@herdem6060
|
Umarım yorumları ve beğenileri bol olur. Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤ Instagram; herdem6060 İyi Okumalar
“Siktir git Melihh!” Alaz’ın kükreyişinden sonra mecburen dışarı çıkan Melih, en az ağası kadar üzgündü. Yıllardır ağasının yanındaydı ve neredeyse ilk defa küfür ettiğini duymuştu. Doktorun bu anlatılanlarla uzaktan yakından alakası olmadığına yürekten inanıyordu. Adam reddedilmeyi hazmedememiş ve kesinlikle iftira atıyordu. İnşallah ağam saçmasapan davranışlarda bunulmaz diye düşünürken, Alaz’ın sesi geldi. Alaz, Melih’i odadan kovduktan sonra videoyu iki kere daha izledi. Her izleyişinde de dişlerini daha çok sıktı. İçindeki sinir katman katman büyüdü. Sevdiği kadına edilen lafları hazmetmesi gerekiyordu. Ki asla hazmedemezdi. O adamı doğduğuna pişman edecekti. Ancak sakin olup, ilk önce bu videoyu gizlice çekip ona gönderen kişiyi bulmalıydı. Çünkü bu videodan sonra Tuğsem’den ayrılacağına emin olan biri ona ulaştırmıştı. Biraz kendine geldikten sonra en güvendiği adamına seslendi. “Melih!” “Buyur ağam!” “Al bunu, bilgi işleme götür! Fotomontaj mı? Yoksa gerçekten o şerefsiz pis ağzına Tuğsem’i almış mı, kontrol ettir? Ha bir de kim göndermiş hemen bul!” “Emredersin ağam!” Melih, ağasının sağduyulu olduğunu biliyordu ama bir kere daha hayran kaldı. Doktoru çok sevdiğinden belki edilen o lafları kaldıramaz, şüphe duyar sanmakla aptallık etmişti. Alaz Ağa bu güne kadar kime haksızlık etmişti ki sevdiğine etsin diye aklından geçirirken odadan çıktı. İlk önce asistanının yanına gitti. Çünkü Alaz’ın kişisel asistanının yanında üç sekreteri vardı. Zarfı sorduğunda özel bir kuryenin girişteki danışmaya bıraktığını öğrendi. Hemen güvenlik müdürüne ulaştı. Durumu anlattı. Onlar araştırmaya başlamışken kendi de bilgi işlem müdürünün odasına giriyordu. Bu hassas konuydu. Gizliliği açısından herhangi bir çalışana kontrol ettirmezdi. Hem bu konuda bilgi işlem müdürü Berke’den iyisini tanımıyordu. Adam resmen bilgisayar dünyasında devleşiyordu. Durumu anlatıp, flash diski verdi. Kendine bir kahve söylettirdi. Çünkü biliyordu ki, o daha kahvesini içmeden Berke kayıtın gerçek olup, olmadığını anlardı. Anladığı gibi nasıl bir cihazla kayıt yapıldığını da çıkarırdı. Şansları yaver giderse hangi bilgisayardan kaydedildiğini bulurdu. IP numaralarından o bilgisayarın içerisine kadar bile girerdi. Tahmin ettiği gibi yarım saatin sonunda kayıtın gerçek olduğunu ve çekim yapılan telefonun IP’sinin yanı sıra hangi bilgisayara aktarıldığı ve saklandığını bulmuştu. Yaklaşık bir saatin sonunda bütün bilgileri hazırladılar. Berke ve güvenlik müdürü Musa ile Alaz’ın odasında toplandılar. Melih, ağasının hala çok sinirli olduğunu gördü. Adam sonuna kadar haklıydı. Kim sevdiği kadına yapılan iftiraları kabul ederdi. Odasındaki yuvarlak masaya geçtiler. Alaz’ın gergin haliyle kimse söze girememişti. “Berke dinliyorum!” “Kayıt gerçek patron, bir telefondan çekilmiş. Telefonun IP’sinden kime kayıtlı olduğunu buldum. Kayıt hala telefonda mevcut, silinmemiş. Aynı zamanda flash disk için aktardığı bilgisayar İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde bulunuyor. Bilgisayarın içine girdim. Kayıt orada da duruyor.” “Telefon kime kayıtlı…” “Yaşar KİT!” “Yaşar KİT kim?” Soruyu sorarken