@herdem6060
|
30. Bölüm “Süper ben sana ellerimle içli köfte yaparım. Hem seversin sen benim yemeklerimi…” Mine olduğu yerde dişlerini sıkarken Mehmet’e öldürecek gibi baktı. Adımlarını hızlandırıp çayları ikram etti. Sevdiğinden uzak olmak için bir sandalye çekip Suzan Hanım’ın yanına oturdu. ‘Yine kabuğuna mı çekileceksin. Sevdiğin adama sahip çık.’ İç sesi doğru diyordu da yeni tanıştığı ailenin yanında ne yapabilirdi. Menekşe’ye bakmıyordu. Mehmet’e de bakmıyordu. Ancak kadının iğrenç gevşek gevşek konuşmaları sinirini bozmuştu. Ah keşke Türkan olsaydı, bir iki laf sokar sustururdu bu kevaşeyi diye aklından geçirirken, ‘senin sevdiğin adama yavşıyor,’ iç sesi haklıydı. Kızının tersine amcasının nahif sesiyle gülümsemeye çalıştı. “Kızım sen nerelisin?” “Doğma büyüme İstanbulluyum ama ailem Amasyalı” “Ne güzel ailen afiyettedir inşallah.” “Teşekkür ederim efendim. Soranlara esenlikler dilediler.” “Haha sen kaç yaşındasın kuzum, altmış yaş üstü kişiler gibi konuşuyorsun.” “Menekşe doğru konuş!” “Ay ne var Mehmet, kusura bakma ama sevgilinin içi geçmiş.” “Biz kalkalım geç oldu, yarın akşam yemeğe bekliyoruz.” Amca kaşlarını çatıp ayağa kalkar kalkmaz kimse itiraz etmedi. Daha kaç kere kızının bu densizlikleri yüzünden ailesine rezil olacaktı. Hanım hanımcık kıza neler demişti. Mehmet’in de yıllardır ona saygısından ve ricası yüzünden görmezden geldiğini biliyordu. Mehmet’in burada olduğunu bilse gelmezdi. Kızının psikolojik tedavi gördüğünü mazur görmelerini istemese kimsenin onu idare etmeyeceğinin de farkındaydı. Kendi ailesinde huzur bırakmamıştı. İki oğlu da gelini de Menekşe yüzünden gelmez olmuşlardı. Torunlarına hasret olmanın acısını yaşayamazken bir de böyle utandırılmayı artık kabullenemiyordu. Eskiden bağırır çağırır kendine çeki düzen vermesini ister kızı için mücadele ederdi. Ancak artık onu bile yapmaya takati kalmamıştı. Mine ilk defa kendini savunacakken, kalkan insanlarla bir şey diyemedi. Suzan Hanım’ın elini sıkmasıyla da elindeki çay bardağını sıktığını fark edip, elini gevşetti. “Sen o densize bakma kızım.” “Önemli değil Ahmet Baba!” “Önemli kızım ama akraba işte ne yapacaksın? Amcaoğlum çok iyi adamdır. Allah kimseyi evladıyla sınamasın.” “Mine yarın için bahane uydurup gitmeyebiliriz.” Moralleri bozulan aile üyelerine gülümseye çalıştı. Mehmet’in söylediğini de duymazlıktan geldi. Önce kabul edip sonra bahane ne demekti. Yeni tanıştığı ailesi onu böyle mi tanıyacaktı. Çayları tazelemek bahanesiyle mutfağa gidip, nefes aldı. Akşam ne güzel başlamıştı. Mehmet hala yüzüne bakmayan sevgilisiyle yanına gitmeye çekiniyordu. Evliliğini yeni açıklamışken, takıntılı bir kuzeni kaldırabilecek miydi? Bir türlü karar veremiyordu. Annesinin babasının da canı sıkılmıştı. Bu konuyu İstanbul’a gidince detaylıca konuşacaktı. Şimdilik akşamlarını zehir etmeyecekti. Mine ne isterse onu yapacaktı. Yanlarına salına salına gelen güzel kadınla içi aşkla doldu. Nasıl olgunlukla karşılamıştı. Kıskanç bakışlarını görmesi de saçma olsa da hoşuna gitmişti. Başka konularla edilen sohbetlerden sonra sevgilisiyle yatmayı düşünürken, Mine’nin ailenin evinde yanıma