Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@herdem6060

Umarım yorumları ve beğenileri bol olur.

Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤

Instagram; herdem6060

İyi Okumalar

 

“Tunç Bey tekrar evlenme teklif edecekmiş.”

Pat diye ortaya attığı bomba hiç hayra alamet değildi. Aslında en başından anlatmalıydı. Fakat Alaz ağa, konu doktor olduğunda çok tersti. Nedenini ilk zamanlar bilememişti. Şimdi her şey yerli yerine oturduğunda duyduklarını dedikoducu kadınlar gibi anlatmayı kendine yediremedi. Aralarındaki ateşi fitilleyip birbirlerine açılmalarını sağlamayı düşünmüştü.

Hüseyin Alaz’ın bedeninin kasılmasıyla, kucağındaki bilgisayarın kapağını sert bir şekilde kapatması bir oldu. Yumruklarını sıkıp, kendini yastıkların üzerine bıraktı. Öpüşme yaşadıkları o geceden sonra doğru dürüst hiç konuşmamışlardı. Keyfi bilir diye kendini çekerken çok kararlıydı. Peki şimdi onun başkasıyla evlenme fikri neden içini böylesine acıtmıştı.

“Tuğsem!” diye fısıldadığında sesindeki serzeniş tamamen dışına yansımıştı. Kıskançlığın verdiği acı içini sızlattığı gibi bütün bedeninin de hissetmesine neden olmuştu. Gerisini duymak istemiyordu. Ancak kabul edip, etmeyeceğini bilmesi gerekiyordu. Melih, Hüseyin Alaz’ın acı çektiğini anladığında vakit kaybetmeden konuşmaya başladı.

“Ağam Tuğsem hocanın kabul etmeye niyeti yok gibi,”

“Nereden anladın?”

“Bilmem! Söylendiğinde yorum yapmadığından öyle olduğunu düşündüm.”

Hüseyin Alaz, yavaşça yataktan kalktı. Bedeni gerim gerim gerilmişti. Bacaklarının hareket etmesi bile mucize gibiydi. Vurulduğu yerde bir sızı hissetti. Elini beline koyarak yürümeye başladı. Pencerenin kenarına geldiğinde ne düşüneceğini bilmiyordu. Üzerinde siyah eşofman takımı vardı. Eşofman takımının üstünün fermuarını sinirle aşağı indirdi. Boğazına oturuyor sanki onu boğuyordu. Yanlara açılan kıyafetten sonra elini cama koydu. Başını koluna yasladı.

Bu göğsünden yüzüne doğru hissettiği sıcaklığının ne olduğunu bir anlasa ne düşüneceğine ve ne yapması gerektiğine karar verecekti. Tuğsem’in onu görmezden gelmesine aralarında bir şey olmamış gibi davranmasına o denli kızmıştı ki, umurumda değil demişti. Ama! Ama umurundaydı işte. Şimdi daha iyi anlıyordu. Onunla birlikte geçireceği iki seansı vardı. Fizik tedaviyi artık tamamen Elif yapıyordu. Hidroterapi ise bu hafta bitmişti. Sadece masajımı o yapacak diye aklından geçirirken, acilen harekete geçmesi gerektiğini söyleyen iç sesine kulaklarını tıkamak istedi.

Deli deli şeyler yapmak istiyor ama sonra vazgeçiyordu. İstenmiyordu. Zorla güzellik olmazdı değil mi? Hele bu zamana dek bir kadın için uğraşmamışken, Tuğsem’i zorlayacak hali yoktu. Elini başına götürdü. Başına ağrılar girmişti. Hem zorla güzellik olmaz diyor hem de tut kolundan götür diyen iç sesiyle ne düşüneceğini nasıl hareket etmesi gerektiğine karar veremiyordu. İyice darlandığını hissettiğinde sessizce arkasında bekleyen adamına döndü.

“Gün ola hayrola,” diye mırıldandı. Yeniden yatağına geçti. Melih’e baktı. Tuğsem’e ilgim dışardan bu denli fark ediliyor demek, yoksa neden Melih duyduklarını durup dururken gelip bana anlatsın diye düşündü. Bu durumdanda rahatsız oldu. Bir iki kelime etmeliydi. Etmeliydi de ne demeliydi?