Melih’e dönmüştü. Hastaneden biri olduğu kesindi ama bu isim tanıdık gelmemişti. Ayları o hastanede geçtiğinden neredeyse temizlik elemanlarına kadar birçoğuna Alaz bile vakıfken bu isim kimseyi çağrıştırmıyordu. Melih ağzını açıp cevap verecekken, Musa söze girdi. “Kuryeyi plakadan bulduk, gönderim yapan Dr. Öğr. Üyesi Sibel KİT’miş. Tuğsem Hanımın hastanesinde öğretim üyesiymiş. Soyadlarına bakıldığına göre bir akrabalıkları olsa gerek dedik. Yaşar eşi çıktı.” “Demek Sibel! Bizi ayırdığında eline ne geçecekti? Bu kadın beni ciddi ciddi aptal görüyormuş. Bir kayıtla Tuğsem’le aramı bozacağını düşündüğüne göre,” diye konuşmuyor kendince tahminler yürütüyordu. Nedense çok şaşırmadı? Hastaneden çıktığı günü ve tıp balosunun olduğu geceyi anımsadı. Kadının gözlerinden kıskançlık akıyordu. Kolunu kaldırdı. Saatine bakıp, emirlerini yağdırmaya başladı. “Berke bütün kayıtları sil, hiçbir yerde bir kopyası kalmasın. Musa sende akşam dokuz gibi Sibel’i evinden iki adamla al! Melih sende Tunç’u aynı saatlerde alıp, benim evime gelin!” “Ağam depoya götürmeyelim mi?” “Hayır, benim sevdiğim zenginlik için bana yaklaşmış ya. Onlarda Tuğsem’in sahip olduğu ihtişamı görecekler,” dedi ve ayaklandı. Kendi masasına doğru gittiğinde kimse de yerinde oturamadı. İyi günler dileyerek çıktılar. Masasının üzerinde duran telefonu aldı. Başımın tacı diye kayıtlı telefona bakarken bile gülümsemek istedi. Sesini duymak yetmeyecekti. Bu yüzden görüntülü aradı. Telefon çalarken, koltuğuna oturdu. Görüntü açıldığında gözleri parladı. Sevdiği kadının bayıldığı saçları açıktı. Makyajsız yüzünün gülümsemesiyle gamzesi harika gözüküyordu. O çukurluktan öpmek istedi. “Canım, nasılsın?” “İyiyim güzelim! Merak ettim seni yolculuk nasıl gidiyor?” “Acayip konforlu,” dedi ve gülmeye başladı. Saffet ile her zamanki yolculuklarından birini planlarken Alaz korumalarla gitmesinin daha uygun olacağını anlattı. Eskiden olsa beni arkadan takip etsinler diye karşılık verirdi. Ancak iki haftadır hem bedenen hem ruhen öyle yorulmuştu ki hemen kabul etti. Uzmanlığının son iki ayında uygulanan mobbinge karşı çıkmakla susmak arasında kalmak çok yıpratmıştı. “Beni tek endişelendiren abimin tepkisi, bu kadar korumaya ne gerek vardı?” “Tuğrul’un kızması benim seni merak etmemden iyidir diye düşünmüş olabilirim” “Hüseyin Efendi, yine iş başında! Yeter ki her şey kendi istediği gibi olsun.” Alaz bu sefer kahkaha attı. Sevgilisinin gözlerini belerterek söyledikleri gülünmeyecek gibi değildi. Uzun zamandır, Hüseyin Efendi hitabını duymamıştı. Gerçekten de Tuğrul’un kızması umurunda değildi. Tuğsem’in güvende olduğunu bilmek daha öncelikliydi. Tuğsem ise yine Alaz’ın gülüşüne düşmüştü. Ne güzelsin adam dedi içinden. “Tuğrul’a söyle yarın akşam kalabalık misafirleri var.” “Anlamadım.” “Anlamayacak bir şey yok sevgilim. Yarın akşam kız istemeye geliyoruz.” “Öyle mi? Peki istediğin kızın bundan haberi var mı?” “Nasıl yani, söylüyorum işte…” “Odunsun!” “Seviyorsun ama!” “Çok seviyorum konumuz o değil.” “Tuğsem biliyorum bu tavırlarımdan hoşlanmıyorsun. İnan dikkat etmeye çalışıyorum ama benimde alışkanlıklarım var. Ha deyince değişmiyor.” Alaz’ın birden soğuyan sesiyle Tuğsem şaşırdı. Bu adamın böyle duygu geçişleri pek olmazdı. Hatta çoğu zaman bu tarz konularda