@herdem6060
|
“Bembeyazsın sen balım, beni tercih ettiğin için çok şanslıyım. Gözlerinin hep gülerek bakması için canımı veririm. İstiyorum ki seni ilk gördüğüm geceki o dişli kadın ol, o sözünü dev gibi adama bile esirgemeyen kadın ne isterse ben yapmak için çalışayım. Ailenden bile alamadığın ne varsa maddi manevi benden al… Lütfen ilişkimizde bari düşünen çabalayan veren kişi sen olma! Bir kere…Bir kere ya bencil olan taraf sen ol! Sen Delidumrul’un balısın, bana ne olursa olsun güven ve sadece kendin için mutlu ol! Çünkü sen mutlu olursan ben zaten mutlu olurum.” Şehbal’in gözlerinden yaşlar boşalırken annesi hariç kimsenin onu böyle sevmediğini bildiğinden ilk defa kendini çok güçlü çok özgür hissetti. ‘Sen zaten güçlü bir kadındın, babanın seni görmezden gelmesi ve ablanın ezmesiyle büyümene rağmen kalbini hiç bozmadın, bu en büyük güç,’ iç sesinin onu yüreklendirmesiyle karşısındaki adama sımsıkı sarıldı. Birine sırtını dayayabilecek kadar güvenmek ne büyük özgürlükmüş ne büyük lüksmüş diye aklından geçirdi. Dudaklarına küçük küçük buseler kondurmaya başladı. Sonrasında alt dudağını ağzına alarak ateşli bir öpücüğü başlattı. Dilleri devreye girince her zamanki gibi Mahir kendini geri çekti. Sevdiği kadın farkında değildi ama bazen onu çok zorluyordu. Şehbal’in yine kaşları çatılınca ayağa kalktı. Hiç doymak bilmeyen adam yemek yerine sevgilisini yatak odasına götürüp balını yemek istiyordu. Yine ilişkilerinin yeni olduğunu kendine hatırlatarak paketleri açmaya başladı. Arkadan beline sarılan kadınla hırlar gibi bir ses çıkardı. “Şehbal azıcık uzak dur benden sakinleşmem lazım balım.” “Sakinleşmeni istemiyorsam.” “O zaman birkaç hafta içinde benimle evlenmelisin.” “Ah ama ya! Tam romantik olduğunu düşünmeye başlamıştım. Bari yüzüme gözlerimin içine bakarak evlenme teklif etseydin. Seni dağ ayısı…” Şehbal sinirle söylediklerinden sonra arkasını dönüp, mutfak masasına oturdu. Mahir’in kıkırdadığını görünce kızmak istedi ama öyle tatlı gözüktü ki gözüne gülümsedi. Genç adam masaya kebapları koyduktan sonra ayranları da açıp, yeşil gözlerin güzelliğine hayranlıkla bakarak kadının yanına oturdu. Mahir’in içi içine sığmıyordu Benimle evlenmelisin demesine hayır dememişti. Erken dememişti. Hazır değilim dememişti. Sadece romantik olmadığı için kızmıştı. Öyle mutluydu ki, kendini durduramadı ve tekrar dudaklarını birleştirip yakıcı bir öpücük verdi. Sonrasında sanki öpücüğüyle kadını sersemletmemiş gibi kocaman olan elinin birine lavaşı alıp, şişlerden birini boşalttı. Tek hamlede sardığı dürümü Şehbal’e uzattı. Elleri heyecandan titreyen kadın uzatılan dürüme tebessüm ederek baktı. Artık emindi, bu adamı seviyordu. Hem de çok seviyordu. Birkaç saat önceki tatsız olaydan sıyrılıp, şakalaşarak yemeklerini yediler. Çaylarını hazırlayan Şehbal salondaki küçük kanepesine sığmaya çalışan kocaman adama kahkaha atmak istedi. Başını arkaya yaslamış, gözleri kapalı bacakları ayrık duran heybetli