@herdem6060
|
Beni buradan ve Instagram'dan takip etmeyi unutmayın ❤ Instagram; herdem6060 İyi Okumalar 1.Bölüm Mine iki ay sonra otuz yaşına giriyordu. Yirmi sekiz yaşına girdiğinden beri kafasında hep aynı konu asla kimsenin onu fark etmeyeceği ve asla evlenemeyeceği fikri dönüp dolaşmıştı. İki seneye yakındır belki biri onu beğenir diye hiç istememesine rağmen kuzeninin ısrarlarını kabul edip, arkadaş ortamlarına bile girmişti. Yine de kimsenin dikkatini çekmemiş hatta Türkan gibi bir kızın nasıl böyle akrabası olur diye düşündüklerini yüz ifadelerinden okumuştu. Umudu kalmamıştı. Aslında bunda kendisinin suçu olduğunu biliyordu. En azından Türkan'ın kızmalarından bunu kabul etmişti. Bedeninden iki beden büyük elbiseler giyiniyordu. Siyah kalın çerçeveli yuvarlak gözlükleri yüzünün yarısını kaplıyordu. Dümdüz siyah saçlarını hep topuz yapardı. Sessiz bir kitap kurduydu. Yapı itibariyle utangaç yalnızlık seven biriydi. Yaşadığı bu dönemdense eskilere meraklı tam bir Yeşilçam hayranı, tarih sever arkeolojiye meraklıydı. 21. yüzyılda pek bu tarz zevkleri olan biriyle kimse arkadaş olmak istemiyordu. İlkokuldan beri hep inek muamelesi yapılmıştı. Aslında kütüphanecilik okumak istiyordu. Ancak üniversite sınavına gireceği gün gözünde yaşanan bir enfeksiyondan kaynaklı tek gözü bandaj ile kapanmıştı. Ailesinin sınava girme seneye tekrar denersin diye ısrarlarına rağmen kendi inat etmiş ve soruları tek göz okumak zorunda kalmıştı. Zaten Matematik dersinde o kadarda iyi değildi, o yüzden sadece Türkçe, Tarih ve coğrafya sorularını yapmıştı. Bilmediği sorulara sonra dönmeyi düşünmüştü. Atladığı sorulara zamanı yetmediğinden puanı düşük geldi. İki yıllık dokümantasyon ve enformasyon, büro yönetimi sekreterlik ve arşivcilik bölümlerine tercih yapmıştı. Türkan'ın kamu yönetimi okuduğu üniversitenin dokümantasyon ve enformasyon bölümüne yerleşti. Aynı yaşta olmalarına rağmen Mine'nin lisede hazırlık okumasından kaynaklı kuzeni daha önce üniversiteye yerleşmişti. Türkan ile her şeyleri zıt gibiydi. O görümüne çok dikkat eder, bakımlı ve ondan en az üç beden inceydi. Simsiyah gözleri buğday teni ve ince vücuduyla çok dikkat çekiyordu. Hem de konuşkan, neşeli ve dans etmeyi seven biriydi. Tek ortak noktaları dil öğrenme meraklarıydı. Türkan üç dil biliyor; İspanyolca, İngilizce ve Almancayı çok iyi konuşuyordu. Mine de İngilizce ve Almanca biliyordu. Bu merakları sayesinden Türkiye'nin önde gelen holdinglerinden ÖZYAŞAR holding de birlikte çalışıyorlardı. Gerçi sadece sabah işe giderken birlikte oluyorlardı. Çünkü Mine tam kendine göre olan arşiv sorumlusuydu. Türkan ise holdingin yönetim kurulu başkanı Ahmet ÖZYAŞAR'ın kişisel asistanıydı. Diğer üç asistan Türkan'a bağlı çalışıyordu. Ahmet Bey altmış iki yaşında çok disiplinli ama babacan biriydi. Hem de çalışanlarına çok değer verirdi. O yüzden çok mutlu çalışıyorlardı. Şirkette Türkan'ın yedinci Mine'nin ise altıncı yıllarıydı. Yabancı dili sayesinde ilk kuzeni işe girmiş, Mine'ye uygun işi duyunca da lisan bilgisi sayesinde Mine'yi de arşivde çalışmak üzere işe aldırmıştı. Arşivi herkes çok küçümserdi. Oysa şirketlerin en önemli birimlerinden biriydi. Mine şirkette ve ya özel