@herdem6060
|
12. Bölüm Mine çalışma arkadaşlarının kovulmasına üzülmüştü. Hiçbiriyle samimi değildi ama yine de kimsenin pat diye ortada kalmasını istemezdi. İster istemez tanımadığı patronlarına sinir oldu. Türkan iki gündür çok kötü olduğu için sık sık mesaj yazmış, dahili telefondan nasıl olduğunu sormuştu. Normalde şirkette birbirlerini görmezlerdi. Baran’ın bıkmadan usanmadan hala mesaj attığını aradığını öğrenince kuzeni adına sevindi. ‘Mehmet’i bırakmasaydın o da belki senin için böyle olurdu,’ diyen iç sesiyle yutkunamadı. O gece kendini yerden yere vuran ses şimdi de adamı bıraktığı için vuruyordu. Çıkış saati geldiğinde tek başına işleri nasıl yetiştireceğini düşünüyordu. Oflayıp puflama huyu pek yoktur ama ciddi uzun saatler çalışmak zorunda olduğunu tahmin ediyordu. Sıcaklar iyiden iyi kendini gösterirken terasta yine kuzeniyle olacaktı. Eve gittiğinde hemen üzerini değiştirdi. Üç gündür evde gözlük takmıyor, bedenine uygun eşofmanlarıyla geziyordu. Saçlarını at kuyruğu yapıyordu. İlk böyle olmaya karar verdiği gün annesinin tepkileri aklına geldikçe içi eziliyordu. Allah’ım çok şükür diye diye ağlayacak kadar kadın mutlu olmuştu. Annesi patates püresi, soslu köfte ve yayla çorbası yapmıştı. Hemen sadece yeşillikten oluşan bir salata yapıp, sofrayı kurmuştu. Ailesini yemeğe çağırdığında annesinin hala kendine hayran hayran bakmasına gülümsüyordu. Bazen o da aynanın karşısında bu ben miyim diye baktığı oluyordu. Yemekler hoş sohbetle yenmişti. Hemen onlara birer sade kahve yapıp, mutfağı topladı. Anne babası için çayı da ocağa koyup, Türkan’a kaçta gelirsin diye mesaj attı. Türkan’ın beş dakika sonra zili çalmasıyla terasa çıktılar. Kuzeni için çok üzülüyordu. Hemen semaveri yakıp oradaki dolaptan kuruyemiş çekirdek falan çıkardı. Gramafonun önünde plakları inceleyen kuzenine şöyle bir bakıp çayı demledi. Altına su koyup içeriden birer battaniye getirdi. O arada çalan Esmeray’ın unutamam şarkısının melodisiyle Mehmet’in gözlerinin önüne gelmesine tepki vermedi. Çünkü adamın yüzünü, gözünü, heybetli bedenini hatta tek noktasını dahi unutmamıştı. Bütün şarkılar, romanlar, filmler hep adamı hatırlatıyordu. Aklından çıktığı zamanlar ise sadece işiydi. Türkan’ın bağdaş kurarak yerdeki minderlere yerleştiğini gördüğünde nasıl teselli vereceğini bilemediği için kendine kızdı. Terasın yol tarafına yürüyüp, biraz denizi seyretti. Şarkı bitine dek ikisi de konuşmadı. Şarkı bitince günlerdir dinlediği, Zaliha’nın beklenmeyen misafir plağını eline aldı. Şarkının sözleri tamamen Mehmet’le kendini anlatıyor gibi hissetmişti. Bazı geceler uyumasına neden olmuştu. Gramafona yerleştirdikten sonra çayları doldurmaya gitti. Garip bir yolcu gibi gurbet ellerde Beklenmeyen misafirdin Bütün günahlarını verseydin bana Beklenmeyen misafirdin
“Çayını iç hadi, bugün aksi gibi iş yeri de karışıktı. Senin için çok yorucu olmuştur.” “Aksine iş günüm güzeldi.” “Türkan nasıl böyle söylersin, bir sürü insan işsiz kaldı. Kalpsiz patron…” Kuzeninin ağlarken birden kahkaha atmasına şaşırmasına rağmen eline birkaç fındık aldı. Bir iki yudum arka arkaya içtiği çaydan sonra bir açıklama bekledi. Oysa Türkan’da bir avucuna çekirdek almış tam dedikodu yapacak havaya girmişti. “Kalpsiz dediğin o adam bugün bana tamda Ahmet babanın oğlu olduğunu gösterdi. Şirkette gizli bir araştırma yaptırmış. Engelli kilolu ya da sessiz çalışanlarımıza hakaret ederek konuşan, mobbing uygulayan küçümseyen arkalarından taktıkları lakaplarla dalga geçen herkesi