bile yaklaşma demesi üzerine morali bozuldu. Menekşe yüzünden hala tavır yaptığı belliydi. ‘Beril umursamıyor diye rahat davrandın ama hata ettin,’ iç sesi kesinlikle haklıydı. Ertesi gün kahvaltıda Mine, Suzan Hanım’la gezmek isteyince ağzı kulaklarına varan kadınla gülümsedi ve ne denli doğru karar verdiğini anladı. Annesi ve yengesiyle çıkmaya başladığı alışverişlerde onların nasıl mutlu olduğunu anladığından ve de Mehmet’e kızgınken en doğrusunu yaptığına emin oldu. Allah’ım gönlüme göre benim kızım var artık diye şükür eden kadının mutluluğundan sonra Mehmet’e söz hakkı vermedi. Suzan Hanım’la hazırlanıp çıktılar. Şoföre ilk önce çarşıya gideceklerini söyledi. Birlikte dükkan dükkan gezip bir şeyler baktılar. Esnafın kayınvalidesine saygıyla yaklaşımına, kendisini gelinim diye tanıştırırken ki gururlu hallerine sürekli ona bir şeyler almak istemesine utangaç gülümsemelerle karşılık vermişti. Yıllarca annesini bu konuda kırdığı için artık daha anlayışlıydı. Elleri kolları dolu, arabaya geldiklerinde Taş köprüye gidelim dedi. Mine hayran hayran şehre bakarken Mehmet’e kızgınlığını unutmuş gibiydi. Dışarda yemek yerken Suzan Hanım en uygun zaman olarak düşünerek Menekşe’nin akşamki tavrını açıklamak istedi. “Kızım akşam maruz kaldığın davranış affedilir gibi değil, bunu daha bizimle tanışma aşamasında yaşadığın için çok üzgünüm kendi adıma özür dilerim. Eminim Mehmet’e fırsat versen o da özür dileyecek ve her şeyi anlatacaktır ama ben açıklamak istedim.” “Önemli değil Suzan anne!” “Hayır bu kadar alçakgönüllü olma yavrum… Daha küçücük çocuktu Mehmet’e takıntıları başladığında başta ergenlik dedik, genç kızlık dedik ama Mehmet evlendiği halde bunu açık açık söylemeye başlayınca mesafe koyalım dedik. Beril yani oğlumun eski eşi karşı çıktı. Arkadaşını tanıdığını, uzaklaşırsak bu takıntısının daha çok artacağını görmezden gelmemiz gerektiğini söyledi. Ben karşı çıksam da Mehmet’i de kayınbabamı da ikna etti. Kayınbabam çok iyi adamdı. Birde yeğeni Ümit’i çok sevdiğinden aile olarak Menekşe’yi idare etmemizi istedi. Şimdi anlıyorum Beril’in bunu iyilik için istemediğini… Mehmet boşanınca çok uzun süre yurtdışına kaldı ve doğru dürüst ülkeye gelmedi. Menekşe kaçıp yurt dışında gidiyor, nasıl yaptıysa karşısına çıkıyor. Mehmet çok sinirleniyor ve açık açık onu kardeş gibi gördüğünü bu takıntılarından vazgeçmesini söyleyince kriz geçiriyor. Zaten hastalığı da o vakit ortaya çıktı. Bipolar bozukluğu teşhisi konuldu, yıllardır tedavi görüyor ama gelişme var mı dersen ben hiç gelişme olduğuna inanmıyorum. Mehmet hasta olduğunu bildiğinden hep çelişkide kalıyor. Akşam amcasının yüzüne gelemedi. Daveti kabul etti ama bir bahane buluruz gitmeyelim kızım…” Mine detaylı detaylı açıklama yapan tatlı kadına gülümsemiş masanın üstünden elini sıkmıştı. Akşam ki siniri yoktu. Mehmet’e de kızgın değil kıskanmıştı. Hem Menekşe’nin de onu görmeye alışması gerekiyordu. ‘Hayret, her şeyde kaçan kabuğuna çekilen kadın mısın sen?’ İç sesine evet demedi ama eski Mine yoktu artık, bu tarz olaylarla karşılaşabilirdi. “İptal etmeye gerek yok. Baş edebilirim merak etme anne!” Suzan Hanım’ın gözlerinin içine varana dek gülümsemesi her şeye değerdi. Yemekten sonra kahvelerini içtiler. Sıcağa daha fazla dayanamadıklarından eve döndüler. Mine hemen duş alıp biraz yatmıştı. Mehmet fabrikaya gidiyorum diye mesaj attığından onu beklemiyordu. Bir saatten fazla uyuduğunu anladığında şaşırdı. Genelde gündüzleri uyumazdı. Adana gerçekten çok sıcaktı. Klimayı açmadığından terlemişti. Hemen saçlarını ıslatmadan tekrar ılık duş alıp, hazırlanmaya başladı. Pudra renkli derin V yaka tamamen vücuduna oturan etek boyu dizlerinde biten elbisesini giydi. Oldukça sade makyajını yaptı. Ayağına giydiği aynı tonlardaki stilettolarıyla tamamdı. Düzleştiriciyle saçlarını dümdüz etti. Odasının kapısı çaldığında işi bitmek üzereydi. Gel diye bağıracakken odasının usulca kapısı açıldı. Sevdiği adamın kafasını uzatmasıyla odayı toplamaya devam etti. “Canım ben geldim.” “Hoş geldin?” “Mine hala tavırlısı mısın?” “Hayır!” “Seni tanıyorum!” Mine kaşlarını çatıp, sevdiği adama baktı. Kendine itiraf edemese bile dün geceden beri Menekşe’nin yemeklerini sevmesini kafaya takmıştı. Bu kıskançlıksa kıskançlıktı. Suzan annesinin anlattıklarından sonra yemek muhabbetinin yalan olma olasılığını da düşünmüştü. Ancak! Yine de o kızın içli köftelerinden bir lokma yerse Mehmet’i gırtlaklardı, o kadar sinirine dokunmuştu. O sevdiği evleneceği adamdı. Neden bu sinirine dokunan hadiseyi saklıyordu ki… “O içli köfteleri yemeyeceksin.” “Anlamadım.” “Yemeğe gittiğimizde o kızın yaptığı hiçbir şeyi yemeyeceksin.” “Yemem!” Mehmet yemem demişti ve kadının dişlerinin arasında tıslayarak söylediğini onaylamıştı sadece. Ürkek kuşu yine pençelerini çıkarmış dişi kartala dönüşmüştü. Hem ilk defa onu kıskandığını görüyordu. Kendi alenen kıskandığını gösterirken bu güne dek Mine’den böyle bir şey görmemişti. Dudakları kıvrıldı. Gülmek istedi ama korkusundan gülemedi. O hiçbir şeyden korkmayan adam Mine kızacak diye kendini tuttu. Dedesinin karısından korkmayan Allah’tan da korkmazmış sözüne şimdi hak verdi. Menekşe konusunu anlatacakken tekrar vazgeçme nedeni de buydu. Evden çıkıp yürüyerek gittiklerinde Mine korumalardan yine rahatsız oldu. Tüm gün peşlerindeydiler şimdide önde ve arkada yürüyorlardı. Bu denli korunmaya ne gerek vardı. Akın’a baktığında gülümsedi. Bu adamı seviyordu. Mehmet ona kötü davransa da kendisi kardeşi gibi görüyordu. Eve yaklaştıkça geriliyordu. Sevdiğinin elini daha sıkı tutması iyi hissettiriyordu. Ümit Bey’lere gittiklerinde çok sıcak karşılandılar. Bahçeli dubleks ev çok hoş gözüküyordu. Menekşe’nin coşkulu halleri Mehmet’ti öpmeye çalışmasıyla yine dişlerini sıktı. Allah’tan sevdiği adam eliyle gerekli mesafeyi koymuş, kendini öptürmemişti. Sofra bahçeye hazırlanırken annesinin bütün yemekleri Menekşe yaptı. Hiç mutfaktan çıkmadı gibi övgülü sözlerine kaşlarını çatarak sevdiği adama döndü. Ben bir ellerimi yıkayım diyerek ayağa kalktı. Lavabodan dönüşünde sevdiği adamın adının geçmesiyle durdu. “Gerçekten inanamıyorum o şişko kadın mı Mehmet’in sevgilisi.” “Sorma ıyy birde bir pısırık, sünepe görseniz kızlar.” “Neyse sen onun hakkından da gelirsin.” Sakinleşmek için