@herdem6060
|
Umarım yorumları ve beğenileri bol olur. Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤ Instagram; herdem6060 İyi Okumalar
Alaz hastaneden çıkış işlemleri yapılırken içini kaplayan huzursuzluktan kurtulmak istiyordu. Odasındaki camdan dışarıyı seyrederken, Tuğsem ile son konuşmasından sonra ona mı kızsın, kendine bilemiyordu. Melih’in verdiği evlilik teklifi haberinden sonra biraz olsun yaklaşmak istemişti. Ancak doktor bir duvardan farksızdı. Son haftalarda duvarken farksızken bir önceki gün ne denli sert kaya olduğunu iyice göstermişti. Zaten şu üç hafta da sadece bir kere yine Tuğberk ile konuşmasına denk geldiğinde o eşsiz tatlılıktaki sesini duymuştu. Öpüşmüşlerdi, hem de hayatındaki en zevkli öpücüktü. Sevgilimsin demişti. O gecenin şaşkınlığı ve hastane odasında yaptığının uygunsuzluğu yüzünden Tuğsem’in o şekilde kaçtığı fikrine kapıldıktan sonra yüreğinin üstünden yük kalkmış. Bir kere olsun konuşmak istemişti ama başarısız olmuştu. Tuğsem, egosundan dem vurmuştu. Oysa Alaz ondan hoşlandığını net olarak söylemese de belli etmişti. Acaba o doktordan mı hoşlanıyor diye düşündü. Bir başkasının evlilik teklifini kabul edeceği düşüncesi delirmesine sebep olacaktı. Arkasında ki hareketlenmelerden ve seslerden eşyalarının çıkarıldığını anladı. Birkaç dakika daha hastanenin boş bahçesinin manzarasına baktı. Melih’in sesiyle ona döndü. “Ağam, bütün işlemler halledildi. Çıkabiliriz.” “Ahmet Hoca odasında mı?” “Bu kattaki doktor odasında,” diye cevap verdiğinde Alaz sadece başını aşağı yukarı salladı. Adımları hala yavaş olsa da oldukça sağlıklı gözüküyordu. Yürüme hızının kasları güçlendikçe artacağı ve zamana ihtiyacı olduğu söylenmişti. Hüseyin Alaz kapının önünde yeniden odaya arkasını döndü. Neredeyse üç aydır yattığı yatağa ve odaya anlamlandıramadığı bir duygu yoğunluğuyla göz gezdirdi. Hem fiziksel hem de ruhen çektiği acılara şahit olan odanın hayatının en huzurlu öpüşmesine de şahit olması şaka gibiydi. Konuşmak bağırmak çağırmak istiyordu ya da sadece soğuk doktoru ben sana aitim dedirtene kadar öpmek. İyileşmişti ve hastaneden taburcu oluyordu. Sevinçle bir an önce evine, ailesine gitmesi gerekmez miydi? Düşüncelerinin gittiği yeri beğenmeyip, kafasını sağa sola sallayarak hızla koridora çıktı. Beyaz gömleği ve parlament mavisi kravatının üzerinde ki siyah takım elbisesiyle daha uzun boylu ve güçlü duruyordu. Zaten yataktan kalkamazken bile öyle erişilmez bir tavrı vardı ki, yürümemesi büyük haksızlık olurdu. Ailesine evde beklemelerini söylemişti. Hastaneden maaile çıkmak istemedi. Önde Hüseyin Alaz arkada iki koruma ve Melih sert bakışlar atarak yürüyorlar ve resmen ortopedi ve travmatoloji servisinin koridorunu dolduruyorlardı. Tam doktor odasına girecekken Neslihan hemşireyi gördü. Kadıncağız hala benden çekiniyor diye düşünürken, odaya girmekten vazgeçti. “Neslihan Hanım,” diye seslendi. Hemşire yanlış duyduğunu sandı. Şaşkınca Hüseyin Alaz’a baktı. Bir iki adımda yanına gelen adamla ne yapacağını bilemedi. “Ben! Ben ilk geldiğim günlerde size yaptıklarım için çok mahcubum,” diye konuşan Alaz’ın gözlerinden gerçekten üzgün olduğu belli oluyordu. Neslihan, hırçın hastasından asla özür mahiyetindeki bir konuşma beklemiyordu. Ancak samimiyetine inandığı bu cümleden sonra