“Çık Melih, yatacağım,” diye kapıyı gösterdiğinde Melih sadece başını sallayıp, odadan çıktı. Ağasının haline canı sıkıldı. Neden bir şey dememişti? Aralarında ne geçmişti? Bir an önce bir şeyler yapmalıydı, ama ne? Bunun gibi bir sürü düşünceyle koridorda ki banklara oturdu.

Tuğsem, hafta sonunu Ayla ile geçirdi. Balta limanında güzel bir mekânda kahvaltı etmişlerdi. Uzun zamandır alış veriş yapmamış dışarı bile çıkmamıştı. Bu yüzden arkadaşının ısrarlarına dayanamamış akşama kadar alışveriş yapmışlardı. Kendine bir iki elbise aldı. Hüseyin Alaz’ın hastaneden çıkmasından hemen sonraki gün Manisa’ya gidecekti. Yeğenlerine kıyafetler, oyuncaklar derken çok güzel bir gün geçirdi. Akşam yemeğini Ayla’nın evinde yediler geceyi arkadaşında geçirdi.

Şubat ayının ortalarını yaşarken kışın soğuk yüzü Tuğsem’e nedense iyi gelmişti. Alışverişin genç kadına iyi geldiğini anlayan Ayla, tıp balosu içinde kıyafetlerimizi ayarlayalım ne dersin deyip, bir sonraki günde yine mağaza mağaza dolaşmışlardı. Arkadaşını yalnız başına bırakmayacak ve bol bol günlerini dolduracaktı. Kendiyle kaldıkça Hüseyin Alaz’ı düşünüyor karalar bağlıyordu. Bu Tuğsem’e alışkın değildi ve bu halini sevmemişti.

Pazartesi günü fizik tedavisi olduğu için doktor, seansı başlatmış gerekli bilgilendirmeden sonra çıkıp, gitmişti. Hüseyin Alaz’ın bakışlarında ki farklılığa anlam yüklemek istemediği içinde sürekli kendini meşgul etmişti. Ayla ile dertleştiği o günden beri hiç ağlamamıştı. Hem kendini nedense daha güçlü hissediyordu. Hastası iyileşmişti ve taburcu olacaktı. Hüseyin Alaz’ı sadece hastası olarak düşünüyor, yaşadıkları ve hissettiklerinden kaçıyordu. Son günler de Ayla ile geçirdiği vakitle kendini daha iyi hissediyordu.

Salı günü masaj vardı. İkisi de heyecanlı olsaydı ama Tuğsem kararlıydı. Hüseyin Alaz ise doktorun bakışlarının bile uzaklaştığını görüyor bunu istemediğini anladığında daha çok öfkeleniyordu. Bu öfke kime niyeydi bir türlü karar veremiyordu. Sakin bir seans geçirmişlerdi. Aslında Hüseyin Alaz konuşmak istiyordu. Bir fırsat bir yakınlık bekledi. Tuğsem’den sıcak bir bakış bile göremeyince seans bitene dek susmak zorunda kaldı.

Sabaha kadar doktorla son yalnız kalacağı vakti iyi değerlendirmesi konuşmadan buradan ayrılmaması gerektiğini düşünerek uyuyamamıştı. Seans başladığından beri de konuşmaya nasıl başlayacağına karar vermeye çalışıyordu. Tuğsem’in ellerinin belinde gezinmesiyle yine bedeninin ihtiyaçla hareketlenmesine kızdı. Doktoru istediğine karar verdiğinden beri kimse ile birlikte olmamıştı.

Dışarı izinli çıktığı zamanlarda eline birçok fırsat geçmesine rağmen içinin kimseyi kabul etmediğini anladı. Sadece Tuğsem’i istediğini kabul etmek bile hislerinin boyutunu gösteriyordu. Ancak Hüseyin Alaz, cadı doktoru görmezden gelmek için öfkesinin arkasına sığınıyordu. Neye yorarsa yorsun, erkekliğinin ve bedeninin tek istediği doktordu. Sanırım ilk defa reddediliyorum diye böyleyim diye düşünüyordu.

