Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41. Bölüm

@herdem6060

41. Bölüm

İki gün sonra

Şehbal çok heyecanlıydı. Berra bir türlü onu sakinleştiremeyince kahve yapmaya gitmişti. Gri göbeğine dek V yaka uzun kollu uzun elbisesiyle çok güzeldi. Küçücük yüzü ormanları kıskandıracak yeşil gözleri yarı korku yarı heyecanla titriyordu. Saçlarını salık bırakmıştı. Annesi Mahir’ler gelmeden yarım saat önce eve gelmesini istediğinden kendi evinde hazırlanmıştı. Türkan ve Mine işten çıkıp, hazırlanacakları için direkt ailesinin evine gidecekti.

Damla’yla tartıştığı günden beri ilk defa karşılaşacaktı. Babasının nasıl tepki vereceğini bilmiyordu. Damla’nın onu doldurmasından ve bugün Esme Hanım’a ve Mahir’in ailesine rezil olmaktan korkuyordu. Sevdiğinin kız kardeşi ve eşi, babası olmadığı için amcası ve dayısının da geleceğini biliyordu. Onların yanında bir sorun çıkmasın diye tüm gece dua etmişti. En mutlu geçireceği zamanı ablası yüzünden korkuyla geçirdiği için bile onu asla affetmeyecekti.

Odasında bir sağa bir sola yürürken başı dönmüştü. Ancak sakinleşemiyordu. Tek tesellisi ne olursa olsun Mahir’in onu bırakmayacağıydı. İki gündür sevgilisi sanki daha ilgili daha sevgi doluydu. Böyle gergin günlerde bu hallerine minnettardı. Berra iki kupayla gelince mavi gözlerinin kızgınlıkla bakmasına gülümsemek istedi.

“Gel buraya minik fare hadi salona geçelim, hem azıcık da oturmuş olursun.”

“Berra ne olur ne olur bu gece sı..sı..sıkıntısız geçsin.”

“Merak etme bebeğim süper geçecek ve böyle telaş yaptığın için kendine kızacaksın.”

Ellerinde kupalar salona geçtiler oturduklarında Berra gülümsedi. Miraç da kendisini istemeye gelse o da böyle heyecanlı olurdu. Sürekli belden aşağı vurup, adamla öpüşmeden ileri gitmediği için onu nasıl deli ettiği aklına gelince sırıtmaya başladı. Damla yüzünden Şehbal’in heyecandan çok gergin olmasına kızıyordu. Her şey olacağına varırdı. Bu kadar takılması sadece kendine zarardı. Tüm öğleden sonra sürekli ne olur kötü bir şey olmasın diye dua etmişti.

“Hızlı iç kahveni ancak gideriz.”

“Ta..Ta..tamam!”

“Şehbal lütfen bak kekelemeye başladın. Hem Damla sorun çıkarsa bile Mahir abi seni herkese karşı korur.”

“Korur,” diye cevap verirken ses tonu bundan emin olduğunu gösteriyordu. O vakit bu içindeki sıkıntı neydi. ‘Mahir’in değil ama ailesinin senin hakkında kötü düşünmelerini ve onlara rezil olmak istemiyorsun,’ iç sesi doğru diyordu. Damla’nın yapacağı saçmasapan bir hareket yüzünden ona karşı önyargılı olsunlar istemiyordu.

Küçük yudumlarla kahvesini içerken ikisi de konuşmadı. Berra arkadaşının korkularını anlayarak hüzünle ona bakarken, Şehbal bu içindeki sıkıntısının boşa çıkması için dua ediyordu. İç sesi sürekli Mahir’e güven derken, bir sorun olursa Mahir düzeltir, sıkıntı olursa çözer, bir olay olursa korur diye cevap veriyordu. Berra’nın telefonunun çalmasıyla dikkat kesildiler.

“Efendim yengelerin en sultanı…”

Türkan’ın aradığını anladığında yeşil gözleri mutlulukla parladı. Berra’nın kafasını sallayarak dinleyişini gözlerini kırpmadan seyretti. Telefon kapandığında hadi bana güzel haberler ver dercesine heyecanla bakmaya devam etti.