şakaya vurur, onu ikna ederdi. “Canın sıkkın.” “Hayır sadece sevgilimle bir an önce evlenmek istiyorum.” “Tamam!” “Ne tamam?” “Gelin de isteyin bari beni…” Alaz, genç kadının gülücükler saçarak, lütfeder gibi gelin isteyin bari sözlerine ilk önce şaşırmasına rağmen sanki biraz önce morali bozulan o değilmiş gibi tekrar kahkaha attı. Aslında telefon açtığında sırf kendine dikkat etsin diye videodan bahsedecekti. Fakat sevdiğinin gülücükler saçan yüzünden sonra vazgeçti. Tuğrul ile konuştuktan sonra bir sonraki hafta için planlanan isteme töreninin neden erkene çektiğini bilmese de Tuğsem’in kabul etmesiyle içi mutlulukla doldu. Bir süre daha konuşup, kapattılar. Hüseyin Alaz, direkt annesini arayıp haber verirken dedesi ile ayrı konuşmuş ve hazırlıklar yapılmasını istemişti. Tuğsem ise telefon kapandığından beri düşünüyordu. Alaz söylemese de canını sıkan bir şey vardı. İsteme töreni için kendinin planladığı bir tarih olmadığından Alaz’ın isteklerine kabul etmekte zorlanmadı. Hem o da bir an önce sevdiğinin soyadını taşımak istiyordu. Manisa’ya geldiğinde Hülya ve Tuğberk tarafından mutlulukla karşılanırken, Tuğrul arkasındaki korumalara bakıyordu. Korumalardan valizini alıp, içeri girdiğinde abisine sarıldı. Kuru bir hoş geldin zoruna gitse de buraya sorunları halletmeye gelmişti. Birlikte yemek yedikten sonra yengesi Tuğberk ve Rüya’yı yatırmaya gitti. Bunu fırsat bilip abisinin karşısına geçti. “Derdin ne? Bana böyle davranmana dayanamıyorum artık…” “O adamla ilişkini bitirmeni istiyorum.” “Bitirmezsem ne olacak?” Tuğsem, Tuğrul’un gözlerinin içine baka baka söylediği sözden sonra biraz kendini kötü hissetti. Kötü hissetmesine rağmen geri adım atmayı düşünmüyordu. “Günlerdir sana anlatmaya çalışıyorum. Ne aileleri ailemize uygun ne Alaz, tehlikeliler biz kendi halimizdeyiz onlar öyle mi? Azıcık aşım ağrısız başım demişler, biz hep böyleydik. Korkuyorum Tuğsem benim tek kardeşim var. Sana bir şey olursa ne yaparım?” “Haklısın, ben seni anlamaya çalışıyorum. Bu yüzden de ne dersen sustum ama seviyorum. Çok seviyorum abi sırf başımıza bir şey gelir diye ondan vazgeçemem. Kime ne olacağını ancak Allah bilir, kusura bakma abi korkularının bizi yönetmesine izin vermeyeceğim.” “Ben sana karışamam öyle mi?” “Bu söylediklerimden bunu mu anladın? Gerçekten biz artık konuşamaz olmuşuz.” “Vazgeçmeyeceğim diyorsun anlıyorum!” Tuğsem, Tuğrul’un ters cevabına tebessüm etti. Yerinden kalkıp, abisine sarıldı. Karşılığını alması uzun sürmedi. Tebessümü gülümsemeye döndü. Bir süre sessizce sarıldılar. Genç kadın ayrıldığında Tuğrul’un gözlerinin doldu dolu olduğunu gördü. Tekrar sarıldı. “Söz veriyorum kendime çok dikkat edeceğim. Yeter ki sevdiğimden ayrıl deme abi.” “Yarın akşam mı geliyorlar?” Sadece kahkaha atarak evet diyebildi. Yemek yerken Hülya’nın sorusu üzerine yarın akşam gelmek istiyorlar demişti. Tuğrul’un duymadığını düşünmüştü. Hemen abisinden ayrılıp, sevdiği adamı aramalıydı. Fakat beklese daha iyi olacaktı. Çünkü abisi bunu da tercih edildi gibi düşünebilirdi. Bu yüzden heyecanını gizlemeye çalışarak biraz daha oturdu. Hülya’nın gelmesiyle kahve yapacağım diye mutfağa gitti. Hemen Alaz’ı aradı. “Sevgilim!” “Yarın akşam müsaitmişiz Hüseyin Alaz Bey, onu haber vereyim dedim.” “Tamamdır doktor hanım!” “Ne