sevgilisinin yanına gitti. Çay tepsisini ortada duran büyük sehpaya bıraktı. Yanına kıvrılıp, başını göğsüne koydu. Mahir tek eliyle kadını belinden tutup daha çok bedenine yaklaştırdı. Saçlarına öpücük kondurdu. Şehbal’in nahif sesini her daim dinleyebilirdi. Ona soru sorarken bile tedirgindi sanki… “Yorgun musun?” “Biraz!” “Evine gidecek misin?” “Gideyim mi?” “Gitme!” “Gitmem!” Şehbal sevinçle daha sıkı sarıldı. Tam başını koyduğu yere öpücük kondurdu. Ayaklanıp, çaylarına uzandı. Ona göre dev gibi olan adama iyice yaslandı. Mahir’in ona verdiği karşılıklarla büyük sevinci içine sığmadı. Sahiplenilmenin, sevilmenin ve birine sonsuz güvenmenin tadına ilk defa varıyordu. Mahir’in dudağına küçük bir öpücük kondurup öyle çayını verdi. Birlikte sessizce hem çaylarını içtiler, hem de haberleri seyrettiler. Mahir’in haberleri asla kaçırmadığını, siyasi programları ve hayvan belgeselleri haricinde pek bir şey seyretmediğini anladığından beri o da ona ayak uyduruyordu. Sen hayatıma girene dek hiç hayvan belgeseli seyretmediğimi söylesem ne düşünür acaba derken buluyordu kendini sonra onunla paylaşımların hepsinin güzel olduğuna karar verip, ayak uydurmaktan gocunmuyordu. Mahir ona sımsıkı sarılıyordu. Bedenen değil yüreğinden sarılıyordu. Son bir haftadır buna yürekten inanıyordu. Artık gün içinde aklına düştüğü anda kalbi başka atıyor, içinde hiç bilmediği mutluluk oluyordu. Öyle zamanlarda kendini kasmıyor, ya arıyor ya da mesaj atıyordu. Dağ ayısı dediği adamın ilgisi karşısında yüzüne yerleşen gülümsemeyle gününü geçiriyordu. ** Miraç çok heyecanlıydı. Bir tarafında sevgilisi ve Türkan diğer tarafında Baran ihale salonunda bekliyorlardı. Bu alanda ilk ihalesiydi. Mutlaka kazanmak istiyordu. Küçücük bir oğlan çocuğu gibi Berra’ya başarılı olduğunu göstermek istiyordu. Güzel sarışınına baktı. Mavi gözleri parlıyordu. Göz göze geldikten sonra hafif tebessüm etti. Ciddiyetini korumalarıydı. Ancak bu ateş parçası öyle güzeldi ki ona bakınca heyecanlanmadan ya da gülümsemeden duramıyordu. Berra’nın ona ilgisi de çok hoşuna gidiyordu. Abisinin nişanında kıskançlıktan elini tuttuğu anda bir daha bırakmayan kadına aşıktı. Bunu kabulleneli aylar olmuştu. Hırçın sevgilisinin şu an ki hanım hanımcık hallerine kahkaha atmak istedi. Nişanda akşam yemeği için söz almıştı ama öyle mutluydu ki, akşam yemeğini bekleyemeyeceğini anladı. Nişan töreni bitmeden sabah kaçta uyanıyorsun, gelsem alsam seni dediğinde o mavi gözlerin parlayarak bakması sonrasında “Tamam, sabah dokuzda…” Dediği anı hiçbir şeye değişmezdi. Ortam müsait olsa ilk öpüşmelerini yaşayabilirlerdi. Miraç o ışıldayan gözlere kayıtsız kalamıyordu. Allah yardımcım olsun diye dua etti. Ertesi gün saat dokuz olmadan Berra’nın evinin önündeydi. Kırmızı spor arabasıyla gelmişti. Kendi de mavi kotunun üzerine açık mavi gömleği beyaz spor ayakkabılarıyla gayet sportif duruyordu. Geldim diye mesaj attıktan beş dakika sonra kapıda gördüğü güzellik gününün