@herdem6060
|
31. Bölüm – Affet Sevgilim Buse acı denizlerinde yüzerken yanında oturan adama bakıp, anlık şoku atlattı. “Ali Buğra” diye sarılıp, ağlamaya başladı. Öyle çok ağlıyordu ki gökyüzünün gözyaşları ile yarışırdı. Ali Buğra’da sarılmış, usul usul saçlarını okşuyordu. Cenkay, bu akşam evlenme teklif edecekti. Ne oldu acaba diye düşünüyor. Nasıl teselli etmek gerektiğini bilemediğinden sadece sarılarak acısını paylaşıyordu. Biraz daha ıslanırlarsa hasta olacaklardı. Buse’yi hafif kaldırıp; “Hadi seni eve götüreyim. Merve’nin sana benden iyi geleceği kesin.” Buse, öyle küçücük bir kız çocuğu gibi savunmasız duruyordu ki karşısında Merve’nin oteldeki hali gözünün önüne geldi. Cenkay umarım benim yaptığım hatayı yapmamışsındır kardeşim diye geçirdi içinden… Ayağa kaldırıp, kolunun altına aldı. Buse hala ağlıyor, yürümekte zorlanıyordu. Taksiye bindiklerinde yine kollarına sığınan kıza çok şaşırdı. Demek ki birinin desteğine ihtiyacı var diye aklından geçirip; “Ne oldu diye sormuyorum ama daha fazla üzülme… Hiçbir şey bu kadar gözyaşı dökmene değmez.” bir taraftan da kollarından aşağı yukarı yaparak okşuyordu. Ne olursa olsun ben yanındayım demeye çalışıyordu. Evlerinin önüne geldiklerinde nöbette olan Oğuzhan koşarak geldi. “Abi, bir şey mi oldu. Cenkay Bey ile çıkmışlardı.” “Yok, yok bir şey Oğuzhan sen işine dön.” Oğuzhan aldığı emirle hemen köşe başındaki arabaya bindi. Zile bastıklarında Merve yatmak üzereydi. Buse olduğunu düşündüğünden üzerine bir şey almadan kapıyı açtı. Neye, ne kadar şaşırabilirdi. Buse’nin içi dışına çıkmış gibi ağlamasına mı? Ali Buğra’nın kollarında olmasına mı? Yoksa karşısındaki sevdiğinin kendini süzdükten sonra, çok özledim seni dercesine aşkla bakmasına mı? Gözleri doldu ama ne için ona bile karar veremiyordu. Sonra birden silkelendi ve korkarak… “Ne oldu” demeye kalmadan Buse’nin bacakları tutmadı. Ali Buğra kucağına almasa olduğu yere yığılacaktı. Merve, Buse’nin düşeceğini sandığı için acı bir çığlık attı. Hemen salonu göstererek ikisini de içeri aldı. “Merve hemen Buse’nin üstünü değiştir istersen, sırılsıklam…” İçinden Merve’m aşkım diyordu. Böyle bir durumda bile bunları düşünmesi normal miydi? Hele üzerindeki ip askılı siyah beyaz yerlere kadar uzanan ama güzel göğüsleri ortada olan gecelikle ona daha çok çekildiğini hissetti. Merve hemen arkasını döndü. Sonra geri dönüp, iç çeke çeke sessizce ağlamaya çalışan kuzenine baktı. Kafasını çevirdiğinde kendini seyreden adama… “Yardım eder misin? Banyoya sokalım, sıcak bir duş daha iyi olur sanki…” “Tamam.” Buse’yi kucağına aldı. Banyoda ayakta duramayan kızı tutarken; “Tek başına halledebileceğine emin misin?” O arada kurnaya su doldurmaya çalışan kız kafasını çevirip baktı. Ali Buğra burda ve ben bayılmıyorum diye düşündü. Sonra kendine kızdı kuzeni ne haldeydi ve o hiçbir şey olmamış gibi kendini düşünüyordu. “Hallederim.” Merak etme ben neleri hallettim demek istiyor ama kelimeler ağzından çıkmıyordu. Buse’yi zar zor soyup, saçlarını açtı. Gerçekten sırılsıklam olmuşsun diye mırıldanarak, duşa kabine soktu. Suyu başından aşağı dökmesi ile yerinden sıçrayan kuzenine bakakaldı. Bu görüntüyü daha