@herdem6060
|
Umarım yorumları ve beğenileri bol olur. Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤ Instagram; herdem6060 İyi Okumalar
“O zaman sen bir psikiyatriye gözük Ayla, çünkü sen gerçekten ruh hastasısın. Bendende sevdiklerimden de uzak dur.” Ayla’nın bağırmaya başlamasıyla telefonu yüzüne kapatması bir oldu. Altuğ’a baktığında adamın şok olduğunu anladı. Kendi sakin görünüyordu ama aslında sinirinden, üzüntüsünden zangır zangır titriyordu. Bu hayatta neler var neler dediği birçok şeyi iki gün bir gece de kendisi yaşamıştı. Allak bullak olan kafasını toparlamalıydı. Ayağa kalktı. Hala tek kelime edemeyen adama sinirle soludu. “Beni hemen Manisa’ya götürün.” “Lütfen bugün gitme konuşalım!” “İki gündür gereğinden fazla konuştuk, konuştum. Daha fazlasını kaldırabileceğimi sanmıyorum. Salih’e söyle beni anneme götürsün.” “Ben götürürüm,” deyip sinirle salondan çıktı. Altuğ artık okunup üflendiğini düşünüyordu. Işık ile iki gün iyi olsa üçüncü gün mutlaka bir şey çıkıyordu. Ayla’nın manyaklığına da ayrı şaşkınlık yaşıyordu. Işık’ı Ferhat’a yönelttiğini düşündükçe bütün bedeni sinirle geriliyordu. Sitenin dışına çıktığında Salih’in temizlenmiş yüzü gözü mor haline bir an içi acısa da sert tavrından vazgeçmedi. “Buyur ağam!” “Helikopteri hazırlatın Işık’ı götüreceğim.” “Emredersin ağam.” Ondan sonrası Altuğ için çok hızlı geçti. O sevdiğinden ayrılmak istemedikçe sanki zaman son sürat geçiyordu. Helikopterde bir saniye bile kollarını gevşetmedi. Öyle sıkı sardı ki bir daha göremezse kokusunu depolamak ister gibi bol bol Işık’ı kokladı. Kadın ise sesini hiç çıkarmadan sürekli dolan gözlerine kızıyordu. Sevdiği tarafından sarmalanmanın tadını çıkarmak varken kendini değmeyecek biri için üzdüğüne inanamıyordu. Helikopterden iner inmez hazır bekleyen arabaya bindiler. Işık Tuğrul’un evinin önünde inmek istediğinde de sesini çıkarmadı. Arabada sarılıp ayrıldılar. Işık annesine Hülya’nın evinde olduğunu haber verdi. Biraz uyumalı ve toparlanmalıydı. Akşam olmadan evde olursa babasının dikkatini çekmezdi. Altuğ geri dönüş yolunda çok düşündü. Ailesinin olanlardan haberi yoktu. Diyar Bey ile konuşup, bir ay içinde düğün için Turan Bey’i ikna etmesini isteyecekti. Ayla’nın söyledikleri aklına geldikçe onun gibi birinden böyle davranışlar beklemediğinden şaşkınlığı artarak devam ediyordu. Normal duran aşırıya kaçmayan tavır ve konuşmalar demek ki doğru izlenimi vermiyordu. Genelde insanlar konusunda yanılmayan adam belki de o yüzden Ayla’nın hasta olduğunu kabullenmek istemiyordu. Tuğsem için kız kardeşim diye bahsetmesini hep yakın arkadaşlığına bağlamıştı. Takıntı derecesinde bağlılığı Alaz’ın ve Tuğsem’in bilmesi gerektiğine karar verdi. İki gün sonraki İstanbul ziyaretinde bu işi halledecekti. 