@herdem6060
|
31. Bölüm “Hizmetçi ruhlu bir kız için mi anneni bitiriyorsun. Görmedin mi sofra kurmaya yardım etti.” “Annee!” “Sus Leyla senin gibi ailemize yakışan biriyle evlenmeli abinde.” “Ben zengin olmasam Leyla’ya layık değil miydim yani…” Berker’in ayağa kalkarak söylediğinden sonra panikleyen kadın hemen ayağa kalktı. Aile üyelerinde gözlerini gezdirdikten sonra kimseyi değil sadece karun kadar zengin damadını önemsediğini herkese göstermiş oldu. Ekrem Bey ayağa kalktı. “Leyla çocukları dışarı çıkar.” Çocuklar dışarı çıkana dek kimseden ses çıkmadı. Türkan’ın gözleri dolu başını eğmiş hali Baran’ı daha çok sinirlendirirken üç adam ve Tuğba Hanım ayakta birbirlerine bakıyorlardı. Berker oldubitti kayınvalidesini sevmezdi. Görgüsüzlükleri kendinden aşağı tabakada olduğunu düşündüğü kişileri aşağılayan tavırlarını gördüğü her andan nefret etmişti. Bir hizmetçiyi azarlarken ya da bir garsona laf söylediğinde kaç kere uyardığını hatırlamıyordu. Bunu yapan tek kişi de kendisi değildi üstelik ama kadın sonradan görmenin tekiydi. Baran’ın da Tuğba Hanım’a annesi olmasa neler diyeceğini tahmin ediyordu. Leyla ve Karan çok hatırlamasa da genç adam orta halli geçindikleri zamanları çok iyi hatırlıyordu. Şirketleri yirmi beşinci yıllarına girecekti. Kendisi sayesinde son on beş yılda lüks yaşamaya başlamışlardı. Babasının kurduğu şirketi büyüteceğim diye gece gündüz çalışmıştı. Annesi geçmişini unutmuş olabilirdi ama o yirmi yaşından beri babasıyla köpek gibi çalışmıştı. Berker’in desteği olmasa bu denli büyümeyeceklerinin de her zaman bilincinde olmuştu. Babasının sözleriyle oturdu. “Oturun yerinize.” “Baba biz gidelim.” “Baran oturun dedim.” Leyla da gelmişti. Berker onu elinden tutup oturttu. Annesi yüzünden çoğu zaman utandığını biliyordu. Zaten Berker de en çok bu yüzden Tuğba Hanım’a kızıyordu. Leyla’nın çoğu zaman özür diler bakışları, annesi adına utanmasına katlanamıyordu. “Bugüne dek üç çocuğumun annesi dedim. Birden zengin olduk ancak hazmediyor dedim. Son on yıldır yüzlerce kez seni uyarmama rağmen sen görgüsüzlüğüne devam ettin. Şimdi kırkına merdiven dayamış oğlun, pırlanta gibi bir kızı evlilik için yanımıza getiriyor ve onu layık görmüyor musun?” “Pırlanta mı hah ilahi Ekrem!” “Ben mühendisim, sen ne mezunusun Tuğba!” “Ben, ben….” “Türkan başını kaldır. Sen ne mezunusun kızım.” “Kamu yönetimi efendim.” “Ve ayrıca dört dil biliyor baba…” Baran babasıyla gözleri kesişince ne olacağını anladı. Zaten beş yıl kadar önce sadece kendisiyle paylaştığı boşanma mevzusuna karşı çıktığı için pişman olmuştu ve bu pişmanlığını ilk defa yaşamıyordu. Babasının mutsuzluğunu bir kere daha görüyordu. Annesi hiçbir zaman değişmeyecekti. Sırf fakirliğini unutmak için bütün akrabalarıyla bağını koparmıştı. Aynısını baba tarafına da yapmak istemişti ama buna babası müsaade etmemişti. Hala karısından gizli, teyzelerine ve dayısına yardım ettiğini biliyordu. Dayısını her zaman çok sevmesine rağmen onları bir kere bile evlerinde ağırlayamamışlardı. Köylülerin bu evde ne işleri varmış. Ah annesini bu güne dek çoktan bir psikiyatriye götürmeliydi. “Karan hariç iki çocuğumuzda buradayken bir şey açıklamak istiyorum. Tuğba! Boşanıyoruz.” “Ne! Saçmalama Ekrem sırf şu kıza iki laf ettim diye otuz sekiz yıllık evliliğimizi mi bitireceksin?” “Bu evlilik on beş yıl önce bitmeliydi. Ne Türkan’ı suçla ne başkasını, git bir aynada kendine bak. Bu tavırlarına sadece üç çocuğumuz için katlandım. Ailesini silen bir kadından bana aile olmasını beklemek benim