on gün önce Buket’le yaşamıştı. Ondan bir ay önce kendi yaşadı. Her şey üst üste geliyordu. Gözlerini kapadı onunda gözyaşları yanaklarından düşmeye başlamıştı. “Buse’m, ne oldu gülüm…” sadece ağlayan, sorusunu duymayan kuzeninin daha fazla üstüne gitmedi. Güzelce yıkadı tam bornozu alıp, çık diyecekken sıtma tutmuş gibi titreyen Buse; “Merve, be..beni ya…yalnız bırak bi…biraz…” “Tamam!” diyerek dışarı çıktı. Gözlerinden yaşlar akarak, içten derin bir nefes aldı. Banyonun dışında onu ayakta bekleyen adamla karşı kaşıya geldi. Üzerindeki gecelik ıslanmış ve tamamen üzerine yapışmıştı. Ali Buğra, özlemden kavrulduğu ve uzak durmak zorunda olduğu bu görüntü karşısında, bedeni hemen hareketlenince sakinleşmek için konuştu. “İyi mi?” Merve, kafasını sağa sola sallayarak; “Ne oldu.” “Bilmiyorum.” Merve’nin karşısında eli ağzında susmaya çalışan hali çok canını yakmıştı ki. Küt diye bir ses duydular sonrada Buse’nin çığlıklarını, bağıra bağıra ağlıyordu. Merve geri içeri girecekken, Ali Buğra onu durdurdu. “Bırak, içini boşaltsın.” Merve’yi geri çevirip, kollarının arasına aldı. İçerde Buse’nin çığlık çığlığa gözyaşları, dışarda günlerdir özlemini duyduğu, kokusuna hasret kaldığı sevdiği kadının hıçkırıkları... Ne yapacağını bilemez halde aşkını sarıp, sarmalamaktan başka bir şey elinden gelmedi. Arada bir saçlarını öpüyor, doya doya kokusunu içine çekiyordu. Merve ne yaptığını fark edip, geri çekildiğinde; “İstersen gidebilirsin…” Ali Buğra kibarca kovulduğunun farkındaydı. Hayatında ilk defa yüzsüzlük yaptı. Biraz daha yanında kalmak için her şeyi yaparım güzelim dercesine gözlerine baktı ve… “Yok! Bir şeye ihtiyacınız olabilir biraz daha burada kalsam…” Merve, böyle karşılık alacağını hiç düşünmemişti. Çünkü sıkılmıştır ve gitmek ister diye düşündüğünden, gidebilirsin demişti. “Ta..tamam” deyip odaya girdi. Üzerindeki geceliğin üzerine bir beden gibi yapıştığını fark etmesiyle utançtan kafasını bir yerlere gömmek istedi. Hemen bir eşofman ve uzun kollu bir badi giydi. Saçlarını gevşek bir et kuyruğu yaptı. Bir havlu alarak odasından çıktı. Koridordaki sandalyelerden birine oturmuş yakışıklı adamla, yüreği bir kere daha hopladı. Onu göz hapsinden çıkarmadan kendine gelmesini bekleyen aşkından etkilenmemek için elinden geleni yapıyordu. Bir taraftan hala Buse’nin hıçkırık sesleri bir taraftan sevdiğinin yakıcı bakışları Merve nasıl ayakta durabiliyordu onu düşündü. Havluyu uzattığında Ali Buğra bilerek eline dokunarak aldı. Aynı anda ikisinde de oluşan elektriğe bir kere daha şaşırdı. Bu kız benim diğer yarım diye düşünmeden edemedi. Merve ellerine dokunduktan sonraki elektriklenmeyi yok sayıp; “Üzerine giymen için verebileceğim bir şey yok. Islak ıslak kalma istersen evine gidebilirsin” tekrar kovulmuştu ama umurunda mıydı? Asla! “Adamlarımdan yedek kıyafet istedim.” “Tamam.” Merve adamın gitmeyeceğini anlamış ve duruma sinirlenmesi gerekirken yüreğinin mutlulukla dolmasına kızmıştı. Buse’nin yanına girdiğinde duşu açmıştı. Yukardan akan suyun altında, dizlerini kendine doğru çekip kollarıyla sarılmıştı. Kafasını duvara dayamış halde ağlamaya devam ettiğini gördü. Böyle durumlarda kriz