Yeni Üyelik
54.
Bölüm

54. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

Alaz’ın içi daralıyordu. Karısıyla konuştuğundan beri içi hiç rahat değildi. Ses tonundan hoşlanmamıştı. Mesai çıkışı onu alacağını söylemişti ama son yirmi dakikadır kaç kere saate baktığını bilmiyordu. Bir türlü zaman geçmiyordu. Tekrar önündeki rapora döndüğünde gözlerinin önüne sabah saatlerindeki halleri geldi. Dudakları kıvrılırken oğlunun bir an önce doğması gerektiğini düşündü. Kahvaltı için verandaya indiğinde mutfaktan gelen müzikle oraya yöneldiğinde gözlerini kapatmış olduğu yerde hareket eden karısını görmüş, aşkla izlemişti. Sonrasında dans etmeyi seven karısına doğru yürüdü. Belinden sarılıp, danslarını başlattı. Tuğsem’in kolları boynuna dolandığında ikisi de birbirlerine arzuyla gülümsedi. Döne döne dans etmeye başladıklarında ikisi de sadece birbirlerinin gözlerinde kaybolmuştu.

Alaz sonrasında dayamayıp belindeki bir elini karısının boynuna çıkardı ve dudaklarına asıldı. Çekilmesine izin vermedi. Özlemle aşkla hem dans ettiler, hem öpüştüler. Annesinin öksürüğü ile ayrıldıklarında Tuğsem’in kızaran yanakları ne diyeceğini bilemeyen hallerine gülümserken kalbinden taşan sevgisini bir kere daha hissetmişti. Utanması o denli güzel geliyordu ki onu sürekli utandırmak istiyordu. Tabi cadı doktoru bazen onu bu huyundan dolayı cezalandırıyordu. Sabahki anılarıyla karısının güzel gamzesisin de kaybolmak istedi. ‘Özledin,’ diyen iç sesine kafasını onaylarcasına salladıktan sonra daha fazla iş yerinde kalamayacağını anladı. Ayağa kalkacağı sırada kapısı çaldı. Koltuğunda geriye yaslandı, yüksek sesle gel dedi. Melih’in esmer teninin beyazlamış haline kaşlarını çattı.

“Ağam!”

“Ne oldu Melih bu halin nedir?”

“A..ağam!”

“Ne var lan ağam ağam ne oldu?”

“Hanım ağam!”

Melih’in ağzından dökülen hanım ağam kelimesinden sonra yerinde duramadı. Kalkıp birkaç büyük adımla en güvendiği adamının yanına geldi. Omuzlarından tutup, silkelemeye başladı.

“Tuğsem’e ne oldu?”

“Hastanedeki adamımız aradı. Bir olay olmuş,” diye açıklama yapacakken Alaz’ın yer ayaklarının altından çekildi. Gözlerinin karardığını hissederken ayakta kalmakta zorlandı. İçinden Tuğsem derken bu hali sese dönüşmedi. Melih ağasını nasıl korkuttuğunu anladığında hemen olayı söylemediği için kendine kızdı. Hızla konuşmaya başladı.

“Bir kadın kaçarken hanım ağamın üzerine düşmüş, baygınlık geçirmiş. Doğuma almışlar.”

Alaz direkt koşmaya başladı. Asansörün düğmesine bastı. Asansörün gelmesini bekleyemedi. Merdivenlerden koşarak inmeye başladı. On sekiz katı ışık hızıyla inerken şoförü hazır bekleyen arabaya bindi. Ailesini aramalıydı. Bu aklına gelince telefonunu odasında unuttuğunu anladı. Sinirlendi. Sinirini de şoföründen çıkardı.

Daha hızlı gitmiyor mu, bu lanet araba!”

Şoförü hiç sesini çıkarmadı. O da en az ağası kadar hanım ağasını merak ediyordu. Dörtlüleri yakmış, son sürat hastaneye giderken dikiz aynasından Alaz’ı kontrol ediyordu. On beş dakikanın sonunda acı bir frenle hastanenin önünde durdular. Bir hışımla arabadan indi, hastanenin içine girdi. Onu karşılayan bir çalışan bu taraftan diye doğumhanenin katına çıkardı. Tuğsem’in asistanı Elvan’ı gördü. Tam karım nasıl, ne oldu diyecekken arkasından gelen seslerle geri döndü. Melih ve aile üyelerini gördüğünde kendine doğru koşan annesini karşıladı. Alaz ile aynı dakikalarda konağa da haber gittiğinden neredeyse birlite gelmiş gibi oldular. Kendisine sarılan annesiyle daha kötü olurken gözü ameliyathanenin kapısında kaldı. Orada bekleyen bir sürü doktor hemşire olduğunu gördü. Yanlarına gelen doktora annesi sormuştu.

