Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

 

“Doktor yanlış anladın. Seks yapacağım uygun mu onu soruyorum.”

Tuğsem’in Alaz’ın baldırlarında hareket eden elleri durdu. Sonra cayır cayır yanan bir sobaya değmiş gibi ellerini hızla çekti. Parmak uçlarına baktı. Arkası dönük yatan adamın yüzüne doğru döndüğünde, belli etmemeliyim. İçime düşen ateşin acısını belli etmeliyim diye içinden konuştu.

Hangi ara gözleri sulanmıştı ve neden akmak için yer arıyorlardı. Belli etmemeliyim derken neden akıyorsun diye sinirledi. Elinin tersiyle yanağındaki yaşı sildi. Bir iki yutkunmadan sonra sesinin titrememesini umarak;

“Bil...bilemiyorum!” diye cevap verdi. Allah kahretsin kekelemişti. Birkaç defa derin derin nefesler aldı. Sinirlendiğinde ya da üzüldüğünde sakinleşmek için sayı sayardı. Yine öyle yaptı. Sekiz, dokuz on dedi ve tekrar konuşmaya başladığında daha sakindi.

“Ahmet Hoca’ya sormam lazım.”

“Tamam! Ben sorarım.”

Alaz’ın cevabından sonra Tuğsem, tekrar gözlerini kapattı. Başka kadına gideceği ve ona dokunacağı düşüncesi ile masaja daha doğrusu ona dokunmaya devam edemeyecekti.

“Seans bitti. Birazdan sizi alacaklar…” dedi ve koşar adımlarla dışarı çıktı. Kendini lavaboya attığında o büyük güzel elleri ile bir kadının yanaklarını tutmuş, kendine yaklaştırırken öpüşürken ki görüntülere dayanamadı. Midesi bulanmaya başladı.

Normalde çok sağlıklı bir insandı. Hiçbir şeyden de tiksindiği olmazdı. O zaman bu kusma istediği de neydi derken öğürerek klozete eğildi. İçi dışına çıkana kadar kustu. İşi bittikten sonra elini yüzünü yıkadı. Servisteki doktor odasına girdi. Hemşirelere en az bir saat beni kimse rahatsız etmesin diye direktif verdi. Odanın kapısını kilitlediğinde elini kalbinin üstüne koyup, ağlamaya başladı.

Hayatı boyunca kimseden doğru dürüst hoşlanmamıştı bile. Üniversite üçüncü sınıf da bir sevgilisi olmuştu. Onunda kendisini sürekli öpmek istemesinden iğrenip, ayrılmıştı. Görüştüğü kişilerle ise bir iki akşam yemeğinden sonra devamını getiremediğini fark etti. Sonra eğitimine odaklanmaya karar verip, aşk meşk işlerinden vazgeçmişti. Tek isteği abisinin gözünde gurur duyduğu kardeşi olmaktı. Şimdi bu neyin acısıydı? Adını koymak istemedi.

“Ne ağlıyorsun geri zekalı derdin ne senin, ne yaşadın da böyle karalar bağlıyorsun. Kalk! Sen güçlüsün şurada üç haftadır, üç kelime etmediğin adam için ne bok yemeye gözyaşı döküyorsun,” diye söylenerek kendine kızmaya başladı.

O sinirle elini göğsüne sert sert vurmaya devam etti. Oraya vurursa, yüreğinin acısını alacak gibi hissediyordu. Hüseyin birine dokunacak, birini öpecek diye düşündükçe daha çok vurdu. Sanki vurduğu yer çatlatacak ya da kıracak ve bu acıyı kalbinden söküp, atacaktı. O denli hızlı vuruyordu.