yönetimi çok iyi olan Merve, Ali Buğra’nın varlığı yüzünden darmadağın olmuştu. Kafasını toparlayıp, tek kelime konuşamıyor. Kuzenini teselli edemiyordu. “Hadi kalk güzelim. Hemen giyiniyoruz sonrada ne olduğunu anlatıyorsun?” Buse’nin bornozu çok kısa olduğundan kendi bornozunu giydirdi. Saçlarını da havlu ile sardıktan sonra banyodan çıkarttı. Ali Buğra hemen gelmiş yardım edeyim demişti. Merve, kafası ile gerek yok işareti yaptı. “Sen salona geç biz geliyoruz” derken zil çaldı. Ali Buğra hemen kapıya gittiğinde Oğuzhan ona bir torba uzattı. “Sağol koçum” deyip hemen poşeti alıp, salon denen yere girdi. Etrafına şaşkın şaşkın baktı. Daha önce hiç bu kadar küçük bir ev görmemişti. Evin giriş katta olmasından hiç hoşlanmadı. Genç kızların daha korunaklı bir yerde yaşaması gerektiğini düşündü. Allah’tan demir parmaklıklar var yoksa burda oturmasına asla izin vermezdim diye konuşarak kıyafetlerini değiştirdi. Kendi de iç çamaşırlarına kadar ıslanmıştı. Üstündeki takım elbise getirilen torbaya sığmamıştı ama umursamadı. Kapı çalınınca heyecanlandı. “Müsait misin, girebilir miyiz?” Allah’ım kibarlığa bak kendi evinde benim müsaitliğimi düşünüyor diye mırıldanarak kapıyı açtı. Karşısında ki yıkılmış kızla içi ezildi. Birlikte kanepelerden birine oturttular. Sonra Merve, hangi ara yaptığı bilinmez sıcacık çay ile geldi. Ali Buğra’ya doğru eğildiğinde göz göze geldiler. Biri gözleriyle bunu yıllarca hayal etmiştim ama böyle değil. Sevgilim olacaktın, hatta kocam olacaktın ve ben sana hizmet edecektim diyor… Ali Buğra ise; bundan sonra senden başkasının bana çay getirmesini istemiyorum. Özür dilerim aşkım, özür dilerim yemin ederim tek bildiğim yol oydu. Sen öğret bana sevmeyi, sevilmeyi ama benden vazgeçme ne olur, affet beni de mutlu olalım diyordu. İki yüreği yanık gözleriyle seni seviyorum dediler ama söze dökülmedi. “Buse, kendine gel güzelim. Al, sıcak bir şey iç belki için ısınır biraz ve bize ne olduğunu anlat.” Buse, elleri titreyerek aldı çayını, zar zor bir yudum aldı. Ağzının içinde savaş çıkmış gibiydi. Daha çok çoğalmıştı yaraları ve çok acı çekiyordu. Ali Buğra’ya baktı. “Senden özür dilerim.” Ali Buğra’da Merve de neden diye bakıyorlardı. “Senin duygularını ve geçmişte neler yaşadığını öğrendiğim halde Merve’ye anlatmadım. Çünkü geçmişinin acısını Merve’den çıkardığın için çok kızmıştım. Merve’yi o kadar ağlatmaya hakkın yoktu.” “Buse, lü..lütfen.” “Merve özür dilerim. Ali Buğra’nın seni sevdiğini öğrendiğim halde, sizi barıştırma tekliflerine engel oldum. Daha geçen hafta acıdan gebersin dedim.“ Ali Buğra sadece Merve’ye bakıyordu. Kimseye onu sevdiğimi söyletmiyordu. Kuzeni bile inanmış ne olur güzel gözlüm sende inan diye gözlerinin içine içine bakıyor ama karşılık alamıyordu. “Önemli değil. Haklısın… Haklısınız… Bu gece, Cenkay sana evlenme teklif edecekti ne oldu?” diye sorunca Buse kafasını öyle bir kaldırdı ki; “Bana sakın ondan bahsetmeyin bir daha…” diye bağırdı. Ali Buğra’nın seni sevdiğini demişti değil mi kuzeni… Ne olur bu kadar hızlı çarpma be kalbim… Ne olur böyle hızlı atma be nabzım… Biliyorum bu adam beni sevmiyor, biliyorum sadece o gecenin vicdanını yaşıyor… Ne