@herdem6060
|
28. Bölüm “Sayın seyirciler İçişleri bakanı Selman TAPAR’ın yeğeni Hakan TAPAR, üç yıl önce bir kadını balkondan attığının görüntülerinin çıkması üzerine tutuklandı. Kadının kimliği saklanırken, Hakan TAPAR’ın birçok kadını darp ettiğine dair ihbarlar geldiği haber merkezime iletildi. Uyuşturucu kullandığı ve sattığı ortaya çıkan şahsın nöbetçi mahkemece tutuklanmasına karar verildi. Şimdi gözler içişleri bakanının yapacağı açıklamaya çevrildi.” “İşte bu be…” Baran sevinçle söylediklerinden sonra Berra’ya sarıldı. Şehbal tepki veremiyordu. Ondan tamamen kurtulmuş muydu? Gözlerinden yaşlar inerken kime teşekkür edeceğini bilemiyordu. Nasıl olmuştu bu inanmakta zorlanıyordu. İç çekerken ona arkadan sarılan Mine’ye kollarını doladı. “Teşekkür ederim.” “Mahir’e et neredeyse sabaha kadar ayaklandırmadığı kurum ve adam kalmadı.” Mahir bunun bilinmesinden hoşlanmamış gibi tabağına kahvaltılık bir şeyler almaya başladı. Şehbal’in ağlamasını da hiç sevmemişti. Bu küçük kadın hep bana diklensin, karşımda güçlü dursun diye içinden geçirirken özellikle sessizdi. Hem o övülmekten nefret ederdi. Baran bu huyunu bilmediği için anlayış gösterdi. Tam çayına uzanacaktı ki elinin üstüne konulan bembeyaz narin ele baktı. Hafif kendini çevirince Şehbal’le gözleri kesişti. “Bu yaptığını hiç unutmayacağım. Teşekkür ederim.” “Önemli değil, kim olsa yapardım.” Sen özel değilsin herkese yapardım demek pek kibar olmasa da Şehbal burulmaktan kendini alamadı. Ne güzel adam herkese yardım edermiş, ne diye buna üzülüyorum diye aklından geçirirken bir daha adama bakmadı. Sonrasında Berra ve Şehbal’inde şikayet etmeleri ve ifade vermelerini istediler. O dönemdeki hastane kayıtlarına ulaştıklarını ve görüntülerinin olduğunu, hatta kaçırılma anının bile bir iki görüntüsünü bulduklarını söyleyince kabul ettiler. İsimleri gizli kalacaktı. Baran bunun garantisini özellikle istedi. O günün üzerinden bir hafta geçmişti. Hakan tutuklanmış, içişleri bakanı durumu kabul etmiş ve halktan özür dilemişti. Fakat herkes istifa etmesini beklerken görevine devam edeceğini açıklayınca bayağı linç yemişti. Bugün Mine için heyecanlı bir gündü. Gündüz Mehmet’le yüzme, şoförü Sinan ile araba kullanma ve akşamına dans kursuna gidecekti. Bu tempoyu kendisi istemişti. Bir an önce ne bilmiyorsa öğrenecek, korktuğu şeylerin üstüne gidecek ve sevdiği adamın hayatına uyum sağlayacaktı. Mehmet’in onun için nasıl mücadele ettiğini gördüğünden kendi de canla başla çalışacaktı. Sabah ilk iş üstü açık arabalardan biriyle derslere başladığında Mehmet’in onu çalışma odasında gizlice izlediğinden habersizdi. Her yaptığı hatadan sonra şoförün elini tutup, özür dilemesini kaşları çatık seyretti. İlk on beş dakikanın sonunda en azından hareket etmeye başladığında kahkahasına Sinan’ında eşlik etmesine içinden küfür etmeye başladı. ‘Saçmalama yıllardır yanında evli barklı çocuklu adamı kıskanamazsın,’ fırça çeken iç sesine cevap veremeden gelen bir kahkaha sesiyle yok dayanamıyorum diye mırıldanıp aşağı indi. Araba kullanmayı da kendi öğretecekti. Kendinden başkasına gülsün, kendinden başkasına tutunsun istemiyordu. ‘Sen iyice paranoyaklaşmaya başladın.’ “Neyse ne oldum, yok arkadaş bu kadını kendimden bile kıskanıyorum.” İç sesine tıslayarak cevap verdiğinde kapının önüne gelmelerini bekledi. Allah’tan evin bahçesi büyüktü de dersler burada oluyor, yoksa ben bu güzel kahkahaları görmeyecektim. Hala içinden söylenirken gelen arabayla biraz daha görünür bir alana geldi. Tam önünde pat diye durup, kahkaha atan kadına gülümsedi. Sinan’ın saygıyla hemen arabadan inmesine bakmadı. “Derse ben devam edeceğim sağ ol!” “Ah hayır senin yanında heyecanlanırım.” “Heyecanlanmanda mahsur yok sevgilim.” Sinan inip yanda bekleyen Akın’ın yanına gitti, patronunun tavrından bir şey anlamadı. Bir hatası olup olmadığını sorguluyordu. Her zaman sert konuşan biriydi ama sanki bu sefer ona kızmış gibiydi. Bunu yüzüne bakmamasından anlamıştı. Huzursuzca yerinde beklemeye başladı. Akın’a hep böyle davranıyordu. Arkadaşının sabrına hayran kaldı. “Patrona bak bize gelince surat beş karış, sevgilisinin yanında gülen surat emojisi mübarek.” “Bana da kızmış ama ne yaptığımı bilmiyorum.” “Kıskandı seni…” “Ne?” “Görmedin mi oğlum patron Mine Hanım’ı uçan sinekten kıskanacak kadar seviyor.” “Öyle tatlı ve öyle güzel biri ki gerçekten sevmekte haklı…” “Aman bu dediğini Mehmet Bey duymasın.” Akın’ın son söylediğine ikisi birden kahkaha attılar. Gerçekten Mehmet sabırla bir saate yakın araba sürdürerek pratik yaptırdı. Sonrasında hazırlanıp havuza gireceklerdi. Akın’a korumaların hiçbirini bahçe de görmeyeceğim demişti. O da kendisine inanamıyordu ama Mine’yi şimdilik kimsenin bikinili görmesine tahammülü yoktu. Hazırlanıp havuzun yanına geldiğinde Mine gelene kadar birkaç tur atmaya karar verdi ve direkt havuza daldı. Uzun süre suyun içinden çıkmadan yüzdü. Üçüncü turun sonunda ayaklarının üzerinde durduğunda kendisine hayranlıkla bakan kadına gülümsedi. Üzerinde gri siyah tonlarında bol bir elbise vardı. Güzel bacaklarına baktığında bile kaşlarını çattı. Saçmalamadan havuza girmelilerdi. Bu hallerini kendi bile beğenmezken, Mine’ye hissettirip ondan uzaklaşması en son isteyeceği şeydi. Oysa onun bu kıskançlıklarının kadına nasıl iyi geldiğini, bugüne dek görülmeyen bir kadın olarak özgüvenini nasıl güçlendirdiğini bilse kendini serbest bırakırdı. “Hadi gel ürkek kuşum.” “Korkmayacağım dedim ama korkuyorum.” Mine’nin başını eğerek söylediklerinden sonra iki kolundan destek alarak havuzdan çıktı. Gelip elinden tuttu. Ona imrenerek baktığı zaman bedeni tepki verecek kadar titremişti ama bedeninin isteklerini geri plana atmalıydı. Bugün havuza girmekten vazgeçemezlerdi. Yüzünü hafif kaldıran kadına dikkatle hafif kaş çatılı baktı. “Ben sana bir şey olmasına izin verir miyim?” “Vermezsin!” “Güveniyorsun yani bana…” “Çok güveniyorum.” Sorduğu iki soruya aldığı net cevaptan sonra tebessüm etti. İki büyük eliyle başından tutup saçlarından öptü. Üstündeki elbiseyi usulca çıkardı. Yüksek bel bikini altıyla, bikini seksilikten uzaktı ama Mehmet’in yine iç çekmesine sebep oldu. Elinden tutup merdivenlerle havuza girilen yere götürdü. “Burası 150 santimden başlıyor ileriye doğru yürüdüğümüz de 165 santimde bitecek. Suya tamamen girsek bile boyunu aşmayacak ve ben elini hiç bırakmayacağım.” “Ta…tamam!” “Şimdi sevgilim eğer kendini böyle sıkarsan ayağını kaldırsan bile su seni batırır. İlk önce sakinleşip kendini rahat bırakana dek havuzun içinde yürüyeceğiz ve ben elini hiç bırakmayacağım.” “Biliyorum!” Yavaş yavaş yürümeye başladıklarında Mine’nin kaskatı halinin farkında değilmiş gibi davrandı. Arada eğilip sevdiğinin saçlarını öpüyordu. Derin olmayan kısımlarda on dakikadan fazla