aymasına sebepti. Hele şakıyarak günaydın demesi içindekileri duyguları coşturmuştu. Sarı kendi gibi sıfır kollu sarı bir bluz, altına mavi bermuda ve spor ayakkabısıyla yaşından küçük duruyordu. Saçlarını atkuyruğu yapmış, makyajı yok denecek kadar azdı. Birkaç büyük adımla yanına gelip, belinden tuttuğu gibi kendine yapıştırmıştı. Saçlarından öpüp kulağına fısıldadı. “Günaydın!” Berra’nın bütün tüyleri ayaklandı. Oha bu nasıl günaydın demekti, kalbimi oynatsaydın vicdansızın oğlu diye geçirdi aklından ve sakinleşmek için Miraç’a sarıldı. ‘Artık buldun cillop gibi adamı sarıl sarıl dur,’ diyen iç sesine omuz silkti. Bu yaşına dek ona yaklaşanlar ya ailesinin parası, ya güzelliği için gelmişti. İçlerinde cesur olanı da çıkmamıştı. Babasından ve abisinden korktuklarını anladığı anda buz gibi soğuyordu. Şimdi tam istediği gibi ayakları üzerine basan, abisi ya da babasının yanında eğilip bükülmeyecek bir adam bulmuştu. Bırakır mıydı? Asla! Miraç geri çekilip elinden tuttu. Arabasının önüne gelince kapıyı açtı. Berra binince kendini arabanın içine soktu. Adamın kokusundan kaçmak için iyice geriye yaslanan kadına inat Miraç onun kokusunu çekerek emniyet kemerini aldı. Dudaklarını belli belirsiz yanaklarına sürterek kemeri taktı. Geri çıkıp, arabanın kapısını kapatınca Berra nefesini bıraktı. “Ananı avradını bu adam ne yaptı,” diye fısıldadı. Yanına binen yakışıklıya bakamadı. Miraç sessizce arabayı çalıştırırken tebessüm ediyordu. Sarı’nın yanaklarının kızarması hoşuna gitmişti. O hiçbir zaman abisi gibi ailemi gururlandırmam lazım fikriyle ayağına gelen fırsatları kaçırmamıştı. Çapkın bir adamdı. Kolay kolay sevgili edinmezdi ama çapkınlık konusunda Baran’dan aşağı değildi. Sadece ünlü kadınlardan uzak dururdu. Magazinle uğraşamazdı. Dedesi yaşarken bu konularda sürekli uyarırdı. Genç adamsınız ilişkilerinize karışacak değilim. Ancak televizyonlarda gazetelerde işiniz değil de hovardalığınız konuşulursa yaşınıza başınıza bakmam döverim derdi. Mehmet tam dedesinin karakterinde ve görgüsünde yetişmişti. Miraç daha aykırı uçarıydı. Otuz yaşındaydı ve Berra’ya hissettikleri bambaşkaydı. ‘Eylül içinde öyle hissediyordun,’ iç sesinin söylediğiyle kaşları çatıldı. Berra ara ara baktığı yeni sevgilisinin kaşlarının çatılmasına anlam veremedi. ‘Sevgili misiniz?’ Kalbinden gelen sesle onunda morali bozuldu. Bir önceki gece hiç dibinden ayrılmamıştı. El ele tutuşmuşlardı. Sevgiliydiler değil mi? Hem bu adamın kaşları neden çatıldı ki, yoksa pişman mı derken elinin tutulmasıyla tekrar heyecanlandı. “Yıldız Köşkü’ne gidelim diyorum. Ne dersin sevgilim?” “Olur!” Berra’nın sevgilim kelimesinden sonra içi rahatladı. Sarı’nın yüzü gülünce Miraç’ta güzel mavi gözlerine baktı. İç çekti. O aklına gelen ismi arkaya atalı çok olmuştu ve asla bu güzel kadını o anılar yüzünden kaybetmeyecekti. Orman içindeki köşkün önünde durduktan sonra hemen arabadan inen Miraç onu ayakta bekleyen kadının elinden tutup köşkün bahçesine