Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@herdem6060

29. Bölüm

Mine, Adana’ya gideceği için çok heyecanlıydı. Hem ilk defa şehir dışına çıkacak hem de sevdiğinin ailesiyle tanışacaktı. Öyle çok coşkuluydu ki uçağa binecekleri bile aklına gelmiyordu. Belgin Hanım nasıl hareket etmesi gerektiğiyle ilgili öğütler verirken, Ayhan Bey hep surat asıyordu. İki gece kalacakları için küçük bir valiz hazırladı. Cuma günü iş yerinden öğleden sonra üç gibi çıkacaklardı. Sabah erkenden kalktı. Gecede uyuyamamıştı. Son bir aydır öğrendikleriyle kendine güveni arttı. Mehmet’in varlığı mutlulukken ona kattıklarıyla huzuru, hayata bakışı bambaşkaydı.

Havaalanına giderken sessizce bekleyen güzel sevgilisine baktı Mehmet ve hafif gülümsedi. Günlerdir bir aradaydılar. Mine’nin bilmiyorum korkuyorum dediği ne varsa yavaş yavaş onunla öğrenmesi, bunları yaparken ki çocuk gibi sevinçli olması karşılığını bazen sımsıkı sarılarak bazen ateşli öpücüklerle vermesi kendini güçlü hissettiriyordu. Oysaki çocukluğundan beri iş ortamında olup, sert mizacıyla hep güçlüydü. Peki! Mine’yle deneyimlediği o güç neden yıkılmaz biri olduğunu hissettiriyordu, bunu anlamasa da kendini gerçekten işe yarar görüyordu. Ona bir şeyler öğretmek yanında olmak korkusunu paylaşmak ondan çok kendine iyi geliyordu. Yararlı olduğunu anladığında aşkının büyüklüğünü de sorgulamayı bırakmıştı.

Bütün işlemleri birlikte el ele yapıp, özel jete bindiklerinde hostesin güler yüzüyle Mine’de içtenlikle gülümsedi. En çok korkacağını düşündüğü aktivitenin bu olduğuna inanırken şu ana dek heyecanlanmaktan başka his olmamasını Mehmet’e bağladı. Sessiz olduğu zaman onu serbest bırakması, konuştuğu zaman işini gücünü kenara itmesi en önemli şey sensin tavırları Mine’ye öyle iyi geliyordu ki, artık hiçbir şeyden korkmuyordu. Kaptanın gelip tanışması bilgi vermesi derken usul usul hareket eden jette Mine sırtını yaslamış, bekliyordu. Eli sımsıkı tutulunca aşkına baktı.

“Korkma! Ben senin elini hiç bırakmayacağım.”

“Korkmuyorum!”

“Benim güçlü sevgilim.”

“Güçlü değilim ama gücümü ortaya çıkaran bir adama aşığım.”

“Oo Mine Hanım bana bunlarla gelin.”

“Şımarık.”

“Şımarırım bana ne…”

“Koca bebeğim benim.”

Elinin birini sevdiği adamın yanağına yasladı. O arada hızlanan jetle sırtını daha çok yasladı. Emniyet kemeri olmasa Mehmet’e sarılacaktı. Bir anda korkuyla sarsılan yüreği yüzünden gözlerini kapattı. Kulağına yine fısıltıyla söylenen güzel sözlerle sakinleşti ve uçağın yükseldiğini hissetti. Gözlerini açtığında beyaz bulutları gördü, sebepsizce gülümsedi. Gevşedi, camdan dışarıyı gözlerini kırpmadan seyretti bir süre ve kemer ikaz zil sesiyle sevgilisine döndü. Onu gülen gözlerle izleyen adama dönüp, dudaklarını birleştirdi. Şefkatle birbirlerini öptüler. Mehmet kemerleri çözüp, Mine’yi kucağına çekti. Öpücükleri derinleşti. Babalarla tanıştıklarından beri gece birlikte kalmadıkları için neredeyse iki haftadır birlikte olmuyorlardı. Özlemişti ve geçen hafta havuzda yüzme dersinde bir ara o kadar kendinden geçmişti ki, çalışanları umursamadan sevdiği kadına sahip olacaktı. O gün bir kez daha anladı. Mine bedenini de ruhunu da ele geçirmişti. Hatta gözleri kör bile olmuş olabilirdi. Hostesin öksürüğü ile birbirlerinden ayrılırken, genç kadın utançla yüzünü Mehmet’in boynuna gömmüştü. Rezil olduk diye fısıldaması üzerine kıs kıs gülen adam başını arkaya çevirip bakmıştı. Hostesin başını yerden kaldırmadan bir şey alır mısınız sorusuna birer çay getir diye karşılık verdi. Sonrasında da iniş anonsunu duyana dek kucağından sevgilisini indirmedi. Uçak iniş yaparken de ellerini sımsıkı tutan adama minnettardı.