bir iki nefes alıp, bahçeye çıktı. Hava sıcaktı ama o daha çok bunalmıştı sanki ve yerine oturdu. Ona şişko dediler diye karalar bağlayacak değildi. O bugüne dek çok ağır hakaretlere maruz kalmıştı. Suzan annesinin hastalığıyla ilgili anlattıkları aklına gelse de Mehmet’in o yemekleri yiyip övmesi gibi düşünceler kalbinin hızını değiştirecek kadar onu öfkelendiriyordu. Dayanamadı yanında dikkatle amcasıyla sohbet eden adamın kulağına doğru fısıldadı. “Sen yemek yemeyeceksin.” “Sabahki kahvaltıylayım sevgilim.” “Bütün yemekleri o kevaşe yapmış, bir lokma bile yemeyeceksin.” “Peki!” Mehmet gerçekten artık şaşırmaya başladı. Bu kadın onu öpmek için bile kibarca izin alan kadın mıydı? Hem bugüne dek ne küfürlü ne de emir kipiyle konuşmuştu. Demek ki ürkek kuşu kızdırmamalıyım diye kabul etmişti ama gerçekten çok açtı. Sofraya oturdular çeşit çeşit yemeklerin içinde Mehmet hiçbir şey almadı. Sadece kuru biber dolmasını ve yoğurtlu mezeyi ben yaptım gerisi kızımın marifeti diye hala övünen kadından sonra bir tane biber dolması, bir kaşıkta mezeyi Mine kendi tabağına koydu. “Mehmet neden almıyorsun, dur servis yapayım.” “Ben yaparım sevgilime,” diye Menekşe’yi tersleyince Suzan Hanım’ın tebessümüyle utandı. Mehmet’in cevap vermesine bile fırsat vermeden tabağını almıştı. Özellikle içli köfte koymadan her şeyden azar azar tabağı hazırlamıştı. Yanına otururken bile yeme diye dudaklarını oynattı. Yemeklere içi giderek bakan adama istemsiz gülümsemek istedi ama kendini tuttu. Belki saçmalıyordu ama hayır o kadına hastada olsa övünme keyfi yaşatmayacaktı. “Oğlum yemeğine dokunmadın.” “Midemi bozmuşum baba, içim almıyor.” “Mehmet kamhi çorbası iyi gelir midene bir kaşık alsana.” Mehmet, Menekşe’ye cevap bile vermedi ama önündeki çorbaya ve masadaki yemeklere içli içli baktı. Menekşe’nin düşen suratıyla Mine keyiflendi. Sevdiği adamın elinden tutu. Mehmet kafasını kaldırdığında annesinin ve babasının iştahla yemeklerini yerken ona gülerek bakmalarına kaşlarını çattı. Anlamışlardı. Mine’ye abarttığı için kızmak istedi fakat aslında içten sahiplenildiğini hissettiği için mutlu oluyordu. Karnı guruldadı. Sabır dedi içinden sabır! “Mine kızım sende yemiyorsun.” “Her şey çok güzel gözüyor ama gördüğünüz üzere ben şişkoyum, diyet yapıyorum.” “Hayırr! Kilo vermeni istemiyorum. Şişko falan değilsin.” Mehmet’in ani çıkışıyla Ahmet baba kahkaha attı. Mine’nin sırıtarak Menekşe’ye bakmasıyla, genç kadının kırmızı görmüş boğa gibi kulaklarına dek kızardığını gördü. Mehmet neyi kaçırdığını düşündü. Mine gerçekten ayarlarını bozmuştu. Karnı açtı ya açtı. Aklı yeteri kadar çalışmıyordu ve önündeki yemeklere baktıkça yutkunuyordu. “Tamam canım neden bağırıyorsun.” “Çünkü istemiyorum Mine!” Mehmet tek lokma yemeden masadan kalktı. Biraz daha oturursa dayanamayacaktı. Aç olduğu için çayda içemedi. Kaşlarını çattı çok sinirliydi. Zaten açken genelde sinirli olurdu ama bu sefer gerçekten her an patlayacak gibiydi. Mehmet’in genel hali böyle olduğundan kimse yadırgamadı. Mine ise her şeyin farkında kazandığı zaferin tadını çıkararak çayını keyifle yudumladı. Sevgilisinin kulağına eğildi. Menekşe’nin