girdi. Boğaz manzarasını gören masalardan birine oturdular. İkisi de memleketlerine aşık deniz olan şehirlerde büyümelerine rağmen İstanbul’a hayranlardı. Bir süre manzarayı seyrettiler. Sonra Miraç ilk defa bir kadına tamamen dürüst olmaya karar verdi. Ona az çok geçmişinden bahsedecekti. Asla kız arkadaşlarıyla geçmişi ve ailesinin muhabbetini etmezdi. Ancak! Berra onun için sadece sevgili sıfatındaki biri olmayacaktı. Bunu öyle yürekten hissediyordu ki masaya kahvaltılıkların hazırlanmasına baktı. En son kadın garsonun getirdiği küçük çaydanlığı koymasıyla yalnız kalmışlardı. Sarı’nın mavi gözleri heyecandan parlıyordu. Sanki boğazı ilk defa görüyormuş gibi derin nefesler alarak manzarayı seyrediyordu. “Dün gece elimi tuttun ya dünyalar benim oldu.” “Keşke önce sen tutsaydın ama neyse!” “Bende bundan sonra hiç bırakmam! Ödeşmiş oluruz.” Berra gözlerinin içi gülerek karşısındaki sert mizaçlı adama baktı. Aslında ona sarılmak, onu koklamak ve en önemlisi onu öpmek istiyordu. Bu düşünceyle alt dudağını ısırdı. Miraç’ın gözleri oraya kayınca utandı. Ah normalde çok dobra bir kızdı. Gülecekse güler, ağlayacaksa ağlar, küfür edecekse eder ne hissediyorsa onu yaşardı. Bu adamın karşısında ne diye utandığını anlamıyordu. Başını tamam dercesine sallayınca Miraç elini uzattı. El ele tutuştular. “Berra! Otuz yaşındayım ve dört yıl kadar önce gönül defterimi açılmamak üzere kapatmıştım. Seni gördüğüm anda etkilendim, olmaz dedim. Sana yaptığım saygısızlığın sebebi bu belki de, çünkü hayatıma girersen kalıcı olacağını hissediyordum. Hazır değildim. Sen bu kadar cesur olmasan şu an hala arkandan köpek gibi acı çekiyor olacaktım. Öyle arkandan bakacaktım. Sana gelmeye yüzüm yoktu. İyi ki geldin.” “Umarım ilerde peşimde koştun falan demezsin.” Berra’nın kızarıp şakaya vurduğunun farkında olarak kahkaha attı ve elini kaldırdı. Hafif doğruldu. Dudaklarını o ele bastırdı. Usul usul birkaç kere öptü. Sonra gözlerini birleştirdi. Yerine yerleşirken şiir okurcasına gözlerinin içine bakarak sözlerine devam etti. “Neyi fark ettim biliyor musun? Sen Sarı’yken ben Kara’yım. Sen yazken ben kışım, sen sıcakken ben soğuğum, sen yüksekteyken ben yerdeyim. Benim karamı renginle karıştırıp yeşile çevirir misin? Güneşi andıran gülüşünle kışıma bahar getirir misin? Elimi tutup yukarı çeker misin?” “Miraç!” Berra sadece sevdiği adamın gözlerine bakarak adını fısıldayabildi. Gözleri doldu. Konuşmaya devam edemedi. Çünkü asla evlilik teklifine benzeyen bir konuşma beklemiyordu. Bir iki defa yutkundu. Karşısındaki adam çocuk gibi heyecanla ondan cevap bekliyordu. Bu sefer genç kadın adamın elini sıktı. Miraç’ın anlayışlı sözleriyle biraz daha cevabını geciktirirse yanlış anlaşılacaktı. “Zorlama kendini sevgilim, daha ilk buluşmamızda senden istediklerim çok fazla biliyorum ama tutamadım kendimi sana duygularım haddinden fazla yoğun.” “Benimde öyle Miraç ben o eli boşuna tutmadım. Sen ne istersen ben o olurum.” “Benden bıkmak