@herdem6060
|
Umarım yorumları ve beğenileri bol olur. Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤ Instagram; herdem6060 İyi Okumalar “Hadi gidelim Saffet, gidelim de ağamızın aklını alalım.” Geri kalan süre öyle hızlı geçti ki Tuğsem bile şaşırdı. İlk önce yüzüne maske yapıldı, kaş bıyık derken manikür pediküre geçildi. Saçları çok uzamıştı, kısa kestirmeyi düşünse de Alaz’ın sevişirken üzerine eğildiğinde bedenine değen saçlarına verdiği tepkiler gözlerinin önüne geldi. Hemen bu fikrinden vazgeçip sadece kırık aldırdı ve düz fön çektirdi. Siyah ikinci bir deri gibi üzerine yapışan eteği dizlerinin hemen altında biten elbisesini giydi. Göğüs dekoltesi ve sağ bacağının üstünden kasıklarına kadar gelen yırtmacı göz dolduruyordu. Kilolarının hatırı sayılır bir kısmını vermişti. Ayva göbeği biraz çıksa da umursamadı. Gözlerini ön plana çıkaran makyajı yapıldı. Dudaklarına şeftali tonlarında bir ruj sürdü. Uzun zamandır topuklu ayakkabı giymediğinden on santimlik topukların üzerinde durmakta bir an zorlandı. Birkaç tur güzellik salonunda yürüdü. Aynanın karşısına geçtiğinde saçlarını geriye atıp, kendini detaylıca inceledi. Güzel gamzesi ortaya çıkana dek gülümsedi. Herkese tek tek teşekkür ederek üzerine ince uzun bir hırka alarak dışarı çıktı. Korumaların hareketlenmesini gördüğünde hala onların varlığına alışamadığını fark etti. Saffet’ine tekrar bindiğinde hızla bağ evine doğru yol aldı. Tabi yol boyunca da heyecanını Saffet’e atlatmaktan çekinmedi. Alaz’ın hiçbir şeyden haberi yoktu. Vereceği tepkileri düşündükçe içi mutlulukla doluyordu. Kuaförde geçen üç saatin sonunda bağ evine gelmesi de bir saatini almıştı. Bu sırada Avjin Hanımı on kere aramış, sürekli Ateş’i sormuştu. Oğluşu iki kere uyanmış ve bıraktığı sütlerden içip uyumuştu. Eğer ağlarsa huzursuz olursa yanıma gönderebilirsin anne diye sürekli tembihlemişti. Bağ evine geldiğinde kızların gittiğini anahtarın üzerinde olmasından anlamıştı. Melih’in çıktık mesajını on dakika önce almıştı. Bir kere daha oğlunu sormak için arayıp, ondan sonra eksiklik var mı diye kontrol etmek istedi. Telefon açıldığında ise kahkaha attı. “Aaa kızım sabahtan beri daral geldi, kocam bu kadar aramıyor.” “Anne ne yapayım, oğlumu merak ediyorum.” “Ben de oğlumu merak ediyorum,” derken ki ses tonu Tuğsem’in kızarmasına sebep oldu. Kayınvalidesi sabahtan beri imalarda bulunuyordu. Bu kadın ne zaman böyle edepsiz olmuştu. Sessizlikten sonra kıkırdayan Avjin Hanıma sinir olsa da imasını anlamamış gibi yaptı. “Senin oğlun koskoca adam, benim oğluşum gibi mi?” “Hadi hadi sen benim oğluşumu mutlu et bu gece, bende senin oğluşuna güzel güzel bakayım.” “Of anne ya…” Tuğsem’in sızlanır gibi serzenişine Avjin Hanım kahkahalarla güldü. Yavrusunu ilk defa bıraktığı için gelininin kendini kötü hissettiğinin farkındaydı. O yüzden hiç huyu suyu olmamasına rağmen bel altı vuruyordu. Hem torunu onun canıydı, ondan