“Gelinim nasıl doktor bey?”

“Acil doğuma alındı.”

Ondan sonra kimse konuşmadı. Alaz kötü bir şey denilecek korkusuyla karım nasıl diye ısrarlı olamamıştı. Tuğsem’in bekleyen mesai arkadaşları geçmiş olsun diyerek gitmişlerdi. Ferzan dedenin gözü hep torunundaydı. Geldiğinden beri dua ediyordu. Alaz’ın gözlerindeki acıyı bir daha görmek istemiyordu. İki saatin sonunda ameliyathanenin kapısı açıldı. Başındaki boneyi çıkaran doktor, gülümseyerek kendisini karşılayan ağaya baktı.

“Gözünüz aydın oğlunuz doğdu ve çok sağlıklı birazdan görebilirsiniz.”

“Karım nasıl?”

“Tuğsem hoca düştüğünde başını yere vurmuş. Bilincini kaybetmişti. İlk önce doğumu gerçekleştirdik. Değerleri gayet iyi ama kontrol amaçlı bugün yoğun bakımda kalacak. Geçmiş olsun,” diyerek önlerinden giden doktora hiçbir şey diyemedi. Rahatlaması gerekirken içi korkuyla doldu. ‘Onu koruyamadın,’ diye bağıran sesle bedenini öfke esir aldı. Yumruklarını sıktı, sıktı ve önündeki duvara yumruğunu çaktı. Melih direkt Alaz’a sarıldığı için ikinci darbeyi durdurdu.

“Bırak lann!”

“Ağam!”

“Alaz sakin ol!” diye bağıran Ferzan dede ile olduğu yerde durdu. Tuğsem’i kaybetme korkusunu öyle derinden yaşıyordu ki gözlerini ve ellerini eş zamanlı sımsıkı kapattı. Mutluluğu bu denli kısa sürmemeliydi. Daha yaşayacakları güzel günleri vardı. Melih’ten ayrılıp kırmızı banklardan birine oturdu. Başını yere eğdi. Ailesinin onun için endişelendiğini biliyordu ama kimseyi düşünecek halde değildi. Boğazına bir yumru oturmuş, ağlasa rahatlayacaktı. Lanet olsun ki bir türlü ağlayamıyordu.

Ne kadar süre o şekilde bekledi bilinmez bir kadının sesiyle başını kaldırdı. İlayda’yı gördü. Gözlerinde gördüğü acımaya bakmak istemedi. Cevap vermeden tekrar başını eğdi. Bir zamanlar arkadaş olduğu kadını görmezden geldi. Arkadaşça görüştüğü kadının ona aşkını ilan etmesi ve herkese sevgiliyiz diye konuştuğunu öğrendiğinde iletişimini koparmıştı. Tuğsem’i hastaneden almaya geldiği günlerde de sadece başıyla selam verip geçiyordu.

“Alaz merak etme karın iyi olacak, radyoloji sonuçlarına baktım. Hafif bir zedelenmeden başka bir şey yok.”

“Onu görmeden rahat etmeyeceğim. Teşekkürler.”

İlayda uzun uzun baktıktan sonra geçmiş olsun diye fısıldadı ve arkasını döndü. Bıçakçı ailesine de bilgi verdikten sonra tekrar Alaz’a baktı. Hatalarından dolayı kaybettiği arkadaşı için üzüldü. Hala onu affetmediğini gördüğünde umudunu kaybetti. Hiç istemese de Tuğsem’i gördüğünde kendiyle kıyaslamış ve neden ben değil diye çok sorgulamıştı. Ben daha güzeldim demekten kendini alıkoymamıştı. Pişmanlıkla geri gittiğinde Alaz’ın mutlu olmasını diledi. Aradan geçen üç saatin sonunda herkes bebeği görmeye gitmişti. Sadece ağa olduğu yerden kımıldamamıştı.

Hasan Bey, Tuğrul’a haber vermişti. Ne diyeceğini bilememek kalbini sıkıştırmıştı. Kızlarına da haber verdiğinde tansiyonu çıkmıştı. Gelinini kızı gibi seviyordu ve Avjin Hanım da rahatsızlanmıştı. Akşama Tuğrul hariç herkes hastanedeydi. Altuğ, Alaz’a sarıldığında artık kendini tutamayan adam hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Tuğsem’i kaybetmek istemiyordu, bunu da gözyaşlarının içinde tekrar tekrar söylemişti. Işık haberi aldığından beri kendinde değildi. Tuğsem’e bir şey olamazdı. O hep güçlüydü, o hep ayaktaydı.

