Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

“Allah korusun!”

Tuğsem, dıştan konuştuğunu anladığı anda kıpkırmızı kesildi. Bedduayı edende Allah korusun diyende kendisiydi. Beddua ettiği adam ellerinin altındaydı. Yüzüne doğru eğilip, baktığında bile kalbi hız sınırını aşmıştı. Oh uyuyormuş diye düşündü. İçinde bir şeylerin kıyılmasını neye yormalıydı.

Aşık olmuştu. Bunu reddetmeyi, hayır demeyi birçok defa denedi. Yüreği öyle bir bağırıyordu ki, aklı reddetse bedeninin saçmasapan tepkilerini durduramıyordu. Şu an olduğu gibi elleriyle değil de dudaklarıyla bu masajı yapsa nasıl olurdu? Tadını çok merak ediyordu. Sinirli bakan gözlerine baktığında bile vücudu titremeye başlarken, bir de öpüşseler ne olurdu?

Çirkin bir kız değildi biliyordu. Hiçbir zamanda güzel olma çabasına girmemiş, kadınların güzel gözükmek için bu denli kendileriyle uğraşmasını da anlayamamıştı. Kahverengi büyük gözlerinin, kıvırcıkla dalgalı arası olan yine koyu kahverengi saçlarıyla alelade bir biriydi. Yuvarlak yüzü çoğu arkadaşına göre sevimliydi. Birazcık bakımla oldukça dikkat çekici biri olabilirdi. Yüzün de en sevdiği şey sağ yanağındaki kocaman gamzesiydi. Son yıllarda süse önem veren bir kadın olmadığından ayda bir kaş aldırmak için kuaföre giderse giderdi. Önemli bir toplantı davet tarzı bir durum olmadığı sürece de makyaj yapmazdı.

Kadınların makyaja süse ayırdıkları zamanla insanlığa bir faydam olur diye düşünür, kendini geliştirmekten başka hedefi olmazdı. Annesi ölmeden önce onu hep dünya güzelim diye severdi. Ancak Tuğsem, kirpi yavrusunu pamuğum diye severmiş sözüne benzetirdi. Olması gereken kilodan on kilo fazlası vardı. Aslında etek ve topuklu ayakkabı giymeyi çok severdi. Ancak doktor olduğundan beri öyle çok koşuşturuyordu ki mesleğini yaparken daha salaş ve rahat kıyafetler tercih etmeye başlamıştı.

Evde kaldığı iki gün boyunca hiç istememesine rağmen Hüseyin Alaz’ı internette araştırdı. Yanında olan kızları gördü. İşte o zaman kendiyle yüzleşti. Bu adam kim ben kimim hem sevgilisi var vazgeç bu sevdadan diye kaç kare kendini uyardı bilmiyordu. Yaşamı boyunca ilk defa aynanın karşısına geçip, Alaz’ın onda beğeneceği bir şey aradı. Uzun boyluydu. Göğüsleri ve kalçaları çok güzeldi. Ama yanında gezdirdikleri gibi incecik biri değildi.

Aynaya bakarken kendine şişkosun sen dediğinde biraz şaşırdı. Çünkü hiçbir zaman incecik bir kız olmamıştı. Olmamasını da umursamamıştı. Sağlıklıydı. Mutluydu. Önemli olanda buydu. Bütün hastalarına da kilo vermelerini isterken o kalıplaşmış, cümleleri asla söylemezdi. Eğer bacaklarını belini zorlayan kiloya sahipse, onu verdirir artık rahatım dediği kiloya gelince de hastaya illa bir beş kilo daha ver demezdi. Çünkü bu zamana dek kendi hiçbir zaman kilosundan kaşından gözünden rahatsız olmamıştı.

