@herdem6060
|
34. Bölüm Mine artık ehliyetini almıştı. Bilmediği çoğu şeyi sevgilisiyle öğrenmişti. Korktuğunu düşündüğü şeylerden aslında korkmadığını anlamıştı. Artık daha cesur daha özgüvenli ve bakımlı kadındı. Bir hafta kadar önce Mehmet ailesiyle gelip, onu istemişlerdi. Parmağındaki yüzüğe bakarken bile gülümsüyordu. İsteme töreninde babasıyla Ahmet babanın hemen anlaşması işleri kolaylaştırmış, gecenin başında surat asan adam gecenin sonunda gülüyordu. Amcasının da aynı duyguları paylaştığı belliydi. Sorunsuz geçen isteme gecesi için başta annesi ve yengesine sonra Türkan, Berra ve Şehbal’e çok teşekkür etmişti. Miraç ve Berra ilişkisinde bir arpa boyu yol alamamışlardı ama Mahir’le Şehbal’in ani birlikteliği herkesi mutlu etmişti. Yazı yarılamışlar, ilişkilerinde üç ayı geride bırakmışlardı. Neredeyse haftanın üç akşamını sevgilisiyle geçiriyordu. Annesinin ısrarları üzerine bugün akşam bir tesiste nişanı olacaktı. Ailesi kendi imkanlarıyla ellerinden geleni yapmak istemişti. Ona kalsa nişan kına düğün gibi merasimler istemezdi ama bugüne dek birçok töreni anne babasının içlerinde uhde bıraktığı için bu sefer her istedikleri olsun istiyordu. ‘Akrabalarını görecek olmak seni germiyor mu?’ Kesinlikle geriyordu. Neredeyse yirmi yaşından beri hiçbirini görmemişti. Belkıs teyzesi hiçbir zaman ona yakın olmamıştı. Kızları Zümral ve Zeren neredeyse yaşıt olmalarına rağmen ondan vebalıymış gibi uzak durmuşlar, bir araya geldikleri vakitlerde ya onu sıkıştırmışlar ya da hep alay etmişlerdi. Bekir dayısı kötü davranmamıştı ama doğru dürüst sevmemişti de, oğlu Kaan ondan iki yaş büyüktü. Onu hep görmezden gelmişti. Ki bir gün Zümral’la ucube olduğunu para vereseler öpülmeyeceği gibi çirkin çirkin onun hakkında konuştuğunu duyunca ondan nefret bile edememişti. Sadece Kaan’ın kız kardeşi Özge ona abla diye saygı gösterirdi. On yıldır görmediği minik kuzeni şimdilerde yirmi yaşında genç bir kadın olmalıydı. Kuaför de aynanın karşısındaki görüntüsüne baktı. Nişan kıyafeti seçmeye gittiklerinde annesinin hep kabarık taşlı kıyafetleri beğenmesinden dolayı onun istediği olsun istemişti ama denediği hiçbir tuvaletin içinde kendini rahat hissetmemişti. Kırmızı, krem, bordo yeşil derken neredeyse kabarık elbiselerden giymediği renk kalmamıştı. En sonunda petrol mavisi V yaka göbeğine kadar dekolteli ama tülle kapatılmış, hafif kabarık elbiseye bayıldı. Elbise dümdüz bir kumaştı, tekbir taşı yoktu. Hem annesinin istediği gibi kabarık olmuş, hem de kendi istediği gibi sade olmuştu. Sadece öndeki dekoltenin aynısı sırtında da vardı. Mehmet’in bundan hoşlanmayacağını tahmin ediyordu. Önceleri elbiselerine pek karışmazken, şimdilerde giydiği beyaz badiye bile laf eder olmuştu. Ancak bunu öyle tatlı kıskançlıkla yapıyordu ki kızamıyordu. Türkan da kendi gibi uzun bir elbise giyerken, Şehbal ve Berra kısa giyinmişlerdi. Berra’nın morali bozuktu. Miraç’ın uzak durmasından