Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

 

“Gel göstereyim.”

Cümle bitmeden Alaz tekrar tadına bayıldığı dudaklara saldırdı. Müptelası olmuş gibi hissediyordu. Aynı şekilde karşılık almak ise etkileyiciydi. Tuğsem’i yana yatırıp, üzerine abandığında ise erkekliği coşmuş durumdaydı. Öpücüklerini hiç kesmeden sertliğine bastırdı.

Tuğsem’in inlemesi işleri çığırından çıkardı. Daha fazla dayanamıyordu. Aylardır biriyle birlikte olmamamın yanı sıra bugüne dek doktordan daha çok istediği kimse olmamasının etkileriydi bunlar, öpücükleri boynuna doğru kayarken, eliyle sağ göğsünü kavradı. Hem bluzu hem doktor önlüğü çok fazlaydı. Bu kadar giyinik olmak zorunda mıydı? Nedensizce sinirlendiğini hissetti. Bu yüzden öpmeyi bırakıp, önlüğü acele hareketlerle çıkarmaya çalıştı.

Hüseyin Alaz’ın önlüğünü çekiştirmesiyle aklı başına gelen Tuğsem, hastane odasında ve bir hastayla yaptıklarının uygunsuzluğuyla durdu. Önlükle mücadele eden adamın elinden tuttu. Aslında hiç istemediğini belli eden bir ses tonuyla;

“Dur,” dedi. Hüseyin Alaz zorlukla gözlerine bakabildi. Asla durmak istemiyordu. Üstelik kıyafetlerimizin üstleri de durabilir sadece altlarını çıkarıp, içine gömülmeliyim ve aylardır çektiğim eziyeti bitirmeliyim diye düşünüyordu.

“Durmamı isteme benden!” derken bile sesi acı çekiyor gibi çıkmıştı. Çünkü gerçekten acı çekiyordu. Kaç gece rüyalarında bu kadınla birlikte olmuştu. Bencilce davranıyordu farkındaydı ama durursa aklını kaçıracaktı.

“Lütfen!”

Tuğsem’in sessiz fısıltısı ile sinirli bir nefes verdi. Kesinlikle doktora değildi bu kızgınlığı ama daha önce böyle bir yarım kalmışlık yaşamamıştı. Kasıkları sızlıyordu. Kendini yana attı. Vücudunun bir kısmı hala genç kadının üzerindeydi. Hızlı nefesler alarak sakinleşmeyi bekledi. Bir türlü sakinleşemiyor, küçük adamının isyanlarda olmasına hak veriyordu.

“Beni mahvettin doktor, beni mahvettin!” diye söylendi. Sesi hala sertti. Hüseyin Alaz ağa şu an hayatının sabrını gösteriyordu. Çünkü o göğüslere dokunmuş ve ellerinin doldurmasıyla kendinden geçmişti. Daha çıplak görmeden bu haldeydi. Birde tüm bedeninin tadına baksa ne olurdu. Bu kadına tutulduğu için mi böyle hissediyordu. Yoksa uzun zamandır seks yapmadığı için mi karar veremiyordu. Tek istediği şu an onu kendine kılmaktı. Sürekli aynı düşüncelerin kafasında dönmesinden sıkılmıştı.

Tuğsem, ise boynuna başını gömdüğü adamdan uzaklaşamıyordu. Sesindeki sertliğe kırılmıştı. Ne yani hemen onunla birlikte olmasını mı bekliyordu. Yetişkin bir kadındı. İşi gücü yerindeydi. Bu konuda Allah’tan başka hesap vereceği kimse yoktu. Fakat bu hemen onunla yatacağı anlamına gelmezdi değil mi? Ona böyle bir kadın imajımı çizmişti. Hüseyin Alaz’ın sakinleştiğini anladığında onda kaçınmaya çalıştı. Tuğsem kendini geri çektikçe Alaz kollarıyla bacaklarıyla daha çok sarıyordu.

“Kalkar mısın?”

“Hayatta bırakmam bu gece koynumdasın…”

“Alaz Bey lütfen izin verir misiniz?”

Alaz, bey lafından sonra kollarından tutup, kaldırdı. Gözlerini aynı hizaya gelerek birleştirdi. Tuğsem’in gözlerinin içine içine baktı. Bu kadar yakınlaşmadan sonra bey ne lan diye düşündü. Valla bu kadın beyninin yanmasına sebep oluyordu. Kendini tutamadı ve aynı sertlikle kükredi.