olur hemen heveslenme be yüreğim diye kendiyle konuşurken özellikle, Ali Buğra’nın tarafına bakmıyordu, bakamıyordu. “Gülüm bak sabrım taşıyor… Ne oldu diye on kere sordum.” Ne olur bizim konumuz kapansın, yanı başımda aklımı alan kokusu burnumu deliyor zaten ne olur biraz daha dayanabileyim diye içinden yalvarmaya başlamıştı. “Yanımıza Sertaç geldi.” “Sertaç mı? O kimdi ki, hatırlayamadım.” Sonra sağ gözün üstünde bir ışık yanıp söndü. Yıllar önce Gökçe’nin dağılmış hali geldi gözlerinin önüne… “Gökçe’nin, Sertaç mı?” Ali Buğra, kaşlarını kaldırmış anlamaya çalışıyordu. Merve’nin kendi konularını ustalıkla geçiştirdiğinin de farkındaydı. Acayip bozulmuştu. Ben nasıl ulaşacağım yavrum sana ya diye, hala bal gözlüsüne bakıyordu. Bir hıçkırık kopuverdi yine, “Geçen hafta Antalya’da karşılaştık. Ko..konuşmadım bile o kadar önemsizdi ki… Si...size bile söylemeyi unutmuşum düşün… Cenkay’a bakarak, benimle oynadığın gibi bu beyle de oynamıyorsundur u…umarım dedi. Ayağa kalkıp, ordan kovacakken; Bu sefer ki avına geçen hafta Antalya beraber ol…olduğumuzu söyledin mi dedi. Cenkay, dövmeye başladı. Gözü döndü daha önce onu hiç öyle görmedim ama onun kızgınlığı banaymış. Be..beni dinlemedi. Bana, bana Gamze’den bile aş…aşşalık olduğumu sö…söyledi. Yalvardım Merve! Açıklayabilirim de.dedim. Beni o fa…fahişeyle bir mi tutuyorsun diye sordum. Ondan daha betersin dedi.” Artık hıçkırıkları nefesine dar gelmeye başlamıştı. Boğazını tutarak; “Ne…nefes a..ala..mı…mıyorum.” olduğu yere bayıldı. Ali Buğra hemen müdahale etti. “Buseeeeeeeeeeeeeeeee” Merve’nin çığlığı yürekleri dağladı. Hemen kucakladığı kızla kapıya çıktı. Oğuzhan tekrar yetişti. 2. Part “Hemen arabayı getir” Ondan sonra hangi ara arabaya bindiler, hangi ara hareket ettiler ve hangi ara hastaneye geldiler anlamadılar bile… Merve, ne olur bir şey olmasın Allah’ım diye yalvara yalvara ağlıyordu. Ali Buğra kucağındaki kız için mi yoksa sevdiği için mi telaş etsin, şaşırıp kalmıştı. Acil de Buse’yi doktorlara teslim ettikten sonra koridorda kaldılar… Duvarın köşesine sinmiş sevdasına bakıp dayanamadı ve kolundan tuttuğu gibi sarıldı. “Merve’m, yavrum korkma hiçbir şey olmayacak.” “Ali’m ben teyzeme ne de…derim. Kızıma sahip çı..çıkamadın mı di..diyecek bana…?” Ali Buğra, gözlerini kapatmış. Merve’nin o geceki gibi ona Ali’m deyişini hazmetmeye çalışıyordu. Bu kız her Ali’m dediğinde ben böyle olacaksam… Vay benim halime diye ortama hiç uygun olmasa da gülümsedi. “Merak etme, güven bana ve ne olur ağlama? Dayanamıyorum. Ben senin tek bir gözyaşına kurban olurum.” Ama en çok o gözyaşlarını sen döktün diyen iç ses, yine her olur olmadık zamanda olduğu gibi münasebetsizlik yapıyordu. Buse Türkoğlu yakınları denilir denilmez toparlandılar. Merve koşup, “Ben kuzeniyim, ne oldu, iyi mi?” “Bildiğiniz bir rahatsızlığı var mı?” “Yok” “Ateşi çok yüksek eğer düşüremezsek yoğun bakım ünitesine sevk etmek zorundayım.” “O, o kadar mı kötü” Ali Buğra’ya döndü, gözleri tekrar doldu. “Ben teyzeme ne diyeceğim.” Dudakları titreyerek öyle içli söylemişti ki Dünya’nın bütün doktorlarını önüne sermek istedi. “Kötü düşünme” Hemen Gökçe’yi, Ecem’i aramalıyım. Buket