Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

“Eee nerede kalmıştık, BAŞIMIN TACI!”

“Bitti mi önemli işlerin?”

“Senden önemli değildi sevgilim, sadece o anda istediğim gibi konuşamıyordum. Şimdi tamamen seninim.”

“Bir saat önce başkasının mıydın?”

Tuğsem’in hala tripli kırgın sesiyle laf çakmalarına gülmemek için kendini tutmakta zorlanmış, en sonunda kahkahayı patlatmıştı. Kedisinin tatlı tatlı konuşmasına rağmen kendinden ödün vermeyen kadınıyla yüreği aşkla doluyordu. Tuğsem ise Alaz’ın ahenkli kahkahasından kilometrelerce uzaktan bile etkileniyordu. Bu adama zaafı vardı. Bir kahkahasıyla yumuşayan haline kızdı.

“Komik mi?”

“Komik ya, sesinin nazını severim. Neyse yarın bana tuzlu kahveyi içirecek misin onu söyle bakayım?”

“Sadece tuz olacağını kim söyledi?”

“Off yarın akşama kadar bu halini yumuşatmalıyım, yoksa vay halime,” diye konuşan Alaz’a Tuğsem daha fazla uzatamadı, kıkırdadı. O heyecanlı haldeyken aynı karşılığı alamadığında ciddi üzülmüştü. Sevdiği adamın ne kadar çok sorumluluğu olduğunu bazen unutuyordu. Allah bilir nasıl bir sıkıntının içerisindeydi diye aklından geçirdi.

“Sevgilim şimdiden seni çok özledim. Şu an duştan çıktım ve sana ihtiyacım var.”

“Neden görüntülü aramadın o zaman,” diye heyecanla soran genç kadın kızardı. Alaz’ın güçlü kahkahası daha çok utanmasına neden oldu. Nasıl sorabilmişti? Kendi de şaşarken sevdiği adamın duştan çıkmış hali gözlerinin önüne geldiğinde göğüsleri sızladı. Alaz’ın boğuk sesiyle söyledikleri bütün tüylerini ayaklandırdı.

“Ailenin evinde olmasan, hiç şansın yoktu bir tanem. Reglin bitti mi?”

“Bu kadar açık sözlü olmak zorunda değilsin.”

“Kadınımın ne durumda olduğunu soramaz mıyım?”

Alaz, gözlerini kapatmış erkekliğini sıvazlamaya başlamıştı. Tuğsem’in dolgun bedeni gözlerinin önündeydi. İngiltere’den döndüğü gün bütün yorgunluğunu sevdiği kadınla aşk yaparak atacağını hayal etmişti. Uzun uzun öpüşmenin sonunda regli olduğunu öğrenmek Alaz için yüksek bir binadan yere çakılmak etkisi yaratmış, şansına küfür etmişti. Ancak bu özlediği tenden uzak duracağı anlamına gelmezdi. Gece boyu kendine de Tuğsem’e de zevkli bir işkence çektirmişti. Beş gün geçmişti. Bitmesi gerekmez miydi? O çilesinin ne kadar süreceğini araştırmış, bazı kadınlarda beş bazılarında yedi gün olduğunu öğrenmişti. Daha önce bir sıkıntısı olmamıştı. Hep hazır olan kadınların nasıl olduğunu merak etti.

“Böyle hızlı nefes alıp, verdikçe bana neler yaptığından hiç haberin yok.”

“Hü…Hüseyin! Yapma!”

“Benim için kendine dokunamaz mısın?”

“Ah! Bu halde ve hiç uygun olmayan bir evde mi? Bana bunu yapamazsın.”

“Seni istiyorum. Hemen şimdi içinde olmalıydım.”

“Sevgilim! Lü…lütfen!”

“Devam et de bana…”Alaz’ın acı çeker gibi çıkan sesinden sonra doktor gözlerini yumdu. Adeti yarın bitecekti. O da bedenine dokunmak istiyordu. Hele Hüseyin’i düşündükçe içi titriyordu. Alt dudağını ısırdı.

“Aşkım mü..müsait değilim.”

“Tamam! Sustum!” Alaz’ın isteksiz sesinden sonra ikisi de konuşamadı. Sadece birbirlerinin nefeslerini dinlediler. Ortam alev almak için bir kıvılcıma bakarken, ikisi de sabırlı olmaya çalışıyordu. Alaz’ın kapısı çalınca mecburen kapattılar ama gece ikisi içinde kolay geçmemişti.

