@herdem6060
|
Umarım yorumları ve beğenileri bol olur. Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤ Instagram; herdem6060 İyi Okumalar
“Ben o kızı gelinim olarak istemiyorum. Sana yüz kere senin evleneceğin kız hazır dedim. Hem şirket ortaklığımız içinde Birce ile evlenmek en iyisi, o yüzden akşam sakın getirme o kızı evime…” “Anne daha ne kadar süre ya da kaç türde anlatmam gerekiyor. Ben ortaklık için kimse ile evlenmeyeceğim!” “Ne yani kimlerin altına yattığı belli olmayan bir fahişeyi mi karın yapacaksın?” Özlem duyduklarıyla gözlerinden yaşlar boşalarak sessizce arkasını döndü. Kalbi boğazında atıyordu. Bir insan bir saat içinde en büyük mutluluğu da acıyı da yaşar mıydı? Özlem ölüyordu. Özlem acıdan kavruluyordu. Zorlukla yürüyerek asansöre bindi. Keşke bir dakika bekleseydi. Sevdiği adamın onu nasıl yücelttiğini kulaklarıyla duymuş olacaktı. “Sen! Sen bir daha benim sevdiğim kadına fahişe dersen!” “Eeee! Annenim senin ben...” Annesinin bağırması üzerine masaya tüm gücüyle vurup, ayağa kalktı. Annesine doğru yürüyüp, parmaklarını sallamaya başladı. Öyle bir bağırıyordu ki bina inledi. Fakat sevdiği kadın duymadı. “Beni neyle tehdit edeceksin anne! Bundan sonra benim ailem Özlem ve ondan doğacak çocuklarım. İster kabul et ister etme. Altı yıldır beni evlendirmeye çalışıyorsun. Şirket birleşmesiymiş… Çok biliyorsan babamı boşa sen evlen anne! Şimdi çık git odamdan yoksa annem falan demeyeceğim.” “Pişman olacaksın!” “Benden ve çocuklarımın annesinden uzak dur anne!” diye resmen kükredi. Volkan o arada odaya girdiğinde ağlayan annesini dışarı çıkardı. Tekin, yaşadıklarına inanamıyordu. Şimdi Özlem’e ne diyecekti? Ne diyeceksin en başından beri hep dürüsttün şimdi de doğruyu söyleyeceksin. Senin ailen ÖZLEM diyen içi rahatlamasına sebep oldu. Özlem araba kullanacak durumda değildi. O yüzden taksiye binip, ablasının evinin adresini verdi. Yol boyunca kollarını karnına sarıp, ağladı. Kendi istenmemeye alışmıştı ama bebeği… Bebeğinin istenmemesine, hele babasının ondan vazgeçtiğini duymaya dayanamazdı. Neden bütün mankenleri onunla bununla yattı diye düşündüklerini anlamıyordu. Başka meslek grubunda kadınların sevgilileri olmuyor muydu? Sevgilileriyle birlikte olmuyorlar mıydı? Hep ilk sevgilileri ile mi evleniyorlardı? Neden hep bunu yaşıyordu bunları düşünerek ablasının evine geldiğinde, hıçkırarak kapıyı vurdu. Annesine babasına böyle gözükmemeliydi. Özge kapıyı açtığında darmadağın kardeşiyle korktu. İçeri alır almaz, daha ne olduğunu anlamadan o da kardeşiyle birlikte ağlamaya başladı. Özlem olanları anlatınca, hamile olduğuna bile sevinemedi. Gitmekten bahsediyordu. Nereye, ne zaman olduğunu düşünelim dese de Özlem’e dinletemedi. “Bıktım, bıktım anlıyor musun abla? Bu insanların benimle ne derdi var? Bebeğimi de alıp gideceğim, kimin oğlu kime kalırsa kalsın. İnan şu an bir bebeğim olacağını bilmesem canıma kıyardım. O kadar bıktım bu dünyadan. Tekin’in beni terk ettiğini duymak, görmek istemiyorum. Hemen gitmeliyim hemen…” “Ne olur böyle olma