@herdem6060
|
35. Bölüm - Gerçekler “O dediğin kim laaaannn.” Diye tekrar tekrar soruyor ama bir türlü cevap alamıyordu. Kafayı yiyecekti kim ona bu kadar büyük kötülük yapabilirdi. Sertaç dayak yemekten bayılmış ve hala kendine gelemiyordu. Aradan on dakika geçti, yirmi dakika geçti yok ayılmıyordu. “Şerefsiz sanki bilerek uyanmıyor.” diye mırıldandı. Arkadaşlarına baktığında sakin sakin çay içmelerine sinir oldu. O sinir dalgasıyla ayağa kalktığı gibi; “Yavuuzz, uyandırın şu orospu çocuğunu” diye bağırınca arkadaşları bile durumundan ürktü. Bir kova soğuk su getiren adamlar hemen Yavuz’a vermişler ve Sertaç’ın kafasından aktarmışlardı. Aralık ayın da buz gibi bir depoda dökülen su şeytan çarpmışa çevirmişti. Ayaklanmaya çalışan Sertaç hala bağlı olduğunu görünce kabus sandığı durumun gerçekliği ile hayal kırıklığına uğradı. “Kaldırın.” Sandalye düzeltilmiş ve yine celladıyla baş başa kalmıştı. İçinden o kadına uyduğu güne lanet etti. “Bana bak seni öldürmem, nede olsa ben bir kanun bekçisiyim ama ölmekten beter ederim. Şimdi o dediğin fakat kilit gibi ağzından çıkarmadığın ismi söyleyeceksin bana…” Cenkay artık son demlerini yaşıyor, öldürmem dediği adamı öldürmemek için zor tutuyordu kendini bu insanların nasıl katil olduğunu anladım diye düşündü. En sabırlı insanın bile bir çıldırma noktası varmış demek ki; “Ta…tamam, yeter artık da…dayanamıyorum.” “Konuş lan o zaman.” “Adı GAMZE… Oda a…avukatmış.” Oturan üç adamda söylenen isimle ayaklandılar kesinlikle bunu beklemiyorlardı. Cenkay ise kırk yıl düşünse aklına gelmeyecek isim ile kalakaldı. Sesi titreyerek; “Gamze mi?” “Evet, beş yıllık i…ilişkiniz varmış. Bir…birbirinizi çok seviyormuşsunuz hatta sen ona evlenme teklif etmişsin. Tam evlilik aşamasındayken Buse seni baştan çıkarmış. Buse’ye gidip, yalvarmış seni çok se…sevdiğini anlatmış ama kovulmuş. Senle olan ilişkisine emeğine saygı göstermemiş. Bana zamanında dürüstlük taslayan, ahlak dersi veren birinin böyle çıkmasıyla bende kızdım tamam mı öyle planını kabul ettim.” Cenkay, o kadar dağılmış durumdaydı ki Cihan devam etti. “Peki, orda olacaklarını nasıl öğrendiniz.” “Sekreterini her gün arıyordu. Dışarıda yemek organizasyonu var mı yok mu onu anlamaya çalışıyordu. O günde “Cenkay Bey’le çok önemli bir yemeğimiz vardı ama mekanın adını unuttum. Kendisine ulaşamadım nereye rezervasyon yaptırdınız acaba” diye sorunca kadında orayı söyledi. Buse ile olup, olmayacağını bilmiyorduk tabi ki oda şansa dedik. Gamze’de ordaydı beni nasıl dövdüğünü gördü.” Yakışıklı adamlarımız böyle haince planlanan durum karşısında ne diyeceklerini bilemediler. Aslında bu adamında pek suçu yoktu. Gamze yine orospuluğunu yapmış, her zaman olduğu gibi etrafındaki insanları çok iyi kullanmıştı. Cenkay, kahırdan ölmek istiyordu. Buse’ye sen ondan daha betersin demişti. Masum meleğine hiçbir şeyden haberi yokken neler yaşatmıştı. Belki de onun yüzünden öl… Yok yok kötü düşünmeyecekti. Çok şükür ki Buse yaşıyordu. Onun döktüğü bütün gözyaşlarının acısını kat kat çıkaracaktı. “Onu kimse ağlatmadı. Sen ona güvenip, dinlemediğin