@herdem6060
|
Umarım yorumları ve beğenileri bol olur. Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤ Instagram; herdem6060 İyi Okumalar
Neredeyse altı ay içinde bütün çocuklarını evlendiren Hasan Bey ve Avjin Hanım hem bedenen hem ruhen çok yorulmuşlardı. Ancak en ağırını Alaz yaşıyordu. Gözünden esirgediği iki kardeşini arka arkaya başka erkeklere emanet etmek zorunda kalmıştı. Zorunda kalmıştı çünkü ona kalsa kimse ile evlensinler istemezdi. Onun kardeşleri çok değerliydi. Gerçekten sevildiklerine yürekten inanmasa da izdivaçlarının gerçekleşmemesi için elinden geleni yapardı. Ama! Ama işte özellikle Yasmin’in gözlerindeki burukluk gülücüklere dönüştüğünü gördükçe ses çıkaramamıştı. Berfin’le Bilal’in ilişkisine alışmıştı. Kendini hazırlamıştı. Yasmin’in yaşadıklarını öğrenmek ve on beş gün içinde yangından mal kaçırır gibi kardeşinin düğünün gerçekleşmesi sarsıcı olmuştu. Hala Cemal’e tavır yapıyordu, canının parçasının bu denli acı çekmiş olmasını hazmedemiyordu. Eğer Tuğsem onlar birbirlerini çok seviyorlar sen sevenleri ayıracak kadar vicdansız olamazsın diyerek ikna etmese, bırak evlenmelerini kardeşinin yanına yaklaştırmazdı. O denli hınçlı o denli kırgındı arkadaşına hem bu düşünceleri kolay kolay değişecek gibi değildi. Yasmin öyle mutluydu ki, sadece sessizce kendi içinde kırgınlığını sürdürebiliyordu. Evlenmelerini geciktirmek için elindeki tek koz özel çocukları için kurduğu okulu olmuştu. Ona ihtiyacı olan özel çocukları ne yapacaksın diyerek düğünün tarihini uzatmak istemişti. Ancak gıcık olduğu enişte adayı onu da düşünmüş, Urfa da şube açılacak hatta yerini bile buldum diye bütün planları önüne sermişti. Bu planların içindeki tek güzellik Yasmin’in sık sık Diyarbakır’a gelmesi gerektiğiydi. Kimseyi ihmal etmeyecek, kademe kademe devir işlemlerini yapacaktı. Tabi her gelişinde de ailesinin yanında kalacaktı. Bu süreçte bir nebze olsun onu rahatlatan Helin’in iyi olmasıydı. Hatta ablalarının düğünlerine bile katılmıştı. Eskiye oranla durgun olması daha az gülmesi dikkat çekse de, Alaz zamanla eskisi gibi neşe dolu bıcır bıcır olacağına inanıyordu. Helin eskiden de Alaz’ı çok başka severdi ama hastalığından sonra sanki ailesinden sadece o kalmışçasına bir tek onun yanında rahattı. Alaz’ın günü birlikte olsa on on beş günde bir kuş yuvasını ziyaretlerinin de bu düşkünlükte payı büyüktü. Helin geri dönmek istememişti. Hem tedavisi devam ediyordu. İyi gözükse de tamamen iyileşmemişti. Yatılı bir okula gidip, liseyi de üniversiteyi de orada okumak istemesine en çok Alaz destek olmuştu. Destek olmuştu olmasına fakat ablaların gitti sen bari yanımızda kal diyememek çok zor olmuştu. Tek dayanağı Tuğsem ve bebeği kalmıştı. Tuğsem’in mecburi hizmeti için Diyarbakır ayarlanmıştı. Karısı göreve başladığından beri Alaz işlerini olabildiğince memleketinden yürütüyordu. Birçok toplantısını uzaktan geçekleştiriyor, ailesinin yanında oluyordu. Neredeyse otuz beş haftalık olan bebeğinin doğumunu kaçırmak