Özlem’im sen ailemizin kalesisin. Sen yıkılırsan hepimiz yıkılırız. Tamam sen ne istersen ben arkandayım. Nereye gideceksin?” “Ayça’ya gideceğim. Zaten tatil için sürekli çağırıyordu. Kanaldaki son programım yarın, sonrasında sözleşme imzaladığım bir iş yok.” “Tamam güzelim tamam, ben senin arkandayım.” Özlem, hemen elini yüzünü yıkadı. Eline bir kağıt aldı. Yapacaklarını sıraladı. Menajerini aradı. İş almamasını ve yurt dışına gideceğini haber verdi. Arabasını ablasının evine getirtmesini istedi. Ayça’yı arayıp durumu anlattı. Arkadaşı severek kabul etti. Tekin’in peşine düşeceğini sanmıyordu ama riske atamazdı. O yüzden bulunmayacak şekilde gitmeliydi. Çin’e uçak bileti aldı. Orada iki gün konaklayacak bir otel ayarladı. Sonra arkadaşı onu arabayla almaya gelecekti. Arabası gelince evine gidip, iki koca valiz yaptı. İhtiyacı olacak her şeyi aldı. Bankaya gidip yüklü miktarda nakit çekti. Gerisini de arkadaşının hesabına yolladı. Uzun süre çalışamayacaktı. Bütün değerli eşyalarını ablasına bıraktı. Yıllardır çalışmanın, müsrif olmamanın nimetlerinden yararlanıyordu. Akşamüzeri Tekin’e Defne hastalanmış, bu gece ablamda kalacağım diye mesaj attı. İki defa aramıştı. Telefona çıkmama nedenini de açıklamış oldu. Akşam Tekin aradığında da telefona Özge cevap verdi. Özlem uyuyor karnı ağrıyordu erken yattı dedi. Sabah konuşursunuz diye ikna etti. Karşısında gözyaşları ile bekleyen kardeşiyle ne yapacağını bilmiyordu. Tekin ise çok huzursuzdu. Annesi ile yaşadığı tartışmadan sonra sevdiği kadına ihtiyacı vardı. Bırak yüzünü görmeyi, sesini bile duyamamıştı. Neredeyse bir ay sonra ilk defa yalnız girdiği yatağı, buz gibiydi. Bir kere sevdiğinin sıcaklığı yoktu. Kokusuyla yetinmeye çalıştı. Ertesi gün sabah aradığında da meşgule atılmış ve sadece ben seni arayacağım diye mesajı gelmişti. En iyisi kanalda çıkışını beklemek diye düşündü. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. İşe gidince çıkamadı. Öğleden sonraya kadar bir çekimin çalışmaları yüzünden toplantıda kaldı. Özlem magazin programını sunduktan sonra veda etti. Bu olağan bir durumdu. Garip olan ise sanki programa değil de sevgiliye veda eder gibi oluşuydu. Soğuk manken lakaplı Özlem ULUDERE ağlamıştı. Hem de sırf program bitiyor diye. Yönetmeni bunu çok beğenirken, geri kalan herkes şaşkındı. Özge zaten bir dakika bile kardeşini yalnız bırakmadı. Özlem’i gece koynunda yatırdı. Bebeği için güçlü olması konusunda sürekli telkinlerde bulundu. Sabah da kanala onunla birlikte geldi. Ailesine tatile çıkacağını, bir süre görüşemeyeceklerini söyledi. Özellikle Ayça’nın yanına gidiyorum dememişti. Havaalanında bekleme salonunda beklerken Özge bir kere daha Tekin’le konuşması için ikna etmeye çalıştı. “Özlem en azından bir vedayı da mı hak etmiyor?” “Ediyor, hem de çok ama cesaretim yok abla sesini duyarsam ağlarım. Ağlarsam anlatırım.” “Bu bıraktığın pakette ne var?” “Hamile olduğumu anlayacak bir şey, saklayamazdım.” “Peşine düşsün istiyorsun. Senin için olmasa da bebek için.” Özlem öyle acılı baktı ki