“Ne zaman, ne zaman girdin oraya! Çık, çık lütfen! İstemiyorum. Senle biz olamayız,” diye isyan ederek daha çok ağladı. Yerde oturmuş, başını kapıya dayalı haliyle ne kadar gözyaşı döktü. Ne kadar çık içimden diye yalvardı. Bilmiyordu. Kapı vurulunca olduğu yerde sıçradı. Ayla’nın sesiyle kendine geldi. Hemen ayaklandı, ellerinin tersiyle yanaklarını sildi. Üstünü başını saçını düzeltti. İki ellerini büyük büyük açıp, yüzünü yelledi. Ayla’nın ikinci defa adını tekrarlamasıyla hemen kapıyı açtı.

“Tuğsem!”

“Aa Ayla sen mi geldin?” Ayla, içeri girip kapıyı tekrar kilitledi. Dikkatli bir şekilde arkadaşına baktı. Gözleri kıpkırmızı olmuştu.

“Ahmet Hoca seni arıyordu. Cep telefonun nerede?”

“Bana ulaşamayınca çok kızdı mı?”

“Yok, sadece Alaz Bey bu gece izinli çıkacakmış. Sana haber vermek için aramıştı.”

Tuğsem, izinli kelimesinden sonra bir daha gözlerini sımsıkı kapattı. Demek bu kadar acele ediyordu. Sevgilisine mi gidecekti. Sevdiği bir kadın olduğunu düşünmek tekrar gözlerinden yaş boşalmasına neden oldu. Ayla sessizce üç yıldır tanıdığı, iki yıldır da çok samimi olduğu arkadaşına bakıyordu.

“Tuğsem,”

“Ayla bir şey sorma!”

“Alaz Beye aşık oldun değil mi?”

Tuğsem sadece hayır anlamında başını sağa sola salladı. Ayakta durmaya dayanamıyormuş gibi koltuğa oturdu. Sesi çıkmıyordu. Yirmi sekiz yaşında ilk aşk tecrübesi platonikti ve ona çok mantıksız geliyordu. Bunu arkadaşına bile söyleyemezdi. Bir süre sessizce oturdular. Ayla, ellerini tutup kendine bakmasını sağladı.

“Konuşmak ister misin? Rahatlarsın.”

“Aristoteles ne demiş biliyor musun? Kalbi eğitmeden, aklı eğitmek eğitim değildir. Vicdan olmadan, bilgi sahibi olmak da tehlikelidir.”

“Yani…”

Tuğsem, onu anlamaya çalıştığını gösteren arkadaşına sıkkın bir gülümsemeyle baktı. Bir gün birini seveceğini, evleneceğini ve en az üç çocukları olacağını hayal ettiği olmuştu. Ama! Böylesini hiç hayallerine bile getirememişti. Çünkü Tuğsem’in kriterlerin de hiçbir zaman ne zenginlik, ne şan şöhret ne de yakışıklılık olmamıştı. Demek ki olmalıymış diye düşünüp, cevap bekleyen arkadaşına baktı. Daha iki dakika önce söyleyemem diye düşünen o değilmiş gibi kendi tarzı ile anlatmıştı.

“Vicdanlı bir insan olduğumu düşündüğüm içim doktor olmak istedim. Hep kendimi en iyi şekilde yetiştirip, doktor olduğumda bilgilerimi faydalı işler için kullanmayı hedefledim. Hayattaki tek hayalim hedefim başarılı bir doktor olmaktı. Fakat ben süreçte bir şeyi atlamışım Ayla…”

Ayla’nın tuttuğu eli de kaldırıp, kalbinin üstüne koydu. Nefes alamıyormuş gibi uzun uzun iki üç kere nefes alıp;

“Kalbimi eğitmeyi unutmuşum.

Kalbime, birisi için acı çekebileceğini hiç söylememişim. Şimdi yüreğim alışık olmadığı bu yeni bilgiyle çok acıyor ve bu yaşıma kadar bilgiyle doldurduğumu düşündüğüm aklım çaresini bulamıyor.”

“Yemin ediyorum. Bir insan acı çektiğini ancak bu kadar dolambaçlı anlatırdı. Tam senlik oldu.” Hiç içlerinden gelmese de Ayla’nın tepkisine ikisi birden gülümsedi.