için bu acıları çektiniz” diyen iç sesiyle bir kere yandı, kavruldu. Buse onu affetmezse ölürdü, öldürürdü. O kadar gözü kararmıştı. “Çözün şu iti” Cihan’ın emri ile adamı çözdüler. Kollarını ovarak zorla ayağa kalktı. O anda Cihan’ın yumruğuyla yeri tekrar boyladı. Kimse bunu beklemiyordu. “Bu da Gökçe’ye ettiğin hakaretlerin bedeli…” diye tıslayarak konuşmuştu. Ali Buğra’da Cihat’ta bir şey anlamazken, Cenkay, Cihan’ın Gökçe’yi düşündüğünden daha çok önemsediğini anladı. Cihan, yakalarından kaldırdığı adama keskin kesin baktı. Söylediklerini kafasının içine çiviyle çakmak istercesine tek tek konuştu. “Şimdi sana söyleyeceklerimi çok iyi dinle. Bugün yaşadıklarını unutuyorsun… O fahişeye hiçbir şey söylemiyorsun… Eğer bu dediklerimi yapmazsan, nerde olursan ol seni bulurum. İçimize oturttuğun sopayı var ya, götünden sokar, ağzından çıkarırım… Şimdi siktir git” deyip adamlarına doğru fırlattı. Onlar ne yapacaklarını bilirlerdi. Bu görüntüyü kaçıncı görüşleriydi hiç bilmiyorlardı. Ali Buğra; “Cenkay, hadi gidelim kızların bize ihtiyacı olabilir.” Saat iki olmuştu. Bu saatten sonra bir faydaları olmazdı ama yine de hastanede olmak istemişlerdi. İçine kapanmış, yorum yapmıyordu, yapamıyordu. Arkadaşları biliyordu ki Cenkay bunu yanlarına koymayacaktı. Fırtına öncesi sessizlik gibi susmuştu. Oysa Cenkay, Buse’ye yaptığı haksızlığın altında ezilmekle meşguldü. Bazen insanın basireti bağlanıyordu. Çare arıyordu ancak aklına hiçbir şey gelmiyordu. Hastaneye geldiklerinde kızların hiçbirinin gitmediğini gördüler. Aralarındaki bağa hayran kaldılar. Ali Buğra, hemen Merve’sinin yanına gitti. Yanındaki kitapla bir kere daha gülümsedi. Kızlarımızın, erkekleri çok sıcak karşıladıkları söylenemezdi. Cenkay’da Merve’den yardım istercesine bütün tükenmişliğiyle yanına oturdu. Kafasını duvara dayayıp, gözlerini yumdu. Tek isteği Buse’yi görmekti ama nasıl? Merve ayağa kalkıp, Cenkay’ın elini tuttu. Bu görüntüyü gören Ali Buğra sinir oldu. “Aman bir tek benim elimi tutma zaten… Doktordu, Cenkay’dı. Elinden gelse sokaktan geçecek adamın elini tutacak ama bana gelince surat çevirsin hanımefendi” diye söyledi. Cenkay’da Merve’de duymuştu. Ancak Merve dönüp bakma gereği bile duymadı. Cenkay bir haftadır belki de ilk defa gülümsedi. Arkadaşı onu bile kıskanıyordu. Kendisi de kıskanmamış mıydı? O gün geldi aklına yine ateşlere attı kendini… Teninin tadını ilk duyumsadığı, yudum yudum içer gibi bedenini keşfetmişti. Merve, Cenkay’ın suratının şekilden şekle girmesiyle düşündükleri yüzünden ne kadar acı çektiğini fark etti. “Yaptığın çok ağır bir şey zaten biliyorsun… Kolay olmayacak belki ama Buse senin için ölür Cenkay, ölür de senden vazgeçemez… Eğer onu seviyorsan ki çok seviyorsun kırgınlığı geçene kadar mücadele edeceksin yapacak bir şey yok. Buse, şimdi uyuyor… Hadi gir içeri gözlerinle gör ve rahatla artık…” Cenkay, baldızına minnet dolu baktı. Gözleri dolu ama yüzü gülüyordu. Merve böyle konuşuyorsa bir şansları vardı. En korktuğu şeydi hatta umudu bile yoktu. Affedileceğini duymak ona öyle bir enerji verdi ki hastaneyi