off Buket olmaz daha hayatının en kötü olayını yaşayalı daha on gün bile olmadı diye kafasından hızlı hızlı düşünüyor ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu. Zar zor koltuklara oturup, kafasını elleri arasına aldı. Gözyaşları yağmur misali yere dökülürken, “Buse bunu yapma bize” diye mırıldanıyordu. Telefonunu çıkardı iyi ki de o ara çantalarını falan almak aklına gelmişti. Zaten böyle durumlarda kafası hiç olmadığı kadar hızlı çalışırdı. Gökçe’yi aradı ama açılmadı. Ecem’i aradı. “Merve, bu saatte araman hayır mı canım…” “Ecem.” “Merve ne oldu?” Ecem artık bağırmıştı. “Hemen Özel Levent Hastanesine gel…” Daha fazla konuşamayacağı için kapatmıştı. En fazla on dakikaya burada olur zaten diye düşünüyordu. Kafasını kaldırıp, kendine ıstırap çekiyormuş gibi bakan adamı görecek hali yoktu. Ali Buğra’da Cenkay’a haber vermek istedi ama telefon kapalıydı. Gecenin 01:30’u olmuştu. Merve’nin yanına oturdu. Zira uzak kalamıyordu. Elini tutup, dudaklarına götürdü. Gözleri kapalı sadece gözyaşı döken kız ile yüreğine ateşler düştü. Yine o gece asansörün önündeki gibi ağlıyor dedi içinden… Merve unutsa bile Ali Buğra hiç unutmayacaktı. Merve affetse bile o kendini affetmeyecekti. Çünkü her hareketi o gece Merve’ye ne yaptığını hatırlatıyordu. Merve elini çekmedi. Şuan ne birine kin tutacak, nede trip atacak hali kalmıştı. Tek derdi Buse’ye bir şey olmamasıydı. Ecem koşarak acilden içeriye girdiğinde şok oldu. Ne olmuştu da Ali Buğra, Merve’nin elini tutuyor ve bizim kız bir şey yapmıyor, Allah’ım hayır olsun diyerek yanlarına kadar geldi. Merve’nin hala gözleri kapalı olduğu için Ecem konuşana kadar anlamamıştı. “Merve” o kadar korku dolu çıkmıştı ki sesi… Duyacaklarına hazır değildi. Merve gözlerini açıp, Ecem’e öyle bir sarıldı ki, nerdeyse düşeceklerdi. “Merve ne oldu?” “Bu..Buse” diyor gerisi gelmiyordu. Dili varmıyordu. Ali Buğra anlamışçasına; “Buse’yi yoğun bakıma aldılar” “Na..nasıl?” “Ateşi çok yüksekmiş ve düşüremediler... Çok fazla ıslanmıştı üşüttü sanırım…” “Sakin ol kendini bırakma canım…” O arada telefon çaldı. Merve, arayanı gösterdi. Ecem telefonu alıp, “Gökçe, ben Ecem hemen Özel Levent Hastanesine gel canım… Annenden Merve izin alsın istersen burada olman lazım… Buraya gelince öğrenirsin telefonda konuşmayalım… Off Gökçe uzatma biran önce burda ol…” Telefonu yüzüne kapattı. Bu saatte Gökçe nasıl çıkacağını düşünürken hemen eline not defterini aldı. Hastaneden acil çağrıldığını yazdı. Hazırlanıp, koşar adım çıktı. Onların oturdukları yerde bu saatte otobüs falan da bulunmazdı. Hemen taksi durağına doğru koştu. Doğduğundan beri aynı yerde oturuyor ve ilk defa böyle bir saatte dışarı çıkıyordu. Her yer o kadar ıssız gelmişti ki, bütün bedenini korku sardı. O yüzden dört yol denen yere koşmaya başladı. Orada mutlaka bir taksi bulurdu. Taksiyi görünce çocuk gibi olduğu yerde zıpladı. Yola çıktıktan sonra taksiciye daha hızlı, hızlı diyerek sıkıştırıp durmuştu. Taksici ah bu kadar uzun yol olmayacaktı ben sana sorardım diye sinirleniyordu artık. Yolda Ecem’i arayıp, Buse’nin hastalandığını duyunca sanki dakikalar geçmiyor gibiydi. Hastaneye vardığında, kızları