Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

Hüseyin Alaz, Tuğsem’e evlenme teklif edildiğini duyduğundan mı? Yoksa hakkında hiçbir şey bilmediğini fark ettiğinden dolayı mı bilinmez ama geceyi çok huzursuz geçirmişti. Bugün yine hidroterapi olduğu için havuzda olacaklardı. Bugünkü planı eğer çok yorulmamış olursa memleketinden gelen mektupları okuyacaktı. Üç çuval dolusu mektup olduğunu düşündükçe sıkılması gerekirken içi çocuklar gibi sevinçle doluyordu. Neredeyse bir çuvalını okumuştu. Her okuduğu mektup mutlu olmasına sebep oluyordu. Özellikle okuttuğu çocukların küçücük masum kalplerinden yazdıkları belli olan cümleleri okudukça bütün çektiklerine değdiğini düşündürüyordu.

Bugün ne yapıp, edip Tuğsem’le yakınlaşacaktı. Tabi ki fiziksel bir yakınlaşma beklemiyordu. Biraz sohbet ve gözlerine bakmak şimdilik yeterliydi. Genelde kadınları etkilediğini anlardı. Doktoru da etkiliyordu hissediyordu. Sadece gün geçtikçe neden ondan uzaklaşıyordu. Bir türlü bunu anlayamıyordu. Duvarlarını kırardı. Onun için sorun yoktu. Yeter ki bir sevdiği olmasın, o zaman nasıl olsa kalbine ben girerim diye düşünüyordu. Özgüvenin tam olduğunu gösteren egoist bir tavırdı belki ama kararlı olmak zorundaydı.

Havuza indiklerinde tekrar demir sandalyeye bağlandı ve yavaşça havuza sokuldu. Su sıcacıktı. Ona verilen eksersizlerden yapmaya başladı. Gözü arada bir kapıya takılsa da ona gösterilen her hareketi elinden geldiğince yapıyordu.

Tuğsem, kapıdan girdiğinde yüzüne bakmasını bekledi. Ancak direkt suya girmesini hafif bir selamdan sonra işine bakmasına sinir olarak bakakaldı. Bu kadın gittikçe buz gibi oluyordu. Ben seni ısıtmasını bilirimde dua et tam iyileşemedim diye gözlerini kırpmadan ona söylüyormuş gibi içinden konuştu.

Hüseyin Alaz kendi fiziksel görüntüsünün farkındaydı. Birçok kadının ağzının suları akan bir adamdı. Girdiği birçok ortamda da kara gözleriyle etrafa bakınması bile yeterdi. Ailenin bütün erkekleri genetik uzun boya ve esmer tene sahipti. Bu oldukça dikkat çekiyordu. Ancak doktor hanımın umurunda bile değil yakışıklılığım diye hırslandı. O arada yardımcı elemanlardan birinin sesi düşüncelerini böldü.

“Hocam, telefonunuz ısrarla çalıyor vereyim mi?”

“Lütfen!” deyip telefona baktığında öyle bir gülümsedi ki yanağındaki kocaman çukurluk ortaya çıktı. İlk defa onu böyle gülümserken görüyordu ve kesinlikle hep gülmeliydi. Böyle bir güzellik yok derken; Tuğsem’in hitabıyla tüm bedeni sıcak suda bile buz tuttu.

“Canım!”

“Halacığım, nasılsın?”

“İyiyim bebeğim, sen nasılsın?”

“Bende iyiyim, biliyor musun halacığım, kardeşim doğdu. Babam haberi benim vermemi istedi.”

O anda Tuğsem’in gözleri doldu. Hülya’nın yanında olamamıştı. Normalde doğuma on beş gün kala izin alıp, yardımcı olacaktı. Ancak Ahmet Hoca Hüseyin Alaz BIÇAKÇI’nın tedavisi bitsin sonrasında istersen bir ay git şimdi olmaz diye izin vermemişti.

“Özür dilerim bebeğim, çok özür dilerim, yanınızda olmalıydım,” diye ağladığında kimse umurunda değildi. Melih dahil oradaki herkesin pür dikkat onu izlediğinin farkındaydı. Sadece Hüseyin Alaz ‘a arkasını dönmüştü. Abisi seslendiğinde tekrar gülümsedi.

“Kızım saçmalama ya, biz sana haber verelim dedik. Bak Hülya’nın da selamı var. Dün gece sancısı olunca gece arayıp rahatsız etmek istemedim. Rüya hanımda halası gibi inatçı cadı olacak sanırım. Sabaha kadar karıma kök söktürdü.”