“Tamam, hastan ama bizde insanız aşık olmak kötü mü? Neden bu kadar üzgünsün?”

“Bugün seks yapacakmış beyefendi! Uygun olup, olmadığını sordu bana şeyi kopasıca…”

“Nee!”

“Evet! Bende Ahmet Hocaya yönlendirdim. Maşallah hiç zaman kaybetmemiş.”

Şimdi ağlamıyor hiç hakkı olmamasına rağmen sinirleniyordu. Ayla ne diyeceğini bilemedi. Alaz’a kızmak aklının ucundan bile geçmezken, sevgilisi olan bir adama aşık olan arkadaşını nasıl teselli verebilirdi ki.

“Bu akşam dışarı çıkalım mı?”

“Yok, biraz yalnız olmak istiyorum.”

Ayla, Tuğsem’in daha fazla üstüne gitmedi. Biraz daha oturduktan sonra birlikte hastaneden çıktılar. Tuğsem evine geldiğinde banyoya girdi. Kısa bir duş alıp, çıktı. Başını sardığı ve kısa bornozu ile yatağa girdi. Sadece uyumak istiyordu. Gözlerini kapattı. Ailesini kaybettiğinden beri ilk defa bu denli ağlamıştı. Bu duruma da ayrı gıcık oluyordu. O hiçbir zaman çıt kırıldım her şeye ağlayan zırlayan biri olmamıştı. Ne demeye ağlıyordu?

Hüseyin Alaz’ı düşünmemeyi kendine tembihlerken, yüzü gözlerinin önüne geldi. İnatla yataktan çıkmadı. Ne olursa olsun onu düşünmeyi bırakacağım ve bu gece sorunsuz uyuyacağım diye inatlaştıkça uyuyamadı. Sabahı sabah etti. Sabah ezanından sonra artık bedeni pes etmişti. Gözleri kapandığında hala bornozlaydı. Şubat ayının sonunda yapılacak iş değildi. Telefonun alarmıyla uyanmaya çalışsa da başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Kendini yataktan kaldırmadı. Bu yüzden Ahmet hocasını arayıp, hasta olduğunu söyleyerek izin aldı. Hem Hüseyin Efendi’yi bir gün daha görmesem iyi diyordu. Uyanır uyanmaz yine onun aklında olduğunu reddederek yeniden yattı.

Hüseyin Alaz ise sorduğu sorudan sonra çekip giden doktora anlam veremedi. Melih ile konuşup, izin işlerini ayarlamasını istedi. Ahmet hoca gelip, kendini çok zorlamamasını ve deneyebilecekleri birkaç pozisyon önerisinde bulunmuştu. Biraz garipsese de masaj yaparken hissettiklerini tekrar yaşamaya ihtiyacı vardı. Bedeni rahatlarsa ve erkekliğinin gücünün eskisi gibi olduğunu görürse daha mutlu olacağını sezinliyordu.

Günlerdir hem iş hayatı hem memleketten gelenlerin geçmiş olsun ziyaretlerini kabul etmişti. Köylülerine iyi olduğunu ve işlerinin başına gitmelerini söyledi. Bu yüzden son birkaç gündür, hastane kalabalık değildi. Dışarıda yirmi kadar koruma ve koridordaki üç korumayla güvenlik sağlanıyordu. Polis de araştırmalarını devam ettiriyordu. Kilit isim Suzan olduğundan o bulunmadan bir şey bulabileceklerini sanmıyordu. Altuğ ve Serkan her fırsatta ziyaretine geliyorlardı. Kemal ve Haluk yurt dışındaydılar. Bir taraftan onlarda araştırma yapıyorlardı.