kıskanç bakışları eşliğinde hafif üfleyince Mehmet’in oturduğu yerde dikilişini seyretmek zaferini taçlandırdı. Söylediği kelimelerin sadece yemeği kapsamadığı kesindi. “Ben eve gidince seni doyuracağım aşkım.” Genç adamın bütün tüyleri ayaklandı. Kasıkları sızladı. Cep telefonunu alıp, Akın’a mesaj yazdığını gören Mine önüne döndü. Birazdan bu sıkıcı akşamdan kurtulacağına emindi. Aradan geçen beş dakikanın sonunda Mehmet ben çok kötüyüm kalkalım dediğinde Menekşe’nin itirazlarını dikkate bile almamıştı. Mine hiçbir şey yapmamış gibi kibarca vedalaştı. Ahmet baba ve Suzan Hanım önde fısır fısır konuşurken, Mehmet sevdiği kadının yine elini sımsıkı tutmuş öyle yürüyordu. Açtı ve gergindi o yüzden konuşmuyordu. Tek tesellisi sevgilisinin gece için vaadiydi. “Ahmet, gördün mü Mine’yi? Yemek bile yedirmedi. Allah’ıma şükürler olsun.” “Oğlan aç kaldı hanım.” “Kalsın gelinimi şu sevimsiz yeğenin için kırmasındansa, aç kalsın.” “Oo gelin kaynana bayağı bayağı oğlanı harcadınız.” “Beril’i hatırlıyorsun değil mi? Menekşe’nin bu halleriyle nasıl eğlenirdi. Bir gram kıskanmaz birde Mehmet’le hava atardı. İşte o zamanlar oğlumu aslında hiç sevmediğini hisseder, üzülürdüm. Mine’nin tabağı yemekle doldurduktan sonra gözlerini kocaman açarak yeme deyişini gördün değil mi?” Aynı anda kahkahalar atan yaşlı çift arkada homurdanan oğullarından haberiz gecenin kritiğini yapmaya devam ettiler. Eve geldiklerinde bahçeye hazırlanmış sofrayla şaşırsalar da Akın’ın neden yanlarında olmadığını açıklıyordu. Kebaplarla donatılmış masaya, Mehmet direk otururken babasının uyarısına verdiği cevapla Mine kıpkırmızı oldu. “Oğlum dur boğulacaksın.” “Baba karışma! Bu gece her anlamda doyacağım.” ------ Türkan, kuzeniyle yaptığı konuşmadan sonra içi rahat etmedi ve Baran’a gitti. Tamam gidelim ailenle tanışmaya deyince hemen ertesi gün gideceklerini tahmin etmemişti. Her şey olacağa varır diyerek bir gece kalıp gelecek şekilde Samsun’a geldiler. Akşam yemeğine Berker ve Leyla’da Trabzon’dan gelecekti. Sabah kahvaltısına yetiştiklerinde sevdiği adamın aynı babasına benzediğini gördü. Ekrem Bey tüm içtenliğiyle karşılarken, Tuğba Hanım mesafeli yaklaşmıştı. Türkan çok insan gördüğü için kadını çabuk kaynaşamayan insanlardan biri olmasına yordu. Hiçbir şeye kötü bakmak istemiyordu. Herkes kendi annesi gibi sıcakkanlı olacak değildi. Birlikte ettikleri kahvaltıdan sonra Baran annesinin tavrından dolayı Türkan’ı dışarı çıkarmıştı. Bir iki yakın arkadaşıyla tanıştırmak istiyordu. Öğleden sonraları gerçekten keyifli geçmişti. Akşamüzeri eve döndüklerinde Leyla’nın sıcacık haliyle ortam iyice ısındı. Baran’ın yeğenlerine tavrıyla nasıl güzel baba olacağını düşünüyordu. Berker’de iş ortamında tanıştığı minik ciddi kadının aile ortamındaki güler yüzlülüğünü takdir etti. Sadece surat asan pek konuşmayan Tuğba Hanım’dı. Türkan akşam yemeği için oldukça sade olmak istemişti. Kumaş dar paça pantolonun üzerine, kolsuz şifon bir bluz giymişti. Gün içindeki makyajını tazeledi. Saçlarına da bir şey yapmadı. Aşağı inip yardım etmek istedi. Gerçi çalışanlar yapıyordu ama Mine de o da bu duruma alışkın