@herdem6060
|
39. Bölüm “Zamanlamana sıçayım senin…” Mine, Mahir’in sesiyle hemen bir adım geriye gitti. Yanaklarına dolan ısıyla kendine kızdı. Gelen Mahir değil de babası olabilirdi. Nasıl bu kadar şuursuz olabilmişti. Tüm ailesi içerideyken, az kalsın adamla öpüşecekti. ‘Aklını başından alıyor ama sende haklısın akıllara zarar yakışıklılıkta ve seni seviyor…’ iç sesi doğru diyordu. “Vakitsiz mi geldim gardaşımm!” “Yok öylesine küfür ettim sana…” Mahir kahkaha attı. Birkaç büyük adımla Mehmet’e ulaştı. Ensesinden tutup sarıldı. Kafasını kaldırdığında kendisine heyecanla bakan minik kadınla göz göze geldi. Mine’ye göz kırpıp, Şehbal’e yöneldi. Gözlerini göğüs dekoltesine ve bayıldığı bacaklarında gezdirdi. Şehbal’in kollarını uzatması ve sarıldıktan sonra fısıltısıyla kalbi tekledi. “Hoş geldin sevgilim.” “Hoş buldum. Yaşlı adamım ben balım, bu kadar güzel olmamalısın.” “Teşekkür ederim.” “Etme kalbimin en güzel zararı…” Mahir ve Mehmet birlikte salona geçti. Herkese uzaktan selam verdiler. Arkadan Mine ve Şehbal de yanlarına oturdu. Ayhan Bey ve Belgin Hanım gururla kızıyla damatlarına bakarken, huzurluydular. Ekrem ve Aydın anlaşmışlar, eskilerden konuşuyorlardı. Berker ve Baran yan yanaydı. Oya Hanım hala sakinleşmiş değildi. Türkan’a kaş göz işaretiyle kahveleri yap diyordu. Ama nerdee! Türkan sadece Baran’a hayran hayran bakmakla meşguldü. Mine durumu anlayınca kuzeninin yanına gidip, kafasıyla işaret etti. Berra ve Şehbal’de ayaklandı. Bütün adamlar gözlerini kırpmadan sevdiklerine bakarken Karan’ın bakışları Mahir’deydi. Şehbal ona sevgilim var demişti ama Allah biliyor ya, sadece kırgın olduğu için yalan söylediğini düşünmüştü. Peki, sevgilisinin olması neden canını sıkmıştı. O bugüne dek Şehbal’i hep arkadaşı olarak görmüştü. Onun adına sevinmesi gerekmez miydi? Damla ile sadece takılıyorlardı. İkisi de bunun serbest bir ilişki olduğunu biliyordu. Ancak bu yüzden Şehbal’i kaybettiğine üzülüyordu. Eğer o gün Damla ona zevk ala ala Şehbal’in onu kıskandığını yıllardır da aşık olduğunu söylemeseydi. Üstüne üstlük Berra senin yüzünden Şehbal yurt dışına gidecek diye ona kızmasaydı. O nahoş olay olmayacaktı. Şirkette onu görünce kendini tutamamış ve saçmasapan şeyler söylemişti. Aklından geçenlerle kalbinden geçenler tam tersiydi. Kalbi içten içe Şehbal’in her zaman onu sevdiğini bildiğini söylüyordu. Sanırım Şehbal’in hep etrafında olduğunu bilmenin rahatlığı vardı. Sanki ondan hiç vazgeçemezdi. Fakat Mahir’e bakışlarından sonra kaybettiğini anlamış oldu. “Türkan tuz koymayacak mısın?” “Hayır Şehbal…” “Ben bal koyacağım, Baran abim baldan nefret eder.” “Berra lütfen!” “Niye Türkan Mehmet’e gelince karabiberi tuzu dayamıştın. Ben kıyamıyorum diye de bir sürü laf söyledin. Sevdiğini böyle anlarmışım falan diyordun. Koy Berra! Baran neyi sevmiyorsa onu koy…” “Mine yeminle iyice intikam meleği oldun.” Kızlar hep bir ağızdan kıkırdarken, Türkan Baran’ın kahvesine konulan bala iğrenerek baktı. Kesin kusacaktı. Baran tatlı sevmiyordu ama baldan hiç haz etmiyordu. Mine ve Berra kahve tepsilerini alırken, Şehbal su doldurduğu bardakların tepsisini almıştı. Türkan’da sadece damada verilecek kahve için hazırlanan tepsiyi aldı. İçeri geçen kızlarla