“Mehmet abi Mine’yi almış, Baran abi de Türkan’ı, telefonlarına attığın konuma doğru yola çıkmışlar. Miraç’ta otoparkta bizi bekliyor zaten, kahve içip biraz sakinleş istediğim için onu beklettim. Hadi bakalım heyecanlı gelin, bizde çıkalım.”

“İyiler değil mi? Sorun yokmuş.”

“Ayyy darlama beni Şehbal ne sorunu olacak. Hatta Mehmet abi Mahir’den hıncını alacağı için çok mutluymuş.”

Şehbal duyduklarıyla sırıtmaya başladı. Elindeki kupayla ayağa kalktı. Bir sürü ne yapacağını bilemedi ama tüm öğleden sonra ilk defa kendini iyi hissetti. Sevdiği adam ve patronunun birbirleriyle uğraşmalarını hep çok eğlenceli buluyordu. Demek ki bu gece de güzel geçecekti. Boşuna kuruntu yaptığını kabullenip, çantasını almak için yatak odasına gitti. Makyaj masasında duran parfümünden tekrar sıktı.

Sağa dola dönerek nasıl göründüğünü kontrol edip, tebessüm etti. Gayet iyi görünüyordu. Bakalım koca adayı yine kalbini tutup, ben yaşlı adamım böyle güzel olmamalısın diye ruhunu okşayacak mıydı? Düşündükleriyle keyfi iyice yerine gelen kadın arkasını döndü ve yatağın üstündeki çantasını alıp, çıktı.

Berra’nın kapıda beklediğini görünce hızlandı. Asansörle otoparka indiklerinde Miraç’ı arabanın dışında onları beklerken gördüler. Sarı sevgilisini görür görmez Karadeniz şivesiyle böyle yakışıklı olunur mu kotkafalı diye homurdanınca Şehbal kıkırdadı. Arkadaşının her şeyi dilinde hallerine her zaman gülmüş ve hep çok sevmişti. Bir de Berra, Miraç’tan sonra başka tatlı olmuştu sanki. Sevdiği adamı her daim kıskanması, seviş şekli ve aldığı karşılıkla güzel mavi gözlerinin parlayan halleri çok güzeldi. Onları gören adam kollarını açmış, her zamanki tabiriyle seslenmişti.

“Sarışınım!”

“Yakışıklım!”

Birbirlerine sarıldıklarında Miraç’ın derin bir nefes alıp, saçlarından öpüşüne baktı. Hemen Mahir’ine kavuşmak istiyordu. Onların bu haliyle neredeyse yirmi dört saattir görmediği sevgilisini çok özlediğini bir kere daha anladı.

“Hey hey bu gece bizim gecemiz ayrılın bakalım. Yetişmem gereken bir isteme törenim var.”

“Merak etme baldız, o isteme törenini kaçırmana asla izin vermem. Zira yaşamak istiyorum.”

Berra ve Şehbal genç adamın ima ettiğiyle kahkaha atarken, arabaya bindiler. Onlar yol alırken Emine Hanım son hazırlıkları kontrol ediyordu. İki gündür sadece iş yapmış, namazlarını her zamanki gibi aksatmadan kılmış ve uyumuştu. Üç gün önce Damla’yla ettiği büyük kavgadan sonra akıl sağlığını ancak bu şekilde koruyabilmişti. Yıllardır ibadetini eksiksiz yapmaya çalışan kadın her namazından sonra Allah’ım kızıma akıl ve vicdan ver diye dua etmişti. Yaş aldıkça da bu dünyadaki sınavının evlat zulmü olduğunu kabullenip, sabır dilemişti.

Allah kimseyi evladıyla sınamasın, aile çok önemliydi ama evladın çilesi de acısı da bambaşkaydı. Hep nerede hata yaptığını sorgulamıştı. Ama! Artık kabullendi otuz yaşına gelmiş koskoca kadının kendini düzeltmemesinin tek sebebi Adem’in kızının her hareketini hoş görmesi ve kızıma laf yok halleriydi.

Kararını vermişti. Şehbal’i telli duvaklı gelin ettikten sonra kocasını boşayacak ve Adana’ya dönecekti. Ailesinden kalma bir evi vardı. Emekli maaşı da yeterdi. Söz dinlemez asalak kızıyla kocası da ne yaparsa yapsın. Yıllarca ikisiyle uğraşmaktan, Şehbal’i korumaya çalışmaktan kendinden vazgeçmişti.