gülümsemeden edemedi. “Önemli değil Alaz Bey, zor günler geçiriyordunuz.” “Hayır hayır çok önemli, inanın öyle biri değilim ben gerçekten çok üzgünüm. Beni affedin.” “Estağfurullah, siz kendinize iyi bakın yeter.” “Her şey için çok teşekkür ederim. Bir şeye ihtiyacınız olursa mutlaka haberim olsun,” dedi Hüseyin Alaz ve gülümseyerek elini uzattı. O arada Melih gelmiş, kartvizit uzatmıştı. Neslihan hemşire elini uzattı. “Çok geçmiş olsun,” dedi ve tokalaştılar. Sonrasında bir baş selamı ile hasta odalarından birine girdi. Hüseyin Alaz, geri dönüp doktor odasının kapısını çaldı. İçeriden ‘Gel’ sesini duyduktan sonra Tuğsem’in de orada olmasını dileyerek kapıyı açtı. “Ahmet hocam uygun musunuz?” “Ah tabi Alaz Bey, buyurun lütfen,” diye içeri davet edildiğinde hayal kırıklığını yüzüne yansıtmamaya çalıştı. Tunç denilen kıl herif ve Ayla doktorun yanı sıra bir kadın doktor daha vardı. Fakat Tuğsem yoktu. Herkes ayağa kalkınca oturun anlamına gelen el hareketiyle konuşma başladı. “Lütfen rahatsız olmayın,” diye Ahmet Hocanın yanına kadar geldi. Tunç denilen adamla aynı ortamda olmak gerilmesine neden olsa da sert duruşunu bozmadan elini uzattı. Adamın burnunu kırdığını sonradan duyduğunda hiç pişmanlık yaşamadı. “Hocam emekleriniz ve sabrınız için ben nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum.” “Ne demek, görevimiz. Sizi böyle sağlıklı gönderiyor olmak gurur verici.” “Konuştuğumuz gibi hastaneye gerekli bağışı yaptım. İhtiyacınız olan aletlerin siparişleri de verildi. Yine de herhangi bir sıkıntı olursa rahatlıkla beni arayabilirsiniz.” Ahmet Hoca, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle elini sıktı. Sağlık bakanından, başbakanına adamı ziyaret etmeyen kimse kalmamıştı. İyileşmesi konusunda üstü kapalı tehditler onu gerçekten uykusuz gecelere bırakmıştı. Meslek hayatının en stresli hastasını böyle sağlıklı görmek en çok onu mutlu etmişti. “Çok teşekkür ederim. Siz iyisiniz ya yeterli bizim için ve çok geçmiş olsun,” diye cevap verirken Ahmet Hocanın üstünden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Hüseyin Alaz odadaki doktorlara da bir baş selamı verip, çıkacaktı ki kendine engel olamadı. Birden geri döndü. “Hocam!” “Buyurun Alaz bey!” “Doktor Tuğsem’e de teşekkür etmek isterdim. Bugün yok mu?” Ahmet Hocadan önce odadaki diğer kadın doktor cevap verdi. Adını hatırlamaya çalıştı. Kadının Tuğsem hakkında bilgi verirken, yüzündeki küçümseme dikkatini çekti. “Poliklinik nöbetçisi olan asistanımız bugün hastalanınca, sizden sonra başka hiç işi kalmayan Tuğsem Hanım görevlendirildi.” “Ben teşekkürlerinizi iletirim,” diye Ahmet Hocanın telaşlı cevabıyla Hüseyin Alaz yüzünü hocaya dönmek zorunda kaldı ve sevimsiz kadına bir şey demedi. “Yok, ben polikliniğe uğrar kendi teşekkürümü ederim. En azından birileri gibi hastasını bir kere görüp, aldığı tepkiden sonra vazgeçmek yerine mücadele etti. Bu kadarını olsun hak ettiğini düşünüyorum. O olmasaydı şu an yürüyor olmazdım. Ayağına kadar gidip, o dönemde ki ruh sağlığımdan kaynaklı saygısız tavırlarımdan dolayı özür dilemeliyim.” Hüseyin Alaz lafını söyledi ve odadan çıktı. Çünkü biraz daha kalırsa o doktor bozuntusuna iki laf edecekti. Hatırlamıştı kadını ilk uyandığı gün muayeneye gelip, yürüyememe ihtimalinden çok doğal bir şey gibi