sohbet kesilirken Aydın Bey’in yüzü çok asıktı. Kızı hep ona kahve yapardı. Koynunda büyüt okut et piçin biri gelsin kızını alsın. O abisi gibi olamıyordu Türkan’ı vermek istemiyordu. Baran önüne konulan kahve fincanına gülümseyerek baktı. Babası ve kız kardeşi Leyla ile göz göze geldi. Bugününe şükür ederek fincanı eline aldı. Birkaç defa fincanı salladı. Sonra bir dikişte içti. Ama Gözlerini kapattığı gibi bütün yüzünü buruşturdu. Berker elinde suyla bekliyordu. Son anda yuttuğu kahveden sonra gözlerini açtığı gibi suya sarıldı. Fena halde midesi bulanıyordu. “Kardeşim çok mu tuzluydu?” “Aksine bal koymuşlar.” Baran ve Berker aynı anda Berra’ya baktılar. Miraç’ın arkasına saklanır gibi duran Sarı kıs kıs gülüyordu. İkisi de sen görürsün bakışları atarken, Miraç iyice göğsünü kabarttı. Sevdiği kadını koruması gerekiyordu. İki abisi de öldürecek gibi bakıyordu. Baran içtiği suya rağmen midesinin bulanmasını durduramıyordu. O ara babasının sesiyle yumruklarını sıktı ve isteme gerçekleşene dek kusmadan durabilmeyi diledi. “Efendim sebebi ziyaretimiz belli! Aydın Bey sizden Allah’ın emri Peygamber efendimizin kavliyle kızınız Türkan’ı oğlum Baran’a istiyorum.” Aydın Bey kaşları çatık, abisi Ayhan Bey’e baktı. Sonra karısına arkasından damat adayına derken yüz ifadesini hiç değiştirmedi. Oya Hanım’ın gerginliği artarken Baran öyle gerildi ki; Aydın Bey’in konuşması uzadıkça Türkan’a vermezse korkusu yüzünden mide bulantısını unuttu. Türkan’ı vermeyecek diye aklından sürekli geçerken içi acıyla buruldu. Hafif yana döndü. Yanında oturan güzelinin kocaman siyah gözlerine bakarken derin bir nefes aldı. Ekrem Bey’in Aydın Bey’e tekrar seslenmesiyle dünür adayına bakan yaşlı adam ağzını açmamakta kararlı gibiydi. Dünür adayı diyordu çünkü hala bir dünürü olmasına hazır değildi. “Aydın Bey!” “Ekrem Bey, benim varım yoğum gözümün kökü bir tane evladım var. Allah kalbimi biliyor ya Mine’nin de Türkan’ın da asla evlenmesini istemiyordum.” “Amca bizi neden katıyorsun,” pat diye lafa giren Mehmet’ten sonra salon ahalisi kahkaha attı. Aydın Bey’in bile dudakları kıvrıldı. Ayhan Bey kardeşinin koluna dokundu. Türkan’ı işaret etti. Gözleriyle kızını üzüyorsun diyordu. Yaşlı adam iç çekti. Tekrar dünür adayına döndü. “Kızım oğlunuzu seviyor, bize de hayırlı olmak düşer ama bir şartım var.” “Aydın Bey!” “Ne var Oya Hanım!” Ekrem Bey şaşkınlığından kurtulup ayağa kalkan Oya Hanım’dan gözlerini çekip, bir aile kavgasına sebebiyet vermemek için hemen konuştu. Tuğba’dan dolayı böyle gergin ortamlar çok yaşamıştı. “Tabi buyurun şartınızı…” “Hafta da bir gece burada kalacaklar.” “Ne! Nasıl! Niye!” Ne, nasıl, niye sorularının kimlerden çıktığı belli olmazken Oya Hanım bir iki adım kocasına yaklaştı. Gerçekten çok sinirlenmişti. Günlerdir hazırlık yapıyorlardı. Kızı üzülmesin her şey eksizsiz olsun diye uğraşıyordu ve kocasının saçma şartı yüzünden geceleri mahvolacaktı. “Aydın ne saçmalıyorsun sen…” “Ben kızımı özlerim.” “Bende kızımı özlerim Mehmet sizde bizde kalacaksınız.” Ayhan Bey’de heyecanla oturduğu yerde dikleşerek damadına baktı. Mehmet dişlerini sıkarak Mine’ye döndü. Olay ne ara onlara gelmişti, anlamadı. Türkan ve Mine ise annelerine müdahale edin