iyi kim bakarmış. Çalışan kızlara bile bırakmıyor, uyurken bile yanından ayrılmıyordu. Gülerken gelinine cevap vermeden telefonu kapattı. Tuğsem ise kapanan telefona şaşkınca baktı. Üzerindeki hırkayı çıkardı. Salona girdiğinde masanın hazır ve şöminenin yakılmış olduğunu gördü. Masadaki mumları yakıp, yatak odasına geçti. Her şey tamdı. Tek eksik Alaz’dı. Alaz, toplantıdan çıkar çıkmaz eve gitmek için yola çıktı. Son bir haftadır birkaç saatliğine de olsa şirkete geliyor, toplantılara katılıyordu. Aklı hep evde olmasına rağmen abarttığının o da farkındaydı. Oğlu öyle güzel olmuştu ki ona bakarken içinde yaşadığı duyguları anlatmak istese kelimeler yetmez ya da doğru sözcükler ağzından çıkmaz gibi hissediyordu. Babalığın böylesine yüce bir duygu olduğunu bilse kesinlikle daha önce bu duyguyu yaşamak isterdi. Tabi ki annesi Tuğsem olmak şartıyla, bunu düşününce karısını ne denli özlediğini bedeni bir kez daha hatırlattı. Doktorun dikişlerini zorlamaması kendini toparlaması açısından an az kırk beş gün cinsel ilişki yok demesi üzerine uzak duruyordu. ‘İyi de atmış gün on dört saat oldu,’ diyen iç sesiyle resmen dudaklarının arasından acılı bir inilti koyverdi. Evet, atmış gün on altı saat olmuştu biliyordu ama canı yanacak diye korkudan dokunamıyordu. Derin düşüncelere dalmışken eve gitmediklerini anladı, kaşlarını çattı. “Melih eve demiştim.” “Hanım ağamın emri üzerine bağ evine gidiyoruz ağam.” “Nasıl? Neden haberim yok?” “Süprizmiş!” Melih’in gülümseyerek cevabına gözlerini kıstı. Sürpriz mi? Heyecanlanmak istemiyordu fakat midesindeki hareketlenmeye engel olamadı. Yeniden geriye yaslandığında aklına gelenleri geri kovmak istedi. Aklından hızla geçenler olmazsa hayal kırıklığı yaşayabilirdi. Öyle hasretti ki karısının bedenine hüsranla sonuçlanan bir durum canını çok sıkardı. Bağ evinin önünde durduklarında bir an bilgisayar çantasını eline aldı, sonra geri bıraktı. Hayal ettiği gibi karşılanırsa ellerinin boş olması daha iyiydi. ‘Sakin ol Hüseyin Alaz belki de başka bir şey için çağırmıştır,” diyen iç sesiyle alt dudağını dişledi. Kapının tokmağını vururken başını sağa sola çevirip, rahatlamaya çalıştı. Usulca açılan kapıya merakla baktı. Tuğsem öyle güzel gülümseyerek bakıyordu ki uğruna ölünecek çukurluğuna bakakaldı. Bir adım geri gidip, bakışlarını tüm bedeninde gezdirdi. Göğüs dekoltesinde durdu bir süre sonra aşağılara indi. Bacak dekoltesinde durdu. Sevdiğinin bedenine öyle dalmıştı ki Tuğsem’in şakacı sesini son anda duydu. “Hoş geldin ağam.” “Hoş buldum hanım ağam.” Birbirlerine gülümsedikten sonra Alaz bu uzaklığa dayanamadı. Büyük bir adımla karısının kollarından tutup, dudaklarını birleşti. Tek eliyle de kapıyı kapattı. Tuğsem’in istekle karşılığından sonra genç adam karısı belinden tuttuğu gibi duvara yasladı. Dudaklarından ayrılıp, güzel boynuna öpücük kondururken kalınlaşmış sesiyle mırıldandı. “Bedeninin her zerresini öpmek