@herdem6060
|
25. Bölüm Mehmet’le sımsıkı sarılarak sadece uyudular. Sabaha karşı genç adamın öpücükleriyle uyandığında uzun uzun sevişmişlerdi. Mine iş hayatı boyunca ilk defa mesaisine geç kalmıştı. Onun bu stresine gülen genç adam gözlerinin içine bakarak şakalaştı. "Allah’tan patronun seni işe geç kaldın diye kovacak kadar kötü biri değil." Genç kadın ise akşama Avrupa'ya gidecek istese bile göremeyeceği ve kokusundan ayrılacağına üzülmek yerine işe geç kaldığı için strese girmesinin ne denli küçük bir detay olduğunu fark etti ve adamına sarıldı. "Hadi beni kahvaltıya götür." Sonuçta bölüm sorumlusu olarak kimseye hesap vermeden işe geç gitmek onunda hakkıydı. Hem patronu da sevgilisiydi beraber geç kalacaklardı. Bugün sadece sevdiği adama odaklanacaktı. Seyahatten sonra ailesinin onu beklediğini söylediğinde genç adamın gözlerindeki parlama her şeye değerdi. Mehmet onun havaalanına yolcu etmeye gelmesini istememişti. İş yerinde çıkmadan önce Türkan'ın yanına çıktı. Çünkü sevdiği adamı gitmeden göremezse kendini affetmeyecekti. Patronunun odasına ilk defa giriyordu ve gözü hiçbir şey görmüyordu. Ağlamamak için kendini zor tutarken sürekli sarılmıştı. Mehmet ilk defa iş seyahatinden nefret etmiş, bir yere gitmek istememişti. Türkan da aynı durumdaydı. İş seyahatine çıkalı on beş günü geçmişti. Hiç kuşkusuz Mine için hem kuzeninden hem sevdiğinden ayrılmak çok zordu. Bu süreçte birkaç kez Şehbal’le öğle yemeğine çıkmıştı. Arşivde onu görünce şaşırmış ve bu sıcakkanlı kızı sevmiş, arkadaşlığından hoşlanmıştı. Bir akşamda Berra ve Şahbal’le akşam yemeği yemişti. İkisinin tatlı sohbetlerinden hoşlansa da aklı hep sevdiğindeydi. Gelmelerine az kalmasına rağmen önceki gece dayanamayıp, Mehmet’in evine gelmiş yataklarında yatmıştı. Saatlerce sevdiğinin yastığını koklamıştı. Telefonda konuşmak mesajlaşmak yetmiyordu. Çok özlemişti, deli gibi özlemişti. Özlemini ifade etmekte zorlanıyordu. Baran’ında Mine’den çok farkı yoktu. Son gece yaşadıkları ateşli saatlerden sonra sevdiğinden ayrı kalmaktan hoşlanmadı. Bu süreçte Mehmet ile dostluğunu pekiştiren bir gelişme yaşandı. Kervan otellerinin kilit işlerini Baran sayesinde direkt alan ÖZYAŞAR Holding olmuştu. Berker KERVAN İstanbul’daydı ve gün içinde imzaladıkları sözleşmeden sonra akşam için kutlama yemeği organize edildi. Miraç’ın abisine vekalet etmesine rağmen işine olan tutumu ve iletişimi Berker’i etkilemişti. Normalde karısı ve çocuklarını özlediğinden bu tarz organizasyonlarına katılma taraftarı değildi ama bu genç adamı reddedememişti. Hem yakın arkadaşı hem de kayınbiraderi olan Baran’la da zaman geçirmek keyifli olacaktı. Miraç erkenden yemek yenilecek restorana geldi. Bugün bağladıkları iş gerçekten onu mutlu etmişti. Neredeyse gala gecesinden beri mutlu olduğu tek gündü. Berker’i sevmişti. Baran’a olan saygısı da malumdu. Berra’yı o geceden sonra sadece toplantılarda görmüş ama konuşmamıştı. Sevgilisi olan bir kadından uzak kalmak zorundaydı. Her ne kadar ne beyni ne kalbi bunu istemese de iradesinin son gücüne dek kadını görmezden geliyordu. Baran ve Berker gelince onları ayakta karşıladı. Yemekleri söyler söylemez Berker’in neşeli halleri sohbetlerini şenlendirdi. “Miraç, kusura bakma samimiyetine güvenerek kız kardeşimi de yemeğe