Bundan sonraki yaşamında önüne bakacak, ibadetine devam edecek. Gitmeyi istediği kutsal topraklara gidecek, kurslara yazılacak ve onu yoran değil sevdiği güldüğü kişilerle olacaktı. Damla’nın ona ettiği laflar aklına geldikçe yine gözleri doldu. İkisiyle de iki gündür konuşmuyordu. Tek isteği hem ahiretliği Esme’ye rezil olmamak hem de yıllardır ezilen susan yavrusunun bu gününün güzel geçmesiydi.

İkramlıklardan temizliğe süslemelere dek her şeyle kendi ilgilenmişti. Şehbal ne zaman yardım için gelmek istese karşı çıkmıştı. Misafirlerle gelirse kızının moralini bozacak vakit bulamazlar diye düşündüğünden eve gelmesini engellemişti.

Üzerine giydiği orman yeşili elbisesine uygun eşarbını bağlarken ayna da kendine bakarken bile dudakları hep oynuyordu. Fısıltıyla sürekli dua ettiğinin farkında değildi. Hazırlığını yapıp salona geçti. Organizasyon şirketinin süslemeleri tam istediği gibi yapmalarına takdirle baktı. Mutfağı da kontrol ettiğinde kapı zili çaldı. Derin bir nefes alıp hadi bismillah deyip yüzüne gülümseme yerleştirdi. Kapıyı açtı.

“Annem biz geldik.”

“Hoş geldiniz yavrum.”

Anne kızın sarılmasından sonra Berra ve Miraç’ta Emine Hanım’ın elini öperek içeri geçtiler. Şehbal’in hızla evin içinde dolanmasını her şeyi incelemesine sevginin yanı sıra burukça bakan kadın bir kere daha kocasına ve Damla’ya kızdı. En mutlu geçirmesi gereken zamanları böyle tedirginlikle geçirmesine vesile olanları hiç affetmeyecekti.

Tam oturamadan kapı tekrar çalınca Şehbal koştu ve Mehmet ve Mine geldiğini görünce coşkuyla hoş geldiniz deyip sarıldı. Onlardan beş dakika sonra Türkan ve Baran geldi derken Şehbal heyecandan yerinde duramıyordu. Tabi bir de babasının ve Damla’nın hala neden salona gelmediğini düşünüyordu. Annesine bir ara sormuş, bu gece sadece mutlu olmaya bak diyen can annesine sadece sarılabilmişti. Yıllarca hep destek olmuş, kendinden önce onu düşünmüştü. Babasının boşluğunu, ablasının zorbalıklarını atlatması için elinden geleni yapmıştı.

Kapı zili çalınca mutfaktan koşuşturunca babasıyla çarpıştı. Korkuyla adama baktığında yüzünü buruşturuşuna takılmamaya çalıştı. Kapıya yürüdü. Derin bir nefes aldı. O ara telefonu elinde onun bu hallerini çeken arkadaşıyla gülümsedi. İki elini birleştirip, bir kere daha nefes aldı. Kapıyı açınca Esme Hanım’ı elinde baklava tepsisiyle içeri davet etti. Arkasından yine ellerinde tepsilerle iki uzun boylu yaşlarına göre diri gözüken biri gözlüklü güler yüzlü iken diğeri aynı Mahir’ine benzeyen adamla gülümsemesi çoğalırken herkesi içtenlikle içeri davet etti.

Arkasından iki çocukla gelen görümcesi ve eşine de sarıldı. Onları da davet ederken aşkla bakan adamla eli ayağı birbirine dolandı. Lacivert takım elbisesinin içinde daha heybetli duran adamla alt dudağını ısırdı. Sevdiği adamın gözlerinin dudaklarına kaymasıyla yüzünün kızarmasına engel olamadı. Kocaman kırmızı gül buketini uzatırken hala sesi çıkmayan adama gülümseyerek ellerini uzattı. Onun titreyen ellerine buketi verdi adam ama bırakmadı. Tek eliyle de belinden sarıldı. Kendine çekti. Elinin altındaki bedende titriyordu.