yok ama…” “Bıkmam!” Miraç gülümsedi. Uzun yıllardır ilk defa huzuru hissediyordu. Berra’nın elini bırakıp, çaydanlığa uzandı. Diğer eliyle sofrayı gösterdi. Berra çatalını eline aldığında hala titrediğini fark etti, kahkaha atmak istedi. Heyecandan mutluluktan da titrermiş insan diye aklından geçirdi. Tabağına birkaç çeşit peynir, yeşil zeytin ve domates salatalık koydu. Çayını uzatan Miraç’a tekrar tebessüm etti. Beş dakika kadar sadece çatal bıçak ve denizin dalga sesleriyle kaldılar. “Miraç!” “Efendim sevgilim!’” “Gönül kapını biraz olsun araladım ya…” “Evet!” “Nasıl desem?” “Önce o güzelim dudakları dişlemeyi bırak, sonra dümdüz de…” Miraç’ın kalınlaşan sesiyle söylediğine Berra’nın ağzı açık kaldı. Dudaklarının hafif aralık haliyle adama nasıl seyirlik bir görüntü verdiğinden habersiz sadece yutkundu. Miraç gözlerini mavinin en güzel tonu olan gözlerden çekmek istemiyordu. Dudaklarını dişledikçe kadını öpmemek için üstün bir çaba gösteriyordu. “Bana ilerde yani ilişkimiz oturunca ne bileyim işte bana tamamen güvendiğinde…” “Berra ne soracaksan sor?” “Neden dört yıl önce kalbine kilit vurdun?” “Daha önce bunu kimseyle konuşmadım.” “Bende şimdi demiyorum zaten ilerde bir gün belki…” Berra cümlesini biraz buruk bitirse de anlayışlı olmak için elinden geleni yapıyordu. Sonuçta koskoca insanlardı. Geçmişte ilişkileri olmuştu. Kadınca merakına gem vuramamıştı. Bunu ilerde sormalıydım, acele ettim diyerek kendine kızmaya o denli dalmıştı ki, Miraç’ın ne dediğini anlayamadı. “Anlamadım, bir şey mi dedin?” “Biraz daha kahvaltı eder misin, çok az yedin. Hem bugün zaten sana anlatacaktım dedim.” “Haa tamam!” Hemen eline çatalını aldı. Önündeki menemenden aldı. Simit ve bir sürü şeyi hızlı hızlı yemeye başladı. Bir an önce kahvaltısını etmek ve Miraç’ı dinlemek istiyordu. Onun bu haline kahkahalar atmak isteyen adamda kahvaltısına döndü. İkinci çayları doldururken bile konuşmadılar. “Ben doydum.” “Emin misin?” “Evet doydum hem kimseler yokken, o konuyu dinlemek istiyorum.” “Meraklı mıyız?” “Her kadın kadar…” “Sanki biraz fazla gibi ama neyse...” Miraç’ın kahkaha atmasıyla o da güldü. Aylardır böyle oldukları anları çok fazla hayal etmişti. Aşık olduğu adamın gerçekten burada olup olmadığına inanmak ister gibi gözlerini kırpmadan bakıyordu. Miraç’ın göz kırpmasıyla yine yanakları kızardı. Ellerini yanaklarına bastırıp, kollarını masaya dayadı. Bu hadi bekliyorum demekti ve genç adam bunu anladı. Çaylarını tazeledi. Etrafına baktığında sadece çok ilerilerinde bir masanın daha dolu olduğunu gördü. Anlatacakları için hem erken hem de ev ortamı olsa daha rahat edeceğini bilse de merakla bekleyen maviliklere kayıtsız kalamadı. “Ben hiç abim gibi olmadım Berra liseden itibaren çok çapkındım. Anlayacağın üzere birçok ilişkim oldu.” “Ha öyle mi? Benimde bir sürü ilişkim oldu, sorun değil!” Berra’nın cevabı üzerine önce kaşlarını çattı. Sonra tek kaşını kaldırdı. Kadının yüzünde bir süre oyaladı bakışlarını