yürüdüklerinde kadının gevşeyen bedeniyle rahatlamaya başladığını hissetti. Hem yüzünde görülmeye değer bir kızıllık oluşmaya başlamıştı. Tepelerindeki güneşten kaynaklı bir kızıllık değildi. Mehmet gibi holding sahibi bir adamın uğraştıklarını düşündükçe utanıyor ama utanmasının yanı sıra ona verdiği değeri görüyordu. O yüzden elinden geleni yapıyordu. Bencilce Mehmet’in onu her şeyin önüne koymasından zevk alıyordu. ‘Bir kere de sen bencil ol. Mehmet senin,’ iç sesiyle gülümsedi. Bu gülümsemeyi gören kara yağız sevgilisi de güldü. “Şimdi biraz daha derinlere yürüyeceğiz. Boyunu geçmeyecek ve ben elini hiç bırakmayacağım.” Her defasında ben elini hiç bırakmayacağım dediğinde bunun sadece havuz için söylenmemiş bir ömür boyu için söylendiğini ikisi de biliyordu. Bir on dakikanın daha sonunda Mine’nin ellerini boynuna sarıp, kendisini serbest bırakmasını istedi. Ayaklarının yükselmesiyle kasılan kadının belinden tutan adam kulağına güzel bir şiir okumaya başladı. Şiirin sözleriyle mest olan kadın sakinleştiğinin ve suyun yüzünde durduğunun farkında değildi. En güzel deniz, henüz gidilmemiş olanıdır. En güzel çocuk henüz büyümedi. En güzel günler henüz yaşamadıklarımız Ve sana söylemek istediğim en güzel söz; Henüz söylememiş olduğum sözdür. Nazım Hikmet
Şiirden sonra tamamen rahatlayan Mine korkusunu unutup sevgilisine kocaman bir öpücük verdi. Gözlerinden inen yaşlara engel olamadı. Bir şey konuşmadılar sadece bir saatten fazla sadece havuza alışsın diye uğraşan adamına ayak uydurdu. Ailesinin yazlığa gitmesinden dolayı bir türlü tanışma olmamıştı. Amcası ve babasının isteği üzerine iki damat adayını aynı akşam yemeğe davet ettiler. Mine’lerin evlerinin arkasındaki küçük bahçeye hazırlanan masayla bakarken Oya Hanım da Belgin Hanım da gururluydu. Günlerden cumartesiydi ve kızları onlara sadece sarma sardırmışlar bütün menüyü kendileri hazırlamışlardı. Domates çorbası, kabak tarator, yeşil salata, paçanga böreği, acılı bulgur pilavı ve mantar soslu bonfile yaptılar. Tatlıları, böreği ve salatayı Türkan yaparken, yemekleri Mine hazırlamıştı. İkisi de heyecanlıydı. Şimdi kendilerini hazırlayacaklardı. Rahat olmak adına ikisi de krem keten pantolon üzerine farklı renklerde bluz tercih ederken, saçlarını atkuyruğu yaptılar. Türkan’ın makyajı kuzeninkinden bir tık ağır olurken, Mine olabildiğince hafif tutmuştu. Zil çaldığında kızların heyecanlı tepkilerine Ayhan Bey de Aydın Bey de homurdandı. Kapıyı Mine ile birlikte açan Türkan, Baran’ın ışıl ışıl gülümseyen yüzüyle iç çekti. Yine bembeyaz dişleriyle sırım gibi görüntüsüyle harika gözüküyordu. Mehmet ile Baran’da sanki anlaşmış gibi yazlık siyah takım elbiselerinin içine kar beyazı gömlek giymiş, kravat takmamışlardı. İçeri geçer geçmez sevgililerine çiçekleri verip sarılmışlardı. İki adamın gözleri de öyle güzel parlıyordu ki, mutlu oldukları çok belliydi. Arka bahçeye yönlendirdiklerinde Mine Mehmet’in elinden tuttu. Belgin Hanım’ın şükürlerinin yanı sıra babası homurdanıyordu. Yanlarına geldiklerinde ilk önce ağzını açamadı. Dönüp Mehmet’e baktı. Onun ciddi surat ifadesine gülümsedi. Sevdiğinin gözlerini görmesi yeterdi. “Annecim, babacım sizi Mehmet’le tanıştırmak istiyorum. Sevdiğim adam.” “Mehmet, annem Belgin ve babam Ayhan!” “Memnum oldum efendim,” diyerek ellerini öpen adama Belgin hayranlıkla baktı. Yanaklarından öpmekte sakınca