dahil ettim.” “Estağfurullah iyi etmişsiniz.” “Özledin değil mi sarı civcivi!” Baran’ın gülümseyerek söylediğine Miraç’ta tebessüm etmiş, küçücük kızı merak etmişti. Berker'in kardeşini nasıl sevdiği ses tonundan bile belli oluyordu. “Özlemez olmuyorum. Dün gece çok az görüşebildik. Berrak ablam da hiç ağzından düşürmüyor. Zalim patronundan izin alabilirsem Trabzon’a götüreceğim,” dediğinde Baran kahkaha attı. Kadehini kaldırıp Berker’in kadehine tokuşturdu. Türkan gittiğinden beri böyle keyifli akşam geçirmemişti. Sonra kapı önünde gördüğü güzel kadınla sırıttı. Elini kaldırıp kendilerini gösterdi. “Ah geliyor sarı civciv.” Baran’ın sözleri üzerine baktığı yere baktılar. Miraç gördüğü kadınla az kalsın elinden kadehi düşürecekti. Nasıl! Nasıl olurdu bu derken gözlerini sımsıkı yumdu. Kadınında ondan farkı yoktu. İki abisinin yanında duran adam tüm dengesini bozdu. Gülümseyen yüzünü bozmamak için çabaladı. O da nasıl olur da Miraç’la birlikte olmaları icap etmişti derken buldu kendini. Hem mecburen onun yanına oturmak zorunda kalacaktı. Ayakları resmen geri geri gidiyordu. ‘Neşeli ol’ “İyi akşamlar!” “Gel bakalım Sarı seni yeni iş ortaklarımızdan Miraç Bey’le tanıştırayım.” “Biz tanışıyoruz.” “Kardeşim olarak tanımıyor ama…” Miraç yer yarılsa da yerin dibine girseydi. Berra KERVAN demek Kervan otellerinin sahiplerinin kızıydı. İyi de neden sekreterlik yapıyordu. Of ona neler demişti. Lanet olsun kendinden nefret ediyordu. Kadının ona yaptıkları az bileydi. Kendiyle muhakeme etmekten kalkıp kadına hoş geldin diyememişti. Ta ki Baran’ın sesiyle kendine gelene dek… “Miraç iyi misin?” “İyiyim, hoş geldiniz Berra Hanım! “Teşekkür ederim.” Gece boyu Berker’in ve Baran’ın gençlik anıları hakkında konuşuldu. Bir ara Berra lavaboya gidince, neden kendi otellerinde değil de Baran’ın yanında çalıştığını sorabilmişti. Berker homurdandı. Ne denli inatçı ve gururlu olduğundan bahsetti. Kimsenin onu Kervanların kızı olduğunu bilmesini istemediğini ve iş hayatına bağımsız bir yerde başlamak istediği için onu emanet edebilecekleri tek yerin Baran’ın yanı olduğundan sekreter olarak orada başladığını anlattı. Miraç’ın bunları duydukça nasıl ezildiğinden habersiz detaylı detaylı küçükken de hep fakir çocuklarıyla arkadaş olduğunu onlara gizli yardım etmek için babasına nasıl yalvardığını, üniversiteden beride zengin olduğunu sakladığını bunun için internette bile yasal tedbir aldırdığını anlattı. Berra geldiğinde Miraç’ın renginin beyazlamış, gözlerinin çok üzgün baktığını gördüğünde nedense sormak istedi. Bana ne demeliydi, onunla ilgili hiçbir şeyle ilgilenmemeliydi ama kaç haftadır yüzüne bakmayan adamın utancının farkındaydı. Pahalı kıyafetlerinin arabasının sebebini anlamış olmak adamı çok sarsmıştı ve bunu görüyordu. Peki neden onun bu haline oh olsun sana demek varken mutlu olmuyordu. Gece boyu çok konuşmayan gençler iki arkadaşında dikkatini çekti ama ses çıkarmadılar. Özellikle Berker Miraç’ın kardeşine kaçamak üzgün bakışlarına anlam vermeye çalıştı. Gece bitince Berker ve Berra kalktı. Baran biraz daha oturmak isteyince Miraç’ta mecburen eşlik etti. Genç kadının elini sıkarken gözleriyle özür dilediğinden habersiz sessiz kaldı. İki çay isteyen Baran çaylar geldikten sonra bir süre daha karşısındaki