Altuğ, Işık’ın Manisa’ya gitmesine çok içerliyordu. Ne yaparsa yapsın Işık’ı fikrinden vazgeçirememişti. Yazın düğün yapmaya ikna etmeye çalıştığı sevgilisi bu konuda da kaçak oynuyordu. Yakınlaşma çalışmalarını öyle güzel manevralarla geri çeviriyordu ki, o tavırlar bile güzel geliyordu. Ailesiyle olan iletişimine bayılmıştı. Hep Allah’tan annesini seven birini dilemişti. Cavidan Hanımın gelinim gelinim diye ortalıkta dolanması onu çok mutlu ediyordu.

Tuğsem ile kararlaştırdıkları hafta sonu gelmişti. Altuğ’un ısrarlarına rağmen sabah erkenden yola çıkacak olan Işık, son hazırlıklarını yapıyordu. Müstakbel kayınvalidesi tarafından akşam yemeğine davet edilmişti ama hazırlanmam lazım diyerek reddetmişti. Hem bu akşamını sevgilisiyle geçirmek istiyordu. En az bir ay memleketinden dönmeyi düşünmüyordu. Altuğ’a kendi elleriyle yemek hazırladı. İştahlı bir adam sayılmazdı ama kırmızı ete düşkünlüğünü fark etti. Tavuk hiç yemediğini öğrendiğinde gülümsemişti. Kendisi de en çok tavuk kanat ve tavuk suyuna çorbalar severdi. Genç adama bunu söylediğinde ortak bir yol buluruz. Tek sorunumuz bu olsun demiş, onu sımsıkı sarmıştı.

Altuğ, Işık’ın olmadığı zamanlarda o denli üzülmüş, uykusuz kalmıştı ki ufak tefek durumlara gülüp geçiyordu. Aslında aralarındaki farklılıklar ufak tefek sayılmazdı. Hatta artı ve eksi denecek kadar birbirlerine zıttılar. Işık çok hareketli, çok gülen, çok konuşkandı. Bir şey hakkında konuşulduğunda farkında olmadan örnekler vererek anlatıyordu. Bu da konuşmayı uzatıyordu. Sınıf öğretmenliğinden kaynaklı bir durumdu. Sonra yemek ve tatlı konusunda çıldırmış gibiydi. Karnı açken gergin oluyordu. Çay seviyordu, kahveyi sadece Türk Kahvesi içiyordu.

Altuğ ise hep kaşları çatık sakin yapılıydı. Sabahları kahve içiyor, genelde kahvaltı yapmıyordu. Günde iki öğün yemek yiyordu. Açlık pek hissetmezdi. Konuşurken genelde dümdüz olurdu. Kendine de uzatılmadan sade haliyle anlatılmasını isterdi. Gereksiz laf uzatmalarından sıkılırdı. Işık sıcakkanlıydı. Marketteki kasiyerle de, lokantadaki garsonlarla da rahatlıkla konuşabilirdi. Herkese sonsuz bir güler yüzü vardı. Genç adam bazen o gülen, sımsıcak hallerine dalıp giderdi. Işık’tan sonra ne kadar renksiz bir hayatı olduğunu fark etti.

Mesela bir gün birlikte atla dolaşmaya çıkmıştılar. Işık onu durdurmuş tarlalarda koşuşturmuş, dağ çiçeklerinden toplamıştı. Nasıl güzel bir cennette yaşadığını ona uzun uzun anlatmıştı. Altuğ, bunları yeni fark etmiş gibiydi. Çünkü o atla dolaşmayı yüzüne vuran sert rüzgar ve kendini özgür hissettiği için severdi. Çoğu zaman atı dört nala giderken gözü kapalı olurdu. O güzel havayı içine çeker çoğu vakit etrafına bakmadan konağa dönerdi.