ile hemen şimdi sana sahip olmak arasında gidip geliyorum.” “Bende hemen senin olmak için yanıp tutuşuyorum ama bir sürü hazırlık yaptım, gece bizim,” diye nefes nefese cevap verdiğinde bile aslında kocasına devam et dememek için al dudağını dişledi. Hızlı bir sevişmeden sonra yemek yiyebilirlerdi. Alaz’ın istemsiz çekilişi ve dudaklarını alnına bastırmasıyla o da gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı. “Ne yapalım o kadar sabrettim birkaç saat daha sabredebilirim sanırım.” Tuğsem’in elinden tutup içeriye adımladı. Küçük adamını sakinleşmesi konusunda içinden azarlasa da salondaki hazırlıkları görünce tebessüm etti. Bu denli uğraş yerine kırmızı bir gecelikle karşılasa daha çok makbule geçerdi ya neyse diye içinden gülümsedi. Karısının sandalye çekmesi üzerine yemek masasına oturdu. Kendi elleriyle kocasına hizmet eden kadına gözlerini kısıp, derinlerinden bakarken tekrar heyecanlanmak istemiyordu. Tuğsem’i hiç bu denli cüretkar bir elbiseyle görmemişti. Göğüslerinin yarısı neredeyse ortadaydı, bacakları muhteşem gözüküyordu. Sessizce onu süzüyor ve karısının etkilendiğini gördükçe bu durumdan zevk alıyordu. Bu iyiydi tek acı çeken tek özleyen kendi değildi. Kapı da bir an kalp krizi geçireceğini sanmıştı. Nefesi kesilmiş, kalbi teklemişti. Tuğsem’in bilinçli eğilerek suyunu dolduruşuna bakakaldı. Bu kadın bu gece onun aklını kaybetmesi için yemin etmişti belli dayanması gerekti. Yoksa masadaki tabakları dağıtıp, kadınını masaya yatırması içten bile değildi. ’Of nasıl güzel olur,” diyen iç sesine bir dur ya dememek için dudaklarını sıktı. “Sevgilim şarap mı yoksa başka bir şey mi?” “Sen ne içersen uyarım.” “Ateş Bey’imiz nasılmış?” Bebeğinin ismini duyar duymaz yüzünde güller açan kadınıyla keyiflendi. Onunda dudakları kıvrıldı. Suyundan bir yudum aldı. Karısının ağzından çıkanlarla suyu püskürtmemek için üstün bir çaba gösterdi. Ancak kahkahasını tutamadı. “Sorma bebeğimi sormak için annemi aradım. Yeter arama sen bu gece benim oğlumu mutlu et bende senin oğlunu gibi bir şeyler dedi. Ah bu benim munis kayınvalidem ne zaman bu denli edepsiz oldu. Gülme ya ciddiyim çok utandırdı beni…” “Canım anam benim kurumak üzere olduğumu gördü demek ki.” “Ahh! Edepsiz adam seni, hem sen yaklaştın da ben yok mu dedim?” “Korktum. Canını yakmaktan çok korktum.” Ortamdaki flörtleşme kendini birden duygusallığa bıraktı. Alaz’ın gözleri dolmuştu. Derin bir nefes alıp, başını tabağına gömdü. Bir lokma aldı ama tadını alamıyordu. Oğlunu ve sevdiğini kaybettiğini düşündüğü günlerin acısını unutması zor olacaktı. “Aşkım! Geçti bitti! Lütfen bu gece bu seksi kadının tadını çıkar.” “Ondan şüphen olmasın,” diye kalınlaşmış sesiyle verilen cevaba Tuğsem bakakaldı. Bütün tüylerinin ayaklanması göğüslerinin ucunun sızlaması üzerine çaktırmadan kollarını bağlayarak ovuşturdu. Tuğsem emzirdiği için içki içmeyecekti. Alaz’da istemedi. Birbirlerine kaçamak