Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Bölüm

@herdem6060

33. Bölüm

Kızlar yürekleri ağızlarında yoğun bakım ünitesinin kapısına bakıyorlardı. Sarıldıkları adamların göğüslerinden kafalarını kaldırmadan, sessiz gözyaşları eşliğinde güzel haber için dua ediyorlardı. Doktor çıktığında kimse yanına gidemedi. Kötü haber ise kimsenin duymaya hali yoktu. Doktor gençlere bakıp, hafif gülümsedi.

“Gözünüz aydın. Buse’nin ateşi tamamen düştü.“ Herkes bu sefer mutluluktan sarıldı. Neredeyse 3 gündür ilk defa gülüyorlardı.

“Ancak bir türlü uyanmadı. Bunu da psikolojisine bağlıyorum. Sanki bilerek kendi uyanmak istemiyor... Yarın sabah tekrar deneyeceğiz. Geçmiş olsun.” Diyerek önlerinden geçti, gitti. Gökçe, ilk yılını yoğun bakım ünitesinde geçirdiği için bu tür vakaları bilirdi.

“Korkmayın artık, hayatı tehlikeyi atlattı ya önemli olan bu… Elbet bugün olmazsa yarın, bilemedin öbür gün uyanır.” sevinçle konuşarak kızları rahatlattı. Merve üzgün bir sesle dudaklarını sarkıtarak;

“Ama ben doktora birazcık olsun görmek istiyorum diyecektim…”

“Tamam, bacım ben hallederim. Mutlaka görürsün bugün…” Gökçe o kadar mutluydu ki her şeyin üstesinden gelebileceğini hissediyordu.

Erkeklerle çok samimi olduklarını fark ettikleri anda hepsi de aynı anda geri çekildi. Üç adamımızda bu durumdan hoşlanmamıştı. Hadi Ali Buğra aşktan ölüyordu. Cihan bu kız benim hoşlanıyorum demişti. Peki, Cihat’a ne oluyordu. Ecem’e sarıldıktan sonra kızın kokusunda kendini kaybetmişti. Hiçbir kadının bedeni ona bu kadar huzur verememişti. Eğlencelik bir kızda huzur bulduğu için kendine kızdı.

Merve, teyzesine Buse seyahate gitti ve bir hafta kimseyi arayamayacağını söyledi diyerek çok inandırıcı olmasa da bir yalan uydurmuştu. Tabi Buket yutmamıştı. Tekrar ne oluyor diye aradığında; ona da Cenkay’la kavga ettiğini o yüzden telefonu kapalı olacak ve kimseyle konuşmak istemiyor dedi. Buket bu yalana çok rahat inanmıştı. Zaten başına gelen şey yüzünden sadece işe gidip, geliyor evden dışarı çıkmıyordu. O yüzden Merve daha rahattı.

Cuma akşamı alınan güzel haberden sonra kızlar sırayla Buse’yi görmeye girmiş içleri daha rahat etmişti. Sonra hep birlikte beklemeye gerek kalmadığından sırayla bekleyelim ve gidip duş falan alalım dediler. O gece Gökçe ben bekleyeceğim demiş herkese kış kış yapmıştı. Cihan bende kalayım dese de kesin bir dille gerek yok demiş yüzüne bile bakmamıştı. Cihan, bak ya yine aynısını yapıyor deli edecek beni diye sinir oluyordu. Tepki göstermeye bir hakkı olsun o zaman soracaktı hesabını…

Ali Buğra ilk önce Ecem’i eve bırakmış, sonra aynı arabada sessizce Merve’yi getirmişti. İlk defa yalnız kalıyorlardı. Bu yüzden konuşmak için can atıyordu. Evin önüne geldiklerine Merve inmek için neyi beklediğini bilmiyordu. Teşekkür etmesi gerekiyordu biliyordu ama işte konuşmak için güç gerekti. O gücü de kendinde bulamıyordu. Ali Buğra ondan daha beterdi. Yanlış bir şey söyleyip, ikinci şansını da kaybetmekten ödü kopuyordu. Kendini on yaşındaki halinde hissetmesi çok mu anormaldi bilmiyordu ama tek bildiği o zaman nasıl annesinin sevgisine ihtiyacı varsa şimdide Merve’nin sevgisine vardı. Merve sesi titremeden konuşabilmek için uzun bir nefes aldı.