Ayna da kendiyle yüzleşmeye başladığında düşüncelerinin gittiği yeri beğenmedi. Hüseyin Alaz’ı araştırırken sadece kız arkadaşlarını öğrenmemişti. Gerçi kız arkadaşı var mıydı? Onu da pek anlayamadı. Çünkü bir kadınla ikinci kez gözükmemişti. Çapkınlığına bağladı. Yakışıklı yüzü gözlerinin önüne geldiğinde içini bilmediği bir duygu kapladı. Bu duygunun gittiği yere çok sinirlendi. Kıskançlık! Yaşamı boyunca hiç kimseye hissetmediği bir duyguydu ve bu hissi beğenmedi.

Diyarbakır da yaptığı değişiklikler, töreye açtığı savaş bir dönemin gazetelerini bayağı doldurmuştu. Memleketine yaptığı yatırımlarını genelde kadınların ekonomik özgürleri üzerine yapmasıyla içindeki başlayan duygunun çağlayan su gibi hızla ona aktığını hissetti. Ama bu haksızlıktı. Kendinde hiçbir güzellik yokken, adam kokusundan, fiziğine, ses tonundan, yeteneklerine kusursuzdu. ‘Bazen aptallık da basamak atlıyorsun Tuğsem. Aynaya bakarken kendine gelince kör olup, Hüseyin Alaz’a iki gözle bakarsan, değerini de bu denli düşürmezsin,’ diyen iç sesine hak vermek istedi. Ancak yatağa bağımlı olmasına rağmen bile herkese kök söktüren adamın neden böyle olduğunu anlamıştı.

Parmakları bacaklarında gezinirken heyecandan bayılacağını hissetti. ’Bu kadar kusursuz olmak zorunda mıydın be adam’ diye iç geçirdi. Daha fazla dokunmaya dayanamayacaktı. Kendini kıyaslamak istemese bile gözlerinin önüne manken gibi kadınlar geliyordu. ‘Bu yaştan sonra özgüven sorunu falan mı yaşamaya başladın, herkesin bir kusuru vardır. Gözünde bu kadar büyütüp, kendini küçültmekten vazgeç artık,’ diye bağıran iç sesiyle yutkunmak zorunda kaldı. Bu yüzden hemen ellerine yandan bir peçete alıp, uyuduğunu düşündüğü adama bir şey demeden arkasını döndü. Kapıda bekleyen yardımcı elemanlara;

“Hastayı odaya çıkarın, ben biraz odamdayım,” dedi. Lavaboya gidip, elini yüzünü yıkadı. Kendini bırakmamasına sevindi. Servise çıktı. Diğer hastalarda arkadaşlarına yardım etmeliydi. Her ne kadar onun görevi sadece Hüseyin Alaz’ın tedavisi olsa da başka vakalarda görmesi mesleki açıdan faydalıydı. Hem platonik saçma bir aşkla bağlı olduğu adamı düşünmemek için en iyi yol çalışmaktı.

İki hafta boyunca Tuğsem, ne kadar çökerse Alaz o kadar toparlanıyordu. Sadece Tuğsem’in sizli bizli konuşmalarına ve onu eskisi gibi konuşturmaya çalışmamasına bozuluyordu. O günkü masajdan sonra daha çok emin olmuştu. Bu kadın ona iyi geliyordu. Bacaklarının güçlendiğini hissettikçe, yürüme azmi çoğalıyor ve daha çok çabalıyordu. Bir buçuk aydır hastanedeydi. Koltuk değnekleri ile yürümeye başlamıştı. Hatta bazen odanın içinde ki lavaboya falan tutunarak gidebiliyordu.

Bu hafta Ahmet Hoca rutin muayenesinde, Alaz’ın tedaviye verdiği tepkilere çok memnun olmuştu. Kaslarının oldukça kuvvetlendiğini fizik tedaviyi bırakıp, haftanın dört gününe hidroterapi koymasının daha iyi olacağını açıkladı. Hüseyin Alaz’ın hidroterapinin nasıl bir tedavi şekli olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Ahmet hoca anlattığında kafasını sallayarak uyum göstereceğini belirtmiş oldu.