Sabaha karşı Tuğsem gözlerini açtığında başındaki inanılmaz ağrıdan dolayı, gözlerini bir daha kapatmak zorunda kalmıştı. Kendine ne olduğunu sorgularken aklına gelenlerle içi korkuyla doldu. Sağ elini kaldıramadı. Bu sefer sol elini kaldırmaya çalıştı. Yavaşça kaldırıp, karnına dokundu. Bebeği yoktu, bebeğine bir şey olmuştu bu düşünceyle çığlık attı. O çığlık attığını sanıyordu. Sesi doğru dürüst çıkmamıştı. Hafif doğrulmaya çalıştığında kapıdan hemşire girdi. Hemen müdahale ederken içli içli ağlayan doktora sakin olmasını söylüyordu.

“Bebeğim bebeğime ne oldu?”

“Bebeğiniz doğdu ve çok sağlıklı hocam lütfen şimdi siz sakin olun. Dikişlerinize zarar vereceksiniz,” diye yeniden Tuğsem’i yatırdı. Derin bir nefes alan kadına baktıktan sonra doktorlara haber vermek için çıktı. Alaz Ağanın güzel bir haber verin bakışlarına dayanamayıp bilgi vermek istediyse de dümdüz yanlarından geçti. Koşarak gelen doktorla Alaz olduğu yerde duramamıştı. Doktorun arkasından ne oldu, bir şey mi oldu diye korkuyla arka arkaya bağırsa da kimseden cevap alamamıştı.

“Tuğsem hocam nasılsınız?”

“İ.iyiyim! Bebeğim!”

“Bebeğiniz çok iyi 3.100 gr doğdu. Kontrol amaçlı yeni doğan servisinde tutuyoruz. Bana kendinizle ilgili bilgi verin lütfen.”

“Başımın arka tarafı ağrıyor, birde sağ elimi kaldıramadım. Onun haricinde iyiyim.”

“Düşerken başka bir yerinizi çarptınız mı?”

“Omzumu vurup, öyle düştüm.”

“Tamam hemen bir ortopedisyen arkadaşı çağıralım. Sezaryanla doğum yaptınız. Dikişlerinizi zorlamışsınız orada bir ağrı var mı?”

“Yok, eşim! Eşim burada mı?”

“Alaz Ağa saatlerdir kapıda bekliyor. Başka bir komplikasyon olmazsa birkaç saate sizi normal odaya alabiliriz.”

Tuğsem sadece gözleriyle onay verdi. Hüseyin’inin ne kadar yıkılmış olacağını düşündükçe dudakları titredi. Bebeğimizi gördün mü aşkım diye içinden sordu. Gözleri yeniden kapanırken tek isteğinin Alaz’ı ve Ateş’i bir an önce görmek olduğunu anladı. Ertesi gün öğle saatlerine doğru normal odaya alındı. Alaz koridordan hiç ayrılmadığı için odaya kadar eşlik etmişti. Sevdiğinin ellerinden tutmuş, hiç bırakmamıştı. Birkaç günlük sakalı üç düğmesi açık gömleği şişmiş gözleriyle dağılmış haline dayanamadı. İki günde Alaz’ın ne kadar yıprandığını görünce gözleri doldu. Ağlamaya başladığında kocasının özürlerine anlam veremiyordu. Bebekleri odaya yerleştikten bir saat sonra geldiğinde ikisinin de gözlerindeki duygu anlatılamazdı.

Tuğsem hastanede bir hafta kaldı. Bu süreçte Alaz hiç yanından ayrılmamıştı. Bebeği ikinci günden sonra yanlarında kalmaya başladı. Hüseyin Alaz hiçbir şeyi kimseye yaptırmıyor, Tuğsem’in de oğlunun da bütün ihtiyaçlarını kendi görüyor, hizmetlerini kendi ediyordu. Avjin hanım ve kız kardeşlerinin biz hallederiz demelerini umursamıyordu. Kimseye güvenemiyordu. Tuğrul Alaz’ın halini gördükçe kız kardeşine çektirdiklerine pişman oldu. Adam zenginliğine ağalığına rağmen resmen kardeşinin ve yeğeninin hizmetçisi gibi olmuştu. Tuğsem bebeğini emzirmek istediğinden ağır ilaç tedavisini reddetmişti. Omzu incindiği için Ateş’i her emzirmek istediğinde Alaz tutmasına yardım ediyor, sabırla bekliyordu. Her defasında da karısının alnından dudaklarını çekmiyordu.

Melih, hanım ağasının başına gelen olayı araştırdığında boşanmak üzere olan kadının kocası tarafından hastanede silahla kovalandığını, kadının da korkuyla ilk bulduğu kapıyı açarak girmeye çalışırken hanım ağasının üstüne düştüğünü öğrenmişti. Alaz Ağa’ya bilgi verildiğinde kadıncağızı bulun ve korumaya alın, o erkek müsveddesini de adalete teslim edin demişti. Bütün sorumluluk Melih’e geçtiğine göre o şahsiyetsizi doğduğuna pişman etmeden polislere vermeyecekti. Öyle de yaptı, kadını ve iki çocuğunu güvenli bir yerlere yerleştirip, adama üç gün boyunca bütün adamlarına dövdürtmüş öyle karakola teslim etmişti. Komiserin ellerinize sağlık bakışı sorun olmadığını göstermişti.