“Teşekkür ederim.”

“Merve biraz konuşabilir miyiz?” Önemli değil bile demek istemedi. Çünkü onun yanında olması için teşekküre gerek yoktu. Merve, o geceyi konuşmak için gücü var mıydı? Onu düşündü. Şuan olmasa başka zaman olabilir miydi? Hayatının en mutlu ve en acı gecesini yok bu gece konuşmak istemiyordu.

“Konuşmak istediğimden emin değilim.” Bunu o kadar mırıldanarak söylemişti ki Ali Buğra’ya mı cevap vermişti yoksa kendi kalp sesine mi?

“Özür dilemek çok hafif benim yaptığımın yanında ama bana bir şans ver kendimi açıklıyım. Biliyorum hiçbir söz benim yaptığımı affettirmez ama en azından beni biraz anlamanı sağlar…”

“Ali Buğra lütfen bu gece değil” konuşması biter bitmez kapıyı açıp çıkmıştı. Arkasından yüreği yanık bir adam bıraktığından habersiz… Ona göre Ali Buğra onu sevemezdi ama çok yakında yanıldığını anlayacaktı. Gözleri dolup, dolup taşan adam;

“Ben mecburum sana… Ne yaparsan yap, ne kadar kaçarsan kaç senden vazgeçmeyeceğim.” Rotasını evine çevirdi. Bugün yine Oğuzhan nöbet tutacaktı.

Merve, eve girer girmez sırtını kapıya dayadı. Çantasını yere bıraktı. Ellerini dizlerine koyup yere doğru eğildiğinde sakın ağlama diyen kalp sesini duymadı. Sonra titreyen bacaklarına söz geçiremedi ve olduğu yere oturdu. Dilinden dökülenleri, dağlara söylense dağlar alev alırdı.

“Ne olur uzak dur benden ne o…olur… Benim canım sana bağlı be Ali’m… Yıllarca gel diye, beni gör diye bekledim. Hayallerim, rüyalarım, gülücüklerim hep sendin… Ben sadece beni sev is…istedim. Mutlu olalım istedim. Hayallerimi yıktın, rüyalarımı kabusa çevirdin. Gülmek nedir unutturdun. Onurumu ayaklar altı ettin ben seninle ne konuşayım ne… Yapma uzak dur benden daha fazla azap çektirme bana… Ben sana mecburum bunu biliyorum ben sana git di…diyemiyorum ama kal da diyemem artık… O yüzden sen beni sevmezken yüreğimi daha fazla yakmadan git…” sanki karşısındaymış gibi konuştu konuştu sonra dizlerini kendine çekip kafasını eğip omuzları sarsıla sarsıla ağlayıp, durdu.

Birbirlerinden habersiz “ben sana mecburum” demişlerdi. Aynı kelimelerle birbirlerinden vazgeçemeyeceklerini dile getirdiklerini ne zaman öğreneceklerdi acaba?

Aradan iki gün daha geçmiş, Buse hala uyanmamıştı. Günlerden pazartesi olmuş Gökçe hariç herkes işine gitmişti. Merve Berkay Bey’e durumu anlatmış, Cenkay ile konuşması konusunda yardım rica etmişti.

Berkay Bey, duyduklarından sonra ne işin var burada deyip beş günlük yıllık izin yazdırmıştı. Hastane de olan Gökçe, öğlen Merve’nin gelmesiyle kafasında olanları gerçekleştirmek için;

“İşim var birkaç saate gelirim değişiklik olursa ilk beni arıyorsun” diye hastaneden çıkmıştı. Taksiye atladığı gibi Cihan’ın bıraktığı karta ki adrese geldi.