Adana’daki eve geldiklerinde de kocaman köşk genç kadını ilk önce şaşırtsa da İstanbul’daki evin ihtişamından sonra saçmaladığını anladı. Kapının önüne gelene dek pek heyecanlanmamıştı ama tam arabadan inecekken Mehmet’in kolunu tuttu. Elleri titriyordu.

“Nasıl gözüküyorum?”

Kaşlarını havalandırıp, gözlerini Mine’nin saçlarından başlayarak bütün vücudunda gezdiren adamın dudakları kıvrıldı. Üzerine giydiği petrol mavisi elbiseyle harika gözüküyordu. Saçları dümdüz neredeyse göğüslerinin altında biterken dolgun yuvarlıkları kapatmıyordu. Oldukça kapalı elbiseyle bile böylesine seksi olmasına şaşırıyordu. Hem varla yok arası makyajıyla nasıl bu kadar güzeldi bu kadın gerçekten anlamıyordu.

“Harika gözüküyorsun.”

“Sence beni beğenirler mi?”

“Beğenmek ne demek bayılacaklar.”

“Beğenmezlerse ben sana sorarım. Onlarla ilgili bana hiçbir şey anlatmadın”

Mehmet kahkahayla güldü. Boynundan tutup, alnına dudaklarını bastırdı. Kaç gündür annen neyden hoşlanır, baban ne sever nasıl konuşmalıyım gibi sorularına kendin ol yeter diye cevap vermişti. Hep konuyu değiştirmişti. Şimdi bu yüzden tehdit edileceği ve bu tehdidin böyle tatlı olacağını bilemezdi.

“Yatakta sorarsın aşkım.”

“Terbiyesiz, edepsiz seni!”

Mine kaşlarını çatmış, adamın omzuna vurduktan sonra lafını söyledi. Kapıyı açmak için bekleyen şoföre baktı. Mehmet’ten ayrılıp ayaklandı. Sevdiği adamın kahkahasını duymazdan geldi. O heyecandan ölüyordu. Adamın derdi sevişmekti. ‘Daha dün gece onu nasıl özlediğini düşününce kasıkları sızlayan kimdi?’ Ah lanet iç ses sen hep doğru konuş zaten diye çığlık atmak istedi. Göz ucuyla Mehmet’e bakınca arabanın kapısı açılır açılmaz kaşlarını çatıp ciddi duruşunu yüzüne yerleştirmesine tebessüm etti. El ele eve girdiler. Anne babasının bahçede olduğunu öğrendiler. Arka bahçeye çıktıklarında onları gören altmışlarında kilolu uzun boylu kadını görünce gülümsedi Mine, beyaz başörtüsü ve uzun elbisesiyle çok hoştu. Sesi de sıcacıktı.

“Hoş geldiniz oğlum?”

“Hoş bulduk annem, bak sana gelinini getirdim.

“İyi ettin, sende hoş geldin kızım.”

Mine hemen elini öpmek için eğilince, şaşıran Suzan Hanım oğluna baktı. Mehmet’in gururla onlara bakmasına da gözleri parladı.

“Hoş bulduk efendim, Mine ben!”

Kekelemediği için kendiyle gurur duydu. Bayılacak gibi hissediyordu. Mehmet’in ısrarla elini bırakmamasına da sinir olduğundan utanıyordu. En sonunda sertçe çekerek annesinin elini öpmek için ayrılmıştı.