istemiyordu. Doğum iznine ayrılması için karısına baskı yapmasına rağmen inatçı karısı sonuna kadar çalışmak istemişti. Ona hiçbir zaman hayır diyemiyordu. Tuğsem’in bir tatlı sözü bir içten öpücüğüyle her istediğini yaptırıyor oluşuna alışmıştı. Karısının hayatına girişiyle yaşam şeklinin ve ailesinin ne kadar değiştiğini düşünüyordu. Bir güneş gibi doğmuş, en soğuk olduğu vakitlerini sıcaklığıyla ısıtmıştı. Hayattan ümidini kestiği ilk defa yaşamak istemediği bir dönemde onu yeniden hayata bağlamıştı. Hala ilk karşılaşmalarındaki polislerle ona zorla yemek yedirmeye çalıştığı o görüntüyü hatırladığında istemsiz gülümsüyordu. Ona bağırmalarına aldırış etmeyip, kendi kararlarını uygulayan başka birine daha önce denk gelmemişti. Afalladığı bu tavır karşısında daha çok sinirlendiğinde kalbindeki ilk değişimin o zaman başladığını anlıyordu. İlk bedeninin tepki verdiği günü ise ömrü boyunca unutamazdı. O günden beri de dönüp bir tane kadına bile bakmamıştı. Bedeni resmen Tuğsem hariç kadınlara tepkisizdi. Hidroterapi için havuza girdikleri gün uzun bacaklarına bakmamak ve bedenini sakinleştirmek için ne kadar uğraşmıştı. Zaten bu kadın için sürekli uğraşmıştı. Bu aklına gelince karısını özlediğini hissetti ve her zaman yaptığı gibi direkt aradı. Telefon çaldı, çaldı ve tam kapatacakken nefes nefese açılan sesle içindeki sıkıntılar uçtu gitti. “Hüseyin!” “Güzelim! Nasılsınız?” “İyiyiz.” “Tuğsem yoruldun mu? Ses tonun iyi gelmedi.” Tuğsem gözlerini sımsıkı kapatıp, derin derin birkaç defa nefes aldı. Yarım saat önce kulak misafiri olduğu bir dedikodu bütün tadını tuzunu kaçırmıştı. Alaz’a kızgın değildi hatta belli etmeyeceğini kafasına takmayacağını tekrarlayıp durmuştu. Ancak çok kıskanmıştı. Kendisi bu kadar şişman gözükürken hamileliğinin son dönemliğinin duygusallığıyla çok alınmıştı. Alaz ile tanıştığı ilk günlerde yaşadığı özgüven sorununu bir daha yaşamak istemiyordu. “Karıcığım orada mısın?” “Özür dilerim dalmışım.” “Sorun ne?” “Bir şey yok yoruldum.” “Pek inanmadım ama neyse doktor hanım.” “Ateş Bey nasıl?” Doktor oğlunun adını duyunca gülümsedi. Evet bir oğlu olacaktı ve adını Hüseyin Ateş koyacaklardı. Bunu Tuğsem istemişti. Ailenin çift isim geleneğini öğrenince o zaman ilk ismi Hüseyin olacak demişti. Hem rahmetli babasının hem de kocasının ismiydi. Bunun yanına istediğinizi koyabilirsiniz diye önerdiğinde Helin ve görümceleri Ateş olsun istemişlerdi. Ferzan Bey’in onayından da geçince doğmadan adıyla konuşmaya başlamışlardı. “Çok iyi babası bugün öğle yemeğinde tulumba tatlısı vardı. Tatlı yedikçe mutluluktan çıldırdı.” Alaz’ın kahkahasıyla o da gülümsedi. Tuğsem hamileliğini resmen tatlıyla geçiriyordu. Biri bitmeden başka bir tatlı yaptırıyordu. Annesi seve seve yaparken bu kadar tatlı yemenin kilo harici zararından korkuyordu. Aldığı on yedi kilonun tamamı tatlı yemekten dolayı olabilirdi. Bugün kadayıf canım çekiyor diyor iki gün yiyor üçüncü fıstık sarma dördüncü gün revani altıncı gün şekerpare derken neredeyse