Bir sonraki gün sıcak havuza soktuklarında ve Tuğsem’in de siyah mayosu ile havuza girdiğini gördüğünde eli ayağı boşaldı. Kıvırcık olduğuna kanaat getirdiği saçlarını, yine atkuyruğu yapmıştı ve doktor önlüğünün sakladığı mükemmel boynu ortaya çıkmıştı. Bacaklarının düzgünlüğüne hayran kaldı. Bugüne kadar hep pantolon ve üzerinde doktor önlüğü ile gördüğü kadının tam hatlarının böyle muazzam çıkacağı aklına hayaline gelmezdi. Balıketli kadın beğendiğini de yeni anlamış oldu. Gözlerini bir şahin misali doktordan hiç ayırmadı. Buğday tenine hayran kaldı. Sürekli dudaklarını dişlemesini ve yüzüne bakmamasını neye yormalıydı?

Demir bir sandalyeye zincirle bağlanıp, otomatik bir makineyle havuza indiğinden beri suyun içinde olduğuna şükür ediyordu. Çünkü doktorun onda etkisi boyut atlamıştı. Kesinlikle bu kadını istiyordu. Hayatının hiçbir döneminde bir kadını bu kadar düşünmemişti. Gecelerdir dudaklarını dediler gibi öperken tam içine girmek üzereyken uyandığı rüyalardan gına gelmişti. Şimdi ayağını kaldırmış, bileğine masaj yapan kadın tüm bedenini uyarıyordu.

Onun kendisinden etkilenip, etkilenmediğini çoğu zaman anlayamıyordu. Dudaklarını dişlemesi, bazen derin derin bakması ve kızarması o da benden etkileniyor derken, sizli bizli konuşması ve uzak durması o sadece seni hastası olarak görüyor diye düşündürüyordu. Doktor onu tamamen meçhule sürüklüyordu ve o bilinmezlikten nefret ederdi. Çok yakında doktor dedi. Çok yakın zamanda bana ne hissediyorsan öğreneceğim diye yemin eder gibi içinden konuştu.

Tamamen öldürülmek üzere uğradığı suikastten sonra bu hastaneye getirildiği için ilk defa çok şanslı olduğunu düşündü. Tuğsem bu denli inatlaşmasa belki de tedaviye hala başlanmayacaktı. Yoğun bakımdan sonra bacaklarını hissedememek yıkılmasına sebep olmuştu. Doğduğundan beri ne istese altın tepside sunulmuştu. Buna rağmen bir kere bile şımarıklık yapmamış, iyi eğitimli erdemli olmak için çok çalışmıştı. Kimseyi hor görmemiş insanlık için elinden geleni yapmıştı. O duygu karmaşasıyla birçok kamu çalışanının canını yakmıştı. Hastaneden ayrılmadan önce hepsinden özür dilemeyi kafasına koydu.

Tedaviyi kabul etmesinde gördüğü rüyanın etkisi vardı. Ancak şimdi anlıyordu. İnatçı doktoru bakışlarıyla ve kararlı duruşuyla onun sinirini eritmişti. Gerçi Hüseyin Efendi derken ki haline taş olsa erirdi, benim erimem mi garip diye düşünürken yine gülümsedi.

Neredeyse yarım saattir sessizce tedaviye devam eden güzel doktoru gülümseyerek seyrettiğinin farkında değildi. Şimdi baldırlarındaydı ve Hüseyin Alaz kendini tutamıyordu. Boynundan tutup, öpse ne tepki verirdi acaba diye düşünürken, Melih’le göz göze geldi. Onun doktora hislerinin değiştiğinin o da farkındaydı. Umursamadı. Onu öpse doktor ne düşünürdü bilmiyordu ama başlarında bekleyenleri bayağı şoka uğratacağına emindi. Böyle bir şey yaptığını hayal ettiğinde tekrar gülümsedi. Ne kadar çok gülümser olmuştu.

“Mutlusunuz bakıyorum.”

Tuğsem’in tespitten çok soru sorar gibi konuşmasına baktı. Seans başladığından beri ilk defa konuşmuştu. Aslında iki haftadır ilk defa direkt bir soru sormuştu. Tedavi harici konuşmuyordu.