hatam…” “Baba!” “Leyla karışma!” Tuğba Hanım kocasına bakakaldı. Uysal sus deyince susan konuş deyince konuşan kocası mıydı bu adam o sinirle Türkan’a döndü. Her zaman ki gibi Ekrem Bey’in hiçbir dediğini dikkate almadı, kendinde suç bulmadı. “Mutlu musun? Daha ailemize girmeden yuvamızı dağıttın.” Türkan şu ana dek hiç sesini çıkarmamıştı. Asla kendini suçlu hissetmiyordu. Baran’ın savunacağını anladığı anda elini tutup kendisine bakmasını sağladı. Gözlerinden yaş süzülürken gülümsedi. Sonra kendine üzgünce bakan Berker ve Leyla’da gözlerini gezdirdi. Dizlerinin üzerine koyduğu peçeteyi alıp masaya bıraktı. Ekrem Bey’in bu kararında kendisinin bir payı olamazdı. Zira birkaç saatlik tanışıklıkla bile bu kadınla hayatın zor olacağını tahmin ediyordu. Baran’a tekrar baktığında gözlerini kısarak, korkuyla bakmasına gülümsemek istedi. “Yuvanızı dağıttığımı düşünmüyorum Tuğba Hanım, zira insanın kendine yaptığı kötülüğü bir dünya bir araya gelse ona yapamaz cümlesinin vücut bulmuş halisiniz. Boşanmak sizin kararınız ama evlilikte bizim kararımız, Baran’la en yakın zamanda evleneceğiz. Düğünümüze bekleriz.” Baran’ın elinden tutup yürütmeye başladı. Sevdiği adamın şaşırdığının farkındaydı. Saygısızlık yapmak istemezdi ama cevap vermeseydi de içinde kalacaktı. Şu dakikaya kadar susması bile büyük başarıydı. Dışarı çıktıklarında ne yapacaklarını bilemediler. “Özür dilerim.” “Dileme sevgilim senin bir suçun yok.” “Bizden vazgeçmedin.” “Geçmem.” “Seni seviyorum.” “Bende seni çok seviyorum.” “Baran hadi bizim otele geçiyoruz. Size de oda ayırttım. Annenle baban yalnız kalsa iyi olur.” Berker’in konuşmalarının aralarında bile Tuğba Hanım’ın bağırtıları geliyordu. Ekrem Bey’in yine sustuğunu düşünen evlatları onun bağırmasıyla yerinde hopladılar. Leyla ağlamaya başladı. Otuz yaşında kadın çocuk gibi abisine sığınmıştı. O da babasına hak veriyordu ama iyi de olsa kötü de olsa annesiydi böyle olmalarını istemiyordu. Çocukları arabaya bindiren Berker, Leyla’nın hıçkırarak abisine sarılmış halini görünce ellerini yumruk yaptı. İçeriden gelen bağırtılarla yüzünü buruşturdu. Böyle bir kadından Leyla gibi bir kadının nasıl doğmuş olacağını, sekiz yıllık evliliklerinde acaba kaç kere düşünmüştü. Birkaç adımda karısının yanına geldi. Omuzlarından tuttu. “Hadi gel sevgilim bak çocuklarda üzülüyor.” “Ta..tamam!” Birlikte otele geçtiler, Berker yemek hazırlattı. Odalarına hazırlanan yemekte çocukları iyice doyuran Leyla tek lokma yememişti. O yemeyince genç adamda yiyememişti. Yan odalarında da aynı şekilde kimse bir şey yiyememişti. O gece kimse uyumamıştı. Sabah erkenden Baran ve Türkan İstanbul’a dönerken, Berker ve Leyla Trabzon’a döndü. Baran’ın ne kadar üzgün olduğunu bildiğinden genç kadın asla ailesi hakkında soru sormadı. Mine’nin aileyle tanışması muhteşem geçerken, Türkan’ın ki tam bir hüsrandı. Böyle olmasını istemezdi. Aradan geçen üç haftanın sonunda gerçekten Tuğba Hanım ve Ekrem Bey anlaşmalı olarak boşandılar. Baran bu süreçte bir hafta babası için Samsun’da kalmış, toplantılara gelememişti. O ev ve birçok şeyi karısına bırakan adam kendilerine ait villa tipi olan bir siteye taşınmıştı. Hala şirkette çalıştığı için bunun onun için daha kolay olacağını söyleyerek oğlunu ikna etmişti. Üstünden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Tuğba başta kızgınlıkla söylendiğini düşündüğü boşanma konusuna inanamadı. Ta ki boşanma protokolü gelinceye kadar çıldırmıştı, avukatları evden kovmuştu. Baran’ın ne deyip annesini ikna ettiğini