kovdu.” “Gerçekten mi?” “Düşünebiliyor musun? Santralde çalışan bastonla dizlerine doğru eğilerek çaprazlama yürüyen Cengiz’i taklit ediyorlarmış. Üçüncü kattaki çaycı ablaya müdür bozuntusu koca götlü, kaplumbağa falan deyince diğer çalışanlarda demeye başlamış. Arşivdekilerde büyük ihtimal sana laf edenlerdi.” “Hımm!” Mine gözlerini kocaman açarak dinledi, hiç böyle bir şey beklemiyordu. Kalkıp gramafonu kapattı. Ancak telefonundan indirdiği müzikleri açtı. Sırayla çalan 70’ler, 80’ler, 90’lar ikisi içinde müthiş müzik ziyafetiydi. Çaylarını tazelerken hala kendine edilen lafları yediremediğini fark etti. “Mine ben çok daraldım. Yarın iş çıkışı bir yerlerde yemek yiyip, sonrasında bir şeyler içmeye gitsek. Mehmet Bey cumartesi çalışsa bile bu sefer Ömür’ü görevlendireceğim.” “Olur.” “Lütfen sana aldığımız kıyafetlerden giy, saçlarını aç ve makyaj yap.” Mine kıkırdadı. Her lafın sonu onun eski kıyafetlerinden kurtulmasıydı. Kafasını aşağı yukarı sallarken kuzeninin de tebessüm eden güzel yüzüyle karşılaştı. Gözlerinden anlaşıyorlardı. Ben senin artık insan içine karışmanı çok istiyorum Türkan, bende çabalıyorum söz daha çok bekletmeyeceğim diyordu. Mine’yle el ele bir süre birbirlerinde daldılar. “Dağıtırsam beni topla.” O ara çalan şarkıdan sonra yine sustular. Ferdi TAYFUR’dan Sevda Yelleri çalmaya başlamıştı. Türkan dizlerini kendine çekip, başını dizlerine koydu. Şarkıya eşlik etmeye başladı. Anlık değişimlerine artık umursamıyor, duygu yoğunluğunu sonuna dek yaşayarak bu yükten kurtulmak istiyordu. Bilseydim bu kadar zor olduğunu Başında yok ise sevda yelleri O gece daha fazla konuşmadılar. Ertesi gün iş günüydü. İkisi de hem bedenen hem ruhen çok yorgundu. Mine yatmadan önce çanta hazırladı. Nerede giyeceğim bu elbiseleri diye söylendiği elbiselerden birini aldı, utanmıştı. Kuzenine amma da eziyet etmişti. Siyah hatırı sayılır göğüs dekolteli, belinden aşağı bollaşarak uzayan mini elbiseyi kırışmayacak şekilde çantaya yerleştirdi. Uzun siyah topuklu stilettolarını ve makyaj malzemelerini de aldıktan sonra iç çamaşırlarını sabah duş aldıktan sonra içine giymeye karar verdi. İçinde değişik bir heyecan vardı. Baran çıldırmak üzereydi. İlk defa bir kadına aşık olmak üzereydi. Onu da sevgili olmaya ikna etmişken daha yirmi dört saat geçmeden onu kaybetmişti. Harika’yla tanıştığı güne lanet ederken, kadının yüzsüzlüğüne inanamadı. Hemen sevgili olmadığımızı açıkla diye baskı yaptığı halde bütün gazetelere sevgili olduklarını ilan etmişti. Nasıl böyle bir duruma düştüğüne inanamıyordu hala, ‘zamanında yediğin hurmalar şimdi gelir götünü tırmalar,’ diyen iç sesiyle elindeki bardağı duvara fırlattı. Otuz beş yaşına dek hiç boş kalmamış gerçekten o kadından o kadına çapkınlık turlarından vazgeçmemişti ama Türkan başkaydı, Türkan bambaşkaydı. Bir kere onu yatakta terk eden tek kadındı. Onu süründüren telefonlarına çıkmayan ona posta koyan daha önce kimse olmamıştı. Sevgililerinden hep o ayrılmış, ona seviyorum diye yalvarılmış aldattığını bilen kadınlar bile onunla olmak istemişti. Bu sefer gerçekten suçu yoktu. ‘zamanında yediğin hurmalar..” “Ahh yeter biliyorum geçmişte aldığım ahların acısı bu gerçekten sevebileceğim kadını yirmi dört saat bile yaşayamadan kaybetmek,” diye bağırmaya başladı. Kimeydi bu kızgınlığı kendine mi, Harika’ya mı, onu hiç dinlemediği için Türkan’a mı? ‘O seni dinledi,’ dinlemedi. Reklamın iyisi kötüsü olmaz diye Harika’nın bu durumu kendi lehine çevireceğini bilmeliydi. Ona tamam deyip ortalığı daha çok