“Alaz Bey ön tarafa dönebilir misiniz?” diye Tuğsem’in sesini duyduğunda ufak çaplı bir şaşkınlık yaşadı. Önünü dönerse çadır misali yükselecek küçük adamı nasıl açıklayacağını düşünüyordu. Geçen haftadan beri bacaklarına önden masaj yapılıyordu. Fakat böyle yakalanmamıştı.

“Lavaboya gitmem gerek,” diye panikle cevap verdi. Hafif kollarında yükselince Tuğsem’in kolundan tutarak ona yardım etmeye çalışmasına baktı. Yüzünü çevirdiğinde kokusu burnuna dolarken, gözlerini kapatmamak için kendini zor tuttu.

Yürümeye başladığından beri masaj salonunda yalnız oluyorlardı. Doktor yardıma ihtiyacı olduğu zaman elemanları çağırıyordu. Bu sefer neden kendi yardım ediyordu anlamasa da onun için bu yakınlık bile fazlaydı. Oturur pozisyonuna geldiğinde Tuğsem bir adım geri çekildiğinde tekrar uzaklaştığını düşündü. Kendine hâkim olamadı ve kolundan tutuğu gibi bacaklarının arasına aldı.

Tuğsem, beklemediği bu davranış karşısında şaşkınlıkla bakakaldı. Zaten heyecanlıydı. Şimdi bacaklarının arasına sıkışmış, başı göğüslerine kapanmıştı. Ne yapıyorsunuz demeli kendini geri çekmeliydi ama neden felç olmuş gibi duruyordu. Hüseyin Alaz’ın elleri sırtında onu kendine bastırırken ellerini kenarda yumruk yaptı. Dayanamayıp, sarılacaktı. Allah’ım nasıl güzel kokuyor bu adam diye içinden geçirirken derin derin nefes aldığının farkında değildi.

“Tuğsem!”

Hüseyin Alaz’ın ağzından dua gibi adını duymak onu yerle bir ederken, ellerini açtı. Omuzlarından tutup hafif geri çekilmeye çalıştı. Sevdiği adamın ona daha sıkı sarılmasıyla elleri omuzlarında kaldı. Bir an önce ayrılmalılardı. Biri görebilirdi ve hastanede dedikodu çok hızlı yayılırdı.

“Lütfen, biri bizi görebilir,” diye tekrar geri çekilmeye çalıştı. Hüseyin Alaz, kokusunu içine çekerek başını kaldırdı. Göz göze geldiler. Ancak bırakamıyordu. Gözleri dudaklarına kaydığında öpmek için yanıp tutuştuğunu anlaması uzun sürmedi. Bir kere daha öpeyim istersen kızgın ateşlerde yürüt beni diye aklından geçen ile alt dudağını ısırdı. Kimseyi hiç kimseyi öpmek için böylesine bir ihtiyaç duymamıştı.

Tuğsem onu anlamış gibi başını yana çevirince sıkkın bir nefes ile kollarını gevşetti. Neden patır patır içindekileri söylemiyor, neden bütün öfkesini kusmuyordu? Resmen darmadağın olmuştu. Bedeni doktor diye bağırırken gönlü kızgın ve aklı inkâr ediyordu. Bu karmaşaya alışkın olmayan Hüseyin Alaz bir sürü parçayı birleştirmeye çalışmaktan konuşmaya başlayamıyordu.

“Neden? Neden bana bu kadar uzaksın?”

“Hastamsınız!”

“Tek sorun bu mu? Tamam, yarın çıkıyorum. Doğal olarak hastanda olmayacağım.”

Hüseyin Alaz’ın yüzü gülmeye başlamıştı. Bu hiç aklına gelmemişti. Ne yani günlerdir uzak kalma nedeni hastası olduğu için miydi? Eğer öyle olduğunu biraz olsun aklına getirebilseydi daha önce taburcu olmak isterdi. Aralarındaki tek sorun buysa boşuna uykusuz geceler geçirdiğini düşündükçe daha önce sormadığı için kendine kızmaya başlamıştı. ‘Çocuk gibi küseceğine sorsaydın,” diyen iç sesine ilk defa hak verdi.