“Çok güzelsin balım.”

“Te…te…teşekkür ederim.”

“Hişşş! Şimdi birkaç defa nefes alıyorsun ve seni ne kadar çok sevdiğimi bilerek sakinleşiyorsun.”

Mahir sözlerinden sonra saçlarına öpücük kondurmaya başladı. Gözlerini kapatmış, sevdiğinin kokusunu içine çekiyordu. Gözlerini açtığında ona öldürecek gibi bakan kadınla bakışları kesişti. Kaşlarını çattı. Adem Bey’den özellikle Damla’nın isteme töreninde olmamasını istemişti. Donuk yüzünü çevirip, sevdiğine bakınca ormanların serinliğini içinde hissetti. Alnından öpüp, içeri geçti. Doğru Mehmet’in yanına oturdu.

“Nasılsın gardaşım?”

“İyi değilim.”

“Neden?”

“Dua et yengen seni seviyor, Şehbal’e sarılamadan seni içeri çekecektim. Mine bırakmadı.”

“Mehmet çok gerginim, Mine’den Allah razı olsun.”

“Sakinleş be oğlum ne olacak bir tuzlu kahve içecek ve sevdiğine kavuşacaksın.”

“Damla manyağının bakışları bakış değil. İyi ki geçen hafta Polonya’ya Şehbal’i götürdün. Adana’ya gidince aklım kalacaktı. Kazasız belasız şu geceyi bir atlatalım valla kırk yetim giydireceğim.”

“Sen merak etme, hepimizin gözü üzerinizde olacak.”

Mahir sadece başını salladı. Adem Bey’e bakınca kaşlarını daha çok çattı. Emine Hanım’ın bu zamana dek bu kişiliksiz adamı neden boşamadığını merak ediyordu. Zira Adem ve Damla’nın hiçbir şeyi hak etmediklerini bu hafta daha iyi anlamıştı. Herkes birbiriyle sohbet ediyordu. Ancak genç adam her şeyden soyutlanmış göz ucuyla sürekli Damla’yı takip ediyordu. Önüne konulan kahveyle dudakları kıvrıldı.

Sevdiğinin küçücük güzel ellerine hayranlıkla baktı. Kan kırmızı ojeli tırnakları bembeyaz ellerinde öyle muntazam duruyordu ki sırf ellerine bakarken bile göğsü aşkla sıkıştı. Bir dikişte kahveyi içmesiyle hafif tuz tadıyla yüzünü buruşturdu. Mehmet’in uzattığı suyu tepesine dikti. Yeşil harelerin parlayarak onu izlediğini görünce olduğu yeri pekiştirircesine hareket etti. Dayısının konuşmasıyla kaşlarını çattı.

“Adem Bey, Mahir benim yeğenim değil evladımdır. Keşke eniştem aramızda olsaydı da bu görevi gururla o yapsaydı. Takdiri İlahi işte, sözün kısası Allah’ın izni peygamber efendimizin kavli ile kızınız Şehbal’i oğlumuz Mahir’e istiyoruz.”

Mahir, sert bakışlarıyla Adem Bey’e döndüğünde adamın yutkunarak Damla’ya baktığını gördü. Adem Bey’in cevabı geciktikçe herkes gerildi. Ortam sessizleşti. Mahir heybetini göstermek istercesine bir elini dizine koyarak tamamen kayınpederine döndü. Vermiyorum derse Şehbal’i üzmeden ne yapabileceğini iki gündür düşünüyordu. Hiçbir fikir bulamamıştı. Emine Hanım’ın kocasını çekiştirmesine rağmen cevabın gecikmesi üzerine Damla’nın kıkırtıları ortamı doldurdu.

Şehbal tir tir titremeye başladı. Ne zaman onun güzel bir günü burnundan gelmemişti ki isteme töreni normal olsundu. Annesinin sözünü dinlemeliydi. Onun evinden sadece annesinden istemeleri gerekirdi. Mahir’in ailesine rezil olmak istememişti ama böyle daha çok rezil olacaktı. Konuşmak istiyor ama dili yine ağzının içinde dönmüyordu. Gözlerinden yaşlar akarken ona iki taraftan sarılan Mine ve Berra sayesinde ayakta durabildi. Türkan’da gözyaşlarını siliyordu. Damla’nın kıkırtıları kahkahaları dönerken, zar zor babasının sesini duydu.