Otelde ki süitine geldiğinde bir şişe viski istedi. Bu gece bütün sıkıntılardan sıyrılmak istiyordu. Antibiyotik kullanmadığı için sorun olmayacağını düşündü. Dikiş yerleri de tamamen kapanmış gibiydi. Bir haftadır rahatlıkla banyo yapabiliyordu. Melih tamamen eli ayağı olmuştu. Eskisi gibi yürüyebilecek miydi? Bilmiyordu. Ama inatçı doktoruna güveniyordu. Yine Tuğsem’i düşünmek gülümsemesine neden oldu?

Kapı açıldığında elektrikli sandalyesinde oturmuş, camdan dışarıyı seyrediyordu. Arkasını döndü. Melih sarışın, uzun boylu mavi gözlü bir kadınla içeri girdi. Üzerinde kısacık kırmızı bir elbise vardı. Topuklu ayakkabılarından dudağındaki kırmızı ruja kadar tamamen kendi zevkine göreydi. Beğendi. Melih’e bir baş işareti ile dışarı çıkmasını sözsüz söyledi. İkiletmeden dışarı çıkan adamından sonra kadını süzdü.

“Soyun!” dedi. Çünkü bir an önce kendine ne olduğunu görmek istiyordu. Kadın rahat bir şekilde karşısında soyunmaya başladı. Özel istediğin bir şey var mı tatlım gibi laflar ediyordu. Hüseyin Alaz ise kadını seyrederken hiçbir şey hissetmeyen bedenini sorguluyordu.

Anadan doğma bir şekilde yanına doğru yürüyen sarışını, gözlerini kırpmadan seyretmeye devam etti. Kadın boynundan öpmeye başladığında başını geriye attı. Olmuyordu. Bedeninde kıpırdama namına bir hareket yoktu. Ama neden? Bugün doktoru öptüğünü düşünmek bile kazık gibi olmasını sağlamıştı.

Kadın penisine dokunmaya, okşamaya başladı. Yine bir şey hissedemediğini anladığında sıkıldı. Kadının boynundan tutup, başını kaldırdı. Gözlerine dudaklarına baktı. Sonra ne oldu dercesine bakan kadını umursamadan hafif doğruldu. Zorlanarak da olsa eşofmanını ve iç çamaşırını indirdi. Yeniden kadını süzdü. Etkilenmek istiyordu.

Boynundan tutarak başını erkekliğine eğdi. En zevk aldığı şey oral seksti. Kesin bundan sonra bir şey olur diye kadını yönlendirmişti. Bugün o cadının öpüşmesini, göğüslerine dokunduğunu düşünmesiyle bile çadır misali dikilen erkekliği bir kadın tarafından sömürülürken şaha kalkardı değil mi? Peki, neredeyse beş dakikadır somurulan erkekliğinde neden bir hareketlenme olmuyordu. Gözlerini kapatıp, başını geriye attı. Beynini sadece bedeninin reaksiyon göstermesi için zorladı.

Yok, olmuyordu. Allah kahretsin deyip, kadını saçlarından tutup itti. Kadın kıçının üstüne düştüğünde şaşkındı. Alaz’a bakıyordu. Kadının ne yapacağını bilemez hali daha çok sinirlenmesine sebep oldu.

“Çık!” diye bağırdı. Kadının hala düştüğü yerde ona acıyarak baktığını görünce bedeninin sinirden kaskatı olduğunu anladı. Kimse onu böyle görmemeliydi. Gözlerini kapattı ve bir saniye geçmeden tekrar açtı. Avazı çıktığı kadar;

“Çık diyorum sana çık Allah’ın cezası çık!” dedi ve tekerlekli arabasını çalıştırıp, arkasını döndü. Bugüne kadar hiç ağladığını hatırlamıyordu. Şu an! Şu an tam da hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu. Kadının giyindiğini ve çıkmak üzere olduğunu topuk seslerinden anladı. Kapı kapanır kapanmaz lanet olsun deyip derin bir nefes aldı. Gözlerinin dolduğunu biliyordu.

“Ağam!”

“Kaybol Melih!”