“Bey ne lan!”

“Lütfen doğru konuşun!”

“Bak hala sizli bizli konuşuyor. Tuğsem Hanım böyle yakınlaştığınız adamlarla sizli bizli olmak fanteziniz ise bana göre değil…” diye çıkışmasıyla yüzüne tokatı yemesi bir oldu. Tuğsem’in gözleri doldu. Görmesini istemediği için yüzünü çevirdi.

Alaz, doktorun araya mesafe koymasına öyle sinirlenmişti ki ağzından çıkanı kulağı duymadı. Daha başka adamları ağzına aldığı anda pişman olmuştu. Otuz üç yaşında bir adam olarak ilk defa aklından geçeni düşünmeden etmeden konuşmuştu. Kendine sahip çıkması ve öz disiplinli oluşuyla gurur duyardı.

Tuğsem, öyle dünyasını şaşırtmıştı ki nasıl davranması gerektiğine karar veremiyordu. Ağlamamak için kendini sıkan ve sessizce üstünden kalkmasını bekleyen kadın yüreğine dokunmuştu. Açılan boynuna başını gömdü.

“Özür dilerim öyle demek istemedim. Benden uzak kalmana bana mesafeli olmaya çalışmana dayanamıyorum.”

“Ben!”

“Evet sen!”

“Neyse, lütfen izin verir misin? Odanda kaldığım süre yeteri kadar dikkat çekmiştir. Daha fazla dedikodu malzemesi olmak istemiyorum.”

“Kimse benim sevgilimin dedikodusunu yapamaz.”

Alaz’ın sevgilim demesine mi şaşırsın yoksa yine birden kükremesine mi korksun bilemediğinden öylece kaldı. Ne demeli nasıl tepki vermeliydi? Alnına kondurulan öpücükten sonra üzerindeki ağırlık kalktı. O da usulca yataktan indi. Bir iki kelimede olsa konuşması gerekirdi. Böyle yakıcı bir öpüşme yaşamamış, üstüne hakaret yememiş olmasaydı. Daha sakin olabilir ya da mantıklı düşünebilirdi. Ancak bir türlü ne kalbi ne de beyni normale dönemiyordu. O sinirle saçındaki tokayı çıkardı. Biçimli koyu kahve saçları omuzlarından aşağı dökülürken nasıl seyirlik bir görüntü verdiğinden bihaberdi.

Hüseyin Alaz suçlu ama arzulu bakışlarını Tuğsem’den hiç çekmemişti. O saçların her bir telini öpmek istemesi genç kadına hissettiklerinin boyutunu ispat eder nitelikteydi. Bir de tatlı gamzesini çıkararak baksa öyle hoş olurdu ki ama doktor bir türlü gözlerini ona doğru kaldırmıyordu. İçinde büyüyen duygunun sadece tutku olduğuna inandırmak istemişti kendini. Şimdi anlıyordu çok hoşlanıyordu bu kadından… Aslında aşık olmuştu ama daha önce bu hissi bilmeyen genç adam inatla sevgiyi aklına getirmiyordu. Sadece ona diklenen bir kadına tutulduğunu düşünüyor, sahip olduğu zaman bu denli büyüsünün kalmayacağına inanıyordu.

Tuğsem biraz sakinleşip, bakışlarını kaldırdığında daha koyulaşmış siyah gözlerin tutkusuyla sarsıldı. Sadece beni yatağına almak için istiyor derken ve bu düşüncenin verdiği acıyla uzak durmalıydım diye kararlar almıştı. Ancak böylesine içine işleyerek bakması beynini allak bullak etmişti. Hemen uzaklaşmalıydı oradan hemen;

“İyi geceler Alaz Bey!” deyip kaçarcasına odadan çıktı. Bu odaya hiç girmemeli asla ona dokunmamalıydı. Öyle çok kendine kızdı ki gönlüne çöreklenen sıkıntıyla koridora bedenini zor attı. Zira ruhu hala odanın içerisindeydi. Melih ile göz göze geldiğinde ne yapacağını bilemedi. Hava almalıydı. Bu yüzden çıkışa doğru yürüdü.

