Yeni Üyelik
45.
Bölüm

45. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

“Onu bunu bilmem ölmeden önce yaşayacaklarımın arasına hastane odasında seninle sevişmeyi ekledim.”

Alaz’ın arsızca söyledikleri Tuğsem’in şaşkınlıkla ağzını açık bıraktı. Sonra ciddi mi söylüyor diye dikkatli baktı? Gayet ciddi olduğunu anladığında da yanaklarının ısındığını hissetti. Göz temasını keserken adamın arzulu bakışları göğüslerinin uçlarını sızlattı. Birkaç gün sonra uzmanlık bitirme sınavı vardı. Ondan birkaç gün sonrada beş yılını geçirdiği hastaneden ilişiği kesilecekti. Şu an odaklanması gereken sınavı ve sonraki hafta sonu gerçekleşecek düğünü olması gerekirken, acaba Alaz’ın hayali gerçek olur mu diye düşünmesi nasıl bir arsızlıktı? Ağadan önce ki Tuğsem soğuk mesafeli işinden başka bir şey düşünmeyen kadın iken, sonra ki Tuğsem adamın tek lafıyla vücudu tepki veren ve her an sevişmeye hazır kadın olmuştu.

“Böyle utandıkça seni daha çok istediğimin o fanteziler için sabırsızlandığımın farkında değilsin.”

“Hü..Hüseyin lütfen ça..çalışıyorum.”

“Biliyorum karıcığım.”

Alaz tam ayağa kalmış, karısının kızaran yanaklarından tutacakken kapı çaldı. Tuğsem bir adım geriye gittikten sonra gel dedi. Kafasını uzatan Neslihan ile göz göze geldiklerinde ikisi de gülümsedi. İkisinin yanakları kızarıktı.

“Hocam 301 no’lu odadaki hastanın yakınları sizi görmek istiyorlar. Güvenlik çağırmamı ister misiniz?”

“Gerek yok, geliyorum.”

“Neden güvenlik gerekiyor?”

“Annelerinin diz ameliyatında komplikasyon gelişti ve bir tarafına operasyon sırasınca inme indi. Kadıncağız yoğun bakımdaydı. Servise daha birkaç saat önce getirildi. İhmal olup, olmadığını anlamaya çalışıyorlar. Ben gidip görüşeyim, sonrasında kocam şöyle güzel bir yemek söylese de yemek yesek,” diyerek durumu yumuşatmaya çalışmıştı. Gülümsemeyi de ihmal etmemişti. Alaz’ın çatılan kaşlarının altından onu inceleyen haliyle olduğu yerde kıpırdandı. Kocası böyle olunca kendini savunmasız hissediyordu. Tartışması daha kolaydı. İki adımda yanına gelen adamın elini tutmasını beklemiyordu.

“Hiç tatmin olmadım Tuğsem, bende seninle geliyorum.”

“Hayır, her daim yanımda olamazsın.”

“Sağlıkta şiddet çok arttı. İnsanlar eskisi gibi değil, çok saldırganlar…”

“Biliyorum sevgilim, söz gergin bir ortam oluşur oluşmaz oradan uzaklaşacağım.”

“Uzakta durayım bari,” diye yalvaran sesle Tuğsem’in gözleri doldu. Bu adam tarafından çok seviliyordu. Bunu hissetmek hep içindeki duyguları coşturuyordu. Cevap verirse ağlayacağını bildiğinden tamam dercesine başını aşağı yukarı salladı. Hemen arkasını döndü. Kapının önüne çıktı. Neslihan da tedirgin şekilde bakınca derince bir nefes aldı. Ellerini önlüğünün ceplerine başparmakları dışarda kalacak şekilde soktu.

“Hocam emin misiniz? Oğulları çok sinirli gözüküyor.”

“Eminim.”

Aslında emin değildi. Son yıllarda hiçbir mesleğe saygı kalmadığı gibi hekimlere de kalmamıştı. İnsanlar o kadar gergin ve mutsuzdu ki hep birbirlerini suçlamak ya da üste çıkmanın derdindeydi. Böyle de olsa hekim olarak hastanın yakınlara bilgi vermek onun göreviydi. Hem nereye kadar korkarak bu mesleği yürütecekti. Koridoru döndüğünde iki adam ve onlardan büyük olduğu belli olan başörtülü bir kadın gördü. Kadın otururken adamlar volta atıyorlardı. Melih’i merdiven başında görünce gülümsedi. İtiraf etmek istemese de Melih’in orada olması onu rahatlatmıştı.