bakışlar atarak sessizce yemek yediler. Tuğsem’in pek boğazından geçmese de yiğidi aslanı olan adamın karnının doyması için zaman veriyordu. Malum güce ihtiyacı vardı. Aklından geçenlerle kahkahalara boğulmak üzereydi. Sırf kocası delirdi kadın demesin diye kıkırdamıştı. “Ne oldu?” “Yok bir şey,” deyip ayağa kalktı ve televizyonu açtı. İnternete girip, eski şarkılardan bir tane solo müzik açtı. Kocasının bakışlarını üzerinde hissediyordu. Bu da uyarılmasına neden oluyordu. Gönlü çıldırmış gibi titriyordu. Arkasını döndüğünde elini uzattı. O dakikalarda Alaz delici bakışlarıyla sevdiğini arkadan inceledi. Mükemmel iki yuvarlık ve sırt dekoltesiyle sabrı tükenmek üzereydi. Tuğsem’in elini tutup, bedenlerini birleştirdi. Sarmaşdolaş dans etmeye başladılar. İkisi de gözlerini kapatmış, melodiye göre salınırken Hüseyin başını sevdiğinin saçlarına gömdü. Uzun uzun kokusunu içine çekti. Kokusu yetmeyince ufak ufak öpmeye başladı. Kollarındaki bedenin tepkilerini hissetmek erkekliğini coştursa da sakince dans etmeye devam etti. Ellerinin biri kalçalarını avuçlarken diğer eli belinden baskı yaparak penisini hissetmesini sağlıyordu. Bunu öyle doğal hareketlerle yapıyordu ki, kadını sadece inleyebildi. İniltisi üzerine gözlerini birleştirdiğinde o gözlerde gördüğü arzuyla gülümsemeye çalıştı. Ancak daha fazla devam edemeyip, dudaklarını birleştirdi. Dudaklarına değen nefesle artık bedeninin şehvete kapıldığını anlayan Tuğsem gözlerini kapayıp, içinden taşan arzuyu yansıtmak istercesine öpüşmeye karşılık verdi. Alaz’ın öpüşmesinde bir farklılık vardı. Tutkusuna ortak olabilmek için dilinin hareketlerine yetişmeye çalışan bir telaş içine girdi. Kocasının yüzünü iki eliyle tutup, boğuk boğuk inleyerek öpüşlerini daha çok derinleştirdi. Sertlikleri ısırmaya doğru giderken, birden dudaklarını ayıran adamın tutkudan gözleri simsiyah olmuştu. Genç adam böyle devam ederse aldığı hazla dayanamayacağını anladığından tuttuğu nefesini serbest bıraktı. Kontrolü eline bir an önce almazsa seğirmeye başlayan erkekliği kendini bırakacak ve karısını hayal kırıklığına uğratacaktı. Günler sonra bunu ne kadınına ne de kendine yakıştırabilirdi. Göğüsleri hızla inip kalkarak nefes alan karısının dudaklarından küçük bir öpücük daha alıp, bacaklarının altından tutup kucağına aldı. Tuğsem, sırılsıklam olduğunun farkındaydı. Daha soyunmadan sadece öpüşmeyle boşalmanın sınırına gelmişti. Oysa bu gece kendinden çok adamının zevki öncelikliydi. Kendini kaybetmemeli hayatının en güzel sevişmesini kocasına yaşatmalıydı. Yatak odasına geldiler, Tuğsem’i ayaklarının üzerine bıraktı ve Alaz hemen uzaklaştı. Cam kenarındaki berjere oturdu. Kendini tutabilmek için biraz uzaklaşmalıydı. Gözlerinin içine bakarak; “Soyun,” dedi. Tuğsem kocasının neden uzaklaştığını anlamazken duyduğu tek kelimeyle tekrar bedeni tutkuyla doldu. Bakışlarını hiç çekmeden ince askılarına dokundu. İlk önce sağ askıyı