“Dün gelen mektuplar aklıma geldi,” diye cevap verdiğinde merak etsin ve konuşma devam etsin istedi. Fakat biliyordu ki doktor sormayacaktı. Onunla normal konularda konuşmak, tanımak istiyordu. En azından neden ondan etkilendiğini anlamış olurdu.

“Ne güzel, sizi mutlu edecek şeyler yazmışlar yani…”

“Çoook!”

“Sizin adınıza sevindim.”

Hüseyin Alaz onun sizli bizli mesafeli haline sinir olup, bir anda bileğinden tuttu. Şimdi birbirlerine çok yakınlardı. Sıcak suyunda etkisiyle kızarmış yanaklar ve şaşkın koca kahve gözler Alaz’ın dudaklarına çok yakındı. Genç adam birazcık kendini doğrultsa onu öpebilirdi.

“Neden sende herkes gibi gitmedin?”

“An…anlamadım.”

“Öyle acı çekiyor ve çaresizdim ki çok sinirliydim. Kimse benim o halimi görsün istemiyordum. Hareketlerim çok kaba ve saygısızcaydı farkındaydım. Sen neden bırakmadın beni…”

“Doktorum ben, görevim!”

“Diğerleri de doktordu.”

Tuğsem dudak dudağa yaptıkları konuşmadan dolayı bayılmak üzere olduğunu hissediyordu. Nefes alamıyor, kendini geri çekmek istese de hareket edemiyordu. Allah kahretsin ki adamın her şeyi güzel olduğu gibi aldığı solukların kokusu bile enfesti. Hüseyin Alaz lezzetli bir yemek gibi ağız sulandırıyordu. Derin bir nefes alıp, havuzda bir adım geri attı. Biraz olsun uzaklaştığında konuşmaya hazırdı.

“Kimsenin benim gibi bitirmesi gereken bir uzmanlık eğitimi yok.”

“Yani! Ben sadece eğitimin bir parçası mıyım?”

“Öyle sayılır. Neyse bugünlük yeterli, yarın devam ederiz. İyi günler,” deyip arkasını döndüğü gibi havuzdan çıktı. Bacaklarının titremesinden nefret etti. Yanaklarının ısınmasını engellemek mümkün değildi. Yardımcı elemanlardan birinin verdiği havluya sarılırken, bile geri dönüp bakmadı. Birkaç dakika önce adamı öpmek istedi ve bu hiç etik değildi.

Hüseyin Alaz ise doktorun bu kaçışından sonra emin oldu. O da benden etkileniyor diye arkasından bakarken gülümsemekle yetindi. Havuzdan çıktıktan sonra Tuğsem’den gözlerini ayırmazken, keçi gibi inatçı doktoru bir kere dönüp bakmamıştı. Odaya girip, duş aldıktan sonra yatağına yattı. Melih vurulduğu gün yaptıkları kazayı hatırlattığında anlam verememişti. O kadının Tuğsem olduğunu anımsadı. Çok üstün körü bakmıştı. Hatırlatması bile mucizeydi. Bu kader mi demekten kendini alamıyordu.

Tuğsem, mesai çıkışında Saffet’e bindiğinde otoparkın karanlığından yararlanıp, direksiyona kafasını koydu. Hüseyin Alaz’ın yakınlığının üstündeki etkilerinden kurtulmaya çalıştı. Havuzda ki tedavinin onu zorlayacağını biliyordu. O yüzden hocasına yalvarmıştı. Bunu bari hidroterapistlerden biri yapsın diye ama hocası kesinlikle karşı çıkmıştı.

Çok ilerleme kaydettik hasta sadece seni istiyor ve bende hocan olarak sen devam edeceksin diyorum. Anlaşılmayan bir şey diye sert sesiyle konuşunca mecbur kabul etmişti. Kabul etmeme gibi bir lüksü yoktu zaten. Anabilim dalı başkanı emretmişti o da yapmak zorundaydı. Fakat öyle bir duruma gelmişti ki, az kalsın hocam devam edemiyorum ben aşık oldum, diyecekti. Nasıl dilini yutmuş bilmiyordu ama sadece başını aşağı yukarı sallayıp odadan çıkmıştı.