dolayı Türkan’ın bilerek yalnız bıraktığı günlerde bile duygularını belli edememişti. Bu adam benden hoşlanmıyor diye ağladığı olmuştu. Sonrada ben ağlamam ki bunun için niye ağlıyorum diye daha çok ağlamıştı. Bu gece Miraç’ı gözlemlemeyi kafaya koymuştu. Olmazsa Mehmet’e söyleyecekti. Zaten çöpçatanlık yapmaya çok meraklıydı. Kızların hazırlanmasını beklerken dinlenmek istemişti. Bu boş odaya girdiğinden beri aklına bir sürü saçma sapan fikirler gelmişti. Ayağa kalktı, elbisesinin altına giydiği gri yüksek topuklu ayakkabılarıyla yürüdü bunu sevmişti. Oldukça dik yürüyordu. Dağınık topuz yapılan saçlarıyla dekolteleri hiç kapanmamıştı. Sevdiğinin delici bakışlarının sürekli onda olacağını düşünmek bile heyecanlanmasına sebep oluyordu. İçi içi içine sığmıyordu. Kapı vurulunca yüzündeki gülümsemeyle gel dedi. “Mine, Baran aradı. Beş dakikaya burada olacaklarmış. İyi misin?” “Çok iyiyim Türkan Sultan!” Türkan içeri girip, kapıyı kapattı. Mine’nin ellerini tutup, gözlerinin içine baktı. O kuzeninden daha çok tedirgindi. Kuzenleri onun değiştiğini bilmiyordu. Hala hiçbir yere fotoğraf koymamıştı. Küçükken de genç kızken de dövdüğü o sevimsiz teyzesinin kızlarının bu gece onu üzmelerini istemiyordu. Belgin yengesi nişana davet etmek için görüntülü aradığında yanındaydı. Zümral’in kahkahalar atarak, her topal satıcının kör alıcısı olur demişler, valla doğruymuş teyze senin kızın bizden önce koca bulduğuna göre demişti. Belgin altta kalmamış, cevabını vermişti ama Türkan o günden beri korkuyordu. Mine eskisi gibi kendine güvensiz değildi ama Mehmet’e yakıştırmazlar onun üzerinden laflar söylerlerse nasıl tepki vereceğini kestiremiyordu. Yeniden içine kapılsın istemiyordu. Gerçi patronu asla buna müsaade etmezdi fakat yine de korkuyordu işte… “O sevimsiz kuzenlerin gelecek biliyorsun.” “Biliyorum.” “Lütfen seni incitmelerine izin verme!” “Merak etme canım asla beni üzemezler artık beni, çünkü onlara zerre değer vermiyorum.” “Oh iyi hadi çıkalım. Kızlar çantaları falan toparladılar. Hem patronum bana lazım bu ne güzellik vicdansız adam kalp krizi geçirecek.” “Allah korusun!” “Detaylara takılıp, konunun özünden uzaklaşma talihi dönen kraliçe çok güzelsin diyorum.” Türkan, kuzenine hep Mine MUTLU’ya benzerliğinden ve amcasının hayranlığından Bahtsız Kraliçe derdi. Ne zaman Mehmet hayatına girdi. O günden beri talihi dönen kraliçe diyordu. Dışarı çıktıklarında Şehbal’in parıl parıl parlayan yeşil gözlerine ve üzerindeki kırmızı elbisesine baktı. Sonra sarı dilber Berra’nın beyaz elbisesiyle kuğu gibi oluşuna gülümsedi. Sarışının birde yüzü gülseydi tam olacaklardı. Rıza yanlarına geldi. Hepsinin ellerinden tutup döndürmüştü. “Kız Şehbal seninki tam bir ayıya…” “Haha ama benim ayım Rıza!” “Ayol ne dediysem sanki, kızların hepsi güzel oldu bahşişimi bol isterim dedim. Damatcım çok bonkör çıktı, bahşişimi alınca Şehbal’imde bal gibi oldu minik surat ya