Işık’la gittiği gün ise tarlalarda ve dere kenarında ayakkabılarını çıkarıp el ele dolaşmışlardı. Bir ağacın altında oturmuş, bol bol öpüşmüşlerdi. Sürekli konuşmuşlardı. Işık’ın cıvıl cıvıl hallerinden gün nasıl geçmiş anlamamıştı. Tek sorun dönerken Işık’ın acıkmasıydı. Altuğ tüm gün ya tebessüm etmiş ya da kahkahalar atmıştı. Kalbi aşkla dopdolu olmuştu. Altuğ hep babası ile annesinin nasıl anlaştığını düşünürdü. Şimdi anlıyordu ki seven insana farklılar işkence gibi gelmiyor aksine daha çok yakınlaşmalarına sebep oluyordu.

Işık, mutfak tezgahına uzantı şeklinde olan masasına şöyle bir baktı. Her şey hazırdı. Şimdi sıra kendinin hazırlanmasındaydı. Bu gece ekstra güzel olmak istiyordu. Duşunu aldı. Saçlarını kurutmadı, kendi dalgasına bıraktı. Üzerine önden yırtmaçlı mini kot eteğini giydi. Üstüne beyaz sıfır kol salaş gömleklerinden birini geçirdi. Spor ayakkabı giymeyi düşünse de Altuğ’un yanında çok kısa kalmamak adına dolgu topuk ten rengi ayakkabılarını giydi. Gözlerine sadece göz kalemi ve rimel sürerken, dudaklarına nar çiçeği tonlarında kolay kolay çıkmayan rujunu sürdü. Boy aynasında kendine baktığında kesinlikle ev de yapılan bir yemek için gayet uygun olmuştu. Dağıttığı odasını yeni toplamışken, kapının zili çaldı. Hızla parfümünü sıkıp, kapıya koştu. Derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı açtı.

Kapıyı açar açmaz güneş gibi parladı. Omzunu kapı pervazına yaslamış adam çok seksi, çok yakışıklıydı. Sözleşmişler gibi sevdiği adam da esmer tenine çok yakışan beyaz gömlek ve kot pantolon giymişti. Genç adamın şahin bakışları eskisi gibi sert değil duygu doluydu ve Işık o gözlerde kendini kaybediyordu. Yine çok heyecanmış, hızlı hızlı nefes almaya başlamıştı. Altuğ’un çapkın gülümsemesi utanmasına neden oldu? Çünkü böyle durumlarda aralarında ki çekime karşı koymakta zorlanan kişi hep Işık oluyordu. Biraz kendine gelince adamın boynuna uzanarak fısıldadı.

“Hoş geldin sevgilim?”

“Hoş buldum sevgilim?”

“Hadi gel yemek hazır!”

“Oo hoca hanım sevgilisine yemek mi hazırlamış,” deyince ikisi de gülümsedi. Bu arada Amerikan mutfak olan salona geçtiler. Işık’ın hala derin nefes almasına Altuğ bir kere daha duygulandı. İçindeki saf duyguları sakınmadan hissettiren kadına içi akıyordu. Sofraya baktığında ıslık çaldı. Peynirli kırmızı biber mezesi, şakşuka ve semizotu salatası ortada duruyor. Işık utanarak cevap verdi.

“Aç mısın?”

“Açım! Hem de çok açım da zalim kadının biri beni doyurmuyor,” diye dolaylı yolla verdiği cevap Işık’ın karnının içinden kasıklarına doğru bir sancı gönderdi. Ne zaman bu ses tonunu kullansa bedeninin verdiği tepkilere kendi bile inanamazken, adama çok zor cevap verdi.

“Ellerini yıkayacak mısın?”

Altuğ, genç kadını nasıl etkilediğini bilmenin gururunu yaşayarak, banyoya girdi. Aynaya baktığında Işık’ın kızaran yanaklarını düşünüyordu. Böylesine masum bir kadın nasıl bu denli seksi olabiliyordu. Aralarındaki çekime rağmen dayanaklılığına da hayran kalmıyor değildi. İki haftadır sadece birkaç gün görüşmemişlerdi. Onun haricinde ne ettiyse ileriye gidememişlerdi. Sanki kendi de ileri gitmek istemiyordu. Çünkü o da istese erotik oyunlarla onu tava getirebilirdi.

Işık gelsin, Işık istesin o ne arzuluyorsa öyle olsun istiyordu. Yeniden salona girdiğinde ortada kapalı saç tavasını ve yanına servis edilmiş pilavla gözleri parladı. Kırmızı etli her şeyi bayıla bayıla yerdi. Sandalyeye oturduğunda Işık kendi yaptığı ayranı önüne koydu. Sevdiği kadının ilk defa yemeğini yiyecekti. İlk lokmasından sonra heyecanla kendine bakan kadına gülümsedi.