sonra sol askıyı indirdi. Göğüslerini büyük ölçüde açıkta bırakan askısız siyah sütyen açığa çıktı. Beklemeden elbiseyi ayaklarının ucuna düşürdü. Şimdi topuklu ayakkabılar ve dantelli iç çamaşırlarıyla kalmıştı. Tam ayakkabıyı çıkaracakken kocasının yine o yüreğini delip geçen sesiyle durdu. “Ayakkabıların kalsın.” Karısının en az kendi kadar dağıldığını, ellerinin titrediğini görmek hoşuna gitti hatta kendisine haz verdiğini bile söyleyebilirdi. Yavaş yavaş soyunan kadını seyretmek zor olmuştu. Dokunmak için yanıp tutuşurken bedenine hakim olmaya çalışmıştı. Aynı heyecan aynı tutkunun Tuğsem’de de olması bütün bedeninin karıncalanmasına sebep oldu. Berjerden kalkıp, gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Her adımda bir düğme açılıyordu. Konuşamıyor, gözlerinden anlasın istiyordu. Bu görüntü karşısında Tuğsem dudakları kurumuşçasına dilini dudaklarında gezdirdi. Adam gömleği çıkardıktan sonra eli kemerine gitti. Ortamdaki erotizm ikisini de esir aldı. Karsının cesur ve arsız bakışlarında kemerini açıp, pantolonunda kurtuldu. Baksırıyla kaldığında nefes alışverişleri birine değecek kadar yakınlardı. Dudakları birleşti, ortama tezat öpüşmeleri hiç aceleleri yokmuş gibiydi. Tuğsem’i yavaşça yatağa yatırdı ve dudaklarını boynuna indi. Dilini gezdirdiği yerlere öpücüklerini sıralarken tadına vara vara aşağılara süzüldü. Karısının göğüslerinin sütle dolduğunun her zamankinden daha hassas olduğunun farkındaydı. Tuğsem ise çıldırmak üzereydi. Alaz da başka bir şeyler vardı. Dokunuşlarında, öpüşlerinde hatta bakışlarında bile şevk vardı. O gözlerdeki bakışların şehvetle parladığını gördükçe kalbinin ritmi değişiyordu. Kendini geriye yastıkların üzerine attı. Gözlerini yumdu. Özlemini duyduğu bedenin aşkının tadını en ince ayrıntısına dek çıkarmaya karar verdi. Kocasının her dokunuşuna her dil darbesine özgürce tepkiler verdi. İnlemelerini, çığlıklarını kasılmadan içinden çıkardı. “Kadınım öyle güzel öyle seksisin ki, baktıkça bakasım öptükçe öpesim geliyor.” “Sen kendini görmüyorsun.” Tuğsem’in her zamanki beğeni sözlerinden sonra doğrulup tekrar dudaklarına ulaştı. İki dudağını ağzının için alıp emmeye başladı. Bu sırada da tek eliyle baksırını çıkardı. Öpüşmelerini hiç kesmeden karısının bacaklarının arasına yerleşti. İki ay sonra ilk birlikteliklerini uzatmak için elinden geleni yapmıştı. Fakat bu dakikaya kadardı…. “Söz veriyorum diğer sevişmelerimiz daha uzun olacak,” deyip karısının içine kendini itti. Tuğsem’in acıyla zevk arası iniltisi ağzına akarken emdiği dudakları serbest bıraktı. Pozisyonunu düzeltip git gel yapmaya başladı. Sıcacık kasılmaların çığlıklar atarak ona eşlik etmesiyle hızını arttırdıkça arttırdı. “Hüseyinn,” diye ismini bağırarak boşalan karısına gülümsedi. Bir deri gibi penisini kavrayan sıcaklıktan hiç çıkmak istemese de birkaç gitgelden sonra kadının içinden hırlayarak çıktı. Bedenini tamamen rahatlatan içini coşturan sıvılarını karısının göbeğine akıttı. Sakinleşene dek göğüs oluğuna başını koydu. Hızlı hızlı nefeslerini bıraktı. Kadınının saçlarını okşamasıyla nasıl şanslı bir adam olduğunu düşünüyordu. Göğüs çatalına bir öpücük kondurup, başını kaldırdı. Aynı anda tebessüm edip aynı anda konuştular. “Seni seviyorum.”