“Merhaba Doktor Tuğsem VURGUN!”

“Merhaba hocam Dudu bende, biz annemin nasıl olduğunu sormak için gelmiştik,” diye oturan kadın ayağa kalkarken cevap vermişti. Kardeşlerinin sinirinin farkında olan kadın sorun çıkmaması adına birden konuştuğu belli oluyordu. Bu detayı görmezden gelen doktor direkt açıklamaya geçti.

“Anneniz şu an iyi, sol dizini ameliyat ederken sağ bacağına pıhtı attı. Tansiyonunu denge de tutamadığımız için maalesef sağ bacak felç oldu.”

“Ne kadar da rahat konuşuyorsun doktor, sanki çok basit bir şey olmuş,” diyen adamla kaşları çatılan Tuğsem ellerini tekrar ceplerine soktu. Konuşan adama döndü. Senden korkmuyorum dercesine bir süre adamın sinirle bakan gözlerinin içine baktı.

“Asla basit bir şey olarak düşünmedim. Annenizin ameliyatını yapan hekimi olarak ne olduğunu anlatmaya çalışıyorum.”

“Biz annemi sapasağlam getirdik buraya siz kadını felç ettiniz.”

“Anneniz sağlıklı olsaydı buraya getirmek zorunda kalmazdınız. En basit ameliyatların bile riski vardır. Fadik Hanım yetmiş yaşında ve yaşı ameliyatı daha riskli kılıyor. Sizler bu konuda bilgilendirildiniz. Ayrıca risklere rağmen operasyonu kabul ettiğinizi gösteren bir evrakımız da mevcut.”

“Bana terane okuma doktor, seni dava edeceğiz.”

“Tabi ki edebilirsiniz bu sizin vatandaşlık hakkınız ama o davayı kazanamazsınız çünkü bir hatam yok.”

“Göreceksin kazanıp, kazanamayacağımızı,” diyerek üstüne yürüyen adamın önüne Neslihan ve Dudu aynı anda geçti. Tuğsem üstüne yürüyen adamla ne yerinden kımıldamış, ne de göz temasını kesmişti.

“Koray çekil!”

“Abla asıl sen çekil, bu kadın annemi az kalsın öldürüyordu.”

“Neslihan beyaz kod geç, sizinle konuşmam bitti. Dudu Hanım lütfen buyurun size içeride bilgi vereceğim.”

Tuğsem arkasını dönmesiyle arkadan saçından geriye doğru sendelemesi bir oldu. Başında hissettiği ani acıdan sonra bir çığlık attı. Elini saçının çekildiği yere koyup, geri dönecekken kendine doğru gelecek yumruğu gördü. Gözlerini yumdu. Yiyeceği yumruğun acısını bekledi. Saçlarının dibindeki acı azalmıştı. Birden koridorda artan çığlıklarla gözlerini açtı.

Alaz’ın adamı yere yatırmış, yumrukladığını gördüğünde dizlerin de derman kalmadı. Dizlerinin üstüne çöktü. Sinirleri bozuldu. Kocasına dur demek istedi. Fakat sadece bir elini başının acıyan yerine, bir elini de ağzına koyarak ağlamaya başladı. Melih ve diğer erkek kardeş Alaz’ı genç adamın üzerinden zor aldı. Güvenlikler koşarak geldi. Aile fertleri dışarı çıkartıldı. Bunların hepsi o kadar kısa sürede olmuştu ki Tuğsem kötü bir düş gördüğünü düşünebilirdi.