dedim. Kükredi ya kız seninki kendimi içeri zor attım.” Kızların hepsi kahkahalarla güldü. Şehbal’in gözlerinden yaş gelmişti. Mahir’in nasıl kıskanç olduğunu üç haftalık ilişkilerinde anlamıştı. Nereye giderlerse gitsinler bir dakika yanından ayırmıyor, birileri bakıyor mu diye bakıyordu. Zaten yaş konusuna iyice kafayı takmıştı. Yanında yaşlı duruyorum ya niye bu kadar çıtırsın sen diyor, Allah’tan benim çıtırımsın diye de kendine cevap veriyordu. Mahir’in işleri çok yoğun olduğundan genelde kendisi ona ayak uyduruyordu. Haftada bir ancak dışarı çıkabiliyorlardı. Esme Hanım’la da iki kere yemek yemişlerdi. Nişan için Adana’ya dönmesini geciktirmişti. Annesi de bu ilişkinin destekçisi olduğundan Damla’nın boş tehditlerini umursamıyordu. İçeri giren adamların hepsi sevdiklerinin yanına gelirken, Miraç ne yapacağını bilememişti. Berra’nın beyazlar içindeki haline iç çekti. Son zamanlarda genç kadındaki değişimlerin farkındaydı. Ancak kendi duygularının yoğunluğundan öyle hissettiğini düşünüyor, yine de uzak kalıyordu. Ona heyecanla bakan mavi gözlerin gerçek olmasını çok isterdi. Ne diyeceğini bilemediğinden daha doğrusu genç kadının yanlış anlayacağı bir harekette bulunmamak için ben arabadayım diye mırıldanarak dışarı çıktı. Berra’nın gözleri doldu. Hemen geri döndüğünde Rıza ile karşılaştı. Diğerleri kendi havasında olduğundan kimse fark etmemişti. Çantaları alma bahanesiyle ortamdan biraz uzaklaştı. “Kız Sarışın! Ne iş?” “Hiç!” “Bana bak yelloz ben anlarım.” “Benden hoşlanmayan bir adamı seviyorum.” “Allah seni kahretmesin, kör Sarışın seni… Sarışınlar aptal anladık da kör müsün kız.” “Rıza ne diyorsun?” “Kız adam sana bakarken çıra gibi yanıyordu resmen, ne ettiysen yakışıklıya kaçtı senden.” “Yanlış görmüşsün yüzüme bile bakmıyor.” “He yanlış gördüm. Kız sorsana boşsa ben talibim!” “Rıza senin ağzını yırtarım.” “Haha iyi be tamam yemedik ama çok yakışıklı bunu bırakmazlar…” “Siktir git Rıza!” Rıza kahkaha atarak yanından uzaklaşınca başına ağrılar girdi. Siyah takım elbisesinin içinde çok yakışıklıydı. Her zaman takım elbiseyle görüyordu ama sanki bugün daha dikkat çekici olmuştu. Of diyerek dışarı çıktı. Mehmet, mavi elbisesinin içindeki güzelliğini gördüğünden beri nutku tutulmuş gibiydi. Arabaya bindiklerinden beri bir dakika elini bırakmamıştı. O kadar insanın içinde de öpülmezdi ki çok güzeldi. Kilo verme demesine rağmen Mine’nin birkaç kilo verdiğinin farkındaydı. Elbise belinin inceliğini daha çok ortaya çıkarmıştı. Allah’tan güzel bacakları kapalı derken elini sırtına attığındaki dekolteyle dişlerini sıktı. Eski karısı dahil kimseyi kıskanmamıştı ama artık kendi hallerine şaşırmayı bırakmıştı. Konu Mine olunca kıskanç doyumsuz ve sevgi arsızıydı. Sözlendikleri gece taktıkları yüzük olan elini kaldırıp öptü. Tesislere geldiklerinde kameraları gördüler. Artık kaçmalarına gerek yoktu. Gazetecilerin bu mütevazi nişan için sordukları sorulara