her gün şerbetli tatlıları keyifle yiyordu. Son kontrollerinde doktorları tatlı konusunda uyardığından beri Alaz sadece bir porsiyon yemesine izin veriyordu. Tuğsem’e kalsa tepsinin yarısını midesine indirecekti. Öyle iştahlı yiyordu ki çoğu zaman onun o keyfini bozmak Alaz için acı vericiydi. “Yine buldun tatlıyı yani…” “Şükür yemekhanedeki Ayfer Abla sen hamilesin doktor hanım bol bol yemen lazım dedi. Herkes senin gibi acımasız değil.” “Ah ben sadece canlarımın sağlığını düşünüyorum.” “Tatlı vererek de düşünebilirsin.” “Hayatım sende doktorsun biliyorsun fazlası zarar…” “Of biliyorum ama hep bu oğlun yüzünden onun canı istiyor.” “Bilmez miyim?” “Benle bu tonla konuşmanı yasaklıyorum Hüseyin Efendi!” “Tuğsem şaka bir yana canını ne sıktı, ne kadar belli etmeye çalışsan da sesinin tonunda bile anlıyorum.” “Çok önemli bir şey değil,” diye cevap verirken bile ağlamamak için kendini zor tuttu. Of bu denli duygusal olmaktan nefret ediyordu. Ne güzel oğlu hakkında konuşuyorlardı. Ne diye tekrar bu konuya dönmüşlerdi. Bu denli kırgın ve güçsüz olmasının sebebi hamilelik miydi? Normalde duydukları karşısında herkesin karşısına dikilip ağızlarının payını verirdi. “O önemsiz konuyu benimle konuşmak istemez misin?” “Şimdi değil eve gelince konuşuruz.” “Tamam ısrar etmiyorum iki saate mesain bitiyor, seni almaya gelirim.” “Olur.” “Tuğsem!” “Canım!” “Seni çok seviyorum.” “Bende…” Telefon kapanınca kendine kızdı. Kocası onu bu kadar çok severken insanların ne konuştuğunu kafasına takmak tam bir ahmaklıktı. Öğle yemeğinden dönerken birkaç sağlık çalışanının onun hakkında konuştuklarına kulak misafiri olmuştu. Kadınlardan birinin hala Alaz Ağa gibi birinin balon kadar şişkin çirkin bir kadınla nasıl evlendiğine inanamadığını söylüyordu. Radyoloji doktoru İlayda’nın ona daha çok yakıştığını söylüyordu. Hastanede çalışmaya başladığı günden beri ona düşman gibi davranan kadını kocasına yakıştırıldığına mı? Kendisine çirkin denilmesine mi sinirlensin bilememişti. Hemşirelerden birinin yazıktır, kadın hamile hem de doğurmak üzere hem kilolu da olabilirdi. Birbirlerine sevgileri gözlerinden akıyor bizi ilgilendirmez diye savunmuştu. Başka biri İlayda hocaya yazık değil mi? Kadın eski sevgilisinin karısıyla beraber çalışmak zorunda kalıyor. Alaz Ağa’nın her hastaneye geldiğinde uzaktan acıyla bakması içime dokunuyor demesi ile karnına bir sancı girdi. Alaz’ın eski sevgilisi miydi? Peki neden söylememişti? Alaz bunu ona yapabilir miydi? Tabi ki kocasının bir geçmişi olduğunu biliyordu. Eski sevgilisiyle aynı hastanede olduğunu saklamazdı değil mi? Bacakları titremeye başladı. Gözleri doldu, arkasını dönüp kimseye gözükmeden yavaşça kendini yargın merdivenine zor attı. Soğuk demeden merdivene oturdu. Önlüğünün cebinden telefonunu çıkardı. Kamerasını ön çekime getirip ayna gibi eline yüzüne baktı. Gerçekten kocasının yanında çok mu çirkin duruyordu. İlayda’yı düşündü. Uzun boyu simsiyah saçları ve mavi gözleriyle gerçekten güzel bir kadındı. ‘Saçmala