15 Gün Sonra Diyarbakır Tuğsem kırık beyaz öpücük yaka omuzları düşük kabarık gelinliğinin içinde heyecan içindeydi. Uzmanlık eğitimini başarıyla tamamlamış artık uzman doktor olmuştu. Birkaç gün sonra hastaneden ilişiği kesilmiş, akabinde Alaz’ın iş çevresi için resmi nikahında kıyıldığı büyük bir davet verilmişti. Bembeyaz gelinliğin içinde heyecan içinde eğlenceli geceden sonra çok fazla tanınmış, sevilen bir iş adamıyla evli olduğunu anlamıştı. O gece gözlerini Alaz’dan alamamıştı. Hastanede yaşanan nahoş olaydan sonra Tuğrul ailesi ile İstanbul’a gelmiş ve İstanbul’daki düğünden sonra Manisa’ya dönmüştü. Bu dönemde Hüseyin Alaz ile yakınlaşmasalar da eskisi kadar soğuk değildi. Birkaç gün sonra Manisa’da yapılan kına gecesi İstanbul’daki düğününden kat be kat eğlenceli geçmişti. Altuğ onlara Ayla ile ilgili durumu anlattığında Tuğsem şaşırmadı. Çünkü Ayla’nın liseden bir kız arkadaşına da takıntı derecede bağlı olduğunu tesadüfen öğrenmişti. Sürekli onunla kalmak istediğini ve onunla daha çok zaman geçirmesi için kızı erkek arkadaşlarından ayırdığını bu yüzden görüşmediklerini biliyordu. Dayanamayıp Ayla’yla bu konu hakkında konuştuğunda, o dönemde çocukluk ettiğini ve ona asla bunu yapmayacağını söylemişti. Tuğsem tanışıklıklarının ikinci yılında edindiği bu bilgiden sonra Ayla’ya karşı daha dikkatli davranmıştı. Onunla kalmak ve sürekli zaman geçirmek istediğinde yalnız olmayı sevdiğini kendiyle kaldığında daha verimli olduğunu söylemişti. Böylelikle bende kal, birlikte bir şeyler yapalım diye ısrarlarından kurtulmuştu. İlk yıllarında derslerine yardım ettiği için gece kalmalarımızı sorun etmedim ama şimdi kendi eğitimime tezime odaklanmalıyım diyerek uzaklığını da desteklemişti. Sonrasında üst üstte başka anabilim dallarında yaptığı rotasyonlarla mesafelerini hep korumuştu. Tuğsem özünde iyi biri olduğu, ailesinden kaynaklı sevgi açlığı yaşadığını bildiği için ilgi görme çabalarını hoş görmüştü. Babası ülkenin en ünlü cerrahlarından biriydi. Yoğunluğuna rağmen hep Ayla ile ilgilenmiş, kızını çok sevmişti. Ancak annesi Ayla’nın her şeyini eleştirir yaptığı iyi şeyleri görmezden gelip ailenin en akılsızı diyerek küçümserdi. Aslında Ayla moda tasarım okumak istemiş ama annesinin senin zaten bizim kadar zeki olmadığını biliyorum sözünden sonra tıp fakültesine girmişti. Hep abisinin başarılarını övmüştü. Abisi ile aralarında dokuz yaş vardı. Bu yüzden miydi bilinmez araları hep soğuktu. Belki annesinin hep oğlunu sevmesinden kaynaklı farkında olmadan abisine bilenmişti. Ona ilgi gösteren hem cinslerine acayip bağlanıyordu. Başkalarına değil de sadece Tuğsem ve o arkadaşına takıntı derecesinde bağlılığının nedeni onlara anne rolü biçmesiydi. Annesine danışması gereken her şeyi onlara danışması, hastalandığında başında bekleyen ve derdi olduğu koşan olmalarıydı. Lisedeki arkadaşı Serap Ayla’nın annesinden gördüğü psikolojik şiddeti birebir gördüğünden ve yeri geldiğinde kendi de yaşadığından Tuğsem’den yakındı. Kendinden çok Ayla’yı düşünür, annesini paylaşır hep yanında kalırdı. Benimle ilgilenmiyorsun diye erkek arkadaşından ayrılmasını istemiş bunu başaramayınca da genci kendine aşık etmesini kaldıramamıştı. Ayla kendisi sevilmek isterken arkadaşına en büyük acılardan birini verdiğini onu kaybettiğinde anlamıştı. O yüzden Tuğsem de bu hataları yapmamıştı. Sevdiği adamla birleşmesi içinde elinden geleni yapmıştı. Sürekli en çok sevdiğin arkadaşın benim değil mi diye sorduğu zamanlarda, hep dürüst olmuştu. Tıp fakültesinden arkadaşlarım Hüsne Nur’unda Cangül’ünde senin de