bilmiyordu ama gerçekten babasının yalnızlığa ihtiyacı vardı. Ekrem Bey, elli yedi yaşında kendini seksenlerde hissediyordu. Çok küçük yaşta evlendirilmişti. O zamanlar anaya babaya karşı çıkılmıyordu. Uzaktan akrabaları aynı zamanda köylüleri olan kadını görünce de beğenmişti. Ancak maddi durumu yükseldikçe karısının görgüsüzlüklerinden hep utanmıştı. Çok konuşmuş çok uyarmıştı, insan büyüdükçe küçülmesini bilecek demişti. Dinletememişti. Berra toplantılara tek gelmeye başladığından Miraç’la en azından iş için bari konuşmaya başlamasından memnundu. Tek memnun olmadığı adamın uzak durmasıydı. Kibardı konuşuyordu ama uzaktı işte. ‘Adam üstüne atlasa suç uzak kalsa suç,‘ iç sesinin sürekli söylediğine hak veriyordu. İki gün önce yaptığını düşündükçe hala kendi kendine utanıyordu. Babası ve abisinin katılacağı yardım balosuna gittiğinde orada Miraç’la karşılaşmayı beklemiyordu. Babasıyla da anlaşmış gözüküyordu. Aynı masa da otururken Miraç’ın abim bu aralar sevgilisiyle çok meşgul bu işler bana düşüyor diye çocukça sızlanmasına da gülümsemiş, içi sıcacık olmuş hatta sarılmak istemişti. Kendisindeki değişimlerden hoşlanmıyordu ama artık hep onu görmek istiyordu. Lavaboya gittiği zaman duyduklarını hatırlayınca da yine gerildi. “Miraç ÖZYAŞAR’ı gördün mü? Yine yalnız.” “Tuğçe’den ayrıldığından beri kimseyle görülmedi değil mi?” “Evet, o yüzden Tuğçe hala beni seviyorsun diye ikna etmeye çalışıyor ya…” “Hala mı ya altı aydan fazla olmadı mı onlar ayrılalı, bu Tuğçe akıllanmayacak.” “Sana bir şey itiraf edeceğim. Geçenlerde bir ortamda karşılaştık. Resmen yürüdüm ama yüzüme bile bakmadı. Şimdi de yalnız yakalarsam yanına gideceğim.” “Saçmalama Ahsen, Tuğçe duyarsa seni rezil eder.” “Aman Miraç benim olsun hiçbir şey yapamaz.” Kadınlar tuvaletten çıkana dek beklemişti. Nedense ellerini falan hızla yıkayıp ailesinin yanına gittiğinde Miraç’ı hala abisiyle konuşurken görünce rahatlamıştı. ‘Sonrasında adama yapıştın resmen,’ iç sesi doğru diyordu. O gece hep genç adamla konuşmaya çalışmıştı. Abisinin dikkatini çektiğini biliyordu ama umursamadı. Kıskançlığın sinsi sızısı içindeyken abisini görecek hali yoktu. Hiçbir kadın bu gece bu adama yaklaşmayacaktı. Hatta çıkarken kızların onlara baktığını görünce yanlışlıkla düşecek gibi yapıp resmen Miraç’a yapışmıştı. “İyi misiniz Berra Hanım,” diyen adama sinir olsa da bir süre o pozisyonu bozmadı. Cevapta vermedi. Ağzını açarsa senin hanımına da sana da diye küfür etme ihtimali yüksekti. Allah’ım bu adam neden böyle derken sert sert baktı. Miraç’ın onun bakışlarını yanlış anladığından dokunuşlarından hala hoşlanmadığını düşündükçe üzüldüğünden habersizdi. Yavaşça kendini çeken adamı tepelemek istedi. Laz damarını ortaya çıkarmak üzereydi ve onun Laz damarı ortaya çıkarsa onu çok fena yapardı. Üç hafta sonra yapılacak ihalenin son hazırlıkları için daha sık bir araya gelmeye başlamışlardı. Berra artık Miraç’ı etkilemeyi kafaya koyduğundan giyimi kuşamında özenli hatta cüretkar olacak kadar uğraşıyordu. Ancak genç adam kibarca bir hoş geldin deyip sonrasında bakmıyordu. İlk günden kendine sulanan adam nerede diye bağırmamak için zor durur olmuştu. Özgüveni zedeleniyordu. Bugüne dek görüştüğü adamlar olmuştu, tabi Berker ve Baran abisinden korkan adamlardan hemen buz gibi soğuduğundan ilişkileri çabuk bitmişti. Karan’da hiçbir zaman ona fırsat vermemişti. Ancak kendisi bu güne dek bir erkeği etkileyeceğim diye ne bu kadar uğraşmış, ne de kafaya takmıştı. Bir şeyler yapmalıydı. Yakınlaşmak için bir