olabildiğince cevap veren adam, Mine’nin tedirginliğiyle uzatmadı. Akın’ın müdahaleleriyle herkes uzaklaştırıldı. Odalarına geldiklerinde bile olabildiğince sevdiğiyle konuşmadı. Ellerini üzerinden çekememişti ama sürekli kendine çekiyor uzaklaşmasına izin vermiyordu. Dans müziği ile el ele çıktıklarında yüz elli iki yüz kişilik kalabalığa şaşıran Mine kaçmak istedi. Annesi kalabalık olmayacak demişti. Utandı ve titremeye başladı. Mehmet bunu anladığında elini sıktı. Yavaş yavaş dumanlar içinde yürürken kadının kulağına eğildi. “Ben yanındayım, elini hiç bırakmayacağım.” Bu artık aralarındaki sihirli sözcükler öbeğiydi. Ne zaman korksa ne zaman tedirgin olsa Mehmet elini tutuyor, elini hiç bırakmayacağım diyordu. Mine’ye bu yetiyordu. Hemen başını kaldırdı. Gülümsemesi yüzüne yayıldı ve sahneye çıktılar. Sevdiğinin belini sarmasıyla da kendini tamamen onun kollarına bıraktı. Kıskanç bakışların farkındaydı ama buna alışmıştı artık, sadece bu özel gününün tadını çıkaracaktın. ‘En sonunda biraz olsun akıllandın,’ iç sesi doğru diyordu. Sevdiğinin omuzlarında olan bir elini kaldırdı ve yüzüne koydu. Hafif kirli sakallarını seviyordu. Şimdi jilet kaydı tıraşıyla da çok yakışıklı olan adama içi geçerek baktı. Elinin üstüne elini koyup, avucunu öpen nişanlısıyla derin bir nefes aldı. Artık herkes her şey önemini yitirmişti. Mine alınlarını birleştirdi ve söylemekten bıkmayacağı o iki kelimeyi gözleri dolarak söyledi. “Seni seviyorum!” “Ben de seni çok seviyorum, iyi ki benimsin ürkek kuşum.” Kaan ağzı açık bakıyordu. Bu kuzeni Mine miydi? İnanamıyordu. Resmen çirkin kurbağa kuğuya dönmüş, birazda zayıf olsa derken buldu kendini ve akıbetinde o kilonun nasıl bir seksilik kattığını kabul etti. Kuzenlerinin Zümral ve Zeren’inde aynı olduğunu görüyordu. Zaten mekanın girişinde gazetecilerin olmasını falan çok yadırgamıştı. Demek damat bey zengin dedi. Gözlerini Mine’nin dudaklarından ayıramıyordu. Sonuçta bu kız küçükken ona alık alık bakıyordu. Aşık olduğunu düşünmüyor muydu? Eski duyguları depreştirmenin tam zamanı diye düşünürken nişanlısına kaşlarını çatarak baktı. Türkan’a baktı. Onun yanındaki uzun boylu adamda dikkatini çekti. Ergenliğinde az peşinde koşmamıştı. Ancak sen kötü birisin senden nefret bile etmiyorum, mide mi bulandırıyorsun diye reddedildiği günden beri görmemişti. Hala çok güzeldi ve sevgilisine çok aşık olduğu belliydi. Dişlerini neden sıktığını bilmiyordu ama iki kadınında gözlerinden akan sevgiyi görmekten hoşlanmadı. Dans müziğinden sonra nişan yüzüklerini takma merasimi yapıldı. Mine öyle daralmıştı ki her an bağırabilirdi ama Mehmet’in her şeye hevesli halini gördükçe gülümsüyordu. Bu adam bunları daha önce yaşamasına rağmen niye bu kadar istekliydi anlamıyordu. Annesi ve yengesi de öyleydi. ‘Hadi Mine birkaç saat dayanabilirsin, sevdiklerini mutlu hem sende tadını çıkar,’ iç sesi yine haklıydı. Sonrasında Mehmet ile tango yapmışlardı. Gelen