“Çok memnun oldum kızım, Suzan bende.”

“Babam Ahmet ÖZYAŞAR!”

“Hoş geldiniz Mine kızım.”

Mine bu sefer eski patronuna baktı. Onunda elini öptü. Nedense sesi kısılmıştı. Nede olsa koskoca Ahmet babaydı o, heyecanını bastırdı. Yanlarına oturduklarında hal hatır ederken, Suzan Hanım’ın süzmelerini görmezden gelmeye çalıştı. Mehmet’le babasının hemen işler hakkında konuşmaya başlamasını da yadırgamadı. O da kayınvalide adayıyla sohbete başladı. Yarım saatin sonunda yemek saatine dek dinlenin denilmesi üzerine hemen ayaklandı. Çünkü birazcık nefes almalıydı. Uçaktan indiğinden beri Adana’nın güzelliklerini seyrederek geldiğinden pek düşünememişti ama bu meraklı bakışlardan bir süre uzaklaşmalıydı. Hizmetçiyle geldiği odaya girince nefesini bıraktı. Acaba onun hakkında ne düşünüyorlardı. Ben kalktıktan sonra Mehmet’e bir şey söyleyip söylemediklerini merak ederek odayı inceledi. Kahve tonlarında dekore edilmiş oda oldukça şıktı. Üç kapılı gardroba gitti. Küçük valizini boşalttı. Kişisel bakım malzemelerini küçük banyoya yerleştirdikten sonra kavurucu sıcaktan bunaldı. Kapısının kilidini çevirip duş almak için soyundu. Kısa bir duştan sonra siyah diz altı yazlık elbiseyi çıkardı. Kırmızı gelincik çiçekleri olan elbise ne çok şık, ne de çok günlüktü. Siyah topuklu burnu açık ayakkabılarını da giymek için ayarladıktan sonra bütün vücudunu kremledi. Bu işlemleri artık keyifle yapıyordu. Kadınlar erkekler için değil, kendileri ve ya başka kadınlar için süslenir sözüne gerçekten inanıyordu. Çünkü kişisel bakımına dikkat ettikçe bir kadın olarak kendini iyi hissediyordu. Saçlarındaki havluyu çıkarıp, hafif dalgasında bıraktı. Kurutmayacaktı. Hava çok sıcaktı ve saçlarından bari serinlik hissetmek istedi. Siyah tül iç çamaşırlarından sonra hızla giyindi. Yüzüne sadece güneş kremi sürdü. Gözlerine kalem çekip, rimelini sürdü. Gelincik çiçeklerinden esinlenip, aynı tonlardaki kırmızı rujundan sürdü. Aynanın karşısına geçti. Bir sıkıntı yoktu. Hemen banyoyu ve odasını toparladı. Telefonunu eline alıp annesini aradı. Sıcak karşılandığını anlattığında sesinin ne denli mutlu çıktığından ve bunu durumun annesinin mutlu ettiğinden habersiz uçağa bindiğindeki heyecanını anlattı. Babasıyla kısa bir konuşma yapıp, telefonu kapattı. Türkan’ı da sonra ararım derken telefonu çaldı. Arayan Türkan’dı.

“Türkan Sultan!”

“Mine ne yaptın?”

“Çok güzel bir annesi var.”

“Ben sana dedim. Suzan Hanım çok iyi bir kadın.”

“Aynen öyle çok ısındım. Ahmet Bey’de sıcak karşıladı. Şimdi odamdayım akşam yemeği için aşağı ineceğim. Sen ne yapıyorsun?”

“Of dünden beri Baran benimle konuşmuyor. Ailesiyle tanışmaya neden gitmiyormuşum. Çocuk gibi küstü koskoca adam ya.”

“Ciddi misin?”

“Onun için bekliyorum Mine, kendinden emin olsun. Ben dünden razıyım ama onun sicili belli…”

“Haklısın ama bugüne dek kimseyle ciddi bir yola girmemiş. Emin olmasa senle de girmezdi değil mi?”