3 yıl sonra Tuğsem iki yorucu ameliyattan sonra odasında dinleniyor, günlerin ne denli hızlı geçtiğini düşünüyordu. Ateş’i güzel oğlu üç yaşında olmuştu. Sanki oğlu büyüdükçe sevgisi de büyüyordu. Mecburi hizmeti bittikten sonra İstanbul’a taşınmışlardı. Hem Berfin’e yakın olmak oğluna da kendine de iyi geliyordu. Yasmin’i de seviyordu ama küçük görümcesi ona kardeş gibiydi. Berfin ve Bilal’in iki yaşlarında bir kızları vardı. İsmini Eliz koymuşlardı. Yasmin ve Cemal’in de Eliz’den iki ay küçük Ali Cem adında bir oğulları olmuştu. Ferzan dedenin en büyük mutluluğu bütün çocuklarının bir araya geldiği zamanlar oluyordu. Artık çok yaşlanmıştı. Alaz’ın ödü kopuyordu. Annesi ve babasının yeri ayrıydı ama kimse dedesi değildi. Onu kaybetmek istemediğinden sık sık dedesini mutlu etmek için ailesini bir araya getiriyordu. Cemal ile hala mesafeliydi. Bir türlü onu affedemiyordu ama bunu Ali Cem doğduğundan beri içinden yaşamaya karar verdi. Hem Yasmin üzülüyor, hem de dedesi sen ağasın yakışmıyor diyordu. Ferzan dede torunlarının çocuklarıyla resmen yaşlı adam olmaktan çıkıyor, canlanıyordu. Özellikle Ateş’i tepesinden indiresi gelmiyordu. Tuğsem bu anılarla gülümserken telefonu çaldı. Arayana baktığında Işık olduğunu gördü. “Işığım!” “Tuğsemm” “Işık ne oldu? Neden çığlık çığlığasın?” “Tuğsem hamileyimm!” “Gerçekten mi? Oh çok şükür teyze oluyorum. Işık ağlama…” “Nasıl ağlamam, Altuğ duyduğundan beri çıldırmış gibi herkesi aradı.” “Mutlu olmuştur tabi.” “Olmaz mı? Doktor hamilesiniz der demez odadan çıktı. Telaşla dışarıya çıktığımda hüngür hüngür ağlayarak Cavidan annemi aradığını gördüm.” “Yaa kıyamam, eh az badireler atlatmadınız.” “Biliyordum Tuğsem, hiç inancımı kaybetmedim. Altuğ’u Allah’ın izniyle baba yapacağımı biliyordum.” “Bende inanıyordum canım, hadi ağlama artık hem bebeğin hissediyor.” “Kapatmam lazım, annemi arayacağım. İlk seni aradım.” “Tamam görüşürüz. Akşam sana uğrarım.” Telefon kapandıktan sonra o da ağlamaya başladı. Evliliklerinin ilk yıllarının sonunda hiç korunmamalarına rağmen hamile kalmayınca doktora gitmişlerdi. Üroloji uzmanı Altuğ’a pat diye kısırsınız deyince Altuğ yıkılmıştı. İlk tepkisi sen anne olmayı hak ediyorsun bu haksızlığı sana yapamam diyerek Işık’tan boşanmak istemek olmuştu. Sonraki tepkileri ise sanki Işık onu bu yüzden bırakacakmış gibi yanından ayırmamaya yan yanayken bile sürekli sarılarak durmaya başlamıştı. Başka doktorlara gitmeye ikna etmek için neredeyse beş ay uğraşmıştı. Türkiye’nin en iyi ilk beş üroloji doktorlarından birinden randevu alınmış. Profesör Altuğ’un kısır değil, azospermi