ablasına anlasın istiyordu. İçi yanıyordu. Tekin’i çok seviyordu. İkisi de birbirlerine sevdiklerini söylememişlerdi. Onsuz nasıl uyuyacağını, onsuz nasıl nefes alacağını bile bilmiyordu. Sanki bedenini lime lime doğruyorlardı. Bebeği saklamayı düşünmüştü. Sonra bunun haksızlık olacağına karar verdi. Zaten onlar bir bebek için bir araya gelmemişler miydi? Belki bilinçaltında ablasının dediği şeyde vardı. Bunu aklına getirmemişti. Ancak o kadar çok isterdi ki, Tekin gelsin seni seviyorum, seni bırakmam desin. Aileler söz konusu olduğunda ilk vazgeçilen hep kendisi olmuştu. Alışmıştı. Sadece bu sefer bunu duymaya tahammülü yoktu. “Abla ben onu çok seviyorum. Daha şimdiden çok özledim. Ben ne yapacağım?” dedi ve hıçkırıklarını koy verdi. Öyle sarsılarak ağlıyordu ki içi dışına çıkmıştı. Özge’de aynı durumdaydı. Son çağrı sesini duyduktan sonra tekrar sarılıp, ayrıldılar. Tek elini göbeğine koyarak yürüyordu. Yine beli ve karnı çok ağrıyordu. Uçak kalkmadan önce yazdığı mesajı Tekin’e yolladı ve bir daha açılmamak üzere telefonunu kapattı. Seni seviyorum diyememişti, diyemezdi. Uçakta bitap düşene kadar ağladı. Çin’e iniş yaptığında kendini iyi hissetmiyordu. Bu yüzden otele gitti. İki gün doğru dürüst hiç çıkmadı. Ayça geldiğinde onun tükenmiş haliyle afalladı. Çünkü Özlem hep ayakları yere basan, önüne bakan bir kızdı. Seul’e gitmek üzere arabayla yola çıktılar. Yaklaşık yirmi saat gideceklerdi. Molalar ile birlikte bir buçuk günde evde olmayı planlıyorlardı. Yol boyu Özlem’in çok ağrısı oldu. Tekin’i özlemenin yanında, bebeğe bir şey olacak korkusu sardı içini. Özlem çok kötü olduğundan neredeyse kırk sekiz saatte geldiler. İkisi de çok yorgundu. Ayça o hafta için izin almıştı. Birlikte olarak arkadaşına destek olmak istiyordu. Fakat daha geleli iki gün bile olmadan Özlem’in kanaması oldu ve hastaneye kaldırıldı. Bedeninin çok yorulduğunu ve bebeklerin üçüz olması nedeniyle diye açıklama yapan doktora şok bir şekilde baktı. Düşük tehlikesinin yüksek olduğunu öğrendiğinde içinde değişik bir korku peydah oldu. Ultrason da bebekleri ilk gördüğünde ki duyguyu yıllar geçse de unutmayacaktı. Strese ve yorgunluğa bağlı bir durum olduğunu, bu yüzden tehlike geçene dek hastaneye yatacağını öğrendiğinde, Ayça’ya daha çok yük olacağını düşünüp üzüldü. Tekin’in aklı sürekli sevdiği kadındaydı. Bugün de şu saat olmuş sesini duyamamıştı. Lanet olası toplantılar bitmemişti ki bir an önce eve gitsin. Mesaj bildirimi geldiğinde çok önemli bir toplantının ortasındaydı. Dün ofisine sana sürpriz yapmak için geldiğimde annenin sözlerini duydum. Ben seninle sevgiye, acıya, her şeye hazırdım ama bir pişmanlığı daha kaldırabilecek gücüm yok. Gidiyorum. Benim yüzümden ailenle aranı bozmana dayanamam, gerek de yok. Senin için ablama bir paket bıraktım. Kendine iyi bak CANIMDAN İLERİ… Tekin kaşlarını çatıp, bir kere daha mesajı okudu. Telefonu masaya bırakıp, ellerini sıkıp sıkıp bırakmaya başladı. Özlem bir mesajla içinde patlamaya hazır bir bomba bırakmıştı. Bir terslik olduğunu anlayan