“Ağam, daha çok er…” erken diye cümlesini bitiremeden Alaz’ın elindeki kadeh duvarı boyladı. Hala önüne dönmemişti. Melih sessizce odadan çıktı.

Ellerini tekerlekli sandalyeye vura vura sinirini çıkarmaya çalıştı. Sehpanın üzerindeki viskiyi kafasına dikti. İçkinin etkisiyle sakinleştiğini hissettiğinde banyoya girdi. Zorlansa da elini yüzünü yıkadı. Geri yatak odasına arabasıyla geldiğinde; yatağın yanında durdu. Bacaklarının üzerine biraz biraz durmaya başlamıştı. Yanlarından tutarak ayağa kalktı ve yatağa yattı.

Gözlerini kapatır kapatmaz, önüne sadece Tuğsem’in dudaklarının ve dik dik sinirle parlayan gözlerin gelmesini neye yoracağını bilmese de sarhoşluğun verdiği etkiyle sızdı. Sabah erkenden uyandığında Melih’i aradı. Duş almasına yardım etmesini istedi. Duş alıp, giyindikten sonra kahvaltıya indiler.

Aklı hala bir önceki gün yaşadıklarındaydı. Gündüz Tuğsem’in tedavi amaçlı dokunuşları ile bile kımıldanan bedeni beğenebileceği bir kadının yalamasına neden tepkisiz kalmıştı. Kafası karıştı. Sorun olsa onda da olması gerekmez miydi? Ahmet Hoca ile konuşması gerekip, gerekmediğini düşünürken Tuğsem’in ona masaj yapacağı zamanı dört gözle beklediğinin farkına vardı. Evet öyle yapacaktı doktorun ona tekrar masaj yaptığında bedenini kontrol edecek ve ona göre karar verecekti. Sonuçta psikolojik bir şey olmalıydı. Fiziksel olsa kimseye dikilmezdi bu lanet aleti değil mi diye düşündüğünde içi biraz olsun rahatladı.

Hastaneye gelmeleri öğlenden sonrayı bulmuştu. Kahvaltıdan sonra boğazı seyretmek biraz olsun nefes almak istemişti. Bu yüzden Ortaköy sahile gitmişlerdi. Öğleden sonra saat üç gibi olan fizik tedavi seansı için heyecanlıydı. Doktor orada olacaktı. Seans için hazırlanırken bile gözleri hep kapıdaydı. Fizyoterapist Elif’in geldiğini gördüğünde kaşlarını çattı. Hemen aletlerle hareketlere başlandığında ilk önce nasıl soracağını bilemediğinden sessiz kaldı. Zaten vurulup doktoru tanıdığından beri sessizlik huyu suyu olmuştu. Seansa katılacağını düşündüğünden biraz daha bekledi. Ancak bir türlü gelmeyince merakına yenildi. Öylesine soruyormuş gibi bir ses tonuyla;

“Tuğsem hoca, nerede?” diye sordu. Elif tepkilerini not aldığı kağıttan başını kaldırdı. Aslında biraz korkarak gelmişti. İlk haftalarda yaşadıkları olayı, Alaz hatırlamazken Elif gayet net hatırlıyordu. Kafasına bardak fırlatmıştı.

“Doktor hanım hastaymış. Benim seansları devam ettirmemi istedi. Normal de tedaviyi ben yaparım zaten merak etmeyin,” diye açıklamak istedi. Doktorun yanında hiç sesi çıkmayan adamın gerginleştiğini fark etti. Neyse ki sorun çıkarmadan seansı bitirmişti.

Hüseyin Alaz kafayı yiyecekti. Kadını görmek istemezken dibinden ayrılmamıştı. Sürekli tepesinde direktifler verip, durmuştu. Şimdi ise görmek için can atıyordu ve ortalıkta yoktu. Bir de hasta demişlerdi. Neden hasta olmuştu? Neyi vardı? Çok mu kötüydü, kimden öğrenebilirdi? Tüm geceyi bu düşüncelerle geçirmişti.