dercesine üzgünce bakıyorlardı. Belgin Hanım da ayağa kalktı. Oya Hanım öyle sinirlendi ki sesini yükselttiğinin farkında değildi. “Aydın Bey, kızım sevdiğiyle evlenecek. Senin diretmenle değil, ne zaman isterlerse o zaman bizde kalacaklar. Onların kendi evleri kendi düzenleri olacak.” “Ama Oya Hanım!” “Oya doğru söylüyor. Ayhan Bey sende Mehmet’i ve Mine’yi rahat bırak, on gün sonra düğünümüz var. Herkes kendi evini ocağını bilsin.” Ekrem Bey şaşkınlıkla bakmaya devam ederken susmak zorunda kaldı. Kadınların dişli haline afallamış olabilirdi ama asla Tuğba gibi cazgırca, üstten bakarak ve ukala tavırlar olmadığını fark etti. Kocaları gerçekten eşlerinden çekiniyorlardı. Korkma nedenleri de sevgileriydi. Bu saygı dışardan bile belli oluyordu. Tuğba ile yıllardır başaramadıkları bu yüzdendi demek ki, kendi içinde aydınlanma olan bu gece onu da derinlere gömmüştü. Hele ayrılır ayrılmaz genç sevgili yapan kadını yıllardır çektiği bu eziyeti kendine reva gördüğü için kendini hiç affetmeyecekti. Baran ve Mehmet kayınvalidelerine sarılmamak için zor duruyorlardı. Mehmet yanında omuzları sarsıla sarsıla sessizce gülen Mahir’e elinin tersiyle çakacakken vazgeçti. Dirseğiyle karnına en hızlısından vururken ters ters bakmayı da ihmal etmedi. Allah’ım şu düğün hayırlısıyla bir olaydı diye aklından geçirirken sevdiğinin tedirgin haliyle sakinleşmesi gerektiğini anladı. Evet, sinirli bir adamdı. Sabırlı olduğu da söylenemezdi ama bu ürkek kuş yüzünden sabretmeyi de sakin durmayı da öğrenmişti. “Ee Aydın Bey yüzükleri taksak mı?” “O...Olur Ekrem Bey!” Aydın Bey’in alt dudağı düşerek verdiği cevaptan sonra Baran ve Türkan ayağa kalktılar. Leyla hemen yanda hazırlanmış tepsiyi eline alıp, babasının yanına geldi. Berker’le göz göze geldi, ona hala aşkla bakmasına gülümsedi. Onu öyle zor elde etmişti ki, kocasının o güzel bakışlarına her daim ihtiyacı vardı. “Aydın Bey buyurun,” diyen Ekrem Bey de ayağa kalktı ama Aydın abisini işaret etti. Kızını eliyle birine bağlayamayacaktı. Oya istediği kadar kızsındı ama içindekileri saklayacak değildi. Türkan burukça babasına yaklaştı. Boynuna sarıldı. Sonra hafif doğrulup, yanaklarına iki elini koydu. Kara gözlerini aldığı adamın gözlerinin doluluğu onu da duygulandırdı. Ağlamamak için babasının yanağına bir öpücük kondurup, Baran’ın yanına gitti. Mahir, son yarım saattir olan olaylara gülümsese de ortamda hiç sesi çıkmayan genç adama gözü takılıyordu. Çünkü ara ara Şehbal’e bakarken görüyordu. Bu durumdan hiç hoşlanmadı. Balı asla adama bakmıyordu. İkisinin arasında gizli bir şey vardı ve Mahir gizemden nefret ederdi. Yüzükler takılırken ayakta yanında duran kadının belinden tutup, kendine yasladı. Bu yaklaşımı karşılıksız bırakmayan minik faresi iyice yaslanmıştı. Otururken bile omuz hizasında olan adama aşkla baktı. Fısıldadıklarıyla adamın dudakları kıvrılmıştı. “Hala bu kadar iri oluşuna alışamadım.” “Otururken bile mi?” “Hiç öyle yüksekten yüksekten bakma… Kocamansın.” “Sen miniksin balım.” “Hımm yanınıza da yakışmıyoruz.” “Hayda öyle mi dedim ben şimdi, hem gönlüme yakışmışsın yanıma yakışmasan kaç yazar.” “Romantik sevgilim benim.” “Bunu kimsenin yanında söyleme,” diye fısıldamaya devam eden adam yandan yandan