Tuğsem saçmala kim ne kadar güzel olursa olsun, Alaz’ın yanına senden başkası yakışmaz, yakışamaz. O sadece seni seviyor,’ diye onu azarlayan iç sesiyle uzun uzun nefesler alarak ağlamadan sakinleşti. Elini karnına koyup, oğlundan özür diledi. Sakince düşününce İlayda konusunda kesinlikle yanıldıklarına karar verdi. Akşam evde sakince soracak ve Alaz’ın gözlerinin içine bakacaktı. Biliyordu, kocası asla bunu ona yapmazdı. Bunları düşünürken bebeği üzülme anne dercesine karnında hareket etmeye başladı. “Özür dilerim bebeğim, babanı o kadar çok seviyorum ki kıskanmaktan kendimi alıkoyamıyorum ama söz bir daha değmeyecek insanları kafama takmayacağım. Seni de boşu boşuna üzmeyeceğim.” Polikliğine girip dinlenmeye karar verdi. Duvardan tutunarak ayağa kalkıp, toparlandı. Polikliğine geldi. Sandalyeye oturduğunda kendini inanılmaz yorgun hissetti. O ara tıbbi sekreteri elinde bir fincanla girince gülümsemeye çalıştı. Yirmili yaşlarının sonunda minyon Karadenizli sekreteri çok anaç biriydi. İlk günden itibaren hamile olduğu için sıcak bir şeyler içmesi ve düzenli beslenmesi konusunu kendine görev edinmişti. Yorulmaması ve ani hareketleri hususunda uzun nutuklar çektiği bile olurdu. Fincanı önüne koyarken sımsıcak sesiyle açıklama yaptı. “Başhekimlikteki Hanife abla ıhlamur kaynatmış, içine balda koymuş size götüreyim diye haber etti.” “Ah sağ olsun niye zahmet ettiniz.” “Ne zahmeti hocam severek yapıyorum. Hem ağrınız mı var, yüzünüz çok solgun. ” “İyiyim.” “Elvan!” “Buyurun hocam…” Tuğsem tam işlerle ilgili bir şey diyecekken dışardan sesler yükseldi. Hastanede sık sık bu tür bağrış çağrış olaylar olduğundan başta aldırış etmediler. Sonrasında çığlıklar duyulunca Tuğsem göbeğini tutarak ayağa kalktı. Elvan da tedirgin bir şekilde kapıya bakıyordu. “Hocam karışmayalım.” “Ne oluyor diye sadece kapıdan ona bakacağım,” diyerek kapıyı açtı. Aynı anda da üzerine bir kadın düştü. Tuğsem ise düşmemek için son anda kapının yanındaki lavabodan tutunabildi. Kadın titreyerek sıkı sıkı doktora sarılırken Elvan çığlık attı. Hemen Tuğsem’in yanına adımladı. Tam konuşacakken iki defa üst üste silah sesi duyuldu. Dengeleri sağlayamadan kadın ile birlikte Tuğsem’de yere düştü. Kadının korku dolu çığlığına doktorun acı çeken inlemesi karıştı. Elvan ağlayarak hocam diye seslendi ama korkudan yanına yaklaşamadı. Koridorda korkuyla koşuşturan insanlar yüzünden güvenlikler gelmekte zorlandı. Tuğsem acıdan bayılmak üzereydi. Kasıklarında hissettiği sancıların yanı sıra omzundaki ve başındaki acı dayanılmaz hal almıştı. Alt dudağını kanatırcasına sıkmaya başladı. Üzerindeki kadını kaldırmaya çalıştı ama sağ elini kaldıramadı. Beyni uyuşuyordu. Şu an içinden sadece ‘bebeğim, bebeğim,’ diye tekrar ediyordu. Gözünden sessiz yaşlar inerken bilincini kaybettiğinin farkındaydı. Elvan’nın üzerindeki kadını kaldırırken hocam hocam diye bağırmasını uzaktan duyar gibiydi. Dilinden fısıltıyla dökülen kelimeden sonra bilincini yitirdi. “Bebeğim.” |
0% |