Ertesi gün sabah yine gözleri yattığı odanın kapısındaydı. Bugün masaj vardı. Erkekliğine bakıp, bakıp duruyordu. Hep senin yüzünden diye sinirle söyleniyordu. Yoksa ne demeye doktoru bu kadar düşünsün, hiç mantıklı gelmiyordu. Masaja götürülmek için gelindiğinde yine yoktu. Sormamak için kendini zor tuttu.

Masaj için hazır olduğunda Tuğsem, kısa boylu bir adamla gelmişti. Gözleri şişmişti. Yorgun olduğu çok belliydi. Yüzüne baktı ama doktor ona bakmıyordu. Hüseyin Alaz biraz şaşkındı. Gözlerini kısıp, onu seyretmeyecek miydi? Hüseyin Bey, bugün şunları bunları yapacağız, zorlanacaksınız belki biraz, canınız da yanabilir ama sizin bir an önce iyileşmeniz için diye açıklama yapmayacak mıydı?

“Merhaba Alaz Bey nasılsınız?” diye sorduğunda bedeni hafif kalkacak kadar şaşırdı. İlk defa ona Alaz diyordu. O yüzden yüzünü görmek istedi. Ancak arkasına gittiğinden kafasını çevirse bile göremedi. Kısık bir sesle cevap verdi.

“İyiyim!”

“Eminim çok iyisinizdir!” diye çıkışmasına anlam veremedi. Tuğsem ise kendine küfür etmekle meşguldü. Nasıl böyle aksi cevap verirdi? Ya adam neden böyle bir şey söylediniz dese ne cevap verecekti? Aptalsın Tuğsem aptal diye kendine sinirlenip, telaşla Hüseyin Alaz neden gibi bir soru soru sormasın diye konuşmaya başladı.

“Bugün masajınızı Erkal Bey yapacak,”

Onun başkasına dokunduğunu düşündükçe midesi bulanıyordu. Masaj yapamaz ona dokunmaya dayanamazdı. Üstüne kusmaktan korkuyordu. Keşke kussam da başka kadınların tenine sinen kokusunu silsem diye düşündüğünde son birkaç gündür ki düşünce şekline ağzı açık kaldı. ‘He Tuğsem he adamın üzerine kus, o da senden iğrensin,’ diye tekrar düşünürken Alaz’ın yine cevap vermediğini anladı. Zaten ne zaman cevap vermişti ki, Erkal’a eliyle başlayabilirsin diye işaret yaptı.

Erkal masaja başladığından beri Alaz dişlerini sıkıyordu. Çok sinirliydi ve neye bu kadar sinirlendiğini çözemiyordu. Adamın her dokunuşunda irkildi. Belini oraya buraya çevirdi. Dokunmasını istemiyordu ve adam bacaklarına geldiğinde daha fazla dayanamadı.

“İstemiyorum, bırak!” diye çıkıştı. O arada bacağının birini yukarı doğru kaldırdı. Tuğsem bacağının kalkma gücüne bakarken; Erkal’ın ondan talimat beklediğini biliyordu.

“Hayır, masaj da en az fizyoterapi kadar önemli! Devam edin lütfen!”

Erkal sol bacağına dokunduğu an onu da yukarı kaldırdı. Hüseyin Alaz’ın sinirle adamın dokunmaması için yaptığı tepkileri gördüğünde Tuğsem, gülmeye başladı. Kasları bayağı güçlenmiş, sinirleri çok iyi demek ki diye tedavinin gidişatına sevindi.

“İstemiyorum dedim dokunmaa!”

Hüseyin Alaz’ın hastanedeki ilk günlerdeki gibi kendine dokundurmak istememesi ve aynı o günlerdeki gibi hastaneyi yıkacak şekilde bağırmasıyla olduğu yerde sıçradı. Bu adam bağırmıyor, kükrüyor mübarek diye kaşlarını çattı. Sakin olmaya çalışarak;

“Alaz Bey, lütfen!”