değildi. Gerek kaldığı oda gerekse tüm ev çok abartılı gelmişti. Her yerde altın varaklı eşyalar gözünü yormuştu. O daha sade spor şık eşyalar severdi. Zevkler ve renkler derken merdivenlerden indi. Baran onu odasından almak istemişti ama bunu abartı buldu. O arada salata tabağı ile mutfaktan çıkan hizmetçiye gülümsedi. Onu ben alabilirim deyip, kendi içeriye götürdü. Yemek masasına bıraktığı tabaktan sonra tebessüm ederek döndüğünde Tuğba Hanım’ın küçültücü bakışlarıyla karşılaştı. Yüz ifadesini bozmadan eliyle yanını gösteren sevdiği adamın yanına gitti. Çocuklarla eğlenen Ekrem Bey’e gülümsedi. Leyla ve kocası el ele gelince kayınvalide adayının nasıl yüzünün güldüğünü görünce bu tavırların kendine olduğuna emin oldu. Yemeğe geçtiler. İyice huzursuz olmuştu. Baran’a olabildiğince gerginliğini hissettirmemeye kararlıydı. Ancak canı pek bir şey istememişti. “Türkan abimle İspanya’da tanışmışsınız öyle mi?” “Beni de İspanyol zannetti.” “Haha gerçekten benziyorsun ama kardeşim.” Berker’in söylediğiyle gülümserken aralarındaki dostluğa gıptayla baktı. O kuzeni hariç kimseyle bu denli yakın değildi. Mine gibi yalnız yetişmemişti bir sürü arkadaşı vardı ama böylesine sıcak ilişkide olduğu kimse hatırlamıyordu. Sanırım kuzeninin yaşadıklarından o da etkilenmişti. Kimseye tamamen güvenememişti. “Evet, bir iş gezisiydi ve aynı otelde kalıyorduk.” “Siz ne iş yapıyorsunuz Türkan Hanım” Türkan tekrar kaşlarını çattı. Israrla sizli bizli konuşan sesindeki küçümsemeyi hissettiği kadınla sabrı son demlerindeydi. Baran’ın da yanında gerildiğini hissetti. “Sekreterim efendim.” “Sekretersiniz demek, patronunuz genç mi bari?” “Evet, Baran’la aynı yaşta…” “Hımm! ” “Ne demek istiyorsun anne!” Baran’ın elindeki çatal bıçağı sertçe masaya bırakarak söylediği cümleden sonra ortam buz gibi oldu. Ekrem Bey her zaman ki gibi sessizdi. Çocuklarda bu durumu hissetmiş gibi başlarını kaldırmıştı. Sırf çocuklar için susan Baran kafasını sinirle sağa sola salladı. “Ne diyormuşum?” “Anne lütfen ima etmeye çalıştığın şey çok ayıp.” Leyla’nın tepkisiyle onu savunmasıyla Tuğba Hanım daha çok sinirlendi. Ne yani oğlu basit bir sekreterle mi evlenecekti. Yıllardır cemiyetten göstermediği kız kalmamışken, o kadar oyuncu meşhur mankenle birlikte olmuşken basit kısa boylu oğlunun yanına yakışmayan bir kızla mı evlenecekti. Hayır efendim buna izin veremezdi. Oğluna demişti ama kabul ettirememişti. O kabul ettirmezse karşısındaki kadını küçümser hor görür oğlundan ayırmasını sağlardı. “Neden belki de üniversite mezunu bile olmayan, basit bir sekreteri oğluma layık görmediğim için mi ayıp ediyorum.” “Tuğba yeter!” “Sen sus Ekrem! Oğlunla konuşup bu ortamı hiç yaratmamalıydınız. Böyle bir kızı gelin alıp cemiyete rezil olamam ben…” “Kalk Türkan! Annemde olsa kimse seni hor göremez. Bu yemek burada bitti ve anne sende bittin. Bıktım yıllardır çevremizdeki insanları hor görmenden, görgüsüzlüğünden geldiğin yeri sen unutabilirsin ama ben unutmadım. Geçmişini unutturmak için bu denli çırpınmana gerek yok.” “Hizmetçi ruhlu bir kız için mi anneni bitiriyorsun. Görmedin mi sofra kurmaya yardım etti.”
|
0% |