Ahmet Eren ayağa kalkıp, arkadaşının yanına geldi. Tekin’in kıpkırmızı olmuş gözleriyle telaşı daha çok arttı. “Arkadaşlar toplantı bitmiştir,” diye herkese kapıyı gösterdi. Kimseden ses çıkmadı. Zira patronlarını ilk defa böyle görüyorlardı. Telefona gelen mesajı herkes merak ederek toplantı salonunu terk etti. Ahmet Eren soru sormaya korkuyordu. Tekin’in bıraktığı telefonu eline aldı. Sonra mesaja baktığından eliyle boynunu ovmaya başladı. “Gitmiş!” sesindeki acı dağları delerdi. Çünkü kendini öyle hançerlenmiş hissediyordu ki ellerini masaya koyup, kalkmaya çalıştı. Bacakları tutmadı. Tam düşeceği zaman Ahmet Eren tutup, kalktığı sandalyeye oturttu. “Tekin! İyi misin?” “Değilim! Gitmiş…” Ahmet Eren bu konularda nasıl teselli edilir bilmezdi. Zaten sıkıntılı durumlarda ağzı dili bağlanmış gibi olurdu. Şimdi de kardeşim dediği adama ne diyeceğini bilmiyordu. Tekin başını masaya koydu. En son rahmetli dedesini kaybettiğinde ağlamıştı. O gün bile böylesi bir acı hissettiğini hatırlamıyordu. Özlem ona tek bir soru bile sormadan çekip, gitmişti. Duydun neden kapıyı vurup, ben öyle bir kadın değilim diye hesap sormadın be hatunum diye düşünmeden edemedi. Gözleri doldu ama bir türlü akmıyordu. “Tekin, hadi kalk gidip bulalım. Anlatalım.” “Hayır! Bana güvenmeyen bir kadınla işim olmaz artık.” Kafası eğik olduğu için sesi boğuk boğuk çıkmıştı. Ya da kalbinde hissettiği sıkışmadan kaynaklıydı. “Saçmalama be oğlum. Kız sana CANIMDAN İLERİ demiş daha nasıl anlatır sevdiğini. Dikkat edersen senin terk etmene dayanamayacağı için gitmiş.” Tekin öyle hızlı kafasını kaldırdı ki arkadaşı bile bir iki adım geriledi. Çok sinirli bakıyordu. Ahmet Eren’in bir suçu yoktu ama birinden bu sinir çıkmalıydı. “Ne diyorsun lan sen? Annemin ettiği hakaretleri duydu mu? Girseydi odaya, kafa göz demeden bana dalsaydı. Hatta kemiklerimi kırsaydı. Ona tek bir laf edersem şerefsizdim. İyi mi oldu? Onunla olan gelecek hayallerimi umutlarımı kırdı geçti.” “Tamam, sakin ol! Buluruz.” “Hayır istemiyorum.” Ondan sonra kimse konuşmadı. Ahmet Eren ikisine birer kadeh viski getirdi. Sessizce içtiler ve öyle oturdular. Tekin’in kafası allak bullak olmuştu. Özlem’i düşüncelerinden, en önemlisi kalbinden çıkaracaktı. Onunla konuşmadan onu yargıladığı için öyle kızgındı ki, sinirinden kendini bile bırakamıyordu. Ahmet Eren gözlerini kırpmadan, tam yirmi yıldır tanıdığı, gençliğinde bile böylesine yıkılmamış arkadaşına bakıyordu. İçine bir burukluk çöktü. Hiç karşılaşmadıkları bu durum için ne yapacağını bilemediğinden Volkan’a mesaj attı. Yaklaşık üç saatin sonunda Tekin yine ellerini masaya koyarak kendini kaldırmıştı. Koskoca şişe bitirip bana mısın demeyen koca adam tek kadeh viskiyle sarhoş olmuş gibiydi. Tekin’in koluna giren Ahmet Eren bir şeyler söylemek, arkadaşının yanan içini rahatlatmak istiyordu. Fakat ağzı dili bağlanmış gibi halâ tek kelime edemiyordu. Ne kendi bugüne dek böyle bir şey yaşamıştı, ne de diğerleri. En az Tekin kadar duygu karmaşası yaşıyordu. O arada Volkan geldi. Sarhoş olmuş