“Peki, öyle diyelim evlilik teklifi nerede o zaman.”

“Mehmet’te bana teklif etmedi ama o yola girdik. İlla öyle seremoniler mi gerek.”

“Bilmiyorum, sanırım isteyerek teklif ettiğini görmek istedim.”

“Neyse aşağı insem iyi olur. Sende canını sıkma!”

“Ben sevgilimi istiyorum.”

“Haha tamam işte git ve küslüğünüzü bitir.”

Telefon kapanır kapanmaz aşağı indi. Nereye gideceğini bilemezken çalışanlardan kimseyi de bulamadı. Bahçeye çıktı. Ahmet Bey’i otururken gördü. Birde yan tarafına çıkarılmış, yemek masasına gözü takıldı. Tam konuşacakken elinde tabakla gelen Suzan Hanım’a döndü. Mehmet’in hemen arkasında olduğunu fark etmedi.

“Anne çalışanlar nerede?”

“İzin verdim.”

“Hepsine mi?”

“İşleri vardı oğlum, sofrayı kurup kaldıramayacak kadar yaşlanmadım daha…”

“Estağfurullah efendim. Ben yardım ederim size.”

Mehmet annesinin çıkışına anlam veremezken, babasının yanına oturdu. Mine’nin ona yardım teklifiyle yüzünün nasıl aydınlandığını gördü. Beril asla iş yapmazdı. Annesi sevdiği kadını mı deniyordu. Mine bunu anlarsa üzülürdü. Bu yüzden ayağa kalkıp yardım edecekti. İçeriden gülüşerek çıktıklarını görünce tekrar yerine döndü.

“Otur şuraya anan kızı yiyecek sanki.”

“Biliyorum sadece…”

“Karışma Mine’yi tanımaya çalışsın.”

“Bilerek çalışanlara izin verdi.”

Babası yorum yapmadı. Suzan Hanım Beril denen kızı hiçbir zaman istememişti. Kayınpederinin uzaktan akrabası olan kızın çalışanlara üstten bakar hali, evde hiçbir şeyi yapmaması birde üstüne görgüsüz tavırlarıyla o denli sinir oluyordu ki bir türlü gelini olarak iki kelam edemezdi. Mehmet’in yıllar sonra sana gelinini getireceğim diye araması üzerine çok mutlu olmuştu ama içini de korku sarmıştı. Ya yine paragöz görgüsüz bir kızsa ve ailelerinin huzurunu bozarsa diye aklına bu küçük oyun geldi. Çalışanlara izin verdi. Bakalım yardım edecek mi? Mütevazi tavırlar sergileyecek mi? Neden ben hizmet ediyorum diye Mehmet’e tavır yapacak mıydı?

Şimdi görüyordu ki Mine’nin Beril’le uzaktan yakından alakası yoktu. Mutfakta eli hızlı ve sanki her şeyin yerini biliyor gibi hakimiyetine hayran kaldı. Hem de yüzü hiç düşmemiş iş yaparken ciddi olan suratı onu görünce temkinli bir şekilde gülüyordu. Hızla sofrayı kurduklarında ve sofraya oturunca Mine’nin ilk önce Mehmet’e servis yapmasıyla anne yüreği pırpır etti. Kocasıyla göz göze geldiğinde şükür dediler bakışarak, oğlunun aşık bakışlarına da gülümsediler. Beril’e asla böyle bakmazdı. Sakin sohbetlerle yemeklerini yediler. Sofra toplanacakken Mine tıpkı kendi anne babasına yaptığı gibi belki de alışkanlıkla yardım kabul etmedi.

“Lütfen siz bahçe takımına geçin ben sofrayı toplarım.”

“Yardım edeyim kızım.”

“Hayır! Lütfen Suzan Hanım zaten her şeyin yerini öğrendim gibi, kahvelerinizi nasıl alırsınız?”