“Ee kusura bakmayın verdim gitti.”

“Hayır! Baba bana söz vermiştin, vermiyorum diyecektin.”

Damla’nın onlara doğru adım atmasıyla Türkan karşısına dikildi. Tek eliyle göğsünden hızla geri itti. Susuyordu. Çünkü konuşursa küfür ederek başlayıp, Damla’nın saçını başını yolabilirdi. Damla’yı nasıl ittiyse tam düşecekken Baran tuttu. Kollarında debelenen kadını zapdetmeye çalışıyordu. Mahir’in kız kardeşi, eniştesi, amcası, dayısı ve çocuklar çok şaşkınken Esme Hanım üzgünce Şehbal’e bakıyordu. Mehmet’te Mahir’i bacaklarından tutmuş, karışma şimdilik demişti.

Emine Hanım ayağa kalktı. O da ağlıyordu. Damla, ne zaman Şehbal’e doğum günü yapsa partide kavga çıkarırdı. Yirmili yaşlardan sonrada mutlaka her ortamda ilgiyi kendi toplamıştı. Karnesi güzel diye yemeğe gitseler hep bir sorun çıkarır, Şehbal’in dikkat çeken bütün ortamlarında onu rezil ederdi. Şehbal’e alınan hediyeler ya yırtılmış, ya kesilmiş ya da kırılmış olurdu.

Ama!

Yeterdi artık bu güzel kızının en önemli günüydü. O hışımla Damla’ya doğru yürüdü ve elini kaldırdığı gibi tüm kuvvetiyle büyük kızına ilk defa vurdu. Damla annesinden yediği tokadın şokuyla kalırken, ortam birden bire buz gibi oldu.

“Eminee! Sen benim kızıma nasıl vurursun.”

Adem Bey’de ayağa kalkıp Emine Hanım’a vurmaya kalkınca Mahir adamın elini hava da yakaladı. Tek eliyle savurmasıyla kalktığı koltuğa yeniden oturttu. Damla hala şokla annesine bakıyordu. Emine Hanım Şehbal’in yanına geldi. Kızına sarıldı. Sonra elinden tutup, Adem’e bakarak bağırmaya başladı.

“Adem! Artık senin bir karın ve Şehbal adında bir kızın yok! Zaten bugüne dekte yoktu.”

Damla’ya sertçe baktı. Ölüsü olan bir gün ağlar delisi olan her gün ağlar sözünün vücut bulmuş haliydi onun gözünde Damla, bu yüzden ona artık söyleyecek sözü yoktu. Dudakları titreyerek Esme’ye ve diğer misafirlere baktı.

“Esme, bacılığım kusura bakma, bakmayın ben kızımı canı gönülden Mahir’e verdim. Hemen düğünümüzü yapalım,” dedi ve Şehbal’le birlikte odadan çıktı. Mutfağının önüne gelince durdu. Her zamanki gibi sessizce ağlayan yavrusuna sarıldı. Saçlarını okşadı.

“Kapıda bekle kızım bir iki eşya alıp geliyorum.”

Emine Hanım odasına girdiğinde Damla’nın bağırışlarını duydu. Kafasını sağa sola çevirdi. Bu kız asla düzelmezdi. Çocukken pedagoga yirmili yaşlarında da kaç kere psikiyatriye götürmüştü. Evladıydı elinden geleni yapmıştı ama kocası yüzünden bir arpa boyu yol alamamışlardı. Bazen vazgeçmek gerekiyordu. En sonunda onunda sabrını taşırmışlar, arkasını dönmesini sağlamışlardı. Kendini tanıyordu, bir daha geri dönüşü yoktu.

Damla ise Baran’dan kurtuldu. Bağıra bağıra ağlayarak odadan çıktı. Şehbal’e bir şey yapacak korkusuyla Mahir’de peşinden gitti. Damla’nın kendi odasına gittiğini görünce rahatladı. Mutfak kapısında sarsılarak sessizce ağlayan sevdiğini gördü. Bunun acısını çıkaracaktı. Adem ve Damla’dan bunun acısını çok kötü çıkaracaktı. Sürekli içinden böyle diyordu.