ve tebessüm etti. Bu kadın çok tatlı Allah’ım diye düşünürken, Berra’nın söylediğiyle kahkaha attı. “Bakma öyle! Tamam o kadar da ilişkim olmadı.” “Biliyorum, tepkilerinden belli… Üniversiteyi İstanbul Teknik Üniversitesinde Endüstri mühendisliği okudum. Dedem bize ne yaparsak yapalım sorumluluklarımızı tam yapmamızı öğreterek büyüttü. Çalışkan biriydim. Bu çapkınlık turlarımı aksatmadan yaşamama engel değildi. Üçüncü sınıfta bir arkadaşımın kuzeniyle tanıştım. O da Mersinliydi. Hemşeri sayılırız diyerek yakınlaştık. Birkaç hafta sonra da sevgili olduk.” “Çok mu güzeldi?” “Güzeldi!” Berra’nın canı sıkıldı. Bu konuşmaya hazır olmadığını fark etti. Anlatma demek istiyordu. ‘Sen kaşındın,’ diyen iç sesi kesinlikle haklıydı. “İlişkimiz çok güzel gidiyordu. Ruh eşim gibiydi. Asla kavga etmiyoruz, beni bunaltmıyor sıkmıyordu. İlk defa bir kızla altı aydır birlikteydim ve sanırım evleneceğim kız diyordum. Dördüncü sınıfa geçtiğimde değişim programıyla o İngiltere’ye gitti. Bende dayanamayıp ikinci dönemimde gittim. İlişkimiz bir buçuk yılı geçmişti. Orada birlikte yaşamaya karar verdik. Okulumuz bitti ama biz dönmedik. Ben yüksek lisansa başladım. İlişkimizde üç yılı devirmiştik. Bütün masraflarını ben karşılıyordum. Gelecekteki eşim diye düşündüğümden onun çalışmasını istemedim. Ailesinin durumu da bizimki gibi değildi. Ancak öyle çok masrafımız oluyordu ki ben ailemden gelenler hariç çalışıyordum da, yüksek lisansımda bitti. Ben artık memlekete dönmeliydim. O kesinlikle istemiyordu. Evlenelim dedim. İngiltere de yaşayacaksak olur dedi. Neyse abimi ikna ederek bir yıl daha kaldım. Ben artık yirmi altı yaşına geldim. Dedem hastalandı, doktorlar son zamanlarını yaşıyor diyordu. Benim için dünyadaki en önemli insanların başını dedem çekiyordu. Neyse ben dedemin sitemlerine dayanamadım Adana’ya döndüm.” “Bu yüzden mi ayrıldınız?” “Hayır! Ben Adana’ya döndükten sonra baş ağrısı sorunları yaşamaya başladım. Öyle böyle değil, kriz geçirecek duruma geliyordum. Abim de o dönem dedem rahatsız diye yurtdışından gelmişti. Beni zorla ortağı olduğumuz hastaneye götürdü.” Miraç başını yere eğdi. Devam edemiyor gibi adem elması inip çıkıyordu. Berra bir hastalığı olduğundan korktu. İçinde yangınlar başlarken elini tuttu. O kara gözleri yaradana kurban olurdu. “Bir hastalığın varsa söylemekten çekinme böyle, ben sana bakarım.” Miraç’ın gözleri doldu. Ayağa kalkıp, Berra’ya arkadan sarıldı. Kafasının üstüne bir öpücük kondururken, gözünden yaş aktı. Duygusal bir adamdı. Abisi gibi dışarıdan sert gözükse de içeride çok duygusaldı. Bir film sahnesine, okuduğu bir kitaba bile ağlayabilirdi. Berra’nın iki kolunu arkaya atıp sarılmasıyla içi daha çok sarsıldı. O günleri hatırlamak acı veriyordu. “Hasta değilim Sarı’m!” Başının üstünden tekrar öptü ve Berra’nın yanındaki sandalyeye oturdu. Bakışlarını birleştirdi. Onu korkutmuştu. Burnunu çekti. Masanın üzerinden bir peçete alıp, gözlerini burnunu sildi. İki eliyle