genci süzdü. “Miraç!” “Buyur abi!” “Birbirimizi çok tanımıyoruz ama sen benim için kardeş gibi oldun.” “Sende öyle abi, benim için Mahir Abi’den farkın yok.” “Teşekkür ederim. Berra’yla ne oldu?” “Berra mı? Ne alaka…” “Yutmuyorum oğlum, seni çok tanımasam da sarı civcivi çok iyi tanırım. Aranızda bir şey olmuş işte…” “Ben bir eşeklik ettim.” “Onu anladık da, ne ettin?” “İlk tanıştığımız gün sana çok yakındı sevgilin sandım.” “Eee bu genelde başımıza gelir.” “Aynı gün başka erkeklerle bir gece kulübünde de görünce ona hiç olmayacak şeyler söyledim.” Baran kaşlarını çatıp bir süre başını eğmiş adama baktı. Berra’dan hoşlandığını gala gecesinde az çok anlamıştı. Civciv’in de boş olmadığını gözlerinde görünce yorum yapmamıştı. Çünkü bugüne dek Berra’nın hiçbir erkeğe öyle baktığını görmemişti. Miraç’tan daha iyi damat adayı düşünemezdi. Ancak şimdi ilişkileri olmadan kardeşini kırdığını söylüyordu. “Benim bildiğim Berra senin ağzının payını vermiştir.” “Verdi hem de çok sert… Sonrasında da onu zengin erkek avlamaya çalışan kadın gibi görmemi sağladı.” “Ne!” Baran kahkahalarla güldü. Berra’nın bugüne dek gerek yurtdışında gerekse yurtiçinde çok zengin erkekler peşine düşmüştü. Öyle sert tekliflerini geri çeviriyordu ki bir gün merak edip sormuştu. Genç kadın umursamazca omuzlarını silkip aman hepsi kendilerini bir bok sanan zengin piçler demişti. Paraları olmasa bir baltaya sap olamayacak adamlarla işim yok demişti. Hatta bazen kardeşi Karan’a bile sinir olduğunu söylerdi. Kardeşinin gösteriş sevdiğini bilirdi. Berra ise genelde ortama göre giyinir ona göre davranırdı. Daha orta halli bir yere gidiyorsa mütevazi bir araba kullanır ya da pazardan aldığı markasız kıyafetler giyerdi. Eğer lüks bir yere gidiyorsa ona göre giyinir ona göre araba tercih ederdi. Kimseyi küçümser duruma düşmek istemez, kimseye de kendisine öyle davranılmasına müsaade etmeyecek şekilde tavır alırdı. “Oğlum kız KERVAN otellerinin varislerinden…” “Bu geceye dek bilmiyordum. Gerçekten bugüne dek hiçbir kadına böyle önyargılı olmadım. Beni yanlış tanı istemem.” “Hoşlanıyorsun!” Kafasını sallayan genç adama gülümsedi. Gözlerinden çok üzgün olduğu belliydi. İlk önce kızmak istese de üç hafta öncesinde Türkan’la olan durumları aklına gelince sesini çıkarmadı. Gerçekten bazen yanlış anlaşılmalar kendiliğinden oluyor ya da erkek beyni farklı çalışıyordu. ‘Sadece belden aşağısına çalışan beyniniz mi?’ İç sesi yine vur demiş öldürmüştü. Neyse evime gideyim sevgilimi arayım derken sevgilisinin yüzü gözünün önüne gelince ayağa kalktı. “Geceyi burada bitirelim sende Berra’dan nasıl özür dileyeceğini planla…” “Özür diledim.” “Sarı civciv hemen kabul etmez.” “Ona Civciv demenize kızmıyor.” “Neden kızsın oğlum abisiyim ben onun, Berker de hep ona Sarıı diye seslenir.” Sadece bir haftaları kalmıştı. Mine özlemekten ölürken Mehmet’te ondan farksız değildi. Ne yaparsa yapsın işlerin uzamasını engelleyememişti. Güya hafta sonu geleceklerdi ama olmamıştı. Görüntülü konuşurken bunu söylediğinde sevdiğinin yüzünün düşmesine üzüldü. Kesinlikle bundan sonra yurtdışı işlerine Miraç’ı gönderecekti. Mine annesine söz verdiği o meşhur altın gününe gitti. Herkes onun değişiminden dolayı övgüler yağdırırken sessiz halini korudu. Birilerinin ona sürekli