hastalığı olduğunu söylemişti. İlk defa duydukları bu hastalığın aslında erkekte sperm olduğu ama kanalların tıkanık olduğu için dışarı çıkmadığını öğrenmişlerdi. Eğer canlı sperm varsa sadece tüp bebekle bebek sahibi olabileceklerini öğrenmişlerdi. Hemen mikrotese dedikleri bir operasyonla canlı sperm olup olmadığına bakmak gerektiğini söylediğinde Altuğ önyargılı davranmış ve bu operasyonu olmak istememişti. Kısır olduğunu öylesine kabullenmişti ki hiçbir şeyden umutlanmak istemiyordu. Neredeyse bir yılı geçen ikna sonuçlarında Altuğ’un ameliyattan çıktığı o günü, doktorun Işık’a söyledikleriyle arkadaşının hastane koridorlarında dizlerinin üstüne çöküp mutluluktan bağıra bağıra ağladığı o sahneyi ömrü boyunca unutamazdı. Çünkü Altuğ gurur meselesi yapmış bunu herkesten saklamak istemişti. Işık bir yıldan fazla tek başına bu sırra uğraşmış en son ikna etmesi için Alaz ve kendisine açılmıştı. Hem Urfa da gelin ağa kısır dedikoduları almış başını gitmişti. Işık’ın üzerine kuma konuşmaları yapılmaya başlanınca Altuğ ailesine hastalığından bahsetmişti. Cavidan Hanım ve Diyar Bey zaten hiçbir zaman kuma gibi bir olaya onay vermemişlerdi. Gelinleri başlarının tacıydı. Alaz’ın sıkı bir yumruğu ve ağzına geleni saymasıyla mikrotese olmuş ve çok kaliteli spermleri olduğu ortaya çıkmıştı. Saklamak için on tüp alınmıştı. Tüp bebek tedavisi problem ister kadında olsun ister erkek de tamamen kadına uygulanan bir işlem olduğundan Işık bu süreçte çok yıpranmıştı. Ancak hiç vazgeçmemiş, asla umudunu kaybetmemişti. Altuğ’un kendini suçladığını bildiğinden çoğu zaman üzüntüsünü yaşayamamıştı. Üçüncü denemelerinde olmuştu işte ve inşallah ikizdir diyerek içinden dualar etti. Işık’ın yerinde olsa bu denli mücadele eder miydi? Hiçbir fikri yoktu. Sonuçta evlilik illa çocuk demek değildi. Bunu düşünürken bile içi bir kötü oldu. Tamam çocuk değildi ama Ateş olmasa böylesine tamamlanmışta olmazlardı. Işık’ı düşündükçe içi mutlulukla doldu. Canı kardeşi ne zaman bir çocuk görse kötü oluyordu. Bir gün Berfin Eliz’i emzirirken öyle imrenerek bakmıştı ki içi parçalanmıştı onun için hepsinin duaları kabul olmuştu. Telefonu tekrar çaldığında Hüseyin’im yazısıyla sevinçle cevap verdi. “Efendim kocacığım.” “Tuğsem duydun mu? Işık hamile!” “Evet şimdi konuştum.” “Altuğ mutluluktan ağlıyordu.” “Işık’ta öyleydi. Allah sağlıklı sıhhatli kucaklarına almayı nasip etsin.” “Amin aşkım!” “Başımın Tacı!” “Ah bu iki kelimeden sonra mutlaka bir şey isteniyor, söyle bakalım Alaz Ağa…” “Bende istiyorum.” “Neyi?” “İkinci bir bebek…” “Pek bir ısmarlama istek olmadı mı?” “Sen istemez misin?” “İstemem için kocamın bol bol performans sergilemesi gerek,” diye dalgaya vurunca hak verdi karısına bu ara işten geç geliyor ve yorgun oluyordu. İhmal etmişti sevdiceğini gülümseyip, Tuğsem gibi şakaya vurdu. “O zaman yansın geceler karıcım, akşam hazır ol!” “Ooo vaatler vaatler…” Alaz kahkaha atıp