“Orta kızım,” diyen Ahmet Bey’di. Mehmet kalan yemek tabaklarını mutfağa götürmesine yardım etti. Mine’nin arkasından masada bir şey kalmayıncaya dek sofradakileri götürdü. Artan yemekleri küçük kaplara alıp dolaba koymasıyla kaşlarını çattı. Hangi ara hepsinin yerini öğrenmişti ve hangi ara bir sürü bulaşığı makineye koymuştu. Hem bakır cezvede kısık ateşe koyduğu kahveye hem de geri kalan bulaşıkları sudan geçirip makineye yerleştirmesine baktı. Tezgahı sildikten sonra kahvenin başına geçen ve usul usul karıştıran kadının arkasından sarıldı. Çenesini omzuna koydu.

“Çalışanlar toplardı. Neden kendini yoruyorsun.”

“Mutfak bulaşıkla doluyken rahat edemem.”

“Seni seviyorum.”

Mehmet’in gururla dolan kalbinden sonra o iki kelime kendiliğinden gelmişti. Sarıldığından beri heyecanlanan kadın seni seviyorum denildikten sonra tebessüm etti. Karşılık veremedi.

“Kahve makinesi orada neden uğraşıyorsun.”

“Böyle daha lezzetli oluyor. Hem annene babana ilk kahvemi kendim yapacağım bu zevki makineye kaptıramam.”

“Ah kadın sen bana ne yapıyorsun.”

“Hiç sadece seni seviyorum.”

Yanağından kocaman öpen adam geri çekilip bahçeye çıktı. Biraz daha kalırsa Mine’yi mutfak masasına yatırması an meselesiydi ve anne babasına böyle yakalanmak en son isteyeceği şeydi. Genç kadında sevgilisinin uzaklaşmasından memnun oldu. Küçük bardaklara suları doldurdu. Kahveleri de koyduktan sonra gülümsedi. Lütfen beni rezil etme köpüklü olsun Allah’ım diye dua edip durmuştu. Oysa her zaman böyle yapardı. Hem Mehmet’in evinde hem de bu evde kendisini yabancı hissetmemesine şaşıyordu. ‘Değişiyorsun, eski yabani hallerin yok.’ İç sesinin sözleriyle dudağını büzdü. Bahçeye elinde tepsiyle çıktığında Suzan Hanım’ın gözlerindeki ışıltıya gülümsedi. Ahmet Bey’den başlayarak kahveleri dağıtıp yerine oturdu.

“Mehmet senin kahveni sade yaptım.”

“Niye zahmet ettin.”

“Kızım ellerine sağlık çok güzel olmuş.”

“Teşekkür ederim Ahmet Baba.”

“Aa Ahmet’e baba deyip bana hanım diyemezsiniz küçük hanım.”

“Şeyy Türkan’dan alışkanlık, o hep Ahmet Baba dediğinden.”

“Mine, Türkan’ın kuzeni ve şirketteki arşiv sorumlumuz baba.”

“Öyle mi? Türkan’ımın akrabasısın demek, onun kadar güzel onun kadar kibarsın kızım.”

“Teşekkür ederim Suzan Ha… anne.”

Suzan Hanım tam hanım denilecekken anne denilmesiyle keyiften dört köşe oldu. Oğlunun kahvesine dikkat edecek kadar düşünceli ve sevdiğini göstermesine evi benimsemesine bayılmıştı. Şimdi de keyif kahvesini içerken hikâyelerini dinleyecekti.

“Ee nasıl tanıştınız?”

“Türkan’la yemeğe gittiğimiz bir gün Mehmet’le karşılaştık. Ben yerin iki kat altında çalıştığım için patronumu hiç görmemiştim. Sonrasında da oğlunuz peşimi bırakmadı.”

“Sorma baba patronuyum diye istemedi beni, ya kimse görüştüğümüzü bilmez ya da istifa ederim diye de tehdit etti.”

Suzan Hanım ve Ahmet Bey oğullarının suratını ekşiterek söylediğine kahkahalarla güldüler. Mehmet sevdiği kadına göz kırparken Mine kızarmadım inşallah diye aklından geçiriyordu. Nasıl tanıştıklarını Türkan hariç kimse bilmiyordu ve soranlara böyle söylemeye karar vermişlerdi. Neşeyle kahvelerini içtiler. Mine alışkanlıkla çaydanlığa su koymuştu ve bunu söyleyip yanlarından ayrılınca Suzan Hanım oğluna döndü.