“Ben ne yapacağım Saffet? Günler hızla geçse tedavisi bitse de gitse diyorum. Diyorum da! Peki iyileşip o gittikten sonra bir daha onu görmemeye nasıl dayanacağım. Karşılıksız sevmek çok zormuş be Saffet neden beni uyarmadın?” diye dertlenirken bir aydır olduğu gibi sessizce yine kendiyle konuşuyordu. Bazen gözleri doluyor ama sen böyle güçsüz bir kız değilsin deyip akmak için yol arayan yaşları akıtmıyordu. Esasen bu aralar yaptığı tek şey kendine kızmaktı.

“Saffet! Hadi bana cevap ver güzel dostum! Bu adam hiçbir şey yapmadan nasıl böyle içime işledi.”

Ayla, aşık olduğunu kabul ettiği gün yalnız kalsın diye rahat bırakmıştı. Hastayım dediği gün eve gelmiş, saatlerce konuşmuşlardı. Bu kadar kısa zamanda Tuğsem’in Hüseyin Alaz’ın her hareketini bilmesine şaşkındı. Yıllardır bir adama dönüp baktığını bilmezdi. Nasıl olmuştu da bu adama böylesine bağlanmıştı. Uzmanlığını kazanır kazanmaz, mecburi hizmete gitmeyi istemesine üzüldü. Hüseyin Alaz’ın yaşadığı şehirde bile durmak istemiyordu.

İradesine hayran kaldı. Kendi olsa mümkün değil ya hastaya bakmayı reddederdi ya da aşkını itiraf ederdi. İki saat önce yine söylemişti. Tuğsem’in havuzda ki seanstan sonra dağılmış halini gördüğünde tedaviye ben devam edeyim. Ahmet hocayla birde ben konuşayım demesine rağmen arkadaşına kabul ettirememişti. Şimdi de sadece o arabada kafasını direksiyona yatırmış kendini toparlamaya çalışmasını seyredebiliyordu.

Tuğsem, eve gelir gelmez bir çorba yaptı. Duş aldıktan sonra yemeğini yedi. Büyük bir kupaya sütlü filtre kahve yaptı. Salonunun ışıklarını kapattı. Televizyonu açtı. Ancak seyretmeye değer bir şey bulamadı. Sıkılınca televizyonu kapattı. Penceresinin yanındaki koltuğa oturup, dışarıya bakmaya başladı. Ama bir şey gördüğü yoktu.

Pencereye yansıyan simaya bakıyor Hüseyin Alaz’ın ona gülümsediği hayallere dalıyordu. Ona gözleri parlayarak bakıyordu. Aşkla, tutkuyla onu yanına çağırıyordu. Gözlerini sımsıkı kapattı. Şimdide uyanıkken onunla ilgili sahneler canlanıyordu. Ulaşılmaz olduğunu bildiği için mi böyleydi. Sanki Hüseyin Efendi hastalığına tutulmuş ve bu illet bütün bedenini ruhunu sarmış, çaresini bulamıyor gibiydi.

Abime verdiğim sözü gerçekleştirmem lazım. Canım abim, okuyayım diye gece gündüz çalıştı. Pişman olmamalı, kardeşim beni yanıltmalı diyebilmeli çok az kalmışken, onu hayal kırıklığına uğratmamalıyım diye içinden yine ve yeniden kendini ikna ediyordu. Tezi iki defa reddedilirse uzmanlık eğitimi yanıyordu. Ahmet hocasını kızdırmamalı ve bu eğitimi sorunsuz tamamlamalıydı. Hem artık sadece abisi için değil, bu şehirden gidebilmek içinde istiyordu. Gözlerini tekrar açtığında gecenin karanlığında düşüncelere boğuldu.