yeriniz ayrı ama kimse benim için Işık olamaz. O benim çocukluğum, yıllardır acılarımı sevinçlerimi ilk paylaştığım kişi, hem onun abimden farkı yok diye karşılık vererek bu kini farkında olmadan kendi mi yaratmıştı? Altuğ’dan Işık’ın başına gelenleri ilk duyduğundan beri bunu düşünmüş hatta kendini suçlamıştı. Sonrasında Ayla’yı arayıp, konuşmuştu. İstanbul’dan uzaklaşma sebebinin Altuğ değil kendisi olduğunu öğrendiğinde takıntısının boyutu korkutmuştu. Sırf Tuğsem o hastanede kalmayacak diye İzmir’e gitmek istemesi Alaz’ı işkillendirmiş, karısının hala psikiyatriye gitmesi için uğraşmasına bozulmuştu. Bu yüzden ailesi dahil ilgili yerleri karısından habersiz Altuğ ile araştırıp bilgilendirmişti. Geçirdiği soruşturma sonucu eğitimine ara verilmesine ve psikiyatrik tedaviye başlanmasına karar verilmişti. Tuğsem onunla istese de Işık’a yaptığı kötülüklerden sonra görüşemeyeceğini söylemek zorunda kaldı. Son altı ayda yaşadıklarını düşündü. Stresinden öleceğini düşündüğü uzmanlık sınavı bile önemini yitirmişti. Sevdiği ömrünü geçireceği adamla tanıştığı günü düşündüğünde gülümsedi. Yakışıklı huysuzu dünya tatlısı bir adam olmuştu. Hem niye onu odada yalnız bırakmışlardı ki sürekli aklına olur olmadık şeyler geliyordu. Kocasının sevgi dolu sesiyle tebessümü sırıtmaya dönüştü. “Bu büyüleyici gülümsemen yok mu? Neye borçluyuz bu güzelliği?” “Senin huysuzluğuna…” “Kim? Ben mi huysuzum? Hem haksızlık ediyorsunuz doktor hanım, sizin cadılığınızın inatçılığınızın yanında benim huysuzluğumun esamesi okunmaz.” Tuğsem kahkaha attı. Siyah damatlığının içinde yine inanılmaz yakışıklı gözüken kocasının yakalarına uzandı. Sanki toz alıyormuş gibi omuzlarına küçük küçük vurdu. Alaz’ın hayran bakışlarında parmak uçlarında yükseldi. Genç adamın boynuna uzandı, uzun uzadıya kokusunu içine çekti. “İnatçı olmasam benim olmazdın.” “En sevdiğim özelliğinin inatçılığın olduğunu daha önce söylemiş miydim?” Alaz’ın iç çekerek söylediği cümleden sonra doktor tekrar sesli güldü. Kollarını boynuna dolayıp sımsıkı sarıldı. Beline dolanan kollarla çok şanslı bir kadın olduğunu düşündü. Allah’ın izniyle bu şansı ömrü boyunca kaybetmemek için mücadele edeceğinin sözünü kendine verdi. Sesli de söyleyebilirdi. Ancak yine bazı duygularını içinde yaşadı. Bu ilişki de Alaz daha cesur, açıkça konuşan ve ikna eden taraftı. Tuğsem de aynı şekilde karşılık vermek için elinden geleni yapıyordu ama bazen de duygularını düşüncelerini dışa vuramıyordu. Aslında Tuğsem gösteremediğini düşünüyordu. Oysa Alaz karısının sarılışlarındaki sıcaklıktan, öpüşlerindeki istekli karşılıklarından ve bakışlarındaki sevgiden o duyguları alıyordu. “Hadi bakalım Alaz Ağa sana hayran köylülerini daha fazla bekletmeyelim.” “Hazır mısın Hanım Ağam.” “Hazırım!” El ele tutuşup konaktan çıktılar. Alaz bütün aşiretinin düğününe şahitlik etmesini istediğinden elli dönümlük arazisini düğün alanına çevirtmişti. Bin küçükbaş hayvan kestirtmiş, iki yüz koyunun düğününde yemeklere kullanılmasını istemiş, gerisini de fakire fukaraya dağıttırmıştı. Evliliklerinin hayırlı olması dileğiyle on tane tosun kestirtip, Yasmin’in okuluna ve yetimhaneye bağışlamıştı. Yine