Mehmet’e bakıyordu. Az dalga geçmemişti arkadaşıyla ve gardaşının fırsat kolladığını biliyordu. Şehbal’in birden bakışları değişince Mahir kafasını çevirip, Karan’a baktı. “Bu o mu, bana anlattığın…” “Evet!” “Baran’ın kardeşi olduğunu söylememiştin.” “Bilerek saklamadım. O gün adını da söylememiştim.” Mahir kaşlarını çattı. Töreni izlemeye geri döndü. Şehbal’de belindeki elin gerildiğini anladığından sesini çıkarmadı. Türkan ve Baran’ın birbirlerine sarılmasıyla Aydın Bey’in haline burukça baktı. Onun babası asla böyle olmayacaktı. ‘Damla’yı isterlerse olur,’ iç sesi ne doğru diyordu. Üzülmüyorum alıştım dese de aklına geldikçe duygusallaşmadan edemiyordu. Yüzükler takıldıktan sonra çay ile ikramlıklar servis edildi. Aydın Bey’in yüzü gülmese de kızının mutluluğuna uzaktan bakıyordu. Canı da ne bir şey yemek ne içmek istiyordu. Abisinin Mine’yi verir vermez damadını hemen kabullenmesine de anlam veremiyordu. Aksi gibi Baran’a bir kusur bulamıyordu. ‘Kızın çok üzülür,’ iç sesinin sürekli bu cümleyi kurmasına rağmen suratını düzeltemiyor, mutlu gözükemiyordu. Çünkü kızını elleriyle başka bir adama verdiği için mutsuzdu. Gençler tabaklarını alıp bahçeye çıkarken, evin büyükleri salonda oturmayı tercih ettiler. Şehbal Mahir’e kocaman bir tabak hazırladı. Adamın bununla bile doymayacağını biliyordu. Evlenince tencere tencere yemek yapmalıyım. Elim aza gitmemeli diye kendini alıştırıyordu. Tam bahçeye çıkacakken omzuna dokunuldu hafif arkaya başını çevirdiğinde kaşlarını çattı. “Şehbal!” “Karan elini omzumdan çek.” “Yıllardır arkadaşız hiç hatırım yok mu ki, dokunmama bile müsaade etmiyorsun.” Şehbal bahçeye baktı. Mahir’in arkasını dönüktü. Derin bir nefes alıp arkasını döndü. Eliyle Karan’ı itti ve mutfağın içine girdiler. Tabağı masaya bıraktı. “Aylar önce sizin şirketinizde bana alayla ülkeyi terk ediyormuşsun, yıllardır bana aşık olduğunu biliyorum dedin. Gözlerimin içine baka baka beni bu kadar gözünde büyütmemelisin, uzun yıllara dayanan arkadaşlığımıza istinaden bu zamana dek görmezden geldim ama Berra’yı üstüme salacak kadar deli divane olduğumu bilmediğini söyledin. Aynı Damla gibi acımasızca benim gururumu kırdın. Yüzündeki o küçümseyici tavrı ayna bulup sana göstermek isterdim. Söylesene Karan, o zaman arkadaş değil miydik?” “Ben!” “Sen! Evet! Sen ne? “O adamı seviyor musun?” “Hem de çok seviyorum. Benim için dünyadaki en önemli kişi…” “Anladım.” “Anlayamazsın Karan çünkü sen bencil adamın tekisin. Aşkı da bilmiyorsun ve biz arkadaş değiliz. Baran abinin hatırına aynı ortamlarda olmak zorundayız. Bundan sonra denk geldiğimizde asgari diyaloglarda olursan sevinirim. Zira ben seninle konuşmak, görüşmek istemiyorum.” Tabağı geline alıp, arkasını döndüğünde kapı kolunda kendisine bakan gözlerle karşılaştı. Rengi solacak şekilde korktu. Mahir doğrulup, sevdiğinin yanına geldi. Belinden tutup, alnından öptü. Onun korkmasından nefret ediyordu. Karan’a öldürücü bakışlar atmayı da ihmal etmedi. “Sevgilimin yeterince açık olduğunu düşünüyorum. Baran’ın hatırına bu seferlik görmezden geliyorum ama bir daha Şehbal’in yanına sinsice yaklaşır hele biraz önceki gibi ona dokunursan kırılmadık yerini bırakmam.” Karan’ın cevap vermesini beklemeden Şehbal’in