sırtına al deseler kaldırabilirdi. Bu kızın gücünü şimdi daha iyi anladı. İki kelimeyle umutları metrelerce yükselmişti. “Merve çok özledim.” Merve bu sefer iki elini tuttu. Ayağa kaldırıp, “Hadi gidip, biraz olsun özlemini gider.” Cenkay’ın kalktığı yere Ali Buğra oturdu. Suratı beş karıştı. Küçücük çocuk gibi onun değil de, Cenkay’ın elini tuttu diye ağlayası vardı sanki… Cenkay’a dedikleri aklına gelince yanına oturan kıza baktı. Onu sallamıyormuş gibi duruyordu. Kolunu omzuna atıp, kulağına doğru yaklaştı. Merve’nin bütün tüyleri ayaklandı ama belli etmeyecekti. Kendini sıkmaya başladı. Ancak sözleriyle kafasına balyoz inmiş gibi oldu. Hele Ali Buğra’nın o sessiz seksi sesi bitirdi. “Yaptığım çok ağır bir şey zaten biliyorum… Kolay olmayacak belki ama senin için ölürüm de öldürürüm de ama senden vazgeçmem… Eğer beni seviyorsan ki çok seviyorsun biliyorum. Kırgınlığın geçene kadar mücadele edeceğim.” Kendi sözleriyle kendini alt üst etmişti. Gerçekten benden vazgeçmeyecek miydi? Neden bunu yapıyorsun be adam ölüyorum senin için ama sen sevmiyorsun ki… Hızlı hızlı atan göğüsler, Ali Buğra’ya görsel bir şölen sunarken konuşmasına devam etti. “Umarım bu inadın ben ölmeden son bulur.” Resmen kulak memesini ağzına alarak bitirmişti. Merve alt dudağını sağdan sağdan dişlerinin arasına almıştı. Bütün bedeni Ali’m diye ayaklanmıştı. Alt bölgesinde hissettiği şey ile bacaklarını sıkmamak için zor tutuyordu kendini… Birde o kadar çok öpüşesi gelmişti ki kendi bile bu duruma şaşırdı. Ali Buğra ondan daha beterdi. Hastanede oldukları için küfürlerin bin bir türünü etti. Merve’yi bir odaya çekip, doyasıya öpmemek için olağanüstü bir güç kullanıyordu. Saçlarını doya doya kokladı. Merve’nin uzaklaşmamasından ümitlenip, boynuna ufak ufak öpücükler kondurdu. Bir taraftan da konuşmaya devam ediyordu. “Gözlerine, saçlarına, bedenine kor olduğum kadın bundan sonra sana benden öte yer yok. Cehennemin ben oldum belki ama inan cennetin de benim…” Onları uzaktan seyreden Ecem, biraz daha karışmazsa Merve’nin yelkenleri suya indireceğini ve sonra kendini hiç affetmeyeceğini bildiğinden; “Merve” diye seslendi. İsmini duymasıyla ne yaptığını idrak etti. Ona karşı bu kadar güçsüz olmaktan bıkmıştı ya, bunu düşününce gözleri doldu. Hemen ayağa kalkıp, Ali Buğra’ya hiç bakmadan titreyerek Ecem’in yanına oturdu. Kafasını Ecem’in omzuna koyup, ağlamamak için kendini sıkıp, durdu. Ecem, Ali Buğra’nın yüzüne özür dilerim ama yapmak zorundaydım dercesine baktı. Çünkü şu altı günde anladığı bir şey varsa Merve’nin sevgisinin karşılıksız olmadığıydı. Merve kabul etmek istemese de bu adam dut gibi aşıktı. Buse hastaneden bir çıksın ilk iş bu aptal dört aşığı barıştırmaktı. Gökçe’yle zaten konuşmuşlardı. İkisi kafa kafaya verecek ve bu acı denizlerinde yüzen arkadaşlarını masmavi durgun sulara çıkarıp mutlu edeceklerdi. Allah sizi kahretmesin emi güya bana yardım edeceklerdi. Cihat piçini pişman edecek şeyler yapacaktık. Gittiler adamlarla arayı bozdular iyi mi? diye hakkı olmadığı halde kızlara kızıyordu. Merve yüzünü omzuna gömmüştü. Yine