hayatında görünmez olmaktan mutluydu aslında ne zaman beğenilmek istemeye hayatına bir erkek almak istediğine karar vermişti, hatırlamıyordu. Sanırım iki yıl önce ondan yaşça epey büyük iki sekreterin onun hakkında ıyy kız kurusu diye asansörde fısıldaşmalarından sonra olmuştu. Oysa onlardan küçüktü ama iki yıldır kafaya fena takmıştı. O kadar utangaç ve kendine güveni yoktu ki asla birine adım da atamazdı. Nasıl yapacağını bilmiyordu ama bir şekilde biriyle öpüşmek bir erkeğin tenini hissetmek nasıl bir duygu yaşayacaktı. Kitaplarda okuduğu o büyülü anı gerçekten yaşamadan ölmeyecekti. Bunlar sadece rüyalarında hayallerinde kalmayacaktı. Zaten kimsenin onu beğeneceği, evlenmek isteyeceği yoktu. Bari kendine ait bir anısı olurdu. Olurdu da bu olayı nasıl gerçekleştirecekti, kesinlikle yardım almalıydı. Tamamen değişmeli, kitap kurdu kız kurusu Mine'den sıyrılıp, ateşli bir erkeğin isteyebileceği seksi bir kadın olmalıydı. O bugüne dek kaşlarını bile aldırmamıştı. Kendine yaptığı tek bakım yirmili yıllarının başında tüm vücuduna lazer epilasyon yapılmasıydı. Onu da on seansın hepsinde yerin dibine girmiş, annesi ve yengesinin çenesinden kurtulmak için yaptırmıştı. Şimdi onlara teşekkür etse de o dönemde epilasyona gideceği günler kâbus gibiydi. Hem acı çektiği hem de bütün bedenini gösterdiği için utançtan ölüyordu. Of otuz yaşına iki ayı vardı ve bu iki ayda hayalini gerçekleştirmek için ona yardımcı olacak tek kişi Türkan'dı. Bugün hafta sonuydu. Kuzeninin kesin arkadaşlarıyla bir programı vardı. Telefonunu eline aldığında eve gelince terasta çay keyfi yapalım mı diye mesaj çekti. Geç geleceğim biraz diyen mesaja olsun ne zaman gelirsen diye karşılık verdiğinde tamam semaverimizi yakarsın o zaman diye karşılık aldığında odasından çıktı. Kahvaltıdan hemen sonra işim var diye odasına girmişti. Annesi kesin söyleniyordu. "Hanım benim kızımla uğraşma!" "Tabi canım senin Mine'nle kimse uğraşmasın. Acaba bu kıza bu ismi koyarken o çok sevdiğin bahtsız kraliçenin lanetini bulaştıracağını hiç mi düşünmedin. Otuz yaşına geldi!" "Yine mi aynı konu, benim prensesim lanetli falan değil. O çok özel bir kadın!" "Özel bir kadın mı? Senin gözlerin mi kör be adam! Anlamıyorum ki Mine MUTLU hayranı olan adam, kızının bu halini hala nasıl öyle efsane güzel kadına benzetir. Adını aynı koydun ama tipini benzetemedin maalesef Ayhan Bey." "Benim kızım herkesten güzel sadece güzelliğini görecek göz yok kimse de." "Ah ben adam!" Ayhan MUTLUÇAY, Yeşilçam'ın bahtsız kraliçesi Mine MUTLU'ya çok hayranmış, bu yüzden bir gün kızım olursa adını Mine koyacağım demiş. Karısı Belgin Hanım bir türlü bu hayranlığı kabullenemiyor, çok kıskanıyordu. Aynı kaderi eltisi Oya da yaşıyordu. Kayınbiraderi Aydın'da Türkan ŞORAY hayranı ve o da kızının adını Türkan koymuştu. İki Yeşilçam hayranı, kitap kurdu öğretmen kardeşler bu hayranlıklarından dolayı uzun süre evlilik düşünmemişler, sonra arka arkaya evlenmişlerdi. Aksi gibi başka çocukları olmamış ve kızlarını da tam kendileri gibi yetiştirmişlerdi. Belgin ve Oya da öğretmen olarak okumayı, tiyatroyu sinemayı çok seviyorlardı ama eşleri gibi kızlarını resmen 1960'lı yıllardaki gibi görmek istemiyorlardı. Türkan