elinden tabağı aldı ve elinden tuttu. Bahçeye çıktılar. Mehmet’in hayır olsun bakışlarına yok bir şey dercesine çenesini yukarı kaldırdı. Sandalyelerine oturduklarında tabağı masaya bırakıp, Şehbal’in iki elinden tutu. Dudak dudağa gelecek kadar yaklaştı. “Seninle gurur duyuyorum miniğim.” “Yanlış anlayacaksın diye korktum.” “Ben seni biliyorum, kendimden çok güveniyorum. Korkma aksine her zaman ilk tanıştığımız kadın ol!” “İyi ki bana çarptın ve beni düşürüp aklımı aldın.” “Ooo Şehbal Hanım bana bunlarla gelin.” “Dağ ayısı seni seviyorum.” “Bende seni seviyorum tarla farem.” Mehmet son yarım saattir Mine’yi konuşturmaya çalışıyordu. Bugün abartılı tepki verdiğinin o da farkındaydı. Ancak sevdiği kadına dokunmayalı üç hafta olmak üzereydi. Çıldırmak elde değildi. Ürkek kuşu da herkese gelince hanım hanımcık nahif ona gelince cadı mı cadı oluyordu. Hiç altta kalmıyordu. ‘Haksızlık ediyorsun seni mutlu etmek için neler ediyor,’ içinden gelen seste hep Mine’den yana olunca kendini daha kötü hissediyordu. Mahir’in canının sıkıldığını anladı. Şehbal’le hallerini görünce o da ilerde ayakta duran sevdiğinin yanına gitti. Elinden tutup, çekiştirdi. Bahçenin köşesindeki büyük ceviz ağacının arkasına götürdü. Mine’nin sırtı ağaca gelecek şekilde tuttu ve üzerine hafif abandı. “Mehmet ne yapıyorsun? Babamlar bahçeye çıkabilirler.” “Çıksınlar müstakbel karımla yalnız kalmaya çalışmaktan başka ne yapıyorum.” “Birazdan eğlence için çıkacağız ya…” “Gürültülü bir sürü insanın olduğu yere gideceğiz.” “Sevgilim ne oluyor, bu ne mızmızlık Allah aşkına…” “Özledim Mine, seni çok özledim.” Mine hafif gülümsedi. Sağ elini kaldırdı. Sevdiği adamın yanağına koyup, hafifçe okşadı. Parmak uçlarında yükselip dudaklarına buse kondurdu. Gözlerini kapatıp derince içine nefes alan adamla tüyleri diken oldu. O da çok özlemişti. “Anneme söyleyeyim de babamı idare etsin.” “Bu, gece benimsin mi demek…” “Sadece bu gece değil, ölene dek sadece seninim…” Mehmet’in duydukları ile duyguları coştu ve Mine’nin dudaklarına yapıştı. Öyle bir öpüyordu ki sol göğüs kafesi kırılmak üzereydi. Aylar önce hiç gitmek istemediği bir mekanda kanını kaynatan dolgun vücudun içindeki yüreğin böylesine mükemmel çıkması ve ona nasip olması kesinlikle onun şansıydı. O da bu şansını değerlendirip ömürleri boyunca kadını mutlu etmek için çalışacaktı. Dudakları ayrıldığında ikisi de nefes nefeseydi. İkisinin gözleri de kararmıştı. “Sen varsın ya hayatımda her şeyim tamam sanki.” “Hayır aşkım, çocuklarımızla tamamlanacağız.” “Mine!” Mine gülümsedi. Yine adamın aynı yanağına eline koydu. Mehmet’le bugüne dek hiç çocuk mevzusunu konuşmamışlardı. Ona adıyla seslenirken bile duygulandığı sesinin tonundan belliydi. O sevdiği adamdan çocukları olsun istiyordu. “Senden çocuklarım olsun istiyorum. Artık evlenince üzerimden inmemelisin.” “Sana ne diyeceğimi bilmiyorum. İçim içime sığmıyor, seni seviyorum ürkek kuşum seni öyle çok seviyorum ki kalbime sığmıyorsun.” Mine alnını Mehmet’in kalbinin üzerine koydu. Biraz daha soluklandı. Başını kaldırıp, adanmışlıkla bakan gözlere daldı. Tam tekrar öpüşecekken Mahir’in sesiyle Mine hızla geri çekildi. “Gardaşımm! Ne yapıyorsunuz orada hadi dışarı çıkıyoruz.” |
0% |