ellerini tuttu. “Hastane de tahlil sonuçlarını beklerken kriz geçirdim. Kendime geldiğimde abim çok üzgündü. Abim uyandığımı görünce başını göğsüme koydu ve bana sarılıp hüngür hüngür ağladı. Aynı senin gibi kötü bir hastalığım olduğunu düşündüm. Çünkü güçlü sarsılmaz Mehmet ÖZYAŞAR ağlıyordu.” “Miraç ne olmuş?” “Kanımda uyuşturucu çıkmış.” “Ne? Uyuşturucu mu kullanıyordun?” “Hayır! Duyunca bende çok şaşırdım.” “Peki nasıl olmuş?” “Eylül! Bana uyuşturucu veriyormuş, orada para yetiştiremememin sebebi buymuş?” “An…anlamadım.” “Abime bilerek uyuşturucu almadığımı asla böyle şeylere meyilli olmadığımı anlattım. Şükür ki bana inandı. Evdekilere haber vermemişti. Beni hemen tedaviye başlattı. Bunu gizli yapmasının tek formülü İstanbul’a gelmemdi. Hemen bir hastaneye yattım. İki ay boyunca krizlerim boyut atlayarak devam etti. Her defasında daha çok acı çekiyordum. Hatta ben artık bana ne iyi gelecekse onu verin diye yalvarıyordum. Çünkü ne içtiğimi bu krizlere hangi maddenin sebep olduğunu bilmiyordum. Kafam o kadar dumanlı, o kadar karışıktı ki bana bunu kimin yaptığını bile düşünememiştim.” “Miraç çok üzüldüm.” “Üçüncü ayımda krizlerin süreleri de geliş vakitleri azaldı. Terapiye de o zaman başladım. Beşinci ayda da hastaneden çıktım. Kafam toparlandıkça nasıl uyuşturucuya alıştırıldığımı düşünüp durdum. Sonra bir gün Eylül’ün İngiltere’ye ilk gittiğim dönemde baş ağrım için verdiği haplar aklıma geldi. Ne olduğunu sorgulamamıştım bile sonrasında hiç hastalandığımı hatırlamıyorum. Hastaneden çıktıktan sonra Eylül’ün döndüğünü öğrendim. Karşısına çıktım. Korktu, abimden hastanede olduğumu öğrenmiş. Mehmet ÖZYAŞAR her zaman ki gibi araştırmış, nasıl uyuşturucuya alıştırıldığımı öğrenmişti. Onu mahkemeye bile vermişti. Sadece neden diye sorabildim. “Pis sürtük!” Miraç’ın dudakları kıvrıldı. Ellerini sıkarak ettiği küfüre tebessüm bile edebilirdi. Dört yıldır ilk defa dillendirdiği konuyu hafifletme etkisi yaratan kadına aşıktı. Tedavilerden sonra abisiyle bile konuşmamışlardı. Sanki hiç böyle bir şey yaşanmamış gibi yapıyorlardı. Yine de abisinin gözünün hep üstünde olduğunun farkındaydı. “Yemeklerime içeceklerime katıyormuş. Ne zaman ondan ayrılacak gibi olsam, memlekete dönmeyi planlasam içime bir korku girerdi. Eylül olmazsa yaşayamam gibi hissederdim. Hatta rüyalarımda Adana’ya döndüğümde Eylül’ün hasretine dayanamadığım için intihar ettiğimi görürdüm. Onsuzluk düşüncesi bile beni boğardı. Sırf bunun için yapmış. Uyuşturucunun yanı sıra bunlara sebep olan bir antidepresan ilaç veriyormuş.” “İyi de neden seni sevdiği için değil herhalde!” “Sadece ona bağımlı olayım diye yapmış.” “Allah onun bin belasını versin. Ulan sürtük sadece sana bağlı olmasını istiyorsan neden zarar veriyorsun sevsene çok sevsene…” “O sevmedi. Peki, sen çok sever misin?” “Sevmez miyim? Ben Laz kızıyım ula, biz bir sevdik mi bir daha bırakmayız. Bizde sevdaluk o kadar kolay değil da… Asıl sen beni sevecek misin?” |
0% |