evliliğinin şerefine yurt dışında okumak isteyen on kız çocuğuna burs vermeye söz vermişti. Memleketindeki fabrikasında tamamen kadınlar çalışırdı. Güvenliğinden yöneticilerine kadar herkes kadındı ve bu kadınların yüzde doksanı ev geçindiriyordu. Bunu bildiğinden bütün kadınlara bir maaş ikramiye vermişti. Sevdiği soyadını almıştı, bunun sevinciyle ne istenirse kabul ediyordu. Diyarbakır şenlendi, Diyarbakır renklendi. İyi yürekli çocuk koruyan kadın koruyan ağaları evleniyordu. Kadınlar, genç kızlar ve küçük kız çocukları minnet duydukları ağalarının bu mutlu gününe şahitlik etmek için en güzel kıyafetlerini giydiler. En güzel kokularını sürdüler hepsi gülümsüyordu. Alaz Ağaya kadar kadınların gözlerinde sadece korku yüzlerinde ise sadece acının belirtileri olurdu. Alaz Ağadan sonra o gözler özgüvenli bakarken, yüzleri gülüyordu. Resmen gençleşmiş bir şehir oldu Diyarbakır ve yılın düğününe hazırdılar. Tuğsem üstü açık araba ile geldiği yerde kıyamet gibi kalabalıkla ağzı açık kaldı. İstanbul’daki düğününe mi kalabalık demişti. Çoğunluğunun kadın ve çocuktan oluştuğu topluluğa gözleri dolu dolu bakarken yüzü gülüyordu. Alaz’a yapılan tezahüratlarla kocasıyla gurur duydu. Bu hissi dünyalara değişmezdi. Elini karnına götürdü. İçinden ‘babanla gurur duy bebeğim,’ dedi. İki gün önce öğrenmişti. Bir buçuk aylık hamileydi. Nedense bir türlü sevdiği adama söyleyememişti. Kadınların mutlu ol ağam çığlıklarına inşallah diye mırıldanıyordu. Araba durdu. Konser sahnesi gibi bir sahne yapılmıştı. Birçok yere yapılmış perdelerin sebebini anlamış oldu. Dikkatli bir şekilde sahneye çıktılar. Alaz’a mikrofon verildi. Genç adam Tuğsem’e baktı, gülümseyip alnından öptükten sonra konuşmaya başladı. “Sevgili hemşerilerim düğünüme hoş geldiniz, yanımızda olarak beni de sevgili eşimi de çok mutlu ettiniz.” Başlayan alkışlarla hoş geldin hanım ağam sloganları ortalığı inletirken Alaz karısına bakmaya başladı. Onun böyle bir sevgi seline nasıl karşılık vereceğini çok merak ediyordu. Yüzünde gülümseme gözleri dolu sürekli alt dudağını dişlemesini hayranlıkla seyretti. Doktorun ne demem, ne yapmam gerekiyor yardım et diye mırıldanmasına karşılık vermeden tekrar konuşmaya başladı. “Yıllarca kadınların bizim başımızın tacı olduğunu, kız çocuklarımızın evimizin bereketi ve neşesi olduğunu anlatmaya çalıştım. Erkekliğin dövmekle sövmekle değil, ailesine sahip çıkmakla olduğunu kabul ettirmek için mücadele ettim. Artık ayakları üzerine basan kadınlarımız var, bunu destekleyen erkeklerimiz var. Korkusuz başıma bir şey gelir mi diye düşünmeden korkmadan okuluna işine giden genç kızlarımız var. Köyündeki mahallesindeki kadınlara çocuklara kötü gözle bakanları koruyan delikanlılarımız var. Bunun nasıl güzel bir şey olduğunu hep beraber yaşıyoruz. Ben memleketimin artık böyle olmasından, güzel anılmasından dolayı öyle mutluyum ki bunu anlatamam çünkü kelimeler kifayetsiz kalıyor. Töreye açtığım savaş zamanlarındaki mutsuz Diyarbakır nerede, şimdi ki mutlu Diyarbakır nerede? Ben hepinizle gurur duyuyorum. Sizsiz yeni bir hayata başlamak istemedim. Sizi eşim Tuğsem BIÇAKÇI ile tanıştırmak istiyorum. Bundan sonra hanım