“Hayır, o kadar yakınlaşmamız yakışıksızdı zaten!”

“Lütfen öpüştüğümüz için pişmanım deme bana!”

“Alaz Bey lütfen!”

“Ne Alaz’ı ne Bey’i ya! O günden beri benden neden uzak durduğunu düşünmekten kafayı yedim ben.”

“Sesini yükseltme bana!” derken başını çevirip, aralık duran kapıya doğru baktı. Gerçekten birinin onları duymasından korkuyordu. Dünkü vaka toplantısında Sibel Hocasının, Hüseyin Alaz ile ilgili imalarına çok sinir olmuştu. Şimdi böyle gözükmeleri kadını haklı çıkaracaktı.

Genç adam of deyip kollarını ve bacaklarını çözdü. Bu kadınla konuşmak dikenli yollarda çıplak ayak yürümekten daha zor diye geçirdi aklından. Evet, o söz konusu olunca sakin olamıyor birden sesi yükseliyordu. Ancak bunun suçlusu tamamen doktordu. Kafayı yedirtecek hala getirmişti. Yüzüne baktı.

“Aramızda çok güçlü bir çekim var bunun sende farkındasın. Neden uzak duruyorsun. Bana geçerli bir sebep söyle.”

“Çünkü olması gereken bu!”

“Bu çekimin bizi nereye götüreceğini yaşamak varken sadece olması gereken bu deyip, benden kaçıyorsun öyle mi? Bu resmen korkaklık!”

Hüseyin Alaz’ın hayal kırıklığı ile karışık sesi yine yüksek çıkmıştı. Tuğsem, ona kaşlarını çatarak baktı. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışan araştıran gözlerini yüzüne dikti. İçinde günlerdir biriktirdiği bir akıntı vardı ve sızıntı bulduğu anda çağlayarak akacaktı. Alaz’ın keskin bir sesle tekrar söylediği kelimeyle kendini tutmayı bıraktı.

“Korkak!”

“Korkak öyle mi? Ne için korkağım? Seninle hastane odasında sevişmediğim için mi? Bir masaj salonunda öpüşmediğim için mi? Pardon koskoca Hüseyin Alaz BIÇAKÇI’nın sarılmalarına aynı şekilde nasıl karşılık vermem değil mi? Çünkü egosu dağlardan yüksek ağamızı kimse reddedemez,” dedi ve arkasını döndü. Kapıya doğru yürürken bile sinirleri tepesinde yerleri döve döve yürüyordu. Arkasında böyle bir tepki beklemeyen Hüseyin Alaz ise yine şaşkınlıkla tek kelime edememişti.

“Tedavimiz bitti. Yarın sabah taburcusunuz geçmiş olsun Alaz Bey,” diye arkasını dönmeden bağırdı. Koridora hışımla çıkar çıkmaz Melih ile göz göze gelince bir şeyler söylemek istedi. Ancak bir iki yutkunmadan sonra konuşamayacağını anladığında başını sallayarak hızla yanından geçti. ‘Huysuz pislik,’ diye içinden söylenirken adımlarını daha çok hızlandırdı.

Hüseyin Alaz ise yine neyi yanlış yaptığını düşünüyordu. Öpüştükleri gece de aynısı olmuştu. Sırf ses tonu yükseldi diye mi böyle tepki veriyordu. Koskoca kadın bu yüzden trip atamazdı değil mi? Tavrı mı kötüydü yoksa konuşma şeklinde mi bir sorun vardı. Neden kendini doğru ifade edemiyordu. Bu yaşına dek tavırlarıyla ilgili hiç eleştiri almamıştı. “Eleştiri almaman hep doğru davrandığın anlamına gelmez,” diyen vicdanı yüzüne bir şamar gibi vuruyordu. ‘İşte bu yüzden Tuğsem aklından çıkaramıyorsun, senin karşında eğilip, bükülmüyor ses tonunun ayarı bile kaçsa sana haddini bildirmekten çekinmiyor,’ diye bas bas bağıran iç sesiyle kafayı yiyecekti.