telefonlarından erkek fotoğrafı göstermesine sert tepkiler vermemeye çalıştı. Belgin Hanım kızımın görüştüğü biri var diyerek konuyu kapatmasına sevindi. Yoksa ahh diye bağıracak kıvama gelmişti. Tabaklar doldurulup çaylar dağıtıldıktan sonra kadınların kocalarıyla olan özel konularını rahatlıkla anlatmalarını utanarak dinledi. Herkesin gülmesine yorumlar yapmasına da ağzı açık kaldı. ‘Sen orta çağdan kalma olduğun için anlamazsın,’ iç sesi doğru diyordu. İnsan en özelini neden uluorta konuşurdu ki bunu anlaması mümkün değildi. Sonrasında oyun havası açıp kahkaha atarak oynamalarına da ağzı açık kaldı. Annesi ve yengesinin eğlenmesine de gözlerini patlata patlata baktı. Sıkılmadığını göstermek için elinden geleni yaptı. Ama bir daha asla böyle bir ortama girmemeye kararlıydı. Bu yaşına dek çok bir şeyde kaybetmediğini anlamış oldu. ‘Sen her şeyi gör bil ama istemiyorsan yapma,’ babasının sözünün ne demek istediğini bugün anlamıştı. Zaten Mehmet’e de sözü vardı. O listedeki olsun olmasın bilmediği ne varsa yaşayarak ve ya eğitim alarak mutlaka deneyimleyecek hoşuna gitmezse yapmayacaktı. En sonunda Türkan ve Mehmet bugün öğleden sonra iki gibi gelecekti. Sabah uyandığında duşunu aldı. Sevdiği adamın en çok kırmızı sevdiğini bildiğinden iç çamaşırını bu yönde kullandı. Üzerine de yeni aldığı bordo elbisesini giydi. Makyajını da yaptı. Saçlarını kendi dalgasında bırakmıştı. Uzun topuklularından sonra hazırdı. Mesaiye daha bir saatten fazla vardı ama yine de taksiyle işe gitti. Evde vakit geçmiyordu. Öğle saatinde yine Şehbal’la birlikte bu sefer yemekhane de yemek yediler. Bu kızın enerjisine tatlı gülümsemesine karşı koymak imkansız gibiydi. Mehmet’le olan ilişkisini artık biliyordu. Sürekli telefona baktığı için ona takılan küçük arkadaşına hafif kaş çatmalarla karşılık verdi. Mehmet ve Türkan havaalanında evlerine gitmek için ayrıldılar. Genç adam arabasına biner binmez şoförüne şirkete dedi. Ciddi ifadesini hiç bozmadan şirkete geldiğinde Ömür şaşkınlıkla ayakta karşıladı. Odasına girip bilgisayarını açtı. Mine’yi gördüğünde heyecanlandı. Bedeninin tepkilerine tebessüm etti. Yanına gitmeliydi ama yeni aldıkları elemanlar oradaydı. Onu doyasıya öpmeden bırakmazdı. Birileri görürse de sevdiği kadının onun burnundan getireceğini biliyordu. Sonra aklına gelenle gülümsedi. Ömür’ü aradı. “Ömür arşiv dosyalarının olduğu odanın anahtarını idari işlere söyle bana getirsinler.” “Şey istediğiniz bir dosya varsa ben getiririm efendim.” “Senden isteseydim söylerdim Ömür, ne diyorsam onu yap!” Ömür, pat diye kapanan telefona baktığında yine sinirini Şeyma’dan çıkardı. Genel geçer her işe koşturan partnerinin Mehmet Bey’in telefonlarına dahi çıkmaması ve bütün fırçaları kendisinin yemesinden bıkmıştı. İdari işleri arayıp anahtarı istediğinde içeriye Şeyma’yı gönderdi. Sert bir kahve istemek dışında patronlarından uzun süre ses çıkmadı. Mesai saatinin bitimine yarım saat kala odasından gözleri ateş edercesine sert bakan adama baktılar. “Benim arşivde eski bir dosyayı incelemem lazım. Siz çıkabilirsiniz. İyi akşamlar.” Mehmet aşağı indiğinde çocuk gibi sevinçliydi. Arşiv bölümüne girdiğinde kendini tanıttı ve gizli bir dosyaya baktığını söyledi. Siz çıkabilirsiniz dediğinde yeni elemanlar ikiletmedi. O