görmesiyle söylenilenden daha kötü bir şey olduğunu anladı. Korku iliklerine kadar işledi. Kızlar sarmaş dolaş bir ağlama seansı daha geçirdiler… Birde Merve olanları anlattıktan sonra Gökçe kendini suçlamaya başladı. Ali Buğra kızlara uzaktan bakıyordu. Gökçe’nin halini görünce Merve’nin her şeyi anlattığını anladı. İyi de kimdi bu Sertaç… Bugünü mü bulmuştu Buse’nin karşısına çıkmak için... Orada olduklarını nerden biliyordu. Ali Buğra hiçbir zaman tesadüflere inanan bir adam olmamıştı. “Bu işte bir iş var ama neyse yakında çıkar kokusu” diye kızlara bakarak mırıldandı. Cenkay’ı yüz kere aradı. Cihat ile Cihan’ı arasa mı bilemedi. En sonunda çatlama noktasına geldiğini bildiğinden Erdem’i aradı. Hemen Cenkay’ı bulmasını söyledi. Sabahın altısı olmuştu. Kantine gitti hepsine birer çay alıp, tost yaptırdı. Kızlara getirince ufak çaplı bir şok yaşandı. Ali Buğra’nın gitmiş olduğunu düşünüyorlardı. Merve tosta dokunmadı sadece çayı aldı. Kızlar biraz yalnız kalsınlar diye elinden tepsiyi alıp, kaş göz işaretiyle yanına oturmasını söylediler. “Merve” Kafasını kaldırıp, kanlanmış gözleri ile Ali Buğra’ya baktı. Sadece bakışarak acısını paylaşmak istedi. İsminden başka bir şey çıkmadı ağzından… Saçlarını okşasam, yeniden sarıp sarmalasam olmaz mı diye gözleriyle soruyordu. Merve’ye, nasıl yaklaşırım diye kaç gece sabaha kadar düşünmüştü. Arkadaşlarıyla ne kadar çok plan yapmışlardı. Kadere bak ne plan işliyordu nede düşünce o istediği gibi oynuyordu oyununu… Kendine gelmesi gerektiğinin farkında olarak konuşmaya başladı. “Lütfen tostu ye, şimdi gitmem lazım… Katılmak zorunda olduğum önemli bir davam var yoksa gitmezdim. Hem Cenkay’ı da bulsam iyi olacak.” Cüzdanını çıkarıp, kartını uzattı. “Buraya özel cep telefonumu yazıyorum. Buse’nin durumunda değişiklik olursa ya da bir şeye ihtiyacın olursa mutlaka ara beni olur mu?” Merve sadece bakıyordu. Neden bu kadar çok sarılmak istiyordu. Neden gitme dememek için kendini zor tutuyordu. Neden gidip bir daha gelmemesinden bu kadar korkuyordu. Neden, neden, neden… En sonunda dolan gözleri haricinde bir tepki verdi. “Tamam.” Anında kafasını çevirmişti. Onun gidecek olmasına ağladığını anlamasını istemiyordu. Çünkü bu adamı kandırmak çok zordu bunu yaşayarak öğrenmişti. Ali Buğra ayağa kalktı. Hiç gitmek istemiyordu ama sorumlulukları vardı. Hemen geri döneceğini bilerek yürümeye başladı. Ne düşündü bilinmez birden geri döndü. Merve’nin kafasının üzerine uzun bir öpücük kondurdu. Saçlarını okşadı ve aynı hızla geri dönüp hastaneden çıktı. Oğuzhan yanına gelmiş… “Abi gidiyor musun?” Kendini hiç konuşacak gibi hissetmese de hastaneye doğru bakarak hızlı bir nefes aldı. “Evet! Canımın yarısı sana emanet…” “Emanetin canımdan ötedir abi...” Kafasını sallayarak taksiye bindi. Önce dün geceki mekana gidip arabasını almalıydı. Sonra eve gidip hazırlanmalı ve öğleden sonraki davanın detaylarını son kez gözden geçirmeliydi. Tekrar Erdem’i aradı. “Erdem, Cenkay’ı buldun mu?” Bir süre karşısındaki adamı dinledikten sonra; “Tamam, aramaya devam et ve hemen beni ara.” Gökçe, yaşadığı vicdan azabı yüzünden yerinde duramıyordu. Onun yüzünden en yakın arkadaşı bu