Odadan çıkan genç kadının arkasından bakan Hüseyin Alaz, şaşkındı. İlk defa bir kadın onu istemiyordu. Hem de kaçarcasına gidiyordu. Hüseyin Alaz BIÇAKÇI reddedilmişti. BIÇAKÇI aşiretinin ağası istenmemişti. İş dünyasının genç hükümdarını öylece bırakıp gitmişti. Kendini geri yatağa bırakırken aklından geçenlerle bilendi. Bilendikçe de öfkelendi. Egosunun gözlerini kör etmesine neden oldu.

“Bende Hüseyin Alaz’sam beni böyle sik gibi ortada bırakmanın acısını senden çıkaracağım doktor! Altımda inim inim inlerken de bakalım bey diyebilecek misin?”

İstanbul’un salon beyefendisi yeniden hırçın toprakların ağası mı olmuştu? Aslında sakin, iyi huylu bir adamdı. Dışarıya gösterdiği sert mizaç iç dünyasında yoktu. Asla çabuk sinirlenmezdi. O zaman konu doktor olunca neden hemen boğazlayacak duruma geliyordu? Ya da hiç yapmadığı bir şekilde canı yanınca onunda canını yakmak istiyordu.

‘Kendinle çelişiyorsun ağa’ diyen iç sesine yüzünü buruşturdu. ‘Sen insanların önyargılarını kıran, töre illetiyle uğraşan bir adamdın. Bu kadar uğraşı neden verdin Alaz. Ben sana söyleyeyim. Suçsuz insanlar acı çekiyor, kadınlar eziliyor, çocuklar çocukluğunu yaşamıyor diye değil mi? Vicdanlı bir adam olman sana bunları yaptırırken, şimdi doktora yaptığın nedir?’ iç sesinin yüzüne vurduklarıyla nefesi kesildi. Karakteri mi değişmişti? Vurulmanın etkisiyle mi böyle olmuştu? Haksız yere kimseye ne kötü bir şey söyler ne kalp kırar ne de kötülük yapardı.

“İyi de hala bana bey diyor!” diye çıkışınca kime konuştuğu anlaşılmadı. Ortaya sinirle bağırdığında kafasını sağa sola salladı. Gözlerini kapatıp, bir dakika sonra falan açtı.

“Allah’ım kendi kendime konuşuyorum. Kafayı yedirtti bana kadın!”

O gece öpüşmelerini düşünmeyi kati suretle reddetti. Genç kadının yaptıkları yüzünden aptala dönmesini kabullenemiyordu. ‘Sen koskoca BIÇAKÇI aşiretinin ağasısın kendine gel’ diyen iç sesine sonuna dek hak verdi. İstese şimdi on tane kadın onunla sevişmek için ayağına gelirdi. Bir telefon yeterdi. ‘Sorun da o değil mi? Sen o, on tane altına yatmak için gelecek kadını değil, sadece doktoru istiyorsun,’ diyen acımasız fısıltı kulaklarına dolduğunda yastıklarını yumruklamaya başladı.

“Evet! Ben sadece Tuğsem’in bedenini ateşe düşürmek ve o ateş de birlikte yanmak istiyorum.”

Tuğsem, buz gibi havada on dakika kaldıktan sonra servisteki odasına çıktı. Kapıyı kilitleyip, koltuğa oturdu. Öpücükleri dokunuşu gözlerinin önünden gitmiyordu. O adam kim sen kim derken ne kadar haklıymışsın aklım, diye geçirdi içinden. Hayatı boyunca özgüvenli, dik duruşlu inatçı bir kıza hiç yakışmayacak biçimde genç adamın yanında kendini küçük görüyordu. Bundan vazgeçmeliydi. Ancak Hüseyin Alaz’ın tavrıyla daha çok içine gömüleceğini anladı.

Bir sonraki gün nöbet çıkışı olduğundan görüşmemişlerdi. İki gün sonraki ilk karşılaşma yine havuzda oldu. Bu sefer Tuğsem’in üzerinde bordo bir mayo vardı. Kalın askılı kesinlikle seksilikten çok uzaktı. Fakat Alaz’a öyle hoş geliyordu ki sürekli kadını çıplak hayal etmekten kendini alıkoyamıyordu.