konuklar hayran kalmıştı. Sonrasında çalan eğlenceli müzikle çoğu kişi onlara katılırken, Belkıs Hanım ve kızları yerlerinden kalkmamıştı. Zümral daha fazla dayanamadığından Zeren’le lavaboya gitmişti. “Gördün mü ya gördün mü Mehmet ÖZYAŞAR’la nişanlanıyor o sünepe!” “Ne kadar değişmiş hala inanamıyorum.” “Değişse ne olacak Mine’nin içi ölü kızım, hem hala çirkin bence…” “Ah abla Miraç’ı gördün değil mi? Adama sosyal medyadan dibim düşüyordu. Yakından görünce aşık oldum resmen ya, bu gece dans etmeli ve onu etkilemeliyim.” “Benimde gözüm abisinde ikisinin de dikkatini çekmeliyiz.” “Abla o Mine’nin nişanlısı.” “Zeren o adam benim gibi kariyer sahibi güzel bir kadını hak ediyor.” “Miraç’la mutlaka dans etmeliyim. Sonrasında sevgilisi olursam, daha rahat görüşme imkanın olur.” “Bana bunlarla gel Zeren hadi bu gece şu adamı kendine hayran bırak, bende Mehmet’i kapayım. O sünepeye bırakmayım.” “O iş bende…” İki kardeş hırsla lavabodan çıktığında içerde onları ellerini yumruk yapmış, dişlerini sıkan kadını, ne kadar delirttirdiklerinden habersizdiler. Miraç’ın soğukluğuna dayanamadığından ve kızların mutluluklarına gölge düşürmemek için biraz toparlanmak için lavaboya giren Sarı kabinlerin birinde oturmuştu. “Allah’ım bu adam neden sürekli kadınlar tuvaletinin konusu ya,” diye mırıldandığında Allah işte ona gösterecek ya diye içinden geçirdi. ‘Ne bekliyorsun salak Miraç’ı kapacaklar,’ iç sesinin uyarısıyla hızla çıktı. Ellerini nasıl yıkadığını bilemedi. Hemen Şehbal’e ve Türkan’a duyduklarını anlatmalıydı. İçeri girdiğinde halay çekildiğini görünce rahatladı. O kadınlar kimdi bunu anlamalıydı. Türkan’ı buldu gözleri ama halay başıydı ve Baran abisi yanındaydı. Miraç da ortalarındaydı. Salonda gözlerini gezdirdi. Kimin sevdiği adama göz koyduğunu anlamaya çalışıyordu. Yok olacak gibi değildi. Doğru halaya katılıp Miraç ve Mahir abisinin arasına girdi. Miraç’ın eline parmaklarını geçirip sımsıkı tuttu. Ona şaşkınlıkla bakan adama ters ters baktı. Daha beş dakika geçmeden biten halay yüzünden panikleyen Berra, Miraç’ın elini çekmesine izin vermedi. O çekmeye çalıştıkça Sarı bırakmıyordu. Masalarına gelmek üzereyken aklı karışan adam dayanamadı. “Berra Hanım elimi alsam.” “ Bu gece yanımdan ayrılmayacaksın. Elimi de bırakmayacaksın.” “Anlamadım!” “Kimseyle de dans etmeyeceksin Miraç.” Miraç gözlerini kıstı, sert çehresi yumuşadı. Ellerini kaldırıp birbirine geçmiş hallerine baktı. Arkasında ona dikkatli bakan Baran’ı gördü. Tekrar elini çekmek istedi ama sorun olmadığını anladığında hala ona dişlerinin arasında konuşan ve sinirli bakan mavi gözlere gülümsedi. Aklına gelen ihtimalle heyecanlandı. Fakat emin olmalıydı. “Kimseyle dans etmeyeceğim.” “Evet ben hariç kimseyle dans etmeyeceksin.” “Sebep!” “Ben öyle istiyorum.” “Sen öyle istiyorsun.” “Of darlama beni…” “Bir şartla dediğinizi yaparım.” “Bak hala sizli konuşuyor, neymiş şartın söyle hadi!” |
0% |