“Anne sen mutfağına pek kimseyi sokmazsın, hoşlanmazsın da bilirim ama Mine’nin ki alışkanlık.”

“Oğlum sen ne diyorsun. Ben yıllarca bu günü bekledim. Sen bana gelinimi değil kızımı getirmişsin.”

O ara gelenlerle Mehmet’in kaşları çatıldı. Babasının amcaoğlunun ailesiyle yakın oturuyorlardı. Yıllardır kızları takıntılı şekilde onun peşindeydi. Yurtdışında bile karşısına çıkacak kadar manyaktı. Evlenmeden önce Beril’le arkadaş olan kızın bu ilgisini evlendikten sonra ona düşman olmasından anlamışlardı. Mehmet kardeş gibi gördüğü Menekşe’ye karımla derdin ne diye sorduğunda gözlerinin içine bakarak sen demişti. Seninle ben evlenecektim. O seni sevmiyor ben seviyorum demişti. Beril’in sevmediği konusunda doğru söylerken, Mehmet’i sinirlendirmişti. Artık tüm ailesi hatta Adana bu takıntılı aşkı biliyordu. Beril hiçbir zaman Menekşe’yi umursamadığı için evliliklerinde bu konuda sorun yaşamamışlardı. ‘Aslında umurunda olmadığı senmişsin,’ iç sesinin hatırlatmasıyla Mine’nin tepkisinin ne olacağını düşünemedi.

“Mehmet oğlum hoş geldin.”

“Sağ ol amca sizde hoş geldiniz.”

“Mehmet nasılsın?”

“İyiyim Menekşe sen nasılsın? Ah gel sevgilim seni akrabalarımla tanıştırayım.”

Mehmet bilerek Mine’yi görür görmez onların yanından kalkıp, sevgilisinin yanına gitti. Mine sevdiği adamın akrabalarına kibar bir şekilde hoş geldin derken kendi gibi esmer uzun boylu yeşil gözlü kadının neden böyle baktığını anlamadı. Sonra adamına dönen bakışlarla kaşlarını çattı. Mehmet’e onun yanında alenen içi geçerek bakmasına sinir olduğundan dişlerini sıktı. İki gün önce Mehmet’in daha önce evlendiğini öğrenmişti. Daha bunu hazmedemeden sevdiği adama aç gözlerle bakan kadına ters ters baktı.

Yanlarına oturduğunda Menekşe’nin onu yok sayarak sürekli Mehmet’e bir şeyler sormasını, göz göze geldiklerinde iğrenir gibi bakmasıyla iyice gerildiğinden ayağa kalktı. Kibarca çay yaptım içer misiniz diye sorduğunda bile Mehmet onun ne kadar gerildiğini anladı. Mutfağa hızla dönen sevgilisine sıkkınca bakakaldı. Arkasından gidemedi, annesiyle bakışınca oğlunun derdiğini anlayan kadın yarım ağız yardım edeyim diyerek mutfağa gitti. Mine’nin tezgahın üstüne hazırladığı tatlı tabaklarına baktı. Maşallah demeden duramadı. Gelinin gerilen bedenini tepsiye ince belli bardakları koyarken titreyen ellerini fark etti. Nedense konuşamadı. Tatlı tabaklarının hazırlandığı tepsiyi aldı ve bahçeye geri çıktı. Oğluna baktığında kaşlarını kaldırdı. Bu konuşamadım demekti. Tatlı tabaklarını dağıtıp, yerine oturakken Mine’nin çaylarla geldiğini gördü. Menekşe’nin söylediğiyle duraksayan gelinine üzüldü.

“Mehmet yarın akşam bize yemeğe gelsenize…”

“Evet oğlum ne zamandır gelmediniz.”

“Ee olur amca!”

“Süper ben sana ellerimle içli köfte yaparım. Hem seversin sen benim yemeklerimi…”

Loading...
0%