abisini görünce şaşırdı. Sesini çıkarmadan o da diğer koluna girdi. “İlyas babanın mekana gidelim?” “Ağabey zaten sarhoşsun.” “Volkan lafımı ikiletme…” Tekin’in dişlerinin arasından gelen cümlesine cevap vermedi. Sadece başını salladı. Bu gece ağabeyi ne derse olacaktı. Sarıyer’de İlyas Babanın Yeri yazan tabelanın önünde durduklarında ikisi de arkaya baktı. Tekin arka koltuğa oturmuş ve kafasını geriye atarak gözlerini kapatmıştı. Mekana gelene kadar da konuşmamıştı. Arabanın durduğunu anlayan Tekin, kimsenin yüzüne bakmadan yavaşça indi. İki metrelik dev adam gitmiş, omuzları çökük savunmasız bir adam gelmişti. Denizin dibinde bir masaya oturdu. Denizin siyahlığı içini yansıtıyor gibiydi. Ay bile aydınlatamamıştı. Masa donatılınca rakı şişesini alıp, kadehi ağzına kadar doldurdu. Sek bir şekilde kafasına dikti. Bir şey yemedi. Sadece buzlu suyundan içti. Onun gibi neşeli, gülmeyi seven adamın bu haline hala inanamayan iki adam, sadece bakıyorlardı. O ara yanlarına gelen İlyas babaya baktılar. Gözler anlaşmıştı. Tekin’in derdini gözleriyle anlattılar. “Koç hayırdır!” Tekin, İlyas babanın kendine her zaman ki lakabıyla seslenmesi üzerine denizde olan gözlerini çevirdi. Silik bir gülümseme sundu. Ancak gözleri doldu. Kafasını sağa sola sallayıp, tekrar içti. “Diri diri yanıyorsun ha koç!” diye tespitte bulunan İlyas Babaya sadece başını salladı. Gözünden o anda yaşlar boşaldı. O kadını çok sevmişti. Gelecek hayallerini bir tek onunla yapmıştı ama o güvenmemişti. Çekip gitmişti. Elini kalbinin üstüne koydu. Orayı sıktı. Sanki söküp atmak istiyordu. Acıyan yerini söküp atarsa bu acı geçer gibi geliyordu. “Diri diri yaktı beni elin kızı baba! Kurşunları kalbime sıktı da gitti.” Tekin’in haklı feryadından sonra İlyas babada konuşmadı. Sessizce içtiler. Sessizlikte huzur vermek, yanındayız demek olurdu. İki adam dev adamı zor taşıyarak sabaha karşı eve geldiler. Tekin’in Özlem, sarı dilberim, güzel hatunum gibi sayıklamalarına üzgünce baktılar. Bir hafta boyunca Tekin evden çıkmadı. Doğru dürüst yataktan bile çıkmadı. Bir kadına uğruna ölecek kadar bağlanacağı, kokusu için yataktan çıkmayacağını iki ay önce biri ona söylese kahkahalarla gülerdi. Oysa şimdi sırf kokusu kaybolmasın diye odayı havalandırmıyordu. Günlerce gecelerce düşünmüştü. Kapalı olduğunu bildiği halde günde en az on kere kadını aramıştı. Düşünemiyor, ona güvenmemesi için ne yapmış olacağını bulamıyordu. Özlem geldikten sonra hayatına ilkbahar gelmişti. İçi çiçek açmıştı. Öyle tutulmuştu ki feleği şaşmıştı. Seviştikleri her anı, ona yemek hazırlamasını, elleriyle yedirmesini, dev adam diye sürekli üzerine tırmanmasını, en çok da dudaklarını boynuna gömüp, üstünde uyumasını özlemişti. Yüreği sızım sızım sızlıyordu. Volkan ve Ahmet Eren her gün gelmese ve zorla bir şeyler yedirmese yaşam belirtisi gösteremiyordu. Bu süreçte bir kez gelen annesinin karşısında hüngür hüngür ağlamış, Özlem’i ne kadar sevdiğini anlatmıştı. Senin yüzünden tek ailemi kaybettim. Mutlu ol, şirket birleştirmelerinle, paranla