayrılacaklardı? ‘Gönlünüz ayrılmasın, yollar ayrılsa ne olacak?’ diyen kalp sesine sonuna kadar hak verdi. Şırnak’a kadar gidip, yanına gidemediği günleri düşününce kalbinden gelenler ne kadar doğruydu.

Tuğsem ve Işık Manisa’ya gitmeye aynı hafta sonu için program yaptı. Bu süreçte Alaz da bir günlüğüne Diyarbakır’a üç günlüğüne de İngiltere’ye gitmişti. Yazın sonuna düğün yapmak istediğinden işlerine son sürat asılmıştı. Dedesinin hastalığı derken aksattığı ne varsa bitiriyordu. Melih’in yanına gelmesiyle daha güvendeydi. Sevgilisiyle günleri geceleri o kadar güzel gidiyordu ki, sanki önüne gelen bütün sorunları daha kolay hallediyordu.

Tuğsem, Alaz’a belli etmek istemiyordu ama iş yerinde uzmanlık döneminin en zor zamanlarını geçiriyordu. Eskiden Ayla ile yemeğe gider, bir kahve içer sıkıntılı bir durum varsa dertleşirlerdi. Şimdi ise Ayla kendimce sorunlarım var lütfen bu dönem biraz uzak kalalım dediği için konuşmuyorlardı. Kalbini kıracak bir şey yapıp yapmadığını çok düşünmüştü. Hatta dayanamayıp bir kere daha konuşmak istemişti. Bilmeden bir şey mi yaptım diye sorduğunda Ayla kesinlikle senle alakası yok diyerek rahatlatmaya çalışmış, özür dilemişti. Tuğsem de bu duruma çok üzüldüğünü ve bekleyeceğini söylemişti.

Işık yeni okuluna başlangıcını yaptırmış, bir haftalık seminer toplantılarına katılmıştı. Altuğ bu süreçte birkaç günlüğüne İstanbul’a gitmişti. O vakit anlamıştı sevdiği adama ne kadar çok alıştığını, resmen Altuğ’suz Urfa’da kimsesiz gibi hissetmişti. Oysa Cavidan Hanım sürekli aramış, yemeğe gelmesi için ısrar etmişti. Altuğ ile akşamları uzun uzun görüntülü konuşmuş, özlemini gidermişti.

Tuğsem’in korumalarla Manisa’ya çıktığı saatlerde Alaz’a kurye ile bir zarf geldi. İsimsiz zarfın üzerinde çok önemli ve kişisel yazıyordu. Sekreteri bu yüzden patronunun masasının üzerine bıraktı çıktı. Bir saat sonra toplantıdan gelen Alaz masasının üzerindeki zarfı dudak büzerek açtı. İçinden bir flash disk çıktı. Bilgisayarına taktığında kapısı çaldı. Melih içeri girdi. Bir video gönderildiğini gördüğünde kaşlarını çattı. Melih konuşmaya başladı ve elini kaldırıp, bir dakika dercesine susturdu. Videoya tıkladı. Görüntüler de Tunç ve tanımadığı bir adam vardı. Söyledikleri odayı doldururken Alaz’ın sinirden kaşındaki damarlar atmaya başlamıştı.

“Tuğsem de beni istiyordu. Hatta evlenme teklifi ettiğimde uzmanlık eğitimimin bitmesini bekle demişti. Bu kadar gözünün yükseklerde olduğunu bilseydim, sever miydim? Altuğ denen mültimilyarder karşısına çıkınca, resmen beni elinin tersiyle itti. Tabi o adamın yanında benim doktor maaşım ne ki?”

“Tuğsem öyle bir kız değil bence en azından ben görmedim.” diyen adama Tunç kahkaha atmıştı. Doktor odasında oturma şeklinden sıkıldığı belli olan adam ayağa kalktı. Tüm hırsıyla aslında çok da inanarak söylemediği kelimeleri döktü.

“Bak senin bile gözünü boyamış. Onun nasıl hırslı olduğunu sende bilirsin, iş için bile her vakaya atlamaz mı? Gözü hep yükseklerde ve birinci olmakta değil mi? Bunu sadece ben görüyor olamam. Melek yüzünün altında şeytan varmış, mütevazi kişiliğinin altından nasıl biri çıktığını da görüyorsun. BIÇAKÇI’yı elde etmek kolay mı Allah bilir ne numaralar çekti. Bana yaptığı masum ayakları zengin fakir fark etmiyor demek ki bütün erkeklerde işe yarıyor.”

“Tunç saçmalama, haddini aşıyorsun. Hem sen normal değilsin. Alkol mü aldın? Ahmet Hoca duymasın bu dediklerini…”

“Bir keresinde benim öpücüğüme tam karşılık verecekken, Neslihan hemşire odaya girmişti. Eğer öyle olmasa Allah bilir neler olacaktı? Bu yüzden kim duyarsa duysun, Tuğsem’in nasıl bir sürtük olduğunu herkes bilsin!”

Video burada bitiyordu. Alaz ellerini sıkıp sıkıp açarken, Melih ne diyeceğini bilemedi. Bu videodakiler saçmalıktan ibaretti. Ancak ağasının renginin atmasından çok kötü olduğunu anladı. Seven adama bu sözler ağırdı. Seven adamı bu sözler yıkardı. Mantıktan uzaklaştırır adamın başını belaya sokardı.

“Ağam!”

“Çık dışarı Melih!”

“Ağam bunlar saçmalık!”

“Siktir git Melihh!”

Loading...
0%