Tuğsem’in, lütfen kelimesinden sonra hay senin Alaz’ına da sana da diye küfür etmemek için dişlerini sıktı. Doktorun başka kadınlar gibi kendine Alaz demesine neden sinir oluyordu. Buna anlam veremezken, Erkal’ın bir daha dokunmasıyla, kollarıyla doğrulmaya çalıştı. Bu sefer ki dokunma diye bağırması, binayı inleten cinstendi.

“Doktorrr, dokunmasın diyorumm!”

“Bu masaj olmalı anlamıyor musunuz?”

Hüseyin Alaz, onu sakinleştirmek için gözlerinin önüne gelen doktorun yüzüne baktı. Bak bak bir de benle sizli bizli konuşmaya devam ediyor, diye içinden geçirdi. Kendisi ısrarla sizli bizli konuşurken sen diye konuşan kadına ne olmuştu da siz diye hitap ediyordu. Tuğsem’e bakmaya devam etti. Bir iki nefesten sonra;

“O zaman ilk seanstaki gibi masajımı sen yap, yoksa kesinlikle masaj istemiyorum. Canımı yakıyor…” diye sızlandı. Tamamen yalandı. Adamın profesyonel masör olduğu belliydi. Ancak Tuğsem’in ellerinin büyüsü onda yoktu. Sanki parmak uçlarında bir tılsım vardı ve o tılsım onu iyileştiriyordu. En azından alt takımlarını iyileştirdiğine şahit olmuştu. Şimdi emin olma zamanıydı. Daha fazla da beklemeyecekti. Tuğsem, Hüseyin Alaz’ın canının yanmadığına yüzde yüz emindi. Ancak neden huysuzluk yapıyordu onu anlamıyordu. Bu yüzden masörü gönderdi.

“Erkal Bey, siz gidebilirsiniz. Ben devam edeceğim.”

“Tamam, hocam,” diye giden adamdan sonra Tuğsem bir süre Alaz’ın gözlerine baktı. Sonra hiç sesini çıkarmadan bir sinirle eline yağ alıp, masaja başladı.

Hüseyin Alaz’ın memnuniyetle dudakları kıvrıldı. Bu kadın ateş gibiydi. Gözlerinde ki sert bakışlardan sonra kurşun olsa şu an tekrar vurulmuştum diye gülümsedi. Onu sinirlendirdiğini anlamak bile mutlu ediyordu. Kollarını önünde birleştirip, çenesini ellerinin üstüne koydu. Gözlerini kapattı. Her dokunuşta yüzündeki gülümseme artıyordu. Çünkü erkekliği yine yavaş yavaş kalkmaya başlamıştı. Bu küçük adamın bir önceki gece neden tepkisiz kaldığını anlamıştı. Çünkü o bu inatçı doktoru istiyordu. Masajın keyfini çıkarırken şimdi sıra o dolgun dudakların tadına bakmak diye kararlar aldı.

“İyi misiniz?”

“Hımm! Süperim!”

“Pislik!”

“Efendim, anlamadım.”

“Yok, yok bir şey kendi kendime mırıldanıyordum.”

Tuğsem, canını yakmaya kıyabilse masaj değil, etlerini sökercesine her yerini sıkmak istiyordu. Adamın rahatlığına inanamıyordu. Şimdi bu bedene başkası mı dokunmuştu. ‘Tuğsem, sen iyice kafayı yedin. İki gün önce olmasa bile adamın vurulmadan önce ki aşk hayatı gayet hızlıymış. Kendin gibi bakire birisini bekliyorsan havanı alırsın,’ diyen iç sesinden nefret etti.

“O kadınlara giren şeyi kopsun, inşallah!” diye iç sesine cevap verdiğinde dıştan söylediğinin farkında değildi.

“Allah korusun!”

Loading...
0%