“Sevgilim harika olmuş, ellerine sağlık!”

“Yaa gerçekten mi?”

“Gerçekten, dur bakalım pilavın nasıl olmuş. Bir rivayete göre pilavı güzel yapan kadın her yemeği güzel yaparmış,” deyip pilavdan da bir çatal aldı. Ağzının içine bakan Işık hipnotize olmuş gibiydi. ‘Adamın ağzının içine düştün,’ diyen iç sesiyle gözlerini çekti.

“Sınavı geçtiniz hoca hanım!”

“Hangi sınav?”

“Yemek işte!”

“Aman sanki çok yemek yiyen biriymişsin gibi,” diye Işık laf atınca Altuğ kahkaha attı. Sonrasında Işık’ın elini tutup, dudaklarına götürdü. Bir iki buseden sonra gözlerinin içine bakarak söyledikleriyle genç kadının yüreğini hoplattı.

“Ben iştahlı değilim ama belki oğullarımız olur.”

“O..Oğullarımız!”

Işık’ın bir fısıltı gibi çıkan sesinden sonra Altuğ yemeğe döndü. ‘Daha üstüne gitme istersen, bugünlük yeter. Evlilik olayına alıştırayım derken kadını heyecandan bayıltacaksın,’ diyen sesine sonuna kadar hak verdi. Sevdiği kadın ne zaman evlilikle ilgili bir konu geçse ilk önce çok heyecanlanıyor sonra kendini çekiyordu.

“Tuğsem ne yapmış?”

Işık, oğullarımızdan konuşuyorduk nasıl Tuğsem’e geçtik diye düşünürken iyi diyerek geçiştirdi. Başka konulardan konuşarak yemeklerini yediler. Altuğ gerçekten normalinden fazla yemek yemişti. Cavidan’dan alınan baharatlar ve tüyolardan haberi olmayan genç adam, Işık’ın el lezzetinin tamamen kendi damak tadına göre olmasından memnun kaldı.

Hava çok güzel olduğu için balkonda çaylarını içtiler. Dışarda Altuğ’un korumaları gözüküyordu. Işık bu yüzden pek rahat edemedi. Buna alışması çok zordu. Bir şeyler seyredelim mi diye Altuğ’u içeri çekti. Bilgisayarı uzattı.

“Ben çayları tazelerken bir film aç istersen indirdiklerim dosyası var oradan da seçebilirsin!”

“Ne tür olsun?”

“Hiç fark etmez,” diye cevap veren kadından sonra indirdiklerim dosyasını açtı. İsimlere bakarken bir film adından dolayı dikkatini çekti. Tıkladığında konusunu anlatan, bir bölüm çıktı. Altuğ okuyup öyle açacaktı ki Işık yanına oturdu. Okuyamadan filmi açtı. Şanslarına ne çıkarsa artık diyerek bilgisayarı orta sehpanın üzerine bıraktı. Çok sıkılırlarsa kapatırdı.

Film başlar başlamaz Işık başını Altuğ’un göğsüne yatırdı. Film bir cerrahın hastane hayatı gibiydi. Film normal başlamış, yakışıklı cerrah herkesin ilgisini çekmesi Işık’ı güldürürken, genç adamı sıkmıştı. Sonrasında hemşireler hasta yakınları derken film bol sevişmeli bir hale geldi. İlk sahnede ikisinden de ses çıkmazken, on dakika sonra olan ikinci sahnede artık Işık dayanamayıp, bilgisayarı kapattı. Sevdiği adama baktığında gözlerinin normalinden daha siyaha dönmüş olduğunu gördü. Alt dudağını ısırdı. İkisinin de libidoları iş başındaydı. Altuğ bir adım atsa genç kadın üstüne atlayacak moddaydı. Ancak o adım gelmiyordu.

Gözleri birbirinden ayrılmadıkça Işık’ın nefesi içine sığmamaya başladı. Yavaş yavaş sevdiği adama yaklaştı. Bakışları seksi adamının yüzünde dolaştı. En sonunda dudaklarında durdu ve daha fazla kendini tutmayıp, dudaklarını birleştirdi. İçinden geldiği gibi öpüyor, Altuğ’un yüzünde saçlarında ellerini gezdiriyordu. Nefes almak için ayrıldıklarında göz temasları hiç kesilmedi.