ağanıza gösterilen sevgi saygı bana gösterilecektir. Çünkü ben bu toprakların ağasıyım, o da benim hanım ağam! Bu böyle bilinsin, böyle anlatılsın. Tekrar düğünüme hoş geldiniz, iyi eğlenceler şimdi sizi başımın tacı ile baş başa bırakıyorum,” diyerek mikrofonu Tuğsem’e uzattı. Elleri titreyerek mikrofonu alan doktor ne diyeceğini bilememenin sıkıntısı yaşıyordu. Lütfen yardım et dercesine bakışlarına dayanamayan Alaz bir kere daha karısının alnından öptü. Kulağına eğildi. “İçinden geçenleri söyle…” “Me…merhaba,” kekeleyerek güzel bir başlangıç yapamamıştı. Boğazına bir şey takılmış gibi yutkunup durdu. Çok güzelsin hanım ağam diye uzaklardan gelen seslere gülümsedi. Derin bir nefesten sonra özgüvenli bir şekilde konuşmasına başladı. “Asıl siz güzelsiniz. Ben çok duygulandım. Ağlarsam lütfen mazur görün. Ağamız beni öyle gururlandırdı ki ne diyeceğimi bilemiyorum. İyi ki bu adam benim karşıma çıktı. İyi ki birbirimizi sevdik ve sizinleyiz. Sizleri çok hoş buldum, Diyarbakır’ı güzelleştirmeye birlikte devam edeceğiz inşallah… Lütfen bizden hayır dualarınızı eksik etmeyin. Lütfen en az bizim kadar bu gecenin, düğünümüzün tadını çıkarın. İyi eğlenceler. “ Dakikalarca kesilmeyen alkışlarla ilk danslarını yaptılar. Sonrasında ünlü sanatçıların sahne almasıyla herkes eğlenmeye başladı. Yemekler yeniliyor, ucu bucağı gözükmeyen halay kuyruğu uzadıkça uzuyordu. Takı töreni olmayacaktı. Zaten takılan bütün küçük altın ve paralar bağışlanacaktı. Tuğsem sahneden indikten sonra Tuğrul’la göz göze geldi. Abisinin gururla bakmasıyla gözyaşlarını tutamadı. Hızlı adımlarla gidip boynuna sarıldı. Aralarındaki soğukluk bitmiş oldu. Tüm sevdikleri yanındaydı, daha ne isterdi? Düğünleri sabaha kadar sürecekti. Rüya ve Işık hariç kimse bilmese de düşünmesi gereken bir bebeği vardı. O yüzden yorulduğunu bahane ederek gece yarısını biraz geçerek düğünden ayrıldılar. Üst üste yapılan düğün törenleriyle ağalarının yorgun olduğunu bildiklerinden kimse bu durumu yadırgamadı. Dönüş yolunda Hüseyin Alaz mutluluktan ölüyordu. Yıllar önce hayal ettiği ne varsa hemen hemen hepsi oluyordu. Tuğsem’in mutlu ama yorgun yüzüne baktıkça içindeki gurur yükseliyordu. Yaşamının en büyük başarısı olarak karısını görüyordu. Birkaç gün için bağ evini hazırlatmıştı. Yorgunluklarına sakin, doğayla başbaşa tatil dinlenebileceklerini düşündürmüştü. Sonrasında Tuğsem’in isteği üzerine Tarzanya’ya gideceklerdi ama nedense karısı iki gün önce vazgeçmişti. Araba ile gidersek Ege bölgesinde bir yer olur diye ısrar etmesine anlam veremese de kabul etmişti. Korumalarla birlikte gelinen bağ evine uyuklayan karısını kucağında girdi. Tuğsem uyanıp, sımsıkı kocasının boynuna sarıldı. Kulağına yol aldı. “Kızımız mı olsun, oğlumuz mu?” “İkisini birlikte seçme hakkım var mı?” “Bir kere de mi?” Alaz, karısının kafasını kaldırıp şaşkınca sorduğu soruyla kahkaha attı. Öyle bir gülüyordu ki, sarsılmaktan Tuğsem’i taşıyamayacağını anladı. Birlikte koltuğa oturdu. Hala durup durup gülüyordu. “Bir kere de olması için benim çok çalışmam gerekiyor değil mi?” “Sanırım öyle!” “Ben zaten çok çalışkanım ki karıcığım.” Bölüm : 18.12.2024 05:16 tarihinde eklendi |