karıştırmasından sonra ağzına geleni saymıştı fakat kadın yüzsüz yüzsüz beni aldatmasaydın sevgilim demişti. Nasıl çıkacaktı bu işin içinden nasıl Türkan’ı ikna edeceğini bilmemek delirmesine neden oluyordu? Birde babası vardı. Ne zaman magazin malzemesi olmaktan vazgeçeceğini ne zaman adam gibi sadece işleriyle ilgileneceğini sormuştu. Babasına hiçbir şey diyememişti. Haklıydı. Keşke bağırsan çağırsan be babam deyip özür dileyebilmişti. Bu utancı bile içindeki kızgınlığı körüklüyordu. Kardeşi Karan bile onun kadar magazinde değildi. ‘Sadece mankenlerle, şarkıcılarla ve oyuncularla çıktığın için olabilir mi?’ “Vur vur iç sesim sende beni yerden yere vur. Bende Baran MAÇOĞLU’ysam beni bu aşktan mahrum eden herkesin canına okuyacağım.” Mine çok güzel uyandı. Nedense içinde değişik bir his vardı. Hemen duşa girdi. Saçlarını yıkaması kurutması epey zaman alıyordu. Kendi dalgasına bıraktı. Gevşek bir tokayla aşağıdan bağladı. Bugün bol gelen pantolonun üzerine bedenine göre olan bluzlardan giydi. Arkasından siyah babetlerini de giydi. Şirkette danışmadaki kızın gözlerini dikmiş neden ona baktığını anlamasa da kendi mekanına hemen arşive indi. Artık yalnızdı. Bu yüzden gözlüklerini çıkardı. Eskisi kadar onlar olmazsa kendisini kötü hissetmiyordu hatta gözlüksüz yaşamanın rahatlığı çabuk alışmasına neden olmuştu. Mehmet’le geçirdiği geceden beri pek iştahı yoktu. Birkaç kiloda vermişti ama bugün nedense güzel bir kahvaltı tabağıyla güne başlamak istedi. Hemen haşlanmış yumurta beyaz peynir zeytin domates salatalıktan oluşan kahvaltısını söyledi. Yanına da simit istemişti. Bu sabah kendini şımartacaktı. Odasındaki çay makinesini çalıştırdı. Bilgisayarını açtı. Bugünkü iş planını gözden geçirirken çaydanlıktaki suyun fokurdaması üzerine kalkıp çay yaptı. Kimsenin olmamasından ürpereceğini tedirgin çalışacağını düşünmüştü ama hiç öyle hissetmiyordu. Onlar yüzünden hiçbir zaman rahat olamamıştı. Kahvaltısı geldiğinde altın bulmuş gibi gülümsedi. Onun bu hallerini tebessümle seyreden adamdan habersiz ilk defa iş yerinde uzun uzadıya kahvaltı etti. Mehmet önüne konulan kepek ekmeğinde çift kaşarlı domatesli tostuna ve haşlanmış yumurtasına acıyarak baktı. Onunda canı simit istemişti. Güzelinin yanına inse acaba elleriyle kahvaltı ettirir miydi? ‘İşi bırakır seni görünce,’ iç sesinin söylediğine kesinlikle hak verdi. Akşam Mahir’in hazırladığı dosyayı tekrar tekrar okumuştu. Ne kadar içe kapanık olduğunu komşuların onun hakkında dediklerini falan beynine kazımıştı. O gece nasıl öyle kendini açmış neden onunla beraber olmuştu bir türlü anlam veremiyordu. Dahiliden sekreterini ararken hala aklından bunlar geçiyordu. “Ömür bana kahvaltı tabağı ve iki simit söyle.” “Misafiriniz mi var efendim, çayı kaç tane getireyim.” “Sadece benim için Ömür…” Ömür yine suratına kapatılan telefona baktı. İyi de bu adam geldiğinden beri tek tip kahvaltı etmiyor muydu? Tam buğday ekmeğinde çift kaşarlı domatesli tost, yumurta ve arka arkaya üç bardak çay, neyi atlamıştı da yine suratına bu telefon kapanmıştı. Hemen siparişi verip, mutfağa gitti. Sadece Mehmet Bey’in kullandığı büyük ince belli çay bardaklarından bir tane alıp demli çay doldurdu. O arada gelen siparişle birlikte o da odaya girdi. Allah’tan patronu bugün keyifliydi yoksa Türkan Hanım’ın yokluğunda korkudan bayılabilirdi. Şeyma da kafasını gömüyor her şey benim başıma patlıyor diye düşünürken hala odadan çıkmadığının ve patronunun ona ne bakıyorsun dercesine baktığını fark ettiğinde yine kıpkırmızı