bir nebze daha modern görüntü sergilese de dördü bir araya geldiğinde resmen elli yıl öncesini yaşıyorlardı. Mine'nin beş yaşlarında gözlerinde bir sıkıntı olduğunu fark etmişlerdi. Doktora gittiklerinde sağ gözüne 5.75 sol gözünde 5 derece gözlük takılması gerektiğini öğrenmişlerdi. Şişe gibi siyah çerçeveli gözlükler o zamandan kalmaydı. Ayhan Bey milletin şişman ve çirkin bulduğu kızına tapıyor, onu tam istediği gibi yetiştirdiği için gurur duyuyordu. Kim ne derse desin kızı hayranı olduğu Mine MUTLU'dan bile güzeldi. Karısı da bunun böyle olduğunu biliyordu. Mine annesinin her zaman ki söylenmelerini duyarak yanlarına oturdu. Annesi yıllardır bunları söylerken umursamayıp, o iki kadının kız kurusu lafına neden takılmıştı. Türkan'da kızıyordu. Bir tek babasının ve amcasının yanında kendini güzel hissediyordu. 'Onlarda sana güzelsin demiyor ama neyse,' diyen iç sesiyle boğazı düğümlendi. "Prensesim!" "Anneciğim, babacığım." "Bitti mi filminiz?" "Evet." "Annem temizlik yapıyor mu? Hafta içi yokum hafta sonu bari yardım edeyim deme, hemen odana kapan sen," diye Belgin Hanım söylenmeye başladığında mahcup oldu. Aslında annesi sadece yemek hazırlıyordu. Akşamları birlikte yemek yerler, mutfağı toplar çaylarını yapardı. Yatmadan önce de mutlaka evi toparlar, çamaşır yıkanacaksa yıkar ütü yapılacaksa yapardı. Büyük temizlik içinde mahallede bir kadın ayda bir gelirdi. Annesi ve babası yaşlanmışlardı. Onlara kıyamıyordu ama annesi onun yaptığı hiçbir şeyi görmezdi. "Haklısın anneciğim, ne vardı ben hemen yapayım?" "Hiçbir şey yok kızım, daha dün temizliğe kadın geldi. Annen senle uğraşmaya bayılır bilmez misin?" "Gördüğü banaysa öğrendiği ona Ayhan Bey, yarın bir gün evlenirse bana dua eder." "Size kahve yapayım mı?" Belgin Hanım dayanamayıp, gülmüştü. Böyle şikayet ediyor görünmesinin tek neden kızının bir silkelenip, kendine gelmesiydi. O da kocası gibi biliyordu. Kızı ellere geçmeyecek bir insandı. Ancak devir öyle bir devir değildi işte millet ilk önce görüntüye bakıyordu. Gözlerinden şevkat akarak cevap verdi. "Yap babası kılıklı yap!" "Tamam amcamları da çağırayım," diyerek kalktı. Kalkarken de burnunun ucuna düşen gözlüğünü düzeltti. Koşturarak dış kapıya gittiğinde arkasında onun için iyilik güzellik dileyen anne babasından habersizdi. Amcası ve yengesini kahveye çağırdıktan sonra hızla onlara sade Türk kahvelerini yaptı. Servis ederken bir önceki gece yaptığı mini keklerinden ikram etti. Sonra akşam yemeği için mutfağa girdi. Mutfakta ki radyodan Türk Sanat Müziği çalan kanalı buldu. Hafif hafif mırıldanarak hazırlıklarını yaptı. Türkan da Mine de anne babalarının diğer yaşıtlarına göre yaşlı olduğunun bilinciyle büyüdükleri için kıyamazlar her işi kendileri yaparlardı. Para kazanmaya başladıklarından beride iki çocuğuyla ortada kalmış, mahalleden bildikleri sevdikleri bir ablalarını ayda bir temizlik için ikna etmişlerdi. Onlara kalsa hafta da bir alacaklardı ama ne Oya Hanım ne Belgin Hanım kabul etmemişlerdi. Hem kadına destek olmak hem de annelerinin artık yorulmalarını istemedikleri için ayda birde gelmesi için anlaşmışlardı. Ayhan ve Aydın MUTLUÇAY kardeşlerin arasında sadece iki yaş vardı. Amasya Gümüşhacıköy