görmedi. Zaten evvelinden sıcakkanlı olduğundan samimiyette sakınca görmedi. Mine babasının dilinin ucuyla hoş geldin demesine gülümsedi. Tatlı babasının bu huysuzlukları çok şekerdi. Baran’da aynı sınavı verdikten sonra sofraya oturdular. Genç adamlar Oya Hanım ve Belgin Hanım’ın sorularına cevap vermeye çalışırken, kızlar sofranın eksiklerini tamamladı. Annelerin sıcak tavrıyla bir nebze olsun rahatlayan iki yakışıklı babaların suratsız ve yüzlerine bakmamalarıyla diken üstündeydiler. Kızlarını vermeyi istemeyen iki baba bunu homurtularıyla belli etmekte sakınca görmediler. Yenilen lezzetli yemeklerden sonra bahçe takımına geçen dört adam şimdi birbirlerine araştıran gözlerle bakıyorlardı. Baran öyle daralmıştı ki, Mehmet’in kulağına fısıldamadan edemedi. “Bunlar kızlarını bize vermezler Mehmet.” “Ben alırım kaynanam benden yana, sen derdine yan.” “Benim kaynanamda benden yana neden yanıyormuşum.” “Gençler ne fısıldaşıyorsunuz.” Ayhan Bey geceden beri ilk kez direkt onlara bakarak konuşmuştu. Mehmet damat adayı olarak olduğu yerde dikleşme ihtiyacı hissetti. İlk evliliğinde böyle sınavlardan geçmediğinden şimdi hiç olmadığı kadar gergindi. Keşke kayınpederin karşısında daha rahat olabilseydi. Çünkü binlerce kişiye ekmek veren on binlere konuşmalar yapan adam Ayhan Bey’in karşısında kekelememek için nefes almak zorunda kaldı. “Şey Ayhan Bey, işle ilgili bir konu vardı da…” “Sahi siz ne iş yapıyorsunuz.” Bu sefer soru soran Aydın Bey’di. Mehmet ve Baran birbirlerine baktılar. Kızların hiç bilgi vermediğini anlamış oldular. Şimdi ne diyeceklerdi. Mehmet, holdingim var desem hava atmış gibi olurum derken aynı şeyi Baran da düşünüyordu. Ayhan Bey’in kaşlarını çatmış sert sesiyle sırtlarından aşağı ter indiğini hissettiler. Normalde kimsenin onlara böyle davranmasına izin vermezlerdi ama sevdikleri kadınlar için alttan almaya çalışıyorlardı. “Aydın size ne iş yaptığınızı sordu. Söyleyemeyeceğiniz bir iş mi? “Mehmet Bey, benim ve Mine’nin patronu yani ÖZYAŞAR Holding’in yönetim kurulu başkanı, Baran da MAÇOĞLU şirketinin sahibi amca…” Türkan’ın biraz sert sesle söyledikleriyle ortamda ani sessizlik oldu. Çünkü yemek boyunca babası ve amcasının homurdanmaları, laf sokmaları utanmalarına sebep olmuştu. Sevdikleri adamlar alttan aldıkça babalarının tavırları sertleşti. Anneleri ortamı yumuşak tutacağız diye maymuna dönmüştü. Tamam, babalarını seviyorlardı ama sevdikleri adamlarda bu muameleyi hak etmiyorlardı. Sofrayı toplarken Mine ile bu duruma bir son vermeleri gerektiğine karar vermişlerdi. “Nasıl yani?” “Türkan benim asistanım efendim, Mine’de arşiv sorumlusu…” Mehmet kayınpederine saçma bir açıklama yaptığını biliyordu. Fakat ne diyebileceğini bilememişti. Mine’nin üzgün bakışlarını görmek istemiyordu. Aydın Bey’in sert çıkışını hiç beklemedikleri için susup kaldılar. “Zenginsiniz anladık ama bu kızlarımızı size vereceğimiz anlamına gelmez. Değil mi abi!” “Aynen öyle! Bizden kız almak kolay değil!” Belgin Hanım ve Oya Hanım çocuklara bilenmesinler, biraz hırslarını çıkarsınlar diye sessiz kalmayı tercih etmişlerdi. Son söylenilenlerden sonra kaşlarını çattılar. Baran ve Mehmet’in birbirlerine bakıp, ayağa kalkmak için yeltendiklerini gördü. Sonra geri oturmuşlardı. Oya bu görüntüden sonra hemen müdahale etmek gerektiğine karar verdi. Hem o Belgin’e oranla daha otoriter ve çenesiyle adamın başını