İki yardımcı ile gelen Melih kolundan tutana dek odada birilerinin olduğunu bile fark etmemişti. Kadın aklını başından alıyor, dünyadan soyutlanıyordu. Keşke bu soyutlanmayı onunla sevişirken yaşasam, ona kızgınken değil diye düşünerek ayağa kalktı. Daha yeni doktor tarafından terslenmesine rağmen onunla sevişmeyi düşünebildiğine inanamıyordu. Ciddi ayarlarında bir oynama olmuştu. Böyle o bir ergenken bile bu derece şuursuz olmamıştı.

“Melih, doktora söyle bugün mutlaka tekrar görüşmek istiyorum!”

“Tamam ağam.”

Tuğsem, saatine baktığında mesainin bitmek üzere olduğunu görünce doğru asistan odasına gitti. Bugün Ayla’nın ısrarı ile program yapmışlardı. Arkadaşının Hüseyin Alaz’ın hastanedeki son gecesi olduğunu düşünüp, üzülmemesi için bu kadar ısrar ettiğini zamanını doldurmaya çalıştığının farkındaydı. Bazı şeyleri kabullenmiş, Ayla’ya açıldığı içi dışına dek ağladığı geceden beri daha iyi olduğunu biliyordu. Belki de içinde tutmak aşkını büyütmüş, güçsüz yapmıştı. Ona korkak derken ki ses tonunu düşündükçe daha çok kuduruyordu. Önlüğünü askılığa asmış, dolabından çantasını alırken Ayla sırıtarak içeri girdi.

“Ah Tuğsem, bende seni aramayı düşünüyordum.”

“Hayırdır inşallah, bu ne mutluluk!”

“Ahmet Hocam ya valla baba bu adam baba!”

“Yine seni Sibel Hocaya karşı korudu değil mi?”

“Evet, ne şanslısın keşke benim tez danışmanımda o cadı olacağına Ahmet hoca olsaydı.”

Tuğsem güldü. Hüseyin Alaz on dakika önce yaşadıklarından sonra güldüğüne inanamıyordu. Ancak Ayla öyle tatlı sitem ediyordu ki gülümsememek elde değildi. Arkadaşı da montunu çantasını aldıktan sonra çıkışa doğru yol aldılar.

“Hadi! Hem manikür pedikür derken stres atalım hem de Ahmet babanın birilerinin rengini nasıl mor ettiğini anlatayım,” dedi ve kahkaha attı. Tuğsem, Ayla ile kol kola hastaneden çıkarken içinin ezildiğini hissetti ama bugünü zehir etmeyeceğim diye kararlar alarak arkadaşının sevincine ortak oldu.

Hüseyin Alaz, odaya girer girmez duşa girmiş Tuğsem’in içine oturttuğu sıkıntıdan kurtulmaya çalışmıştı. Başından aşağı akan suyun dinginliğini yaşarken hala Tuğsem konusundan neden bir arpa boyu yol alamadığının sersemliği içerisindeydi. Duşu kapatıp, havluyu beline sardı. Aynaya baktığında yüzüne baktı. Yakışıklı bir adamdı. Esmer teni uzun kaslı vücudu sayesinde hep dikkat çekmişti. Muntazam bir yüzü vardı. Güldüğü zaman bembeyaz dişlerinin onu daha çekici gösterdiğini kaç kadından duymuştu. Sayısını bilmiyordu.

“Yakışıklılığından da seksiliğinden de bir şey kaybetmemişsin doktoru neden etkin altına alamadın Alaz Ağa,” diye sanki başkasına soruyor gibi konuşmuştu. Kirli sakallarını sıvazlarken biraz kilo almasının yüzüne daha çok yakıştığını düşündü. Baş havlusu ile saçlarını kurulayarak odasına geçtiğinde Melih’in onu beklediğini gördü.

“Ağam, Tuğsem hoca çıkmış!”

Loading...
0%