“Allah’ım ne olur iş yerinde olsun.” Diye yol boyunca dua etmişti. Plazaya geldiğinde müşteri gibi gelmişti. Sekreter ısrarla başka bir avukatla görüştüreyim sizi diyordu. En sonunda Cenkay için ikna etmişti.

“Siz bekleyin ben kendisine soracağım ama görüşeceğinizi sanmıyorum.” Diyerek odaya girmişti. Bu kadarına şükür diye ayakta beklemeye başladı.

“Efendim Gökçe Hanım diye biri sizinle görüşmek istiyor. Randevusuz görüşme yapmadığınızı söyledim ama çok ısrar ediyor.”

“Kimseyle görüşmeyeceğim, başka bir avukat arkadaş yardımcı olsun ya da Cihan Bey’e yönlendir…”

“Sizin yeni bir dava almadığınızı ve başka bir avukata yönlendireyim dedim ama kabul etmiyor…”

“Didemmmmm!” öyle bir bağırdı ki sekreteri olduğu yerden bir iki adım geri gitti.

“Türkçe konuşamıyor muyum? Kimseyle görüşmeyeceğim dedim sana...”

“Tamam efendim…” Yaklaşık dört yıldır birlikte çalıştığı patronunu ilk defa böyle görüyordu. Sinirli bir adamdı biliyordu ama siniri kendineydi. Kimseye kötü davranmaz hele kendini hiç böyle kırdığı olmamıştı. Gözleri dolarak odadan çıktı. Profesyonel bir sekreterdi o yüzden hemen kendini toplayıp, kibar ama sert bir tonla;

“Gökçe Hanım, maalesef Cenkay Bey müsait değil. Sizi başka birine yönlendirme teklifimi yinelemek zorundayım”

“Bakın anlamıyorsunuz benim avukata ihtiyacım yok… Ben Cenkay ile görüşmek zorundayım.” Didem, daha önce hiç olmadı böyle bir şey ama acaba patronun eski sevgilisi falan mı diye düşüyor ne zaman Cenkay Bey, Cenkay olmuştu onu kestiremiyordu. Kesinlikle bu kadının içeri girmesine müsaade edemezdi.

“Lütfen ısrar etmeyin… Güvenlikleri çağırmak zorunda bırakmayın beni…” Gökçe Cenkay’la görüşemeyeceğini anlayınca, o zaman bende burdan bağırarak konuşurum mecbur duymak zorunda kalırsın Cenkay Efendi demesiyle bağırması bir oldu. Sekreter ne yapacağını bilemedi.

“Cenkaayyyy! Çık dışarı oralara saklanarak bu işten kurtulamazsın…” Öyle bir bağırıyordu ki bina dışındakilerin bile duyma ihtimali vardı. Cihan önemli bir toplantıdaydı. Dışarda olan bu kargaşaya sinirlendi. Özür dileyerek çıktı ama tanıdık gelen ses ile biran duraksadı.

“Yok, Gökçe’nin sesi olamaz” diye mırıldandı. Herkesin odalardan çıktığını görünce yeniden hızlı hızlı yürümeye başladı.

“Cenkayyy o lanet olası odadan çık diyorum sanaaaaa” Gökçe artık kendini yırtmaya başlamıştı. Bugün ne yapıp edip arkadaşını temize çıkaracaktı. Onu bu kadar üzen adamı yerin dibine sokacaktı. Kimse sekizinci rengine bu kadar büyük hakaretler edemezdi hem de hiç suçu yokken... Güvenlikler geldi. Kollarından tutup, çıkarmaya çalışırken hala bağırıyordu.