Alaz koridorun girişinde konuşmayı dinlerken Melih ile tetikte bekliyordu. Neslihan beyaz kod geç cümlesinden sonra bir şey olacağını hissetmiş ve hızla karısının yanına yürümeye başlamıştı. Tuğsem’in saçından çekildiğini gördüğü anda da gözü döndü. Karısına vurmak üzere kalkan yumruğu eliyle durdurup, kendi yumruğunu çenesine çaktı. Yere düşen adamın üzerine atladı. Yumruklarını sağlı sollu sıralarken geri çekildiğinde hala içi soğumamıştı. Tam Melih’e bırak diye bağıracakken bir an bakışları karısını buldu. Dizlerinin üzerinde ağlar haliyle içi parçalandı. Koşup dizlerinin üzerine çöktü, omuzlarından tuttu ve göğsüne yatırdı. Saçlarındaki elini yavaş çekip okşamaya başladı.

O saçının bir teline kıyamazken kendini adam zanneden pisliğin birinin yaptığıyla bedeni kaskatıydı. Alaz kendini öldürmek isteyenleri bile öldürmek istememiş, kanun ne derse o olacak demişti. Fakat ilk defa bir adamı öldürebileceğini hissetti. Tuğsem’in acıyla ağlaması içini geri dönüp pisliği parçalama isteğiyle doldursa da önceliği sevdiğinin iyi olmasıydı. Hala sağduyulu olabildiğine inanamıyordu.

Bu olanlarla bir kere daha Tuğsem’e olan duygularının büyüklüğüyle yüzleşti. Biraz sakinleştiğini anladığında karısını kollarının altından tutup ayağa kaldırdı. Sonra kimseyi umursamadan kucağına aldı. Tuğsem’in de boynuna kollarını dolayıp, ona sığınmasıyla alt dudağını kanatacak kadar ısırdı. O kadınının çata çat kavga eden dik duruşuna öyle alışkındı ki, böyle savunmasız görmek içindeki sıkıntıyı katladı. Alaz kucağında Tuğsem ile doktor odasına gidip kanepeye oturdu.

Neslihan hemen acile haber verdi. Darp raporu için nöbetçi hekimi çağırdı. Ahmet hocayı aradı. Diğer hemşire arkadaşına hastaların işlemlerini devir etti. İlgili bilgilendirmeden sonra hemen olayın prosedürlerini halletmeye başladı. Melih’in varlığını unutmuştu. Ona hayran hayran bakan adamdan habersiz, işinin hakkını veriyordu. Öyle hızlı hareket ediyordu ki Melih’in o an aklına Atom Karınca geldi. Minik sevdiği kesinlikle çalışkan Atom Karınca gibiydi.

Tuğsem’in ağlaması durmuştu ama arada bir iç çekmeden duramıyordu. Stajyer doktorken acil serviste bir kere daha saldırıya uğramıştı. O zaman yüzüne su şişesi fırlatılmış ve refleksleri sayesinde kıl payı kurtulmuştu. Sonrasında da araya girenler sayesinden fiziksel bir zarara uğramadan konu kapanmıştı. Alaz orada olmasaydı, ne yapacaktı? Bunları düşündükçe kötü oluyor, tekrar ağlama isteğiyle gözleri doluyordu. Güvenlikleri en başından çağırmalıydı. Hatasının farkındaydı. Kapı çaldı. Doğrulup kocasının kucağından inmeye çalıştı. Alaz bir an kucağından bırakmak istemedi. Hastanede oldukları ve olayla ilgili birilerinin geldiğini düşünerek belinden tuttu. Ayağa kalmasına yardım etti. Gelen Neslihan’dı.

“Hocam daha iyi misiniz?”

“İy…iyiyim.”

“Darp raporu için geliyorlar hemen yanınıza alayım mı?”

“Olur!”

Neslihan dışarı çıktığında Alaz’ın yüzüne bakamadı. Odada bulunan lavaboya yürüdü. Eline yüzüne bakmak istemedi. Sıvı sabundan bolca alarak ellerini yıkadı. Sonrada yüzüne bol bol su çarptı. Soğuk su biraz kendine getirmişti. Saçlarını düzeltmek istediğinde dipleri öyle çok acımıştı ki, ufak bir inilti dudaklarından döküldü.

“Bırak ben halledeyim bir tanem!”

“Bana kızmayacak mısın? İnadın yüzünden bunlar başına geldi demeyecek misin?”

“Ben o kadına bu kadar güçlü ve inatçı olduğu için aşık oldum. Şimdi kızarsam kendimle çelişirim. Kızamam da kıyamam da sana… Bir de ben bir şey diyeceğim düşüncesiyle kendini üzme!”