bahsetmiş ve aldığı tepkiden sonra da ben sizinle uğraşamam demişti. Yanında ki Tunç’a asistanım olarak sen devam et beni bilgilendir diyerek de odadan çıkmıştı. ‘Umarım Tuğsem’e de böyle bakmıyorsundur seni mendebur kadın,’ diye mırıldanarak koridorda yürümeye başladı. Aslında öyle sinirlenmişti ki bacaklarında güç olsa hemen hastaneden çıkacaktı. Ortopedi ve travmatoloji polikliniklerinin olduğu kata indiklerinde üç hasta olduğunu gördü. Banklardan birine oturdu. Kimsenin hakkına girmeye gerek yoktu. Saate baktı. 11:40’ı gösteriyordu. Umarım öğle saatine kadar biter derken Melih, “Ağam, Ahmet Hoca aradı. İçerideki sekretere haber vermiş, hemen girebilirmişiz.” “Yok! Biraz olsun doktor hanımı tanıdıysam hastası varken öncelikle içeri girmemizden hoşlanmayacaktır. Bak hastalardan ikisi bir girdi demek ki bir kişi kaldı, bekleyelim!” Aradan geçen yirmi dakikanın sonunda hasta kalmamıştı. İçerideki yaşlı hastadan sonra kendi girecekti. Yavaşça oturduğu yerden kalktı. Melih’e siz burada bekleyin, diyerek kapının önüne geldi. O arada kapı açıldı. Tuğsem’in tatlı sesiyle gülümsedi. “Şimdi verdiğim bu ilaçlar ağrılarını oldukça azaltır, ondan sonra bol bol yürüyoruz tamam mı amcacım,” diye adamın omzuna dokunarak konuşuyordu. Sanırım amcanın kulakları da duymuyor diye düşündü. Çünkü Tuğsem bağırarak konuşuyordu. Kapıdan çıkan kısa boylu genç kızdan sonra içeri adımını attı. Yaşlı adam bastonuna tutunarak ayaklandı. Akrabaları yardım ederken Hüseyin Alaz, hala Tuğsem’i görememişti. İçeri doğru birkaç adım attıktan sonra muayene masasının yanındaki lavaboda ellerini yıkadığını fark etti. Tuğsem, bütün hastalarının bittiğini düşündüğü için doğru bilgisayarının başına gitti. Tam oturacakken genç adamla göz göze geldi. İkisi de birbirine şaşkınlıkla bakakaldı. Ayağa kalktığında masadan bir adım uzaklaştı. Hüseyin Alaz, ilk defa saçları düz, kısacık bir elbise ve topuklu botla gördüğü kadının güzelliğine şaşırırken, Tuğsem çok gerçekçi bir hayal gördüğünü düşünüyor onun şaşkınlığını yaşıyordu. Kendini ilk toplayan Alaz oldu. Boğazını temizleyip, bir iki adım daha attı. O arada genç kadın da ne yapacağını bilmez halde duruyordu. “Tuğsem,” diye seslendi ama o denli kısık bir tonla söylemişti ki, doktorun duyduğundan bile emin olamadı. Genç kadının elleri titreyerek saçlarına dokunuşunu ve düzleştirince beline kadar uzayan saçlarını yana doğru atışını seyretti. “Alaz Bey!” Hay senin Alaz’ına da bey’ine de diye sert çıkışmamak için kendini zor tuttu. Makyaj yapmıştı ve zaten dolgun olan dudakları hafif kırmızı rujla tam öpülmelik duruyordu. Eğer hemen konuşmaya başlamazsa kendini tutamayacağını biliyordu. “Sana teşekkür etmeden gitmek istemedim.” “Görevimdi.” “Değildi. Herkes vazgeçmişti. Kimse bana dayanamıyordu ama sen, taviz vermez duruşunla inadınla sabrınla beni alt ettin. Çok teşekkür ederim.” “Önemli olan sizin iyileşmenizdi.” Tuğsem’in hala sizli bizli konuşmasına gıcık oluyordu. Birkaç adımda yanına gelip, sarıldı. Saçlarına yüzünü gömdüğünde huzurun kokusunu aldı. Onunla böyle ayrılmak istemiyordu. Sesi boğuklaşmış, söyledikleri zor anlaşılıyordu. “Tuğsem yapma! Beni böyle gönderme!” “Lü…lütfen,” diyebildi Tuğsem. Çünkü içi titremeye başlamıştı. Nabız atış hızı yükselmiş ateş basmıştı. Sabaha kadar bugün nasıl