Melih araştırmasını yaptığında nedense bu kadar boş bir dosya beklemiyordu. Manisa da doğmuş, ilköğretim ve liseyi birincilikle bitirmiş. Aynı sene tıp fakültesini kazanmış, bölüm üçüncüsü olarak mezun olmuştu. Ağabeyi ve ailesinden başka kimsesinin olmasına biraz üzülmüştü. Tuğberk’in ismini ve yaşını görünce bir de en büyük ikinci düşmanım diye düşünmüştüm diye gülmüştü. Hayatında uzun zamandır kimsenin olmadığını görmek son iki gündür kendini iyi hissetmesi için tek neden olmuştu.

Tuğsem’in karşılaştıklarında uzak duracağını tahmin etmişti. Utanmanın yanı sıra pişman olduğunu düşünmek acayip canını sıkıyordu. Seans başladıktan sonra birkaç defa laf açmak istemişti. Kimsenin duymayacağını düşünerek;

“Nasılsın?”

“İyiyim!”

“Pişman mısın?” diye sormak istemese de ağzından çıkmıştı bir kere cevabını beklerken heyecanlandığını hissetti. Fakat duymazlıktan geldi.

“Benimle konuşmayacak mısın?”

“Hayır!” diye sorduklarına tek kelimelerle cevap vermesine sinirlendiğini hissetti. Genç kadının içinde nasıl fırtınalar koptuğunu bilmeden ona bu şekilde davranmasına öfkeleniyor ve öfkelendikçe kızgınlığını körüklüyordu. Sustu! O konuşana kadar konuşmayacağım diye kararlar aldı.

Aradan geçen yarım saatin sonunda hala iletişim kurulmayınca; ‘Ben yıllardır değer görüp hayatıma kimseyi almamışım. Hanımefendiye sevgilim demişim. Aramızda hiçbir şey olmamış, yaşanmamış gibi davranıyor. Peki, sen bilirsin doktor. Peşinde koşacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. Nasıl istiyorsan öyle olsun,’ diye asabiyet gösterdiğinin farkında olmadan kendini geri çekti. Tuğsem’in bir daha yüzüne bakmamaya ve konuşmamaya karar verdi. Çocukça davrandığının farkındaydı. ‘Bir de çocuk gibi küste tam olsun,’ diyen iç sesi sadece öfkelenmesine neden oluyordu.

Tuğsem’in her hareketi özellikle kasıklarına yakın olan yerlerde ki dokunuşları bedenini zorlamasına rağmen tüm iradesini kullandı. Hüseyin Alaz burnundan kıl aldırmaz biri olarak yüzünü çevirirken, vücudunun verdiği tepkilere sadece dişlerini sıkabildi. İki inatçı keçi birbirlerinin karşılarında güçlerini ispatlamak ister gibi savaş vermeye başladı.

Öpüştükleri gecenin üzerinden üç hafta geçmişti. Hüseyin Alaz artık yürümeye başlamıştı. Bir hafta sonra hastaneden çıkaracaklardı. Esasen Tuğsem bir önceki hafta taburcu olabilir, sadece seanslara gelmesi yeterli diye bilgilendirmişti. Fakat Ahmet Hocası, bu adamı zorlamazsak tedaviye gelmez demiş ve çıkış yaptırmamıştı. Alaz da sırf kabul etmek istemese de Tuğsem’i daha çok görebilmek için artık yürüyorum beni çıkarın demiyordu. Zaten üç haftadır bütün imzalar için hastaneye sekreteri geliyor, birçok işini hastaneden yürütebiliyordu.

“Tuğsem, yapma kendine bu kadar yüklenme artık…”

“İyiyim Ayla sen merak etme!”

“Ne iyisin ya bana oynama bari, Alaz bey iyileşsin diye kendini paralıyorsun. İyileşip, hastaneden çıkınca daha göremeyeceğim diye de kendini yedin, bitirdin. Bak sana diyorum o adamda senden hoşlanıyor. Hatta daha fazlası bile olabilir.”

“Ayla, lütfen! Hüseyin Alaz BIÇAKÇI gibi bir adamdan bahsediyoruz. Hem benden hoşlandığı için mi her hafta izinli çıkıyor.”

“Kıskançlık gözlerini kör ediyor, dikkat et arkadaşım. Aşkın bir kadına güç verdiğini, özgüvenini tavan yaptığını duyardım. Sende ise tam tersi oldu. Anlamadım gitti. Kendine bunu yapma! Kendini onun karşısında bu kadar küçük görme!”