ağladığım belli olmasın diye elinden geleni yapıyorsun ama boşuna karşındaki adam gözlerini senden bir saniye bile ayırmıyor be güzelim diye düşündü. Ali Buğra’nın içinde fırtınalar kopuyordu. Tek kelime ya tek kelime etse, kızsa küfür etse bu kadar kalbi ağrımazdı. *Dünyadaki en sağır edici ses, acı çeken bir mazlumun suskunluğudur. Hz. Ali ne kadar doğru söylemiş, hiç konuşmayışı, kendi kabuğuna çekilip acı çekmesi ve ona hiç tepki vermemesi daha çok yüreğini çürütüyordu. Ecem’le göz göze geldi. Arkadaşları bile inandı ama o gözlerini, kulaklarını ve kalbini bana karşı kapatmış gibi diye düşündü. Biraz önceki halleri aklına geldi. Hafifçe gülümsedi, o ağlarken nasıl gülümsüyorsa Merve’nin onu hala çok sevdiğinden o kadar çok emin oldu ki nasıl gülümsemesindi. Cenkay, odaya girdiğinde hayatı boyunca bu kadar korktuğu bir şey olmadığını düşündü. Şuan bedeni yüreği kuş gibi çırpınıyordu. Ya Buse uyanıksa ve beni görmek istemezse diye ödü kopuyordu. Yavaş yavaş yanına doğru gittiğinde yatağın ortasında küçücük kalmış sevdiğine, baktı bir süre sonra yanına oturup ellerini tuttu. Diğer eliyle saçlarına tüy gibi dokundu. Hiç hakkı olmadığı halde hafif doğrulup, dudaklarından buse çaldı. Sonrada içinden geldiği gibi uyanmasından korkarcasına sessizce içini döktü. “Uyanık olsan belki de tek kelime edemeyecektim. Sen izin versen bile ben konuşmaya bir şey söylemeye yüzüm yok… Nasıl o kadar kalbim karardı bilmiyorum. Tek bir şey biliyorum canımı paylaştığım bir sen vardın. Seni ilk gördüğümden beri aklım da kalbim de seninleydi. Kimseyi böyle yüreğime alıp, sarıp sarmalamadım. Kimse için yanmadım bu kadar, çok kıskandım. Kıskançlık damarlarımda sinsice dolaşmaya başlayınca canavarlaştım. Yaşarken ölmek neymiş seni kıskanınca bana ihanet ettiğini düşününce yaşadım ben… Ben kimseye sana kadar aşık olmamışım ki; Bir gülüşünde, bir bakışında, bir dokunuşunda aşk neymiş sen hissettirdin bana… Öpücüklerin dünyanın en sarhoş edici şarabı gibiydi… Bana kimse senin gibi baktı mı sevdi mi bilmem ama ben kimseye yüreğimi sana verdiğim gibi vermedim. Sevmek çok zormuş be gülüm, mutluluğu en tepeye çıkarırken, mutsuzluğu en dip kuyulara itiyormuş adamı… Kıskandım. Kıskandım ama bu kör olasıca duyguyla aslında seni kaybettiğimi düşündüğüm için o kadar delirdim. Bir daha seni göremeyeceğimi, dokunamayacağımı anladığımdan kavgam o kadar yıkıcı oldu. Bana nasıl acı verdiysen, bende bencilce sana vermek istedim. Ölüyorum Buse’m, güzel gözlü kadınım, karım sensiz ölüyorum. Beni affet demeye yüzüm yok, ömrüm boyunca bana bu yaptığımın hesabını sor ama kendinden mahrum etme beni… Dayanamam sensiz olmaya dayanamam.” Daha fazla dayanamadı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. O arada en başından beri uyanık olan Buse’de kendini bıraktı. Cenkay’ın ellerinden elini çekip ve arkasını döndü. Hıçkırıklarını ellerini ısırarak duyurmamaya çalışıyordu. Cenkay yanına uzandı. Arkadan sarılıp, birlikte gözyaşı dökmeye başladılar… Konuşmadan sadece yaşadıkları acıyı iliklerine kadar hissederek ağladılar, ağladılar, ağladılar…
|
0% |