yani bu kadarcık mı?” “Seni birazdan arasam olur mu güzelim?” “Peki!” Telefon kapandığında Tuğsem aynı heyecanın Alaz’da olmadığını düşündüğü için suratı asıldı. Genç adam ise böyle güzel bir haberi Yaşar, Sibel ve Tunç’un karşısında aldığı için sinir oldu. Sibel’in ağzı bantlıydı. Geldiğinden beri sürekli konuşuyordu. Yaşar zaten ne olduğunu anlamadığından korkuyla bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. Tunç ise kafasını yerden kaldırmıyordu. Yaşar, aldığı telefondan sonra yüzü yumuşayan adama baktı. Kim olduklarını bilmediğinden temkinli konuştu. “Bizden ne istiyorsunuz?” “Sizinle işimiz yok ama Sibel Hanım beni çok iyi tanır.” Alaz’ın öldürücü sesiyle ve karısını işaret eden eliyle dönüp, Sibel’e baktı. Çırpınan kadın bu sözle durdu. O anda yaptıklarının anlaşıldığını anladı. Buraya getirildiğinde bir umudu vardı. Yaptıklarının anlaşılması imkansızdı. Eşine ne diyecekti? Çünkü eşi hep hırsından şikayetçiydi. Alaz’ın çözün işaretiyle Melih kadının ağzındaki bantı çıkarıp, ellerini çözdü. “Sizi dinliyorum Sibel Hanım…” “Eşkıya mısınız?” “Eşkıya olmadığım aşikar,” derken evinin salonunu gösteriyordu. Yüzünde dalga geçen bir ifade vardı. Sonra kaşlarını çatarak kadını süzdü. “Sevdiğimden ne istiyorsunuz?” “Tuğsem kim ben kim beyefendi ne işim olabilir, sadece hocasıyım.” “O yüzden mi? Bu şerefsizin kadınıma attığı iftiraları çekip, bana yolladın. Harbi ya ne düşünüyordun. O video ile Tuğsem gibi bir pırlantadan vazgeçeceğimi falan mı?” “Sibel ne oluyor!” “Ben size anlatayım Yaşar Bey, Melih videoyu aç,” Alaz’ın karşılığı ile kıpkırmızı olan Sibel videoya bakmak istemedi. Kocasıyla arasında aşılmaz duvarlar örülecek belki de onu kaybedecekti. Neden yapmıştı ki bunu, bir asistan ondan daha çok övgü alıyor diye mi? Tunç gördükleri karşısında şok oldu. Açıkçası o buraya hala Tuğsem’i sevdiğini bildiği için getirildiğini sanmıştı. Söylediklerinden utandı. Başını çevirip, Alaz’a baktığında adamın renginin sinirden karardığını gördü. Ne dese haklıydı, ne yaparsa da o yüzden özür bile dileyemedi. Zaten özür borçlu olduğu kişi de BIÇAKÇI değil, Tuğsem’di. Yaşar’ın şaşkın anlamaz sesinden sonra başını tekrar çevirdi. “Ben anlamıyorum bu video için mi getirildik?” “Sizin bir suçunuz yok. Açıkçası ben sevdiğim kadını bana kötü göstermeye çalışan kadının kendisinin ne denli kötü olduğunu kocası görsün istediğim için sizi de getirttim. Anlayacağınız üzere bu video Sibel Hanım tarafından çekildi ve isimsiz bana yollandı” “Ben, ben!” “Evet senn!” diye bağıran Yaşar’dı. Eşinin bazen hırsından gözünün karardığını biliyordu. Fakat insanlığa faydalı çalışmak yerine uğraştığı işler karşısında hayal kırıklığına uğramıştı. Sesi çıkmayan kadınla yüzünü Alaz’a çevirdi. “Ben eşim adına çok özür dilerim. Tuğsem’i pek tanımıyorum ama ondandan özür dilemek isterim.” “Müstakbel eşimin bu olanlardan haberi olmayacak. Hem bir özür beni rahatlatır mı sanıyorsunuz? Rektör Bey ile görüştüm. İstifa mektuplarınızı hazırlattım. Eğer siz istifa etmezseniz soruşturma açılacak. Onlar görevlerinize son verecek.” Alaz’ın sert bir şekilde açıkladığı duruma kimseden ses çıkmadı. Avukatın getirdiği belgeler sessizce imzalandı. Zaten o kadar karanlık gözüken korumaların içinde başka çareleri de yoktu. Sibel’in imza atarken elleri