haldeydi. Bu durumu çözmem lazım ama nasıl diye düşünüyor bir türlü hal çaresine koyamıyordu. Doktorlar hala Buse’nin ateşinin 39.5’de gezdiğini, bir türlü düşüremediklerini tek tesellilerinin bünyesinin güçlü olması ve ciğerlerinin sağlıklı oluşu diye bilgi vermişlerdi. Merve bir kere daha yıkılmıştı. Bir iki ay önce yaşadığı acıyı düşündü. Bundan daha büyük bir acı olamaz diye az ağlamamıştı. Şimdi anlıyordu ki bu hayatın ölüm diye bir gerçeği vardı. Her şeyin çaresi vardı ama bunun yoktu. Buse’yi kaybedemezdi bunu düşündükçe bütün bedeni titredi. Allah’ım bu hayattaki en önemli şey sağlıkmış keşke böyle bir sınavla öğretmeseydin bize diye her zaman ki gibi Rabbi ile konuştu. Rabbim, sen ne eylersen güzel eylersin isyan etmiyorum. Sadece aşk acım için kendimi boşuna parçaladığımı keşke böyle anlamasaydım diyorum. Kaptırmış kendini yine yürekten Rabbine sığınıyordu. Kızlar bir süre daha Buket’e ve ailesine haber vermeyelim diye karar aldılar ve bu yüzden herkes izin ayarlamaya çalışacaklardı. Merve mesai saatine yakın Berkay Bey’i arayıp utana sıkıla izin aldı. Bu ara hem rapor hem izin olayını abarttığını biliyordu. Ancak hayatı tepetaklak olmuştu. Hem kendi başına hem kuzenlerinin başına gelenler inanılır gibi değildi. Sanki tepelerine kötü günler için biri zehir tozu bırakmış, koklayanın hayatı kararıyor gibiydi. Kızlar yüz yüze izin almak için işyerlerine gidince yalnız kalan Merve, kafasını duvara dayayıp, gözlerini kapattı. Ali Buğra gözünün önüne geldi. Hele gitmeden önce kafasından öpüşü, ben yanındayım havaları çok güzeldi. Allah’ım ne olur beni sevsin, çok sevsin ama beni onun karşısında güçlü kıl. Bir daha emin olmadan ona kapılmıyım, gözlerinde ki bakışa kendimce anlamlar yükleyip, umutlanmıyım… Bak şuan bile kalbim hızlanıyor, çok seviyorum Allah’ım çok… Düşe kalka geldiğim bu yaşıma kadar çok şey yaşadım. Hep yine de şükür dedim. Şükür ki en azından yürüyorum, görüyorum, duyuyorum… Hiç bana verdiğinden daha fazlasında gözüm olmadı. Benden iste kulum dedin. Hep senden istedim Rabbim. Yine sana yalvarıyorum Buse’yi bize bağışla, ağladığıma bakma, ben hep ağlarım zaten… Sen hayrını göster Rabbim! Ne olur bana bu acıyı reva görme o benim kardeşim… Gözlerinden akan gözyaşına aldırmadan ve gözlerini açmadan sürekli içinden geldiği gibi dua ediyordu. “Merve Hanım” isminin söylenmesi ile kendine geldi. Elinin tersiyle burnunu sildi. Karşısındaki kişiyi dün geceye kadar hiç görmemişti. Elindeki çaya ve yanında getirilmiş bisküviye baktı. Kaşlarını kaldırdı. “Ben Oğuzhan efendim. Ali Buğra Bey için çalışıyorum. Size bunları getirmemi istedi.” İşte bu Merve’nin kendisini daha fazla tutamamasına sebep oldu. Kendini koskoca hastanede yapayalnız hissediyor ve kötü bir şey olursa ne yaparım diye düşünürken, onu ilk defa düşünen biri çıkmıştı. Artık hıçkıra hıçkıra ağlıyor başka bir şey yapamıyordu. Oğuzhan’ın eli ayağına dolaştı. Karşısında acı çeken yengesine, nasıl yardım etmesi gerektiğini bilemedi. Patronu hatta abim dediği adam gittiğinden beri her yarım saatte bir arayıp nasıl olduğunu sormuştu. Dünden beri çok ağlamıştı ama bu kadar dağılmamıştı. Hemen elindekileri sandalyenin üzerine