“Ben seni hak edecek ne yaptım?”

Alaz elini ıslatıp hafif hafif dokunuşlarla Tuğsem’in saçlarını düzeltirken, karısının söylediğiyle elleri havada kaldı. Onu hak edecek ne mi yapmıştı? Bu kadın kesinlikle kalbinin, gücünün ve güzelliğinin farkında değildi. Zaten kadını çekici yapanda bu mütevazi ve yüzeysel olmayışı değil miydi? Tuğsem’in yanaklarından iki eliyle tutup alnından uzunca öptü.

“Yüreğimi dolduranım, başımın tacısın.”

---------------------------------------------------------------------------------------

Salih yengesini bıraktıktan sonra ağasını aramaya koyuldu. Telefonla sürekli Altuğ’u ararken konağa geldi. Korumalardan ağasının gelmediğini öğrendiğinde kulübenin yanına bıraktığı adamları aradı. Orada da olmadığını öğrenince içi sıkıldı. Bir süre gidebileceği yerlere baktı. Bulamayınca dayanamayıp, Işık’ın evine gitmiş olabileceğini düşünerek sitenin girişine bıraktığı korumaları aradı. İki adamı da ayrı ayrı defalarca aramasına rağmen açılmayan telefonla sinirden dişlerini sıkmaya başladı. Küfür ede ede iki korumayla sitenin önüne geldi. Siyah arabanın kapısının açık olması hayra alamet değildi. Kaşlarını çattı. Koşarak ondan önce giden adamlar korkuyla Salih’e döndü.

“Abi adamlar baygın!”

“Nasıl,” diyerek hızla sitenin güvenliğine yöneldi. Orta yaşlı adamın da yerde yattığını gördü. Işık’ın dairesinin olduğu binaya koştu. Eğer yengesine bir şey olduysa bunu ağasına nasıl açıklardı?

Koşarak merdiveni çıktığında ardına kadar açık kapıyla duraksadı. Sonra kendine gelip evin içerisine adımladığında hiçbir yerin dağılmadığını fark etti. Işık yoktu. Hızla Altuğ’u tekrar aradı. Açılmayan telefona görür düşüncesiyle hanım ağam kaçırıldı diye mesaj gönderdi. Hızla sitenin dışına çıkarken konağı aradı. Ne kadar adam varsa toplayın diyerek emirlerini sıraladı. Sonra ağasının da arkadaşı olan hemşerileri emniyet müdürü Cemal’i aradı, durumu anlattı. Öncelikli konum gönderip siteden itibaren bütün mobese kameralarının görüntülerine bakılmasını rica etti. İlden çıkış yapma ihtimaline karşı bütün kara çıkışlarına ekipler yönlendirileceğini öğrenince biraz olsun rahatladı. Aradan geçen yarım saatin sonunda Altuğ aradı.

“Ağam!”

“Neredesiniz?”

“Hanım ağamın oturduğu sitenin önünde…”

“Bekle geliyorum.”

Yüzüne kapanan telefonla az çok olacakları tahmin ediyordu. On dakika sonra acı bir fren sesiyle duran arabadan Altuğ fırtına gibi çıktı. Çıkar çıkmazda karşısına gelen Salih’e yumruğunu çaktı. Bir kere daha bir kere daha derken Salih’in ağzından kanlar gelmeye başladı. Kimse araya girmeye cesaret edemiyordu. Oraya ancak gelebilen emniyet müdürü koşarak aralarına girdiğinde Altuğ kükredi.

“Cemal bırakk!”

“Altuğ adamı öldüreceksin.”

“Benim canımdan can kopmuş, birinin ölmesi umurumda mı?”

“Karını bulacağız.”

“Bulsan iyi olur Cemal bulsan iyi olur,” derken kimseyi umursamadan omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Cemal dayanamayıp Altuğ’a sarıldı. Onlar liseden sınıf arkadaşıydılar ve buraya başkomiser olarak atandığı günden beri daha yakındılar.

“Altuğ sakin olmalısın.”