seni seviyorum diyerek telefonu kapattı. Hazırlanıp Işık’ın yanına gitmek için hastaneden çıktı. Saffet’ine bindiğinde hala içi içine sığmıyordu. Sevinçle direksiyona sarıldı. “Saffet hayat çok güzel ve Allah’ın izniyle daha da güzel olacak…” 7 ay Sonra Altuğ, hastane koridorunda bir o yana bir bu yana volta atarken çıldırmak üzereydi. Işık ikizlerini normal doğuracağım diye tutturmasa hiç bu eziyeti çekmeyeceklerdi. Her çığlığında içi parçalanıyordu. Bu bebekler için çok beklemişlerdi. Karısı çok acı çekmiş çok mücadele etmişti. Onu kaderine yazan Rabbine her gece yatmadan önce şükrediyordu. Işık’ın böylesine güçlü sağlam olacağını düşünmemişti. Cavidan Hanımın sesini duydu. “Oğlum kurban olduğum ne olur sakin ol biraz.” “Olamam anne,” derken Işık’ın çığlığını tekrar duyduğunda elleriyle kulaklarını kapattı. Sonra bir bebek alması duyuldu. Kardeşi ikizlerden biri doğdu diye bağırdığında içinden geçen hangisiydi. İlk kızı mı yoksa oğlu mu doğmuştu. “Altuğ!” “Alaz! Baba oldum,” derken gözlerinden yaşlar boşaldı. İkinci bebeğinde çığlıkları kulaklarına geldiğinde stresli hastane koridoru bayram havasına dönüşmüştü. Alaz kardeşim dediği adama sımsıkı sarıldı. Onun neler hissettiğini çok iyi anlıyordu. “Gözün aydın kardeşim,” dedi. Sırayla herkes Altuğ’a sarılırken o sersemlemişti. Üç yıl kadar önce doktorun ona ilk kısırsınız dediği an çektiği acıyı hatırlamak için hiç uygun bir zaman dilimi olmamasına rağmen nedense o an gözlerinin önüne geldi. Resmen o doktora bak ben baba oldum demek istiyordu. Karısı ona bu hayatta asla umut etmekten vazgeçmemeyi, başarmak için mutlaka bir yol olduğunu ve her şeyi Allah’tan istemeyi öğretmişti. Onun her yıkılışında yanındaydı. Yeri geldiğinde sarmalamış, yeri geldiğinde avazı çıktığı kadar bağırarak onu kendine getirmeye çalışmıştı. İşte şimdi mücadelesinin meyveleri doğmuştu. Hemşireler Işık’ın iyi olduğu ve bebeklerin kontrol amaçlı yeni doğan çocuk uzmanı tarafından muayene edildiğini haber verdiler. Bir köşede sessizce bekleyen Turan babasının yanına gitti. Adamın dolu gözlerle bakışlarına dayanamayıp ellerinden öpüp sarıldı. Kayınpederi için Işık’ın ne ifade ettiğini en iyi bilenlerden biriydi. Hep beraber odanın önüne geldiklerinde Altuğ hemen odaya girdi. Karısını gözleri kapalı, yanakları kızarmış yorgun gördüğünde içi sızladı. Hızla yanına gelip alnından usulca öptü. Işık gözlerini usulca açtı. “Bebeklerimizi gördün mü sevgilim.” “Yok!” “Ben gördüm çok güzeller.” “Sen doğurdun onları güzel olmamaları imkansız, zira anneleri dünyanın en güzel kadını.” “Caner ve Cansen’imin babaları da çok yakışıklı.” Altuğ tam uzanıp Işık’ı dudaklarında öpecekken kapı açıldı. Bebekleri gelmişti. Tabi arkalarında onları görmek için gelen kocaman ailesi, boğazı düğümlendi. İşte mutluluğun resmi bu diye düşündü. Onun fısıltıyla dile döktüklerini kimse duymadı. “Allah’ım teşekkür ederim, binlerce şükür…” MUTLU SON |
0% |