“Cenkaayyyy! Korkak çıııkkk, çık dışarı diyorum sanaaaa” Didem artık titriyordu. Kesin eski sevgilisi yandım ben Cenkay Bey canıma okuyacak diye düşünürken, Cihan’ı görmesiyle. Aha kesin işimden de oldum diye gözleri doldu. Cihan Gökçe’yi tutmuş sürükleyerek kapıdan çıkarmaya çalışan güvenlikler ile kan beynine sıçradı.

“Bırakın laaan!” Güvenlik diğer patronlarının bağırışı ile oldukları yerde kaldılar ama bırakmamışlardı. Cihan geldiği gibi Gökçe’yi ellerinden aldı.

“Tamam, ben hallediyorum siz işinizin başına dönün” tıslayarak konuşmuştu resmen. Gözleri dolan ama kendini tutan Gökçe, Cihan’ın onu tutması ile sarılıp, ağlamaya başladı.

“Cihan ne olur Cenkay ile konuşmam lazım. Gerçekleri anlatıp, Buse’yi bu acıdan kurtarmam lazım... Bana yardım et…” Cihan’ın her hıçkırıkta yüreğinin daralması normal miydi?

“Ağlama! Tamam, gel ben seni görüştüreceğim.” Kolunun altına aldığı kız ile kapıyı bile vurmadan Cenkay’ın odasına girdiler… Camın önünde elleri cebinde dışarıyı seyreden adam sekreterinin geldiğini düşündüğü için dönüp bakmıyordu. Gökçe ne diyecekti acaba diye kafayı sıyırma noktasına gelmişti. Bir daha kimsenin beni kandırmasına izin veremem diyerek görüşmemekle doğru yaptığını düşünüyor, hata etmeye devam ediyorsun diyen iç sesine kulak asmıyordu.

“Cenkay!” Cihan’nın seslenmesiyle yavaş yavaş geri döndü. Gökçe’nin ağlayan gözleri ile karşılaştı. Kaşları daha çok çatıldı. Sesler kesilince gittiğini düşünmüştü. Başta müşteri diye konuşmadığı Gökçe Hanım’ın bağırmasıyla Buse’nin arkadaşı Gökçe olduğunu anlaması uzun sürmedi. Söylediklerinden sonra dışarı çıkmamak için kendini zor tutmuştu.

“Cenkay, Gökçe’yi benim hatırım için bari bir kere dinle…”

“Hayır!”

“Cenkay!”

“Buse seni aldatmadı. Buse sana yalan söylemedi lütfen bir kere dinle beni…”

“Sus duymak istemiyorum, çıkın odamdan” tekrar arkasını dönmüştü. Cihan artık Cenkay’ı bir güzel dövmesi gerektiğini düşündü. Gökçe ayağa kalktı.

“Deli gibi Buse’ye haksızlık yapmaktan korkuyorsun değil mi? Ona söylediklerinin hiçbirini hak etmediğini görünce daha çok canın yanacağını biliyorsun ve o yüzden doğruları öğrenmek istemiyorsun. Peki, Cenkay Bey ömrüm boyunca acaba hata mı ettim sorusuyla yaşa o zaman.” Kapıya doğru giderken dönüp son kez baktı.

Cenkay’ın beyninde bombalar patlamış gibiydi. Tam tamına altı gündür cehennemi yaşıyordu. Gamze’de bu kadar dağılmamış bu kadar canı yanmamıştı. Onda arkadaşı için üzüldüğünü biliyordu. Fakat Buse onun kalbinin kapılarını zincirlere vurup kendine bağlamıştı resmen... Gökçe doğru söylüyor bir kere dinle diyen başını koparmak istiyordu artık...

“Gökçe!” O kadar sessiz dedi ki sonrada başı dönüp olduğu yere çöktü zaten… Gözleri doluyor ama yaşlar dökülmüyordu. Çok özlemişti. Birazcık kokusunu duysa ona yetecekti. Ona bu kadar mahkum olduğunu hissettikçe nefret etti kendinden… Çok seviyordu çok… Cihan hemen Cenkay’a doğru koştu.