“Bana kırgındı, bana küskündü,” diye konuşurken gözyaşlarını ellerinin tersiyle sildi. O soğuk sert şahin bakışlı ağa karısının arkasından çocuk gibi ağlıyordu. Korumalar da ve namını bilen polis memurları da şaşkınlıkla ağlayan ağaya bakıyorlardı. Salih tüm yüzü kan içerisinde ayağa kalktı. Yardım eden adamları es geçip, Altuğ’a seslendi.

“Ağam!”

“Salih ben sana karımı emanet etmişim. Kimseye değil sana, nasıl sahip çıkmazsın nasıl?”

“Haklısın ağam!” Altuğ bir kere daha Salih’in üstüne yürüyünce Cemal araya girip sertçe itti. Sonrada yanındaki polislere emirlerini yağdırmaya başladı.

“Ambulans çağırın, Salih’e baksınlar. İki korumayı ve güvenlik görevlisini hastaneye götürsünler. Altuğ sende bana olanları anlat. Işık Hanımı kim kaçırmış olabilir? Şüphelendiğin biri ya da birileri var mı? Yine şu şeyhin müridleri olmasın,” diye konuşunca Altuğ kaşlarını çattı. Aklına ilk gelen Ferhat olmuştu. Ama şarlatanlığını ortaya çıkardığı şeyhin müridleri de olabilirdi. Sinirden titrediğini hissedince arkasında ki kaldırıma oturdu. Dizlerini kendine çekip, kafasını koydu. Bir taraftan da derin derin nefes alıyordu. Sakinleşmeliydi. Karısı için soğukkanlı olmalı, bir daha biraz önceki gibi kendini kaybetmemeliydi. Cemal de yanına oturdu.

“Şüphelendiğin kişi sayısı çok demek!”

“Nereden anladın?”

“Meslek sırrı!”

“Işık’a takıntılı bir adam vardı. Adı Ferhat Şırnak’ta oturuyor, hatta bir kerede orada kaçırmaya teşebbüs etmişti. Birde Seren var biliyorsun? Takıntılı ve bipolar teşhisi konuldu. Yurt dışında klinikte yatıyor diye biliyorum, ya çıktıysa ve buraya geldiyse kontrol etmem lazım. Birde Ayla var pek ihtimal vermesem de…”

“Neden ihtimal vermiyorsun? Ayla kim?”

“Doktor kendisi Işık’ın arkadaşı bana aşık olduğunu söyledi. Bu yüzden araları bozuk ne bileyim bunu yapacak biri değil gibi.”

“Herkes her şeyi yapabilir. Melek şeytan olur, şeytan melek bunu bilemezsin.”

“Cemal ne yapacaksan yap ama bir an önce sapasağlam karımı bul bana!”

“Allah’ın izniyle bulacağız. Hadi kalk lan lise bebeleri gibi kaldırımda oturttun bizi,” diyerek espri yaptı. Neredeyse yirmi yıldır tanıdığı adamın çoğu zaman duygusuz olduğunu düşünürdü. Bir tek erkek kardeşi konusunda hassas olduğuna şahit olmuştu.

Yıllar önceki anı gözlerinin önüne geldi. Göktuğ’u ağzı burnu kan akarken görünce nasıl delirdiğini ve canını yandığını hatırlıyordu. Sonrasında da Urfa’yı yakıp, yıkmıştı. Demek ki karısı da bu kalpsiz adamın içine en az kardeşi kadar işlemişti. Cemal öldürme kasti olduğunu düşünmüyordu. Niyetleri öldürmek olsa burada hallederlerdi diye düşünürken Altuğ’un acılı gözlerini gördü. Şimdilik bu düşündüğünü kendine saklamaya karar verdi.

Işık sesler duyuyordu. Gözlerini açmaya çalıştı ama göz kapaklarını bir türlü kaldıramıyordu. Sesleri tanımıyordu. Zihni açılmaya başladıkça arabada olduğunu anladı. Ne olmuştu? Kendini zorlayarak başına gelenleri hatırlamaya çalıştı. Altuğ! Gözünün önüne gelen sadece Altuğ’un aşkla, yalvaran bakışlarıydı. Sonrasında ağzına kapatılan bez, aman Allah’ım kaçırıldım. Altuğ yokluğumu fark etti mi acaba diye aklından geçirdi. Eğer fark ettiyse perişan olmuştur diye düşünürken gözlerinin kenarından yaşlar akmaya başladı.