şeyler yapmalıydı ama ne? Artık içinde tutamadı. Türkan, Mine ve Şehbal’la çıktığı bir akşam duygularından bahsetti. “Ben sanırım Miraç’tan hoşlanıyorum. Yüzüme bile bakmıyor. Dikkatini çekmem lazım.” “Gerek yok o zaten senden hoşlanıyor.” Türkan’ın ani cevabına inanmak istedi. Heyecanlandı fakat aklına gelenlerle yeniden yüzü düştü. Kızlarla yeniden bakıştıktan sonra suçluymuş gibi anlatmaya başladı. “İlk tanıştığımız zaman benden hoşlanmış olabilir ama şimdi hoşlanmıyor.” “Şimdi de hoşlanıyor bana güven Berra!” “Türkan o ilk tanıştığımız gece bana hakaret etti. Sonrasında affettirmek için peşimde dolandı ama özrünü kabul eder etmez uzaklaştı. Hakan’ın ortaya çıktığı geceden beri duygularım çok farklı, ben onu kıskanıyorum.” Şehbal, Berra’nın sesi titreyerek söylediklerinden sonra ağzı açık kaldı. O kadar güzel ve özgüvenli bir kadındı ki kimse için böyle olacağını düşünmemişti. Bu kızın kendine gelmesi lazımdı. “Yıllardır arkadaşımsın ilk defa seni böyle görüyorum. Kızım kendine bir baksana dünya güzelisin.” “Onun için değilim demek ki!” “Allah Allah neden kimse beni dikkate almıyor, senden hoşlanıyor diyorum. Bir keresinde onun dengesini bozduğunu ve yanlış bir şey yapmaması için ona sahip çıkmamı istedi benden.” “Ciddi misin?” “Miraç senin onu istemediğine emin olduğu için böyle davranıyor.” “Türkan hislerimi nasıl belli edeceğim.” “Gidip söyle,” diyen Mine’ye üç kadında uzaylı görmüş gibi bakıyorlardı. Asla söyleyemem demek isteyen kadın neden dile dökememişti. Türkan, bu cesur teklifin ondan gelmesine şaşırırken, Şehbal ilk teklifin erkekten gelmesini desteklediğinden kalakalmıştı. ‘Karan’ı o yüzden kaybettin.’ İç sesinin dedikleri belki de haklıydı. Gerçi son zamanlarda onu da kayıp gibi görmüyordu. Sanki artık aklına sık da gelmiyordu. “Ne bakıyorsunuz? Sen benim sevgili kayınbiraderimi püskürtmüşsün, hoşlanıyor ama yaklaşamıyor demek ki! Ay senin yerinde olsam ilk gördüğüm yerde dudaklarına yapışırdım.” “Biri beni çimdikleyebilir mi? Bu benim kuzenim Mine değil onun kılığına girmiş biri…” “Haha evet benim Türkan, sadece sevmenin sevilmenin yaşamanın ne kadar güzel bir şey olduğunu çok geç öğrendiğim için pişmanlıklar yaşıyorum. Aman hayat kısa ne istiyorsanız yapın, benim gibi olmayın diyorum.” “Adana’da senin içine ne kaçtı!” Hepsi kahkahalarla gülerken Mine özgürce gülüyordu. Bugün saçlarını atkuyruğu yapmıştı. Güzel yüzü ortadaydı. Kırmızı ojeleri ve kırmızı ruju artık vazgeçilmezi olmuş gibiydi. Yüzü parlıyordu. Aşk en çok ona yakışmıştı, mutlu olduğu o kadar belliydi ki saklayamıyordu. Hayatında kendine güvenen kadına değer veren toksit ilişkiden uzak bir erkeğin olması Mine gibi bir kadını bile yıldızlaştırmış, korkularından uzaklaştırmıştı. Türkan’ın yüzüne bakıp kahkaha attıktan sonra neşeyle konuşmasına devam etti. “Adana demişken size yelloz Menekşe’den bahsetmiş miydim?” “Allah’ım kızım senin ortan yok mu? Daha üç dört ay öncesine dek orta çağdan fırlama İngiliz leydisiyken, şimdi Sulukule’den fırlamış Sabayıt’ı görüyorum karşımda…” “Onlar kim Türkan?” “Aaa Berra Gırgıriye filmini bilmemeni çok ayıpladım.” Türkan’ın ağzı açık hali komik olsa da, Mine Berra’ya ayıplar bakışlarını attı. Yeşilçam izlenmez mi? Şehbal’in meraklı bekleyişiyle laflarını yuttu. Hem leydi çizgisinden çıkmışken tamamen kıskanç sevgililer gibi dedikodunun dibini bulmak istiyordu. Hala Menekşe’ye hıncı geçmemişti. “Dur! Sabayıt falan deyip lafı kaynatma Türkan ya, Menekşe’yi anlatayım sizde biraz küfür edin benimde içim soğusun.”
|
0% |