yiyen biriydi. “Türkan çayı yaptınız mı kızım?” “Ee evet anne!” “Hadi siz tatlıları falan hazırlayın, bu genç adamlarda size yardım etsinler.” “Tabi!” Mehmet ve Baran aynı anda tabi demiş ve ayağa kalkmışlardı. Ciddi anlamda afallamış durumdaydılar. Böyle bir muamele beklemiyorlardı. Altın tepside sunulacağını düşünmemişlerdi fakat böyle bir tepkide ne cevap vereceklerini bilemediler. Mehmet sinirlendi sinirlenmesine ama Mine’yi öyle seviyordu ki yanlış bir kelime ağzından çıkmasın diye dişlerini sıktı, susup kaldı. Baran öyle şaşırmıştı ki sinirlenecek vakit bulamadı. Bir ara kalkıp gitsek mi diye bile düşünmüştü. Mutfağa girdiklerinde kızların ikisi de sevdikleri adamlara sarıldılar. Türkan hemen sevdiği adama açıklama yaptı. “Özür dilerim sevgilim, inan benim babam böyle biri değil.” “Biliyorum sen üzülme, kızmadım ben.” “Ama sen kızdın Mehmet gözlerinden gördüm.” “Kızdım, inkar etmeyeceğim ama babana saygısızlık yapmam. Daha seni istemeye geleceğiz Mine’m.” Kızların ikisi de gülümsediler. Sonrasında çayları doldular Mine tepsiyi alırken, tatlı tabaklarını da arkada kalan üçlü getirdi. Babaların renklerinin atmış olduğunu gördüklerinde kızlar gülümsedi. Anneleri bir güzel babalarını kuzuya çevirmişlerdi. Her zaman böyle olmaz mıydı? Tatlıları yediler ağızları tatlandı. Keyifli bir sohbetle geceyi bitirdiler. Ayhan Bey de ve Aydın Bey de gecenin sonunda damat adaylarını aslında beğendiklerini kendilerine itiraf etmek istemiyorlardı. İki haftanın sonunda Mine artık araba kullanmayı biliyordu. Birkaç kez trafiğe çıkmışlardı ve sorunsuz dönmüşlerdi. Ehliyet sınavı da bir ay sonra gerçekleşecekti. Yüzmeyi zaten üçüncü girişlerinde öğrenmiş sayılırdı. Teknik olarak yüzmeyi de ileri zamanlarda yüzdükçe öğreneceğine inanıyordu. En azından bilmediği ve korktuğu bir şeyin daha üstüne çizik atmıştı. Dans kursunda çok eğleniyorlardı. Mehmet’in her seferinde ona sarılmaya çalışmalarıyla aralarındaki elektrik herkese geçiyordu. Bu hafta Adana’ya Mehmet’in ailesiyle tanışmaya gideceklerdi. Uçak korkusunu da böyle yenmeyi planlıyorlardı. Toplum önünde konuşma ve diksiyon derslerine de Türkan’ın sayesinde başlamıştı. O konuda bari Mehmet’i yormak istememişti. Miraç, Berra’yla yakınlaştığı o geceden sonra o duygusallığı kullanıyormuş pozisyonuna girmemek için mesafeli tavrına devam etti. Toplantılara geldikleri zaman eski gibi görmezden gelmek için ayrı çaba göstermiyor ama soğukça bir hoş geldiniz, nasılsınız sorusundan başkada ilgili davranmıyordu. Berra ise o geceden sonra Miraç’tan bir sıcaklık beklemişti. Ne bir mesaj ne bir arama olmadığı gibi o günden sonraki ilk toplantılarında belki ilgi gösterir diye heyecanla gitmişti. Miraç’ın soğuk bir iki sorusuyla hayal kırıklığına uğraşmıştı. Böyle bir beklentiye girdiği için kendine kızmıştı. Canı sıkkın olduğundan Karan’ın barışma teklifini kabul etti. Şehbal’le ilgili hiçbir sorusuna cevap vermedi. Damla’yla hala takıldıklarını öğrendiğinde midesi bulandı. Bu kadından iğreniyordu. Sohbeti kısa kesmek istedi. Yemek yer yemez kalkmak istedi. Mekândan çıkacakları zaman kaşları çatık ters ters bakan adamla karşılaşmayı beklemiyordu. Nedensizce gerildi. Karan’la arasına istemsiz mesafe koydu. Tam kötü bir laf edecek diye beklerken, gülümseyip nazik bir şekilde iyi akşamlar dilemesine şaşırdı. Arabaya binip giden adama sinir oldu. Sinir oldu da neden oldu? |
0% |