titredi. Hiç akıllanmadan ve pişman olmadan Tuğsem’den bunun intikamını almakla ilgili içinden yeminler etti. Tunç dut yemiş bülbül gibiydi. Alaz’dan korktuğundan değil sevdiğim dediği kadına söylediği sözlerden dolayı pişmandı. Zaten Tuğsem’in yüzüne bakamazdı. Nasıl o kadar gözü kararmıştı. O gün alkol almıştı ve sonucu bu denli yakıcıydı. Hırs gelir göz kararır, hırs gider yüz kızarır sözünün vücut bulmuş haliydi. “Melih, Sibel Hanım ve Yaşar Bey’i evlerine bırakın. Sizinle bir daha görüşmemeyi tercih ederim. Dua edin kadınsınız Sibel Hanım yoksa buradan böyle gidemezdiniz ve bir dahaki sefere bu kadar kibar olmam. Umarım birbirimizi iyice anlandık.” “An..anladım!” Sibel’in kekeleyerek söylediği tek kelimeden sonra Yaşar tekrar özür dileyerek çıktı. Arkasından karısı da geliyordu. Yarından itibaren karısı da olmayacaktı. Böylesine işler çeviren bir kadına güvenemezdi. Alaz, Sibel’in kapıdan çıkışına baktıktan sonra hiç sesi çıkmayan, şahsiyete baktı. Bir sandalye alıp, ters çevirip oturdu. Direkt kafa göz dalsa kendini daha iyi hissedecekti ama ilk önce onu psikolojik şiddet manyağı yapmaya kararlıydı. “Şimdi sen adamım diye ortalıkta dolanıyorsun değil mi? Adam olmak ne para ister, ne meslek adam olmak bir duruş ister. Ne oldu? Dilini mi yuttun? Video da esiyor, yağıyordun.” “Ne yapacaksan yap?” “Ooo Melih gördün mü? Çok da havalıyız. Böyle sakin durduğuma bakma Tunç, bir esersem feleğin şaşar.” “Tuğsem’i çok seviyorum,” demesiyle Alaz’ın Tunç’a yumruğu çakması bir oldu. O daha toparlanamadan oturduğu sandalyeyi kaldırdığı gibi sırtına indirdi. Genç adamın acı çığlığı bile durdurmadı. Karnına yediği tekmeler ile daha çok bağırırken, Alaz’ın içi soğumuyordu. Eğilip, saçlarından geriye çekti. Bakışları birleşti. “Demek seviyorsun, o yüzden mi sürtük diye elin adamlarına konuştun lan! Adam dediğin sevdiğim dediği kadını konuşur mu? Kadını elde edememişse bile aşkına saygıdan o kadına sahip çıkması gerekmez mi? Pardon bunlar gerçek bir erkekte olması gereken özellikler, senin gibi şahsiyetlerde ne arar? Bir daha kadınımın, karımın karşısına çıkarsan dünyayı sana zehir ederim. Öyle bir zehir ederim ki, bu hayattan kendin kurtulmak istersin. Şimdi siktir git,” dedi ve Tunç’un başını yere çaktı. Genç adamın acıyla inlemesi umurunda bile olmadan odadan hızla çıktı. Biraz daha kalırsa kendinden korktu. Melih Alaz’ın yanına bile yaklaşamadı. Bu adam genelde sorunlarını konuşarak çözen halleden ağası mıydı? Şaştı kaldı. Sibel’e yaptığı gibi tehdit edip, gönderecek sanıyordu. Hem dövülecek biri varsa bunu hep Melih ve ya adamlar yapardı. Yalnız bir kere daha ağasının böyle olmasından dolayı göğsü kabarmıştı. Kanlar içinde kalan kişiliksizi korumalar toparladı. Alaz direkt odasına geldi. Berfin gelmek üzeredir diye düşünerek duşa girdi. Hala sinirden titriyordu. Tuğsem’e edilen laflar çok zoruna gitmişti. Kendine edilse belki de bu kadar bile uğraşmazdı. Ama! Ama işte sevdiği başkaydı. O lafları asla hak etmiyordu. Duştan çıktıktan sonra daha iyiydi. Belindeki havluyla yatağa uzandı. Bir saat önceki aramasında cadı doktorun bozulduğunu fark etmişti. Zaman kaybetmeden Tuğsem’i aradı. Telefon açıldığında gülümsedi. Aşk buydu işte nazlı, tripli sesiyle bile mutlu olmaktı. “Eee nerede kalmıştık, BAŞIMIN TACI!” |
0% |