Araba durdu. Gözlerini sımsıkı kapattı, sonrasında açabildi. Kapının açılmasıyla yanına birilerinin bineceğini anladı. Hızla gözlerini kapattı. Belki onun hala baygın olduğunu düşünürler yanında konuşurlar ve kimliklerini öğrenebilirim diye kımıldamadan durmaya çalıştı. Saçlarında hissettiği ellerle bedeni kasıldı.

“Işığım, güzeller güzelim!”

Aman Allah’ım bu Ferhat derken baygın numarası yapmayı unutup, birden gözlerini açtı. Yakışıklı siyah gözlü adamı gördüğünde hiç korkmadı. Bu adam yıllarca ona sevgisini anlatmaya çalışmaktan başka bir şey yapmamıştı. Kaçırılma teşebbüsünden sonra da karşısına çıkmaya çalışmamıştı. Telefonundan bile arayıp rahatsız etmemişti. Nedensiz bir şekilde bu adama güveniyordu. Ancak o başka kara gözlü bir adama aşıktı. Fısıltıyla adını söyledi.

“Ferhat!”

“Ah! İlk defa adımı söylüyorsun. Hep adımı sen söyle ışığım.”

“Ferhat beni kaçırttın.”

“Evet o zorbanın elinden kurtardım seni merak etme bana olan duygularını öğrendim. Bundan sonra hayatımı sana adayacağım.”

Işık anlamıyordu. Ne duygularıydı? Dört yıl boyunca adama bir şey hissetmediğini anlatamamış mıydı? Ferhat onu sevmediğini biliyordu. Hep kendimi sana sevdireceğim diyerek peşinden koşmuştu. Şimdi duyguların diyordu. Bulanık beyni bir türlü toparlanamıyordu. Yattığı yerden doğrulmaya çalışırken, Ferhat nazikçe yardım etti. Şimdi minibüs tarzı araba da karşılıklı duruyorlardı. Adam kıyamadığı bir varlık gibi hasretle Işık’a bakıyordu.

“Ben anlayamıyorum!”

“Aylar önce seni kaçırmaya çalışanlar benim adamlarımdı ama emri veren ben değildim. Benim çok acı çektiğimi görünce o kadın kim ki benim ağabeyimi istemez diye kardeşim hırslanmış, seni kaçırtmaya karar vermiş. Serhat’a kızma olur mu? Sadece beni sevdiğinden saçmalamış işte. Hem ben onu bir güzel benzettim. Zorla güzellik olur mu diye kızdım.”

“Pe..peki neden şimdi?”

“Işığım sevinçten günlerdir yerimde duramıyorum. Saçmalamaktan korkuyorum o yüzden izin verirsen en başından anlatmak istiyorum. Serhat’ın seni kaçırtma teşebbüsünden sonra Seren diye bir kadın bana ulaştı. Hamile olduğunu ve senin sevgilisini elinden aldığını söyledi. Benim ışığım temizdi. Kimsenin sevgilisine göz dikecek kadın değildi. O yüzden kadını tersledim. Seni hamile bıraktığı halde Işık’ın peşinde olan sevgilim dediğin şerefsize laf söyleyeceksin, Işık’a değil dedim. Daha fazla dinlemeden telefonu kapattım.”

“Benden şüphe etmediğin için teşekkür ederim. Neredeyiz?”

“Mardin sınırına yakın bir yerdeyiz. Işık hala karşımda olduğuna benimle sakince ve sizli bizli değil senli benli konuştuğuna inanamıyorum. Dur biraz daha bakayım güzel gözlerine…”

Ferhat’ın heyecanını gördükçe içi eziliyordu. Gerçekten onu karşılık beklemeden güzel sevdiğine ilk defa inandı. Yıllarca neden güvenemediğini neden sevemediğini bilmiyordu? ‘Çünkü kaderindeki Altuğ,’ diyen kalp sesine kesinlikle hak verdi. Ki Altuğ kaçtığı uzak durmak için elinden geleni yaptığı adamların en başını çekebilirdi. Tam ben evlendim diyecekken Ferhat’ın söyledikleriyle içi bir kere daha acıyla kavruldu. Kocasından duyduklarıyla yeteri kadar yıkılmışken bu kadarı fazlaydı.