“Gökçe yardım et.” Gökçe de yetişmişti zaten hemen nabzını dinledi.

“Cihan olduğun yere yatır ayaklarını yukarda tutacak bir şey getir. Tansiyon aleti bulabilir misin?” Gökçe’nin sözlerinden sonra Cenkay gülümsedi. Buse gibi konuşmuştu. Kaç gündür doğru dürüst bir şey yemiyordu. Büyük ihtimal ondandı. Baygın değildi ama kendini ayağa da kaldıramıyordu. Didem;

“Ambulans çağırdık efendim“ diye telaşlı içeri girdi. Tansiyon aletini ters ters bakarak Gökçe’ye uzattı.

“Tansiyonu çok düşük, tuzlu ayran bulabilir misin?” Yine Cihan’a konuşmuştu. Didem zaten hemen ayran bulmaya gitmişti. Cenkay hafif gözlerini açtı. Dudakları titreyerek ve yalvarır gibi sessizce;

“Gökçe, Buse seni aldatmadı de bana…”

“Öyle zaten canım. Ah bir beni dinlesen, anlayacaksın boşuna ikinize de bu kadar acı çektirdiğini…”

“Tamam, anlat ama ne olur beni kandırmayın artık. Gerçekten gücüm yok” işte o zaman gözlerinden yaşlar döküldü. Hala Buse’nin hastane de olduğunu söyleyememişlerdi. Adını andırmıyordu. Ali Buğra ağzına geleni saymıştı ama yine de konuşmak için ikna edememişti.

Cihan, gerçek neyse ortaya çıksa da kavuşsalar diye geçirdi içinden ama en çok o gerçeğin Gökçe ile ilgili kısmını öğrenmek için can atıyordu. Tuzlu ayran gelmiş zorla içirilmiş biraz daha yatırmışlardı. Cenkay kendini daha iyi hissediyordu. Ambulans geldi. Gökçe hemşire olduğunu ilk müdahaleyi yaptığını anlatıp, geri çekilmişti. Doktor yeniden tansiyonunu ölçmüş muayene etmişti. Cenkay iyiyim ben diye hastaneye gitmeyi reddetmişti. Herkes çekildikten sonra Cenkay, Gökçe’nin gözlerinin içine bakıyordu. Anlat da bitsin bu ıstırabım diyordu.

“Cenkay daha iyi misin kardeşim?”

“Evet, evet iyiyim…”

“Cenkay istersen başka zaman geleyim ben” Gökçe sadece Buse’nin acı çektiğini düşünerek kinlenmişti. Cenkay’ın halini görünce o haysiyetsizin iki cana çok zarar verdiğini gördü. Buse kadar Cenkay’da yıkılmıştı. Ah birde uyansa canı başka bir şey istemiyordu…

“Yok, ne anlatacaksan anlat da bu acım bitsin…” Gökçe, Cihan’a baktı nedense bu anlatacaklarını onun bilmesini istemiyorum diye düşündü. Yalnız kalabilir miyiz desem, yok saçmalama anlat fırsat bulmuşken diyen iç sesine kulak verdi.

“Peki, Sertaç yani o gece karşınıza çıkan kişi…” Cenkay’ın yine bütün bedeni gerildi. Tabi ki o şerefsizin adını unutmamıştı. Buse’ye dokunduğunu düşündükçe delirme noktasına gelmişti.