mutlu ol. Artık senin oğlun değilim diye evden kovmuştu. On günün sonunda dayanamayan Volkan; “Abi yeter artık toparlanamazsan yengemi nasıl bulacağız? O da seni seviyor, sevmese uğraşmazdım. Hem nereye gittiğini buldum.” Tekin kardeşine baktı. Kendi gibi onu da harap etmişti. Nerede olduğunu bulmuştu. Peki! Görünce ne yapardı. Ne yapacaksın tuttuğun gibi öpeceksin diyen iç sesiyle biraz daha aklı başına gelir gibi oldu. Bekliyor mudur acaba diye düşünmeden edemedi. Sonra ablama senin için bir paket bıraktım yazdığı mesaj aklına geldi. Ne olduğunu düşünmemişti. Volkan’a cevap vermeden duşa girdi. Su başından aşağı akarken aklında sadece Özlem’e kavuşmak vardı. Çok kızmıştı. Çok sinirlenmişti. Ancak hasretine dayanamıyordu. Bulacak ve sen benimsin diyecekti. Bir daha da iş için bile yanından ayırmayacaktı. Özge’nin evinin önüne geldiğinde derininden bir nefes aldı. Onu istemediğine dair bir şey bıraktıysa diye korkuyordu. Onu istediğini bilsin dünyayı altına üstüne getirirdi. Çünkü hala mesajını hazmedemiyordu. Belki de direkt sevdiği kadını aramalıydı. İçindeki bazı duygular baskın çıkmıştı. Zile bastı. Özge bu on günde kardeşiyle sadece iki kere görüşmüştü. Biraz kendimle kalmak istiyorum, sizi ararım dediği için mesaj falan da atmıyordu. Gözü hep kapıdaydı. Tekin’in bir hafta geçmesine rağmen gelmemesiyle umutları tükendi. Kardeşi için bir kere daha üzüldü. Evin zili çaldığında hala kardeşi Tekin’i sorarsa ne cevap vereceğini düşünüyordu. Ayaklanıp, kapıya gitti. Kapıyı açtığında gördüğü yüzle afalladı. “Tekin!” “Özge!” “Lütfen buyur,” diyerek içeriye davet etti. Ferah beyaz mobilyaların olduğu salona geçtiklerinde Özge sevinçliydi. “Ne içersin? Sana ne ikram edebilirim?” “Hiçbir şey! Neden geldiğimi tahmin ediyorsun. Sende bana ait bir paket varmış.” Özlem’i soramıyordu. Dilinin ucuna geliyordu kardeşin iyimiymiş demek ama ağzını açamıyordu. Özge’nin salondan çıkışına baktı. Fotoğraf dikkatini çektiğinde oraya yürüdü. Eline aldığında sevdiğinin mavi yeşil gözlerinin parladığını, Defne’ye bakarak güldüğünü gördü. Yutkunmak istedi. Kaç gündür telefonundaki resimlere bile bakmamıştı. Hatta ilk günler öyle kızgındı ki silmeyi düşünmüş, sonra eline bile alamamıştı. “İstiyorsan burada açabilirsin,” nasıl daldıysa Özge’nin gelişini bile duymamıştı. “Sen ne olduğunu biliyor musun?” “Evet, biliyorum.” “Söylemeyeceksin.” “Kendin baksan daha iyi,” diye tekrar koltuklara yönlendirdi. Karşılıklı oturduklarında Özge dev gibi bir adamın küçücük bir pakete korkuyla baktığını gördüğünde dudaklarını ısırdı. Komik olmayan bir durumdu ama nedense Tekin’in yüzünün resmini çekmek istedi. Tekin elleri titreyerek paketi açmaya başladı. Ne olduğunu hem çok merak ediyor hem de memnun olmayacak bir şey olduğunu hissettiğinden geri kapatmak istiyordu. Tamamen açtıktan sonra gördükleriyle kaşlarını çattı. Pembe biberonu bir eline, bebek ayakkabılarını bir eline aldı. Özge’ye döndüğünde anladığı şeyin olmadığını, bebeğimi de alıp gitti deme dercesine baktı. Özge’de ağlıyordu. Sadece