de dünyaya gelmişler. Babaları Aydın doğduktan iki ay sonra kalp yetmezliğinden ölür. Dedelerinde de bu hastalık varmış, o yüzden babalarının kardeşi yokmuş. Babaanneleri ve anneleri köy fırınında ekmek yapıp, tarlalara gündeliğe giderek onları onlu yaşlarına dek kimseye muhtaç etmeden büyütmüşler. Babaanneleri ölünce o zamanlar köy olan muhitte birçok kişi anneleriyle evlenmek istemiş, kadın istemeyince zor kullanmaya çalışanlar olmuş. Gülistan Hanım bakmış böyle olmayacak erkek kardeşinden yardım istemiş ve bir gece de göçünü İstanbul Balat'a taşımışlar. O zamanlar çocuklarını okutmak için her işe giden kadın bedenen çok yıpranmış ve Ayhan'ın öğretmen lisesini bitirip işe başlamasından yirmi gün sonra vefat etmiş. Ayhan ve Aydın kardeşler dünyada tek başlarına kalmışlar. İki yıl sonra Aydın da öğretmen olunca tek hedefleri kendilerine bir ev almak ve düzenlerini kurmak olmuş. Büyüdükleri mahalleden kopamazlardı. Zira tek dayanakları buradaki kolu komşularıydı. İkisi de yaklaşık beş yıl Anadolu'nun en ücra köylerinde öğretmenlik yapıp tekrar İstanbul'a gelmişler. İki kardeşte edebiyata, sinemaya tiyatroya düşkün büyümüşler. İstanbul'a döner dönmez yine Balat'ta ama başka bir mahallede karşılıklı iki tane ev almışlar. Hayatlarına onları anlayan seven kadınlar girmediği sürece evlenmemek için söz vermişler, bir yıl arayla ilk önce Aydın sonra Ayhan evlenmiş. Yaşları o döneme göre evlilik için geçmiş sayılırken, eşleri de tam gönüllerine göre olmuş. Tek sıkıntıları Mine MUTLU ve Türkan ŞORAY kıskançlıklarıydı. Sanki kadınları görüyorlarmış gibi sorun ediyorlardı. Mine de Türkan da bu ailede büyüdükleri için kendilerini şanslı hissediyordu. Kaç tane kız çocuğu onlar gibi başında masallar okunarak uyumuştur. Özellikle onların çocukluk döneminde babaları her hafta sonu onları, tiyatroya resim sergilerine, konserlere ve sinemaya götürüyorlardı. Mine'nin gözleriyle ilgili sağlık sorunu bazen onları üzse de ailedeki herkes onun için elinden geleni yapmıştı. Belgin Hanımın yetişemediği yerde Oya Hanım ilaçlarını aksatmamıştı. Akşam yemeği yenmiş, çaylar içilmişti. Mutfağı topladıktan sonra Mine terasa çıkıp semaveri yaktı. Bahar ayında teras soğuk olduğundan sedirlere iki tane battaniye yastık koydu. Gramafonun başına geçti. Babasının taş plaklarının başına geçti. Gülden KARABÖCEK'in, aşığım seviyorum plağını alıp yerleştirdi. Ortama yayılan ezgilerle keyfi yerine geldi. Çayı demledi ve terasta olan dolaptan kupalarını çıkardı. Kabak çekirdeği, mini kekler ve biraz kuru meyveler çıkardı. Tam kuzeninin nerede kaldığını düşünürken Türkan şakıyarak içeri girdi. Mine gülümsedi, babaları onları tam bir İstanbul hanımefendisi gibi yetiştirmenin yanı sıra Anadolu ağzını unutturmamışlardı. Sadece kendi aralarında böyle konuşurlardı. "Akşam-ı şerifleriniz hayırlı olsun emmimin kızı..." "Hoş geldin Türkan Sultan!" "Eee neyi kutluyoruz," diyerek sedire oturdu. O arada Mecburum şarkısı çalmaya başladı. Mine kupalarına çaylarını doldururken kuzeninin, ezilen taşlar gibi. "Ee ne bu halin kukumav gibi düşünüp duruyorsun." "Ben bir karar verdim." "Ne kararı!" "Otuz yaşıma gelmeden biriyle sevişeceğim." Lütfen oy vermeyi unutmayınız... |
0% |