“Ayla Hanım beni aradığında çok şaşırdım. Onun senin arkadaşın olduğunu biliyordum. Sahte hesaplarla seni takip ettiğim zamanlarda bol bol resimlerine bakardım. Etrafındaki herkesi araştırmıştım.”

“Ayla mı?”

“Ayla ya geçen hafta beni aradı. Beni sevdiğini ama sert halimden korktuğunu, Şırnak’ta yaşamak istemediğin için uzak durduğunu söyledi. İnanamadım ilk önce biliyor musun? Hem bana söyleseydin sen nerede istersen ben orada yaşardım.”

“Ferhat bak sen sevilmeyi hak eden bir adamsın.”

“Ne oldu? Ağlama ışığım,” diyen panikleyen ellerini tutan adamla daha çok hıçkırmaya başladı. Ayla bunu nasıl yapabilmişti? Bu adam kötü biri de olabilir, beni öldürebilirdi. O kadar mı hırslanmış, o kadar mı gözden çıkarmıştı? Bu gece duyduklarının içinde onu gerçekten yaralayan tek şeyin Ayla olduğunu bir kere daha anladı. Biraz sakinleştikten sonra konuşabildi.

“Ferhat ben evlendim. Çok özür dilerim seni sevemediğim için çok özür dilerim. Ben sevdiğim adamla bu gece evlendim.”

Ferhat evlendim kelimesinden sonra sanki ateşe dokunmuş gibi hızla ellerini çekti. Bronz teni bembeyaz olurken tek kelime edemedi. Sadece Işık’a bakmaya devam etti. Bir haftadır mutluluktan çarpan yüreği acıyla kasılırken ne yapması gerektiğini bilemedi. Işık’ın ağlamasına dayanamıyor, teselli etmek istiyordu. O anda sabah ezanı başlamıştı. Gözlerini kapattı, yanaklarından yaşlar süzülürken ezanların yüzü suyu hürmetine sızlayan sızlayan kalbine bir ferahlık diledi. Ezan bitene kadar sessizce ağladı. Sonrasında yutkunmakta zorlanan adam gözlerini açtı.

“Sen artık ev..evlisin öyle mi?”

“Evet!”

“Özür dilerim Işık! Arkadaşın öyle söyleyince hemen inandım. Zaten bu mecnun olan gönlüme ufacık bir umut yeterdi. Önünü arkasını düşünemedim. O adamın yanında olduğunu korumaların seni yalnız bırakmadığını öğrendiğimde, zorla yanında tutulduğuna inandım. Sessizce seni almak istediğimden bu şekilde getirildin. Büyük hata ettim. İlk önce seninle konuşmam gerekirdi. Hemen geri dönüyoruz. Kocana teslim etmeliyim seni,” derken sesinin boğukluğu iki de bir derin nefes almasından bu sözleri söylerken nasıl acı çektiği belli olurdu. Birinin acısı olduğunu bilmek buna karşılık sessiz kalmak yüreğini gamla dolduruyordu. Bu yüzden Işık genç adama cevap vermedi, veremedi. Sadece başını salladı.

Ferhat bir saniye daha bakıp arabadan indi. Adamlara gerekli talimatı verdi. Korumalardan birinden sigara istedi. Sigaranın onun için saatli bomba niteliğinde vücuduna zarar verdiğini öğrendiğinde daha yirmi iki yaşındaydı. O günden beri de ilk defa sigaraya içiyordu. ‘Neden geri götürüyorsun, o senin hakkın,’ diyen iç sesiyle kafasını sağa sola salladı. Sigarayı hırsla sömürürken kafasının karışmasına izin verip şeytanın işini kolaylaştırmayacaktı.

O başkasının karısına göz dikecek adam değildi. Sevgili olduklarını duyduğunda inanmadığı için peşinden ayrılmayacağına karar vermişti. Ama! Ama şimdi başkasının soyadını taşıyan kadına bakmak şerefsizlikti. Geri götürme kararının doğruluğuyla sigaradan son nefes alıp yere attı. Ayağının altında izmariti ezdi. Derin bir nefes arabaya geri bindi. Işık’a kendi cep telefonunu uzattı.

“Eşini ara seni merak etmesin.”

Loading...
0%