kesildi. “Şey afiyet olsun efendim.” Odadan fırlar gibi çıktı. On dakika sonraki çayını sen götüreceksin diye Şeyma’ya çıkıştı. Ona korkuyla bakan kıza inanamıyordu. Türkan’ın gelmesiyle rahata eren sekreterler uzun süre patronlarından ses çıkmamasına sevinmişti. Arka arkaya içtiği çaylar ve keyifle yaptığı kahvaltıdan sonra pamuk gibi bir adam olmuştu. ‘Siz böyle olacaksanız ben elcağızlarımla size kahvaltı hazırlarım patroncum,’ diye içinden geçiren Türkan da gülümsüyordu. Öğleden sonra dur durak vermeden yapılan toplantılardan sonra mesai saati bitmişti. Mehmet’in çıkmaya niyetinin olmadığını anlayan genç kadın Mine’yi aradı. Sen hazırlan ben hazırım zaten patrondan sonra bizde çıkarız diye hızlıca konuşup kapatmıştı. Toplantı biter bitmez Mehmet hızla bilgisayarının başına geçti. Tüm öğleden sonra odasına bile gelememişti. Mine’nin çıkıp çıkmadığını merak ediyordu. Ekran açıldığında cam odanın stor perdelerini indirmesine kaşlarını çatarak baktı. Odasını kilitledi ve düğmeleri açmaya başladığında ses sistemini de açtı. Gömleğini çıkardı ve siyah dantelli südyenle kalmasıyla Mehmet içtiği suyu fışkırttı. Elinin tersiyle ağzını sildi. Gözlerini kırpmadan seyretmeye devam etti. Pantolonunun çıkmasıyla anında çadır misali yükselen küçük adamına baktı. Kalbi hızla atmaya başladı. Saçlarındaki tokayı çıkarıp arkaya öne attığı saçlarla gözlerinin önüne o şekilde oynarken ki bir görüntü geldi. “Ne yapıyorsun sen ürkek kuşum?” “Off Türkan senin benim memelerimle derdin ne ya,” diyerek giydiği siyah elbiseden fışkıran göğüslerini iki yandan sıkmasına baktığında genç adam artık dayanamadı ve erkekliğini pantolonun üzerinden sıktı. Acı çekmeye başlamıştı. Makyaj yapmaya başladığında arkasını dönen kadının kalçalarını düşündükçe gözlerini yumdu. Kendini geriye attı. Erkekliğini sıvazlarken hala Mine’nin söylenmelerini duyuyordu. “Of ilk önce hangisini sürüyorduk, dur gözlerimi yapayım bari Türkan yok ya istediğimden başlayım bari,” mızmızlanarak yaptığı makyajdan sonra tam da Mehmet’in hatırladığı kadın ortaya çıkmıştı. Bu gece nereye gidiyordu. ‘Senin yaptığına taciz derler hem özel hayatın gizliliğini de ihlal ediyorsun bu bir suç,’ iç sesiyle kaşları çatılırken hemen koruması Akın’ı aradı. “Efendim patron!” “Akın birazdan çıkacağım benden sonra asistanım Türkan Hanım da çıkar. Onu takip etmek için hemen birini bul.” “Hemen mi?” “Kimse yoksa sen takip et lafımı ikiletme Akın…” “Tamam Mehmet Bey!” Hazırlanmış orasına burasına bakan kadınla heyecanı bir dakika dinmedi. Ayağına geçirdiği ayakkabılarla tam bir seksi afet oldu. Onu yalnız bırakamazdı. Bugün ne yapıp edip yanına gelecek o güzel saçlara kendini gömecek sayısız kere kokusunu içine çekecekti. Birazcık şansı varsa da öperdi. Tam çıkmayı düşünürken telefonu eline almasıyla durdu. Telefonun hoparlöre alıp dağıttıklarını toplayama başladı. “Türkan hazırım ben…” “Daha Mehmet Bey çıkmadı canım.” “Hımm ne yani patronun çıkana dek ben böyle bekleyecek miyim?” “Mecburen, çok keyifli eminim geç kalmaz. Ben sana mesaj atınca otoparka in canım.” “Tamamdır!” Mehmet gülümseyerek seyretti. Çocuk gibi mızmızlanmasına şahit olmak çok hoşuna gitti. Bir kere daha onu tanımadığına emin oldu. Mahir kesinlikle doğru bir araştırma yaptırmıştı. İçi mutlulukla dolarak odasından çıktı. Türkan’a gülümseyerek iyi akşamlar dilerken bile baldız diye sarılmak istemesi ne saçmaydı ama öyle içi içine sığmıyordu. İç sesinin özel hayatın gizliliği uyarıları da umurunda değildi. Bekle beni ürkek kuşum… |
0% |