Alaz ise çok garip duygular içerisindeydi. Sanki bütün dünya ailesi yok olmuş sadece oğlu ve karısı kalmıştı. Tuğsem’in işlerinin başına dön iyiyiz diyerek onu gönderme çabalarına kırılmak istemiyordu. Kaybetme duygusunu öyle yürekten yaşamıştı ki, hiç kimse onu anlamıyordu. İşmiş paraymış ağalıkmış umurunda değildi. Tuğsem’e çorap giydirirken gören hemşirenin şaşkınlığına, oğlunun altını değiştirirken Melih’in aman ağam sana mı kaldı bu işler diye tepki göstermesine kızıyordu. Onun karısı doğum yapmıştı, hem de ölümlerden dönerek ona tabi ki eşi olarak kendisi hizmet edecekti. Neden bunu anlamakta bu kadar zorlanıyorlardı anlam veremiyordu. İlk defa baba oluyordu ve bunun sonuna dek tadını çıkarmak istiyordu. Sadece severek mi, baba olacaktı. Hiç Alaz Ağaya göre bir davranış değildi.

Tuğsem ise bu süreçte kocasına tekrar tekrar aşık oldu. Onu da oğlunu da kimselere bırakamaması, bu denli özverili olması ona hayran olmanın yanı sıra sevgisini katladıkça katladı. Doğum yapalı neredeyse iki ay olmuştu ve Alaz onları hiç yalnız bırakmamıştı. Telekonferans toplantılarının olduğu zamanda sadece Neslihan hemşireye güveniyor, öyle ayrılıyordu. Onların uyuduğu zamanlarda işleriyle ilgilendiğini biliyor, yorulmasına ekstra uykusuz kalmasına dayanamıyordu. İşlerini ihmal ediyorsun diye söylendiğinde bir sürü müdür çalıştırıyorum boşuna mı diye geri çeviriyor, her şey yolunda sen bunları düşünme diyerek konuyu kapatıyordu.

Artık omzu acımıyordu. Dikişleri tamamen iyileşmişti. Bebeğini sorunsuz tutabiliyordu. Bu yüzden kocasını işe dönmeye ikna edecekti. Her konuda kolaylıkla ikna ettiği adamı bu konuda bir türlü edememişti. Ateş de ilk günlerindeki gibi yorucu değildi. Uykusu düzene girmişti. Bu gece için planları vardı. Bunu düşündükçe bile heyecanlanıyordu. Alaz’ı şaşırtmak istiyordu. Bağ evini hazırlatmıştı. Akşam yemeği öncesinde güzellik merkezinde A’dan Z’ye kendini profesyonel uzmanlara teslim edecek ve özleminden kudurduğu adamla tutkulu bir gece geçirecekti. Kocasının bu denli sabırlı olması da sinirlerini bozmuştu. Bir iki kere yaklaşmış, canın yanacak diye geri çekilmişti. Öpüşmekten ileri gitmeyen yakınlaşmaları artık ona yetmiyordu. Eski sımsıcak ateşli gecelerine dönmek istiyordu.

Kayınvalidesine Ateş’i bırakırken yerine dibine girmesi de yaşayacaklarının ufak bir cezasıydı. Kadının hafif dudaklarının kıvrılması ve muzip bakışlarını görmek istememişti. Ama görmüştü işte, sonrasında aaa kocam o benim diyerek kendini rahatlatmaya çalışmasına rağmen gece geri döndüklerinde nasıl tekrar yüzlerine bakacağını düşündü. Konakta hep beraber yaşamak ilk defa sinirine dokundu.

Üzerine eşofman takımını giyinip, bütün malzemeleri koyduğu çantayı aldığı gibi hızla Saffet’ine bindi. Korumalarında hareketlendiğini görünce ofladı. Kocası Saffet’in basit bir araba olmadığını ilk can yoldaşının ondan önceki gönül arkadaşının arabasını olduğunu kabul etmişti. Kabullenmekte zorlansa da bir daha arabanı değiştirelim dememişti. Doğum hediyesi olarak da araba almak isteyince ciddi bir konuşma yaparak Saffet’in gözündeki değerini bir kere daha anlatmıştı. Hızlı ve derinden bir nefes alıp, heyecanını bastırmaya çalıştı. Direksiyona hafifçe vurdu, gülümseyerek arkadaşına içindekini söyledi.

“Hadi gidelim Saffet, gidelim de ağamızın aklını alalım.”

Loading...
0%