“Yerim ben onun inatçılığını, nasıl güzel mi?”

“Çooook bir görsen Tuğsem bir sürü saçı var?”

“Hala kardeşim aynı sana benziyormuş, annem öyle diyor.”

Tuğberk’in sözlerinden sonra kahkaha attı. Çünkü Tuğberk abisinin klonlanmış hali gibiydi. İsmini de hem Tuğrul’a yakın hem Tuğsem’e o yüzden Tuğberk olsun demişti. Bir daha çocuk doğurursam dokuz ay kendime bakacağım bu ne arkadaş karnımda ben taşıyayım, acısını ben çekeyim. Çocuk babanın kopyası olsun diye neredeyse iki yıl söylenmişti.

“Gerçekten çok mu benziyor?”

“Sorma Tuğsem, Hülya isyanlarda sen çocuk doğurursan, ona benzemezse intihar edecekmiş,” deyince tekrar kahkaha attı. Yengesi zaten komşularının kızıydı. Kendinden üç yaş büyüktü ama çocuklukları birlikte geçmişti. O yüzden birbirlerini çok severlerdi. Yakın arkadaş olarak Hülya’nın duygularını öğrendikten sonra gözü kör abisinin Hülya’nın aşkını görmesi için az uğraşmamıştı.

“En yakın zamanda geleceğim. Tuğberk’im, güzel adamım seni çok seviyorum.”

“Bende halacığım. Görüşürüüüüüz!”

Telefonu yardımcı elemana verirken bile gülüyordu. Tuğberk, merhaba derken inatla meraba, görüşürüz derken de inatla görüşürüüüüz diye uzatıyordu. Hepsini çok özlemişti ama paşası başkaydı. Şimdi birde küçük hanımefendi vardı.

Geri döndüğünde kendine öldürecek gibi bakan adamla yüreği hopladı. O bakışlar delip geçiyordu. Hiçbir zaman güzel bakmamıştı ama böylesi kötü de bakmıyordu. Oda suratını düşürdü ve seansa devam etti.

Hüseyin Alaz tüm telefon konuşması boyunca sinirden kudurdu. Yanağında ki gamze ve kahkahasındaki ahenk içinin arzuyla dolmasına sebep olmuştu. Ancak bir başkasına bebeğim dedikçe çıldırdı. Ne tatlı bir ses tonu kullanmıştı öyle bir ağlarken bir gülüyordu. Bu saatten sonra Tuğberk denilen adam en büyük düşmanı olmuştu. İyice anlamıştı. Bu kadın bir başkasının olamazdı.

Hayatında ilk defa kıskançlık denilen bu sevmediği hissi duyuyordu. Bir önce ki akşam Tunç denilen adam bugün Tuğberk ne yapıp etmeli, bu kadını kendine katmalıydı. O tatlı ses tonunu sadece ona kullanmalıydı. Bir de Tuğsem için soğuk katı duruşlu biri ben cilveli kadın seviyorum diyordum. Kadının tatlı sevecen ses tonu bile bütün cilveleri alt eder, şevkatiyle insanı kendine bağımlı yapar diye içinden geçiriyordu.

“Kusura bakmayın lütfen önemliydi.”

“Ne demek doktor tabi ki sevgilinle konuşmak benim tedavimden daha önemli!” diye sözlerini bitirdiğinde resmen tıslıyordu. Tuğsem’in bakışlarının sertleşmesiyle daha çok sinirlendi. Birden, ensesinden tuttuğu gibi dudaklarına yapıştığını deliler gibi öptüğünü ve pat diye bıraktığını hayal etti. Sanki gerçek gibiydi. Çünkü Tuğsem’e kimin kadını olduğunu göstermenin en iyi ve bildiği yolu buydu. Belki kibar bir hareket değildi. O da zaten kibar biri olmak istemiyordu.

“Sevgilim değildi,” diye pat diye konuştuğunda Tuğsem ağzına vurmamak için kendini zor tuttu. Ne demeye açıklama yapıyordu. Onun öyle dalga geçer gibi konuşmasına bozulup, cevap verecekken kendini ifade ediyor pozisyonuna düşmek sinir bozucuydu.

“Kimdi?”

Tuğsem, kafasını kaldırıp, gerçekten mi diye baktı. Gerçekten o kadar merak mı etmişti? Bugün bu adamın bakışlarında bir farklılık mı var bana mı öyle geliyor diye aklından geçirirken istemsiz cevap verdi. Sorduğu tek kelimelik sorunun cevabını yine tek kelime ile verdi.