“Benim kıskanmaya hakkım mı var Ayla? Aşık olunca insanlar hayaller kuruyorlar, ben hayal bile kuramıyorum. İmkânsızlığımızdan.”

“Ya neden imkânsız neden?”

“Adamın sevgilisi var görmüyor musun? Her hafta izinli çıkıyor diyorum sana!”

“Bu sevgili iki buçuk aydır neden bir kere bile gelmedi şu hastaneye.”

“Bilmiyorum! Ben… Ben çok kötüyüm Ayla!” dedi ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Günlerdir kendini tutuyordu. Ne demeye ağlayacaksın, sen bu kadar güçsüz müsün? Hem adam seni tek gecelik düşündü. Kendine verdiğin değer bu mu diyerek hep güçlü kızı oynamıştı.

Hüseyin Alaz’ın hastaneden çıkacağı gün yaklaştıkça bir daha onu göremeyeceğini düşündükçe sol göğüs kafesinin acıdan kırılmak üzere olduğunu düşünüyordu. Seanslar da ona ne kadar yaklaştığını kokusunu içine çektiğini ve bunu hissettirmekten çekinmediğini gördükçe sarsılıyordu. Bir adım atsa Hüseyin’in ona koşa koşa geleceğini gözlerinden görüyor ama her Çarşamba dışarı çıkmasından sonra kıskançlık denen illet yüzünden bir türlü o adımı atamıyordu.

Ağlayarak Ayla’ya o gece ki yakınlaşmalarını ve onunla birlikte olmaya çalışmasını anlattı. Onu sadece tek gecelik gördüğünü düşündükçe kendini çok kötü hissettiğini, hoşlandığının farkında olduğunu ancak sadece yatağına girene dek bu hoşlantının devam edeceğini söyledi.

“Allah’ım hatun bir aşık oldu. Bu yaşına dek yapmadığı bütün saçmalıkları düşünmeye başladı. Ya neden kısa sürsün, niye kendine güvenmiyorsun? Yeniden eskisi olabilmen için Işık’ın anlattığı liseden beri sana aşık olanları mı sayayım yoksa Tunç’un reddedilmesine rağmen yine evlenme teklifi yapmak için hazırlık yaptığını mı söyleyeyim. Ben sana ne deyim Tuğsem, ne deyim de yeninden kendine güvenin yerine gelsin. Nereden biliyorsun onunda senin gibi deli divane olmayacağını. Bunların sebebi konuşmadığınızdan biliyorsun değil mi?”

Tuğsem, iç çekerek arkadaşına baktı. Kadir mevlâm adama öyle ulaşılmaz bir tavır vermişti ki, ilk zamanlar zenginliği yakışıklılığından kendini yakıştıramamıştı. Sonra sonra hastası olduğu için hissettiği duygulardan utanmıştı. Öpüştükleri geceden beri de Hüseyin’in hiç öpüşmemiş, hiç sevgilim dememiş gibi konuşmamasından en önemlisi her hafta hastaneden izinli çıkması ertesi gün neşeli dönmesinden dolayı bu hale gelmişti. Öpüşmüşlerdi ve adam umursamamıştı bile ‘ne yapacaktı, adamı bırakıp gittin ergenler gibi neden, neden diye peşinde mi dolanacaktı,’ diyen iç sesinden nefret ediyordu artık. Çünkü ne zaman bunu düşünse yüzüne sen uzak durdun peşinde koşmasını mı bekledin diye onu yerin dibine sokuyordu.

O dersini almıştı. Üstüne çığ düşmüş ve altında kalmıştı. Bu aşk beni iflah etmez diye ne kadar melankolik olmaya başladığının farkına vardı. Sürekli kara kara düşünüyor hüzünleniyordu. Bir doktora en önemlisi Tuğsem’in karakterine yakışmayacak ruh hali içerisindeydi. Acı olan ise bunların bilincinde olup, içinden çıkamamasıydı.

“Havuzda tedavisini yaparken, masajda sürekli ona dokunuyorum. Ya kendimden utanıyorum ama parmak uçlarımdan bütün bedenime sıcaklığının yayıldığını hissediyorum. Kokusu, burnuma doldukça sarılamamak, öpememek çok zor hastam o benim ya hastam… Yok, ben doktor olmamalıymışım.”