Aynı saatlerde Hüseyin Alaz da hastanedeki odasının penceresinden bakıyordu. Tuğsem’in son zamanlarda onunla göz teması kurmamaya çalışması, gözler birleştiği zamanda ürkek bakışları, bugün havuzdan kaçarcasına gidişini düşünüyordu. Bu kadın tek gecelik ilişki yaşayan ya da serbest ilişki dedikleri olaya girebilen birine benzemiyor nasıl yakınlaşabilirim diye kafa patlatırken Melih kapıyı çaldı. Sakince yanına kadar geldiğinde;

“Bir isteğin var mı ağam?”

Hüseyin Alaz kafası karışık düşünceleri toplamaya çalışırken bakışları uzadı. Can yoldaşı, kardeşiydi. Kendinden dört yaş büyüktü. Buna rağmen asla saygısını bozmazdı. Melih’e eliyle yan koltuğu gösterdi. Genç adam ikiletmeden oturdu.

“Melih!”

“Buyur ağam…”

“Doktor var ya…”

“Tuğsem hoca mı?”

“Ben onu aklımdan çıkaramıyorum. Hep onu görmek istiyorum. Benle sizli bizli konuşmasına sinir oluyorum. Dudaklarını dişlesin istemiyorum. Gözleri sinirli sinirli değil, güzel güzel baksın üstelik hep yanımda olsun istiyorum. Sence ben tutuldum mu bu kadına yoksa bir buçuk aydır hep onu gördüğümden mi böyleyim?”

“Estağfurullah ağam benim ne haddime size akıl vermek.”

“Hayır oğlum ya bana bir şey de kafayı yiyeceğim. Doktoru düşünmekten…”

“Ağam! Bu anlattıklarınızdan o çıkıyor.”

Hüseyin Alaz canını emanet ettiği sözüne kendinden çok güvendiği adamdan bunu duyunca kaşlarını çattı. Düşünmek başka bir şey duymak başka bir şeydi. Genç kadın hakkında hiçbir bilgisi olmaması da canını sıktı. Bugüne dek neden merak etmemişti. ‘Duygularına bir ad koysan merak da ederdin,’ diyen sese kulak tıkadı.

“Bir araştır bakalım, görüştüğü falan var mı?”

“Geçen gece hemşireler kendi aralarında konuşurken duydum. Doktor Tunç Bey var ya o yıllardır Tuğsem hocaya aşıkmış.”

Hüseyin Alaz’ın kaşları daha çok çatıldı. Yumruklarını sıktığını fark etmedi. Melih bunu bilinçli söylemişti. Ağasının yüzünün gerilmesinden sonra emin oldu. Zaten havuzdaki bakışlarından sonra aksini düşünmemişti. Duyacaklarından hoşlanmayacağına emin olmasına rağmen Melih’in devam etmesini istiyordu.

“Devam et! Sevgililer mi?”

“Yok ağam, Tuğsem hoca istememiş ama adam bekleyeceğini söylemiş. Sanırım bir eğitimi varmış, o bitince ikna edeceğini düşünüyormuş. İstersen yarın ilk iş olarak doktor hanımı araştırmak için birilerini görevlendireyim.”

Alaz o anda içinde olan şeylere odaklanmaya çalıştı. Sanki biri gelmiş boğazını sıkmıştı. Tunç denilen adamı görmüştü. Nöbetçi olduğu zamanlarda yanına geliyordu. Tuğsem’den biraz uzun sarışın yeşil gözlü bir adamdı. Başını sağa sola salladı. Boynunu kütletti. Felek gelmiş yüreğinin taa içine çakmak çakmıştı. Daha önce tanışmadığı bu sıkıntının ne olduğunu düşünürken dalgınca cevap verdi.

“Olur, araştır.”

Melih, Alaz ağa başka bir şey sormayınca biraz daha oturduktan sonra izin isteyerek çıktı. Alaz’ın içinden konuşmak gelmiyordu. Boğazına bir yumru oturmuş, bir türlü yutamıyordu. Gözleri tekrar pencereden gecenin karanlığına bakarken bir yemin gibi hırsla mırıldandı.

“Eğer bir sevdiğin yoksa seni kendime katacağım, inatçı doktor! Ne kadar uzak durursan dur.”

Loading...
0%