koydu. Ali Buğra’yı aramayı düşünse de ben davaya giriyorum çıkar çıkmaz ararım dediği için vazgeçti. Önünde eğildi. Ellerinden tuttu. “Yenge, şey pardon Merve Hanım lütfen neye ihtiyacınız varsa hiç çekinmeyin. Ben hep yakınınızda olacağım?” Merve kafasını salladı. Gücünün sınandığının farkındaydı. Yıkılmayacaktı ama işte bazen böyle kendini koy veriyordu insan… Oğuzhan uzun boylu iri olarak arkadaşları tarafından hep kocaman oluşuyla dalga geçilen biri olsa da çok duygusal biriydi. Kadınların gözyaşlarına hiç dayanamazdı. Hele böyle içten yürekten ağlayan kıza daha içi acıdı. Gözleri dolarak arkasını dönüp, dışarı çıktı. “Allah’ım sen yardım et bu kızcağızlara…” Cenkay hala aranıyordu. Cihat ve Cihan’a da haber verilmişti ama dört koldan aradıkları arkadaşlarından ses seda yoktu. Bu iki aşığın canını yakanları bulacaklardı ancak ilk önce Cenkay’ın aklını başına getirmeleri gerekiyordu. Ali Buğra, Oğuzhan’dan aldığı mesaj üzerine adliyeden çıkar çıkmaz hastaneye gelmek istemişti. Merve’nin tek başına çaresiz ne yapacağını bilmez halde hastanede sürekli ağladığını okuduğundan beri hemen yola çıkmıştı. Ama Çağlayan’dan Levent’e neredeyse bir buçuk saatte gelmiş, İstanbul’a da trafiğine de kalabalığına da küfür edip durmuştu. Direksiyona kaç kere vurduğunu saymamıştı. Canının yarısı yapayalnız ve o yanında değildi. O gece ve ondan sonra ki bütün gecelerde onun başına bir şey gelmemesi bir daha ağlamaması için elinden geleni yapacağını söyleyip, durmuştu ama olmayınca olmuyordu işte… Merve’nin yanına geldiğinde ne yapacağını, nasıl konuşacağını bilemedi. Böyle bir girdap yoktu. Allah beni kahretsin ki sana yaklaşamama sebebim yine benim diye içinden kendine saydırıyordu. Sanki bir gece de on yaş yaşlanmış sevdiğine, baktığında ölesi geldi. Bir cesaret kendini Merve’nin yanına attı. Merve’nin konuşası yoktu. Hem de hiç çünkü konuşursa bağıra bağıra isyan etmekten korkuyordu. Ali Buğra da konuşmadı. Sessizliğin sinsi sızısını paylaştılar birlikte… Buse’nin durumunda hala bir değişiklik yoktu ve korkuları gittikçe büyüyordu. Kızlarda diğer iki gün için izinlerini ayarlayıp, akşam gelmişlerdi. Cihat ve Cihan da hastanedeydi ama Cenkay yoktu. Belki de onun gelişine bağlıydı Buse’nin iyi olması ama yoktu işte… Cehennemin dibine girmiş gibi yok olmuştu. Cihan, Gökçe’yi göz hapsinden çıkarmazken Cihat, Ecem’e bakıyordu. Kızların onları seyreden adamları görecek halleri kalmamıştı. Bir gün daha bekleyip, ailesine haber vereceklerdi. Bunun olmaması için deli gibi dua ediyorlardı. Gökçe, 8. Rengim sensin dediği arkadaşı için üzüntüden ölmek üzereydi. Tüm gün hastanede ruh gibi dolanmıştı. Her an telefon çalacak ve kötü haber gelecek diye aklı çıkmıştı. Bir gün bacım dediği, kız kardeş yerine koyduğu kıza bu kadar büyük zarar vereceğini aklının ucuna bile getiremezdi. Yüreği yanıyor, gözleri durup durup tekrar yaşlar akıtıyordu. Yürekler ağızlarında iyi bir haber için hemşirelerin, doktorların ağzına bakıyorlardı fakat ne güzel bir haber nede olumlu bir gelişme oluyordu. Ali Buğra’nın telefonu acı acı çalmaya başlayınca; “Erdem, Allah aşkına güzel bir haber ver…” “Abi, Cenkay Bey’i bulduk…
|
0% |