Ayla, Tuğsem konusunda şaşırmayı bıraktı. Adama aşık olduğundan beri hayat dolu özgüvenli hırslı çok gülen çok konuşan arkadaşı gitmişti. Özgüvensiz, az konuşan ve her an ağlayacakmış bir kız gelmişti. Sürekli adamın kusursuzluğundan bahsediyordu. Oysa kimse kusursuz olamazdı. İçindeki gizli aşkın, ona bakışlarının güzelliğinden adamı gözünde o denli büyüttüğünün ve zenginliğinin gözünü korkuttuğunu ne zaman anlayacaktı.

Işık’ı İstanbul’a çağırmıştı. Ancak Şırnak’ta görev yapan arkadaşları ara tatilinde on gün eğitim seminerleri olduğundan söz verememişti. İlk fırsatta izin almaya çalışacağını söylemişti. Işık’la Tuğsem ilkokuldan beri arkadaştılar, Ayla ile de Tuğsem sayesinde arkadaş olmuşlardı. En yakın arkadaşıyla biraz zaman geçirirse kendine gelir belki diye düşünüyordu. Çünkü Perşembe günü Alaz gidecekti. Bu kız bu ruh haliyle üç ay sonraki uzmanlık bitirme sınavına hazırlanamazdı. Yıllardır verdiği emek, içini dökemediği gizli aşk yüzünden heba olacaktı.

Ayla, Tuğsem’in sanki dermansız derde tutulmuş çaresi yokmuş gibi davranmasına ve sen güçlüsün diye ayakta kalma çabalarını çok abartılı buluyordu. Bazen de Allah korusun yaşamadığım bir şey için büyük konuşmayayım yine de diye bu duruma anlam vermeye çalışıyordu. Yardımcı olamadığını düşündükçe o da üzülüyordu.

Melih doktorla konuşmak için odasına geldiğinde istemeden bu konuşmaya kulak misafiri oldu. Konu ağası olunca merakına gem vuramadı. Huyu olmamasına rağmen tüm konuşmayı dinledi. Hüseyin Alaz’ın hiç olmadığı kadar gergin ve sessiz halinin sebebini biliyordu. Hidroterapi seanslarında doktorun ve ağasının hallerini en iyi gözlemleyen oydu. Doktor yanıyordu. Doktor bakışlarında eriyordu. Ağasının ona bakmadığı zamanlarda hasretle bakan gözlerden akan aşk ona bile geçiyordu. Alaz’ın da ilgisi varken neden uzak durduğunu anlamıyordu. Şimdi bütün sorularının cevabını biliyordu. Hemen oradan ayrıldı.

Hüseyin Alaz’ın yanına geldiğinde bir aydır odaya geldiğinde gördüğü manzarayı gördü. İşlere gömülmüştü. Melih’in geldiğini görünce kafasını kaldırıp kim geldi gibisine baktı, sonra geri e-maillerinden birine cevap yazmaya başladı. Yanında hala sessizce duran adamın bir sıkıntısı olduğunu anladı. Yazmayı bitirip, yazdıklarına hata var mı diye göz gezdirdikten sonra gönder tuşuna bastı. Başını tekrar kaldırıp, Melih’e baktığında tam tahmin ettiği gibi hoşuna gitmeyecek bir şeyler söyleyecekti.

“Beni vuranlarla ilgili bir gelişme mi var ?”

“Yok, ağam!”

“Söyle! Canımı sıkacak bir şey söyleyeceksin belli…”

“Doktor hanımla ilgili…”

Melih sustu. Çünkü Alaz’ın sakin duruşunun ardında sinirlendiği zaman dağ dayanamazdı karşısında ve doktor hanımla ilgili her şey ağasını çok sinirlendiriyordu. Konuşmazsa da bu masalın hazin sonla bitmesi içten bile değildi. Tuğsem’in gözyaşları aklına gelince içi ezildi. Yaralı bir kuş gibi çırpınıyormuş da haberi yokmuş şimdi ağasını fitillemenin zamanıydı.

“Melih beni deli etmeye mi çalışıyorsun. Ne oldu Tuğsem’e?”

“Tunç Bey tekrar evlenme teklif edecekmiş.”

Loading...
0%