“Ailem!”

Verdiği cevaptan sonra ikisi de konuşmadı. Hüseyin Alaz avına saldırmak için fırsat arayan aslan gibi gözlerini ayırmazken, Tuğsem sadece hareketlere odaklanmış gibi yaptı. Bakışlarını üzerinde hissettikçe tüyleri ayaklanıyordu. Seansın bitiş saati gelmek bilmemişti. Seans bittiğinde yine hızla havuzdan çıkıp, gitmişti. Bu gece serviste nöbetçi doktor Tuğsem’di. Bu yüzden biraz dinlenmek istedi. Doktor odasına çekildiğinde ağabeyinin gönderdiği resimlerle yeniden her şeyi unuttu. Rüya, gerçekten çok güzel bir bebekti.

Hüseyin Alaz planladığı gibi duşunu almış, yemek yemiş ve biraz uyumuştu. Akşamüzeri başladığı mektuplarla hem morali düzelmiş, hem mutlu olmuş hem de doktoru düşünmekten uzaklaşmıştı. Bir çuval daha bitmişti. Melih sekreterlerden birini getirelim size okusunlar yorulmayın dese de, o bu ülkenin geleceği olan çocukları çok seviyordu. Onların saf sevgi ve minnetini okumak ona güç katıyordu. Çok mücadele etmişti, o çocuklar rahat etsin diye bunun karşılığını da kimseyle paylaşamazdı. Bencillikse evet bencillik ediyordu.

Bütün mektuplarda senin için dua ediyorum vardı. Bundan büyük mutluluk mu oldu. Tanımadığı ama yardımcı olduğu bir sürü kişi ona dua ediyordu. Mektuplar elinde göz kapakları kapandığında aklında olan tek şey bende sana dua ediyorum inatçı doktor bende sana minnet duyuyorum.

Tuğsem, gece diğer hastaları kontrol ettikten sonra içindeki meraka engel olamayarak Hüseyin Alaz’ın odasına yöneldi. Melih’i tekrar dışarıda beklerken gördüğünde bu adam hiç uyumuyor mu diye düşünmeden edemedi. İlk günden beri hep buradaydı. Hüseyin Alaz’ı vuran kişiler hala bulunmadığı için sürekli polis de bekliyordu. Bunlara alışmıştı da çıktıktan sonra yine saldırıya uğraması ihtimalinin olmasına alışamamıştı.

Polis memurlarına ve Melih’e selam verip, odaya girdi. Ara koridorda bir süre durdu. Heyecanını bastırmalı nefesini düzene sokmalıydı. Yavaş adımlarla yanına ilerlediğinde oturur pozisyonda uyuduğunu gördü. Üzerinde siyah kısa kollu bir tişört vardı. Yakışıklılığı karşısında iç çekti. Yatağın yanına çekilmiş sandalyenin üzerindeki çuvala baktı. Elindeki ve bacaklarındaki birkaç kağıt parçasına gözleri iliştiğinde kendine engel olamadı. Mektuplardan birini eline aldı.

Alaz ağam, ben Buke on dört yaşındayım ve iki senedir senin vakıf okulunda okuyorum. Sen beni bilmezsin ama ben sana hayranım. Babam beni okutmayacaktı. Şimdi orta sondayım ve Fen lisesine hazırlanıyorum. Ben doktor olacağım o zamana kadar yaşa Ağam yemin ederim ben seni iyileştiririm. Vurulduğunu duyduğum günden beri her gece ağlayarak dua ediyorum. Allah seni başımızdan eksik etmesin diye. Sen olmasan biz kızlar nasıl okuyacaktık. Allah’a emanet ol. Buke

Tuğsem’in gözleri doldu. Ne kadar saf bir sevgiydi bu böyle ve bunu kendine bir kere bile gülmeyen bu adam mı yapmıştı. Bu çocuklar için bile mutlaka iyileşmelisin seni huysuz diye içinden sinirle söylendi. Yüzüne tekrar özlemle bakıp, bacaklarının üzerindeki mektubu eline aldı.