Işık ihtiyaçla bakan gözlere dayanamadı. İki eliyle sevdiği adamın yanaklarını tuttu. Sertçe tekrar dudaklarını birleştirdi. Dilini de devreye sokmasıyla Altuğ hırıltılı bir ses çıkardı. Elleri genç kadının belini sardı. Kucağına çekti. Öpücükleri öyle ateşliydi ki Işık nefes alamadığını hissetti. Kendini çekti ve adamın boynuna dudaklarını bastırdı. Kokusunu çekmeye başladı. Derin derin kokusunu çekip, geri bıraktığında Altuğ’un bedenindeki tüyler isyan ediyordu. Öyle bir ürperti sarmıştı ki tenini bir an önce bu kadını istiyordu.

Işık, kulak memesini ağzına aldığında sesli bir soluk verdi ve bedenini kastı. Kasmak zorundaydı. Yoksa sabırlı olamaz, sevdiğinin ona neler yapacağını göremezdi. Hem ne zaman kendi atak yapsa kadını geri çekiliyordu. Bu sefer sınırlarını zorlayacak ve verilen kadarının zevkini çıkaracaktı. Hem sert sevişmekten başka bildiği yoktu. Bunun Işık’a iyi gelip gelmeyeceğini bilmediğinden akışına bırakmak en iyisiydi.

Saçlarının çekiştirilmesi sonucu bir kere daha kasıldı. Altuğ’un her yaptığı harekete verdiği tepkiler, kendini sıkmaktan siyaha dönmüş yüzü içten içe güvenini tazeliyordu. Genç adam oturdukları kanepe uzanırken, sevdiğini de üstüne çekmeyi ihmal etmedi. Hala yüzünde çenesinde boynunda gezinti yapan dudaklara tepki vermiyormuş gibi durmakta zorlanıyordu. Aslında Işık da yavaş hareket etmek için kendiyle savaşıyordu. Kadınlığının ıslandığının ve bedeninin azgın duygularla dolduğunun farkındaydı. ‘Bu adama hala güvenmiyor musun? Neden duygularınla baş etmeye çalışıyorsun,’ diyen iç sesine nasıl karşılık vermeliydi. Bu adamı ilk gördüğü günden beri istiyordu. Sonunu düşünmek istemiyordu.

Işık bu düşüncelerle birden kendini kaldırdı. Altuğ ani kesilen sevişmeye şaşırsa da, ses çıkarmadı canı sıkıldı. Demek yine buraya kadar diye aklından geçirirken sevdiği kadının ona uzatılan elini gördü. Sessizce elini tutup, kalktı. Yatak odasına geldiklerinde tek kişilik yatak ikisine de sanki daha küçük gelmişti. Işık, Altuğ’a baktı. Şahin bakışlarıyla bir kere daha içi titredi. Kollarından tutup, yatağına oturttu. Bunu nasıl diyeceğini bilmiyordu? ‘Son yarım saattir yaptıkların gibi, yani içinden geldiğin gibi,’ diyen iç sesine teşekkürlerini yolladı. Hep yerin dibine sokan kalp sesi bugün içini rahatlatıyordu.

“Şey, nasıl desem? Of Altuğ konuş bana yardım et!”

“Bu gece, bundan sonraki geceler sen ne dersen, sen ne kadarını istersen o kadarı yaşanacak. Hazır değilsen!”

“Ben, ben hazırım aslında! Artık sana çok güveniyorum da ama! Ama!”

“Ne kadarına hazırsın bilmiyorsun.”

“Hayır hayır öyle değil. Sadece benim ellerim, benim dudaklarım senin bedeninde! Senin ellerin…”

Susan Işık’tan sonra Altuğ tebessüm etti. Sevdiği korkmuyordu, bir şeyleri yaşamak istiyordu. Ancak utanıyordu. Yanaklarının kızarıklığından ve yüzüne bakamayışından başka ne düşünülürdü. Kadının tamamlayamadığı cümleyi içtenlikle seksi sesiyle kendi tamamladı.

“Benim dudaklarım, benim ellerimde senin bedeninde özgürce dolaşsın. Öyle mi?”

Loading...
0%