“En iyisi en başından anlatayım ben, üniversite 3. sınıftayken bir arkadaşımla ortak bir ödevim vardı. Bir akşam internet kafeye gidip, araştırma yapacaktık. Yan yana bilgisayarlarda ben harıl harıl ödeve çalışırken, onun yanımda kıkır kıkır ettiğini duydum. Ne yapıyorsun dediğimde bir sohbet sitesinde olduğunu ve orda birileriyle konuştuğunu çok eğlenceli olduğunu söyledi. Hadi ödevi yapalım geç oluyor yurda geç kalmayalım desem de ya sende dene kafan dağılır… Çıktıları alır yurtta yaparız dedi hemen benim kullandığım bilgisayarda o programı açtı. Biriyle konuşmaya başladım. Başta saçma gelse de sonra sardı. Tanımadığım biri ile konuşmak özgürlükmüş gibi geldi. Sonra birbirimize e-mail adreslerimizi verdik ve saatler belirledik her gün o saatlerde Messenger’den konuşuyorduk.

O büyük bir şirkette mimarmış, mesaiye kaldığı bir gece sıkıntıdan girmiş o siteye diyerek sadece benle konuştuğunu söylüyordu. Neredeyse bir ay konuştuk. İstanbul’da oturduğunu görmek istediğini söylediğinde oraya geldiğim zaman buluşalım diye kabul ettim. Sonra telefon numaralarımızı verdik. Artık sesini de duyuyordum. Hiç tanımadığım birine aşık olmuştum resmen oda öyleydi. Senin sesin olmadan duramıyorum diyordu. Sınavlarımın bittiğini bir haftalığına İstanbul’a geleceğimi söylediğimde çok sevindi. Hemen bir akşam yemeği organize ettik.

O ara Merve’ler de yeni yalnız yaşamaya başlamışlardı. Bilerek onun evine yakın bir yerde buluşma ayarladım. Hazırlanırken o kadar heyecanlıydım ki anlatamam nasıl tepki vereceğini çok merak ediyordum. Benim için onun fiziksel özellikleri hiç önemli olmayacaktı. Çünkü ben sohbetini ve paylaştıklarımızı sevmiştim ama o ne yapacaktı… Beni güzel bulacak mıydı aynı uyum devam edecek miydi günü bu düşünceler ile geçirdim.

Buluşma yerine gittiğimde o tam tarif ettiği gibiydi, uzun boylu yakışıklı bir adamdı. Fiziksel olarak da beğendiğim için daha yakın hissettim. Heyecanla tepki vermesini bekledim ama onun suratı çok ifadesizdi. Masaya oturduktan sonra heyecandan yerimde duramayacak haldeydim artık yüzüme uzun uzun baktı.

“Neden gözlük kullandığını söylemedin” dedi soğuk bir sesle

“Bilmem hiç gerek duymadım neden ki? Dediğimde suratındaki ifadeyi görmen lazımdı. Beni baştan aşağı süzdü…

“Hakkını yiyemem çok güzel bir fiziğe sahipsin, yüzünde öyle ama ben bir dört gözle birlikte olamam… Dört gözler hep bana itici gelmiştir. Belki acımasız olacağım ama düşünsene öpmek isteyeceğim, ilk önce onları çıkarmam lazım… Kusura bakma” dedi ve kalktı gitti.

Bende mutsuzdum gözlük kullanmaktan çünkü insanın hayatını çok zorluyordu. Düşünsene çay içiyorsun ve ilk gözlüklerin sıcağından puslanıyor çay keyfin yerine peçete arayışına giriyorsun… Neyse sözleri çok ağır geldi. Orda tek başıma kaldım. İnan o kadar üzüldüm ki olduğum yerden bir saatte ancak kalkabildim. Buse’lere geldiğimde içim dışıma çıkana kadar ağladım. Hem de yaşadıklarımı anlattım.

Buse ver şu adamın e-mail adresini dedi. Bir insanın fiziksel durumuyla dalga geçmek neymiş ben ona gösteririm dedi. Merve de bende gerek yok Allah’ından bulsun desek de o inat etti. Neyse Sertaç ile konuşmaya başladı.