Alaz ağam ben Devran annemin okuması yazması olmadığı için bana yazdırıyorlar. Hepsi çok üzgün iki ablamda gece gündüz senin için kuran okuyor. Bize yaptıklarını ödeyemezmişiz. Allah seni ilerde doğacak çocuklarına bağışlamış. Annem hep Diyarbakır’a kin, intikam, nefret duygularından uzak yaşamayı senin öğrettiğini söylüyor. Şu an annemin dediklerini yazmıyorum. Çünkü seni çok merak ediyorum. İyileşip, Diyarbakır’a gelmelisin ben seni görmeliyim. Büyüğünce senin gibi olacağım. Annemin selamı var. Allah’a emanet ol. Devran

Tuğsem, gülümsedi. Afacan annesinin değil kendi içinden gelenleri yazmıştı. Mektupları katlayıp, çuvala koydu. Elindeki mektubu da yavaşça aldı. Ona da göz gezdirdiğinde genel olarak aynı şeyler gibiydi. Ona çok şey borçlu olduklarını ve dua ettiklerini yazmışlardı. Bu kadar insanın duası olmak çok güzel bir duygu olmalıydı. Yatağın başını biraz indirdi. Rahat etsin istedi. Üzerine doğru eğildi. Boynuna yakın bir yerde kokusunu çekti. Uyumasa kesinlikle cesaret edemezdi.

“Bana yaptığın huysuzlukları onlara yapmıyorsun ha,” diye mırıldandı. Uykuda öyle tatlı görünüyordu ki gülümsedi. İstemsiz elinin tersi ile yanağını okşadı. Birazcık cesareti olsa küçücük bir buse kondururdu. Uyanmasından korkuyordu ama uzaklaşamadı da biraz daha baktı yüzüne.

İçimde haberim dahi olmadan bir çığ gibi büyüdün. Ne zaman seni görsem, yanına yaklaşsam hazan yaprağı gibi titriyorum karşında. Sensiz ben ne yapacağım. İlerde bir gün, şerefli onurlu vicdanlı bir adamı sevdim diyeceğim. En azından buna seviniyorum. Biliyor musun? Yüreğinin büyüklüğüne tekrar tekrar aşık oluyorum. Çok güzelsin be adam!’ diye ona aktarmak istediklerini yüzüne hasretle bakarken içine akıttı. Farkında olmadan üzerine eğildi. Yüreği ona koşarken dayanamadı ve dudaklarına bir buse kondurdu.

Tuğsem şok olmuş bir şekilde hemen geri çekildi. Odadan çıkıp, gitmeliydi. Bunu nasıl yapmıştı. Bu nasıl bir şuursuzluktu. Ya dudaklarına değen dudaklarının böylesine yanmasına ne demeliydi. Hemen! Hemen gitmeliyim buradan diye düşünerek arkasını döndü. Ancak aynı anda kolundan çekilip, yatağa düşmesi bir oldu. Çığlık bile atamamıştı.

Hüseyin Alaz, doktorun odaya ne zaman geldiğini bilmiyordu. Elinden mektup çekilince uyanmıştı. Güzel ferah kokusundan Tuğsem olduğunu anladığı için uyuyormuş gibi yapmaya devam etti. Boynuna doğru eğilip, kokusunu çektiğinde iç çekmemek için verdiği mücadeleyi en zorlu işlerde bile vermemişti. Ya ona huysuz demesine ne demeliydi? Gülmemek için insan üstü bir çaba göstermişti. Sesinin sıcaklığı içinde bir yerleri ayaklandırmıştı.

Dudağına kondurulan öpücük, işte bu dumura uğramasına sebep oldu. Asla böyle bir şey beklemediği için şaşırdı. Tam karşılık verecekken, çekilmesiyle gözlerini açtı. Tuğsem’in arkasını döndüğünü gördüğünde gitmesinden korktu. Dudaklarına bir ateş yakmıştı ve bu ateşi söndürmeden öylece onu bırakamazdı. Kolundan tuttuğu gibi kucağına çekti ve dudaklarına kapandı.

Yanan dudaklarının suya ihtiyacı vardı. O buz gibi su da doktorun dudaklarındaydı. İki dudağını da ağzına alıp, içine çektiğinde geri çekilmesinden karşılık vermemesinden korkarcasına saldırdı. Alt dudağını çekiştirdi. Ağzını açmaya zorladı. Sanki bu dudaklar olmazsa ölecekmiş gibi hissetmesine ve daha karşılık vermemesine rağmen aldığı tadın lezzetine şaşırdı.