bırakmadıysam kendimi bir daha bırakmak yok diye kararlar almıştı. Kokusunu almak, candan sarılışını hissetmek gardını düşürüyordu. Eğer kendini bu denli sıkmasa bedeni de zangır zangır titreyecekti. “Ben seni yaşamak istiyorum. Bize bir şans ver.” “Biz diye bir şey olamaz,” dedi ve kendini geri çekti. Kaşlarını çattı. Eliyle kapıyı gösterdi. Resmen kovuluyordu. Oysa Tuğsem konuşsa sesinin titreyeceğini ya da dayanamayıp, tekrar sarılacağını biliyordu. Hüseyin Alaz, doktorun kapıyı göstermesiyle ellerini açıp, kapatmaya başladı. Bu neyin inadıydı? Neden olamazdı? Birlikte olamamalarının sebebi Tunç muydu yoksa? Tabi ya yoksa neden öpüşmelerine rağmen bu kadar uzaklaşsın diye kıskançlığın en can alıcı sızısıyla gözleri karardı. Orada kalırsa genç kadını daha çok kıracağını ve buna hakkı olmadığını düşündüğünden Tuğsem’e öldürecek gibi tekrar baktı. Sonra arkasını döndü ve hızla odayı terk etti. “Melih! Hemen gidelim buradan,” diye dişlerinin arasından konuştu. Dişlerini kıracak kıvama gelmişti. Böylesine kendini sıktığı hiçbir anının olmadığını biliyordu. Hüseyin Alaz’ın hoşlandığı birçok kadın olmuştu. Fakat kıskançlık duygusunu ona yaşatan ilk Tuğsem’di. Reddedilme sebebini düşündükçe yüreğinin sızladığını hissediyordu. Hastane kapısından çıktığım anda biteceksin Tuğsem, diye düşünürken bile boğazındaki yumruyu yutamamıştı. Yutkunamamak bu yaşında yaşadığı nadir duygulardan biriydi ve bundan hiç hoşlanmamıştı. Arabaya bindiğinde iki eliyle yüzünü ovmaya başladı. “Bittin, başlamadan bittin,” diye mırıldandı. Hasta yatağında Tuğsem ile ayağa kalktıktan sonra yapmak istedikleri gözlerinin önüne geldi. Yaşayamadıkları hayalleri gözlerinde canlandıkça aklının fikrinin onda kalacağını bilemeden kızgınlığını körüklüyordu. Tuğsem ise durduğu yerde çarpılan kapıya baktı, baktı sadece baktı. Gözlerini kırpmıyor, dudaklarını oynatmaktan korkuyordu. Sanki biri kalbinin üzerine diken batırmış, onu çıkarmaya çalışırken daha çok canını yakıyordu. Böyle bir aşktan sonra asla iflah olmayacağını biliyordu. Odadaki telefon sesiyle transtan çıkmış gibi sıçradı. Masanın üzerinde çalan telefona gözleri dolu bakarken açmak istemek istemedi. Zor bir iki adımdan sonra sandalyesine yavaşça oturdu. Cep telefonu tekrar çalmaya başladığında meşgule atmak için eline aldığında Ayla’nın aradığını görünce açtı. “Alo Tuğsem, orada mısın?” “Bu..buradayım!” “Alaz bey yanına geldi mi?” “Geldi.” “Bir şey olmuş, poliklinikte misin hâlâ, hemen oraya geliyorum?” “Ayla!” “Canım!” “Gitti! Yüreğimde onunla beraber gitti. Kalbimi yanına aldı da gitti.” “Tuğsem! Yapma!” Tuğsem, telefonu arkadaşının yüzüne kapattı. Ellerini masaya koyup, kafasını eğip hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Gözlerinin karşısında Hüseyin’in ‘Tuğsem beni böyle gönderme,’ dediği an capcanlı dururken daha çok içi parçalandı. Korkaklık etmişti. Olmayacağını düşündükçe onu kaybetmişti. Kendi suçu olduğunu idrak ettikçe yarasının daha çok kanatıyordu. Yarasının ilacını kendi eliyle göndermişti. Hüseyin Alaz’ın düşmanca bakışlardan sonra arkasını döndüğü anda pişman olmuştu. Olmuştu ama arkasında da gitmemişti. Bu yaşadığı acıyı sonuna dek hak etmişti. Avuçlarını yüzüne kapatıp, kalbine kızmaya başladı. “Gitti, gitti işte daha ne istiyorsun. Kanamasana be!” |
0% |