Ben okuluma geri döndüm ama her telefonda bu adam pisliğin teki sen nasıl anlamadın diye kızıyordu. İyi ki gözlük sevmiyormuş Allah korumuş kızım seni diye iğrendiğinden bahsediyordu. Bir ay sonra ben tekrar geldim. Buluşma ayarlamışlardı. İlk Buse gitti. Tabii bu Buse’ye zaten sana aşıktım şimdi daha çok oldum diye iltifatlarda bulunuyordu. Buse’nin mesajından sonra yanlarına gittim. Beni görünce afalladı. Ne oluyor demeye kalmadan Buse gülümseyerek ayağa kalktı.

Tanıştırayım en yakın arkadaşım Gökçe dedi. Bu şok yaşamış gibi bir süre baktı bize sonra Buse’ye hiç önemi yok ben sana tutuldum. Zaten Gökçe’yle bir şey yaşamadık dedi. Bunun üzerine tokatı patlattı. Sen ne kadar adi birisin, sen bir insanın fiziksel özellikleriyle dalga geçtin. Sanki elinde olan bir şeymiş gibi onu küçümsedin… Senin gibi biri ancak midemi bulandırır benim diye bağırdı. Sen bu oyunu çoktan hak ettin. Allah bilir kaç kişinin günahına girdin pislik dedi ve beni de aldı çıktık oradan…

Ondan sonra da Buse’ye sürekli e-mail ve mesaj atarak arayarak aşkını ilan etti. Hatta evlenelim bile yazmıştı bir keresinde… Allah’tan Buse kendiyle ilgili o kadar az detay vermiş ki, e-mail adresini ve telefon numarasını değiştirmesiyle kurtuldu. O günden beri de ilk defa Antalya’da karşısına çıkmış. Konuşmamış bile sizin yemeğinizin olduğu yere nasıl geldi. Bu tesadüf mü sence Cenkay… “

Cenkay bitti, öldü… Neler dedim ben Buse’ye, nasıl özür dileyeceğim, nasıl affettiririm kendimi diye düşüncelere dalmış. Cihan ise Gökçe’nin başına gelene üzülmüş. Gözlüklerine ne olduğunu merak ediyordu.

“Peki, şimdi gözlük kullanmıyor musun?” Anlattığı bu kadar şeyden sonra sadece merak ettiğinin gözlük kullanıp, kullanmadığı mı yani diye kaşlarını çattı.

“Yok! Üniversiteyi bitirir bitirmez kızların karşı çıkmalarına, boşuna borca girme böyle de çok güzel demelerine rağmen kredi çekip hemen ameliyat oldum.” Cenkay’a döndü tekrar,

“Cenkay, yemin ederim Buse senden başka kimseyle birlikte olmadı. Senden başka kimseyi sevmedi. O kimseden hoşlanmadı bile…”

“Ben bunu ona nasıl yaptım. Kendimi nasıl affettireceğim…” Gözleri dolu ağlayamıyordu bile ben ne yaptım demekten başka bir şey gelmiyordu elinden… Bana güven diye yalvardı. Ben ne yaptım Allah’ım nasıl bu kadar karardı kalbim diye düşünmekten kafayı yemek üzereydi. Ayağa kalktı hemen gidip af dilemeliydi.

“Nerede hemen yanına gitmem lazım…” Cihan ile birbirlerine bakıp, bakışlarıyla nasıl söylesek dediler. Cihan;

“Cenkay, kardeşim otursana, sana bir şey söylemem gerekiyor.” Cenkay’ı oturttu. Tam Buse hastane de diyecekken Gökçe’nin telefonu çalmaya başlamıştı.

“Merve, Allah’ını seversen güzel haber ver…” Karşı tarafı dinledikten sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ona bakan adamlara baktı. Cihan yanına kadar gelip, ellerini tuttu. Kötü bir haber olmasından korkarak;

“Ne oldu.”

“Cihan, Buse” ağlamaktan gerisini getiremedi.

 

Loading...
0%