sırada lavaboda olan Mine, patronlarından habersiz büroya girdiğinde çıkmaya hazırlanan çalışma arkadaşlarıyla saate baktı. Kendi gibi kitap kurdu olan kadın elemanı sır verir gibi yanına yaklaşıp fısıldamaya başladı. “Mehmet Bey içerde Mine Hanım, sanırım eski bir dosyaya ihtiyacı varmış. Bize de çıkın dedi.” “Ta...tamam!” “Haklısınız. Bende çok korktum. İyi akşamlar,” diyen minnoş kadına kahkahayla gülmek istedi. Onun korktuğu için kekelediğini zannetmişti. Oysa heyecandan kelimeleri toparlayamamıştı. İki elemanının çıkışından sonra odasına gittiğinde gördüğü adamla gözleri doldu. “Canım!” “Gel buraya…” Mine koşarak sevdiği adamın kollarına sığındı. Sımsıkı sarıldıktan sonra birbirlerinin gözlerinde kayboldular. Ellerinden tutup dosyaların olduğu odaya çekiştiren adama ses çıkarmadı. Daha doğrusu nereye gittiklerini umursamadı. Öyle özlemişti ki gözü bir şey görmüyordu. “Mehmet!” “Hişt bir şey söyleme!” Odanın kapısını kapatıp kilitledi. Ne olur ne olmaz diye ışığı yakmadı. Kamera olmadığını teyit etmişti ama yine de karanlık olmasını yeğledi. Sadece telefonunun fenerini yaktı. Üzerindeki ceketi çıkarıp gördüğü masanın üstüne koydu. Tekrar kadının elinden tutup dosyaların olduğu rafların arasına yürüttü. Direkt dudaklarına saldırdı. Öyle bir öpüyordu ki üç haftanın acısını çıkarmalıydı. Mine’nin tutkuyla karşılığına memnun oldu. Kemerini çözdü. Arkasından pantolonu çıkarmaya çalıştı. Öpücükleri kesmeden hafif bedenlerini ayırarak yapmaya çalıştığı eylemde zorlandı. Sonrasında baksırıyla beraber pantolonunu ayaklarına dek indirdi. Tek eliyle Mine’nin eteğinin altından bacaklarını kasıklarını okşadığında nasıl titrediğini anladı ve şevki arttı. Elinin biriyle iç çamaşırının üstünden kadınını okşarken kulaklarını dolduran iniltilerle boşalmak üzereydi. Dudaklarını ayırdı ve iki eliyle elbisenin üstünden hayran olduğu memeleri avuçladı. Mine’nin kendini geriye bırakarak inlemesini keskin gözlerle izledi. Dizlerinin altına çöküp eteğin altına başını soktu. İç çamaşırını usulca çıkardığında dudaklarını alev alev olan kadınlığına bastırdı. Kendisi çok hazırdı sevgilisini iyice hazırlamazsa hüsran dolu bir sevişme olabilirdi. Dilini günlerdir hayal ettiği gibi kadınlığına soktuğunda başına bastırılan elle keyfi yerine geldi. Uzun süre mis gibi kokan kadının vajinasında öpülmedik, yalanmadık yer bırakmadı. Sevgilisinin artık kendini sıkmaya başladığını anladığında ayağa kalktı. “Ah hayır! Lütfen devam et.” “Şimdi içinde olmalıyım yavrum.” Mehmet’in sözlerini bitirmesiyle kadının bacaklarını beline dolayıp içine girmesi eş zamanlı oldu. Birbirlerine kavuştuklarında ikisi de gözlerini sımsıkı kapattı. Bir süre bu anın tadını çıkardılar. Bir kılıf gibi kendini saran kadının sıcaklığından adamın beyni uyuştu. Hareket etmeye başladığında çok sert olduğunun farkındaydı ama öyle kendinden geçmişti ki her defasında Mine’ye çığlık arttırdığını duymuyordu. Günlerce gecelerce bunu hayal etmişti ve şimdi sonuna dek tadını çıkaracaktı. Git gelleri hızlandı, hızlandı ve aynı anda birbirlerinin omuzlarına başlarını bıraktılar. Genç adamın seksi sesiyle söylediği kelime kulaklarına dolduğunda Mine sadece daha sıkı sarılabildi. Çünkü o duygularını söze dökebilecek kadar kendine gelememişti. “Özlenmişim!” |
0% |