başını aşağı yukarı salladı. “O seni çok seviyor Tekin,” Özge’nin ağzından sadece bu cümle çıkabildi. Çünkü gerisi gelmiyordu. “Hamileydi ve beni bıraktı.” “Sana söylemeye gelmiş, annenin sözlerini duyduktan sonra yine aynısı olacak diye gitti.” “Nereye gitti. Söylemeyeceksin değil mi?” “Sadece Çin’e gittiğini biliyorum. Bize bile söylemedi.” Tekin inanmadığını gösterdi. Ancak yalan söylüyorsun demedi. Zaten kendi bulurdu. Bugün olmasa yarın, öbür gün, olmazsa üç güne yanında olurdu. Yanına varınca da ilk önce nefesi kesilene kadar öpecek ondan sonra hesap soracaktı. Biberon ve bebek ayakkabısı elinde kapıya gitti. Özge’ye dönüp, hoşçakal demedi. Arabasına bindiğinde elindekileri bağrına basıp, omuzları sarsıla sarsıla ağladı. Kendine geldiğinde Volkan’ı ve Ahmet Eren’i aradı. Bir an önce sevdiğine ve bebeğine kavuşmalıydı.
Özlem ise öyle kötü günler geçiriyordu ki ne yapacağını düşünemiyordu. Bebeklerini kaybetme korkusuyla on beş gündür acılar içinde hastanedeydi. Doktora danışmadan uçak yolculuğu yaptığı için çok kızıyordu kendine ve bir kayıp yaşarsa hayatı boyunca kendini affetmeyecekti. Bilmiyordu. Hamileliğin başında uçak yolculuğuna izin verilmediğini bilse yapar mıydı bebeklerini riske atar mıydı? Ablasının onu neden uyarmadı acaba diye kendine soruyor? Sonra kadında kafamı bıraktım. Ablam bana üzülmekten aklına bile gelmemiştir diye yine kendi cevaplıyordu. Tekin’e hasreti gün geçtikçe dayanılmaz olurken, bebekleri onu bırakmasın, annelerine destek olsun istiyordu. Doktorların her dediğini yapıyordu. Hastaneye yattığı ilk üç gün yataktan tuvalet için bile kalkmamıştı. Günler geçmiyordu. Sanki zaman ilerlemeyi bırakmıştı. Ayça ilk bir hafta hiç yanından ayrılmamıştı. Sonraki hafta da işten çıktığı her vakitte yanındaydı. Kıza da yük oldum diye kendini yiyip, bitiriyordu. Ablasıyla iki kere konuşmuştu. Buradaki durumunu anlamasın diye konuşmak istemediğini söylemişti. Şimdi tamamen kimsesizdi. Babamız bizi bulur mu diye bebekleriyle konuştuğu çok olmuştu. Bazen sabahlara dek gözyaşı döküyordu. Bebeklerimi üzmemem gerek diye kendini tuttuğu vakitte çok olurken bazen de ne gönlüne ne bedenine söz geçirebiliyordu. Sürekli dua ediyordu. Hem sevdiği adam onu sahiplensin diye hem de bebekleri onu terk etmesin diye. Dayanamazdı. Tekin’in düşündüğü gibi olmadı. Çin’e gitmişti. İki gün bir otelde kalmıştı. Sonrası yoktu. Çin’in altını üstüne getirmişlerdi. En az on adam ve üçü neredeyse bir aydır arıyorlardı. Bütün işi gücü bırakmışlardı. Tek dertleri Özlem’i bulmaktı. Kadın sanki kuş olup uçmuştu. Başka bir yere gittiğini düşünmüşlerdi. Ne otobüs, ne uçak, ne de gemi seferlerinde adı sanı yoktu. Araba kiralamış olabileceğini düşündüler onda da yoktu. En sonunda dayanamayıp, yeniden Türkiye’ye döndüler. Tekin yine Özge’nin kapısındaydı. Özge, Tekin’i görünce inanamadı. Bir adam yaşarken nasıl ölüyormuş kanıtı gibiydi. En az yirmi kilo vermiş, gözlerinin altı mosmordu. Saç sakal birbirine girmişti. “Özge yalvarırım, yalvarırım bana ailemin yerini söyle!” |
0% |