Esme Hanım, gelinine ve oğluna üzülürken torunlarının nasıl korktuğunu gördü. Kızına kapıyı işaret ederken Adem’e sertçe baktı.

“Abi siz beni kapıda bekleyin.”

İki yaşlı adamda kınarcasına Adem’e bakıp, vedalaşmadan evden çıkmaya başladılar. Mehmet onlara eşlik etti. Herkes çok sessizdi. Berra ve Türkan Damla’yı dövmeden bu evden çıkmayalım diye birbirleriyle fısıltıyla konuşurken, Baran ve Miraç sakin olun diyorlardı. Esme de gitmeye hazırlandı. İlk önce Emine’nin de çektiklerini bildiğinden Adem’e ağzına geleni saymak istemesine rağmen değmeyeceğini düşünerek, salondan çıktı. Şehbal’i ve oğlunu sarılmış görünce burukça gülümsedi.

“Ağlama kızım, sen bizim göz bebeğimizsin.”

“Özür dilerim Esme anne!”

“Dileme yavrum senin bir suçun yok, en yakın zamanda düğünümüzü yapacağız ve sen gülücükler saçacaksın. Unutma bunlara en büyük ceza senin mutlu olman.”

Şehbal’in yanağından usulca öpüp o da evden çıktı. Mine böyle ortamlarda hep geri de kalan biri olurdu. O yüzden oturduğu yerden bile kalkamamıştı. Adem Bey’in kalbini tuttuğunu gördüğünde yanına gitti. Adamın gömleğinin iki düğmesini açtı.

“İyi misiniz?”

“İ..İyiyim…”

Hemen kahve fincanlarının yanında duran sulardan alıp, adamın dudaklarına götürdü. Birkaç yudum su içirirken Şehbal’in çığlığıyla sıçrayınca bardak elinden Adem’in bacaklarına düştü. Arkasını dönmesiyle Damla’nın elindeki silahı ve Mahir’in Şehbal’i korumak için onu arkasına aldığını gördü. Geri geri giderek salonun ortasına dek geldiler. Damla’nın gözleri kocaman olmuş, çok değişik bakıyordu. Mahir’in sözleriyle Şehbal’in yanına o da geçti. Normalde korkudan ölmesi gerekirken üstünde değişik bir sakinlik vardı.

“Damla! Bırak elindekini bak elinden bir kaza çıkacak.”

“Hayır! Hayır bırakmayacağım. Ondan kurtulacağım. Seninle ben evlenecektim.”

“Tamam bak bir sakinleş konuşalım.”

“Hayır dedimmm!”

Damla’nın bağırtısı ile herkes nefesini tuttu. Emine Hanım’ın arkadan elinde vazoyla yavaşça geldiği görmeleri üzerine aynı tavırda olmaya çalıştılar. Mahir hala onu konuşturmaya çalışıyordu.

“Bak silahı bırak, söz senle evleneceğiz. Şimdi ailemi çağıracağım ve seni isteyeceğiz.”

“Gerçekten mi?”

Damla heyecanlandı. Hemen ruhu durumu değişti. Yüzü gülmeye başladı. Şehbal’e küçümseyerek bakmaya başladı. Yine ben kazandım diyordu aklınca Mahir’in sözleriyle silah doğrulttuğu elini indirmeye başladı. Mahir’in ona uzattığı eline ve güzel bakan kahve gözlerine bakıyordu.

“Gerçekten, bana güvenmiyor musun?”

“Baba gördün mü? Mahir beni seviyor demiştim sana,” diye babasına döndüğü sırada Adem Bey, Damla’ya karısının vazoyu kaldırdığını görünce yine sağ duyusunu kaybetti ve son gücüyle bağırdı.

“Damla dikkat et, annen kafana vuracak.”

Damla korkuyla bir adım yana kaydı ve panikledi. Birden kolunu kaldırıp, silahı ateşledi. Çığlıklar birbirine karışırken, kanlar içinde yere düşen kişiyle ne yapacaklarını bilemediler.

Loading...
0%