Tuğsem’in şaşırdığının farkındaydı. Dudaklarını bırakıp, yanaklarına burnuna alnına öpücükler kondurdu. Kendini çekip baktığında gülümsedi. Gözlerini sımsıkı kapatmış, yanakları al al olmuş kadın ona ne yaptığının farkında mıydı acaba? Dayanamayıp, bir daha bal gibi dudaklarından öpmeye başladı. Bu seferki öpücüklerinin telaşı tadına tamamen varmak ister gibiydi. Tuğsem’in ağzını açmasıyla, içine daldı. Dilinin lezzeti mükemmel ötesiydi. Acemice verdiği karşılıklar bambaşka bir haz yaşatıyordu.

Tuğsem, sevdiği adama karşılık vermemek için kendiyle verdiği mücadeleye yenildi. Çünkü çok güzeldi. Çok başkaydı. Bu zamana kadar hiç böyle bir şey yaşamamıştı. Alnına kondurulan öpücükten sonra kendini daha çok sıkmıştı. Dudaklarından daha çok oradan etkilenmesine sebep olmuştu. Ellerinden birini kaldırıp, ensesinden tutundu.

Öpücük öyle derinleşmiş ki nefes alamaz hale geldiğinde Hüseyin Alaz çekildi. Çünkü genç adam bugüne dek öpüşme ile nefesinin kesildiğini bilmezdi. Demek ki kimseyi böyle uzun uzun öpmemişti. Alnını Tuğsem’in alnına dayadı. Hızlı hızlı nefes alıyordu. Gözlerini hala sımsıkı kapatan, soluklandıkça göğsü göğsüne çarpan kadına bir kez daha gülümsedi. Nefesi düzene girer girmez konuştu.

“Gözlerini açacak mısın?”

“Açmasam daha iyi sanki…”

Tuğsem’in ani sevimli cevabıyla kahkaha atan Hüseyin Alaz’ın içi mutlulukla dolmuştu. Yastıkların üzerine doğru yatıp, doktoru da göğsüne yasladı. Saçlarını okşarken bile ağzının içindeki tadın güzelliğini düşünüyordu. İnatçı cadıya biraz zaman tanımadık istediği için konuşmadı.

Tuğsem, çok utanıyordu. Hem de öyle böyle değildi. İlk öpücüğünü sevdiği adamla yaşamasının ve bundan aldığı zevkin muhteşemliğine inanamıyordu. Ya kahkahası o ne hoş bir sesti öyle, şiirler yazılır şarkılar söyletirdi. Ah Allah’ım bu adamı boş zamanında mı yarattın? Her şeyi güzel gülüşü ondan güzel ve benim kalbim dayanamıyor diye gözünde büyüte büyüte bitiremediği adamının normalinden yumuşak sesini tekrar duydu.

“Gözlerini açmıyorsun. Konuşmakta mı istemiyorsun.”

“Sen kimsin, ben seni tanımıyorum. Ses tonun tanıdığım o huysuz adam gibi değil.”

Hüseyin Alaz tekrar kahkaha attı. Huysuz ha birkaç defa kendine direkte söylemişti. Öpüşmeden önce de öyle dediğini duymuştu. Kendine sinirli sert dediklerini biliyordu ama huysuz bak bu bir ilkti. Kollarının altından tuttuğu gibi yukarı kaldırdı. Şimdi yine göz göze dudak dudağa idiler.

Öpüşmeden sonra Hüseyin Alaz’ın yüzü aydınlanmış daha bir seyredilesi olmuştu. Tuğsem’in ise hala kalbi küt küt atıyordu. Şimdi birbirlerine bakarken genç adam gülüyor, doktor ise yüzünde bir şey bulmak ister gibi merakla genç adamın yüzünü inceliyordu.

“Manzaran iç açıcı mı bari?”

“Hı hı!”

“Sen kimsin, ben seni tanımıyorum. İnatçı dediğim dedik doktor nere gitti.”

Tuğsem de güldü bu sefer Alaz’ı tanıdığı günden beri yüzünü böyle mutlu görmemişti. Ona bu mutluluğu veren kendisi miydi? Öpüşmüşlerdi! Bu aklına gelince yine alt dudağını ısırdı. Genç adama baktı. Öpüşmüşlerdi! Sanki idrak edemiyor gibi sürekli bu kelime dönüyordu kafasında, öpüşmüşlerdi. Alaz’ın yumuşak sesi doktorun alt dudağını ısırmasıyla kalınlaşmıştı.

“O dudaklarını biraz daha ezersen, olacaklardan ben sorumlu değilim.”

“Ne gibi”

“Gel göstereyim.”

Loading...
0%