Yeni Üyelik
44.
Bölüm

44. Bölüm

@herdem6060

44.Bölüm

"Keşke dediğin gibi kolay olabilseydi ama ALEVİ OLUNMAZ, ALEVİ DOĞULUR..." der demez ayaklarının üstünde yükseldi ve kokusuna öldüğü adamın dudaklarına bu sefer o yapıştı. Birbirlerini kaybetme korkusunu yine birbirlerinde yok etmek istercesine akıp gittiler... Uzun uzun öpüşüp her şeyi unutmak istediler... Onlar için kaderin ne olduğunu bilmiyorlardı. Ancak kalplerinde ki tek dua; Bizi ayırma Yarabbim'di.

Öpüşmeleri boyut değiştirirken kapının sesiyle ayrılmak zorunda kaldılar. Ali Buğra kapıyı açtığında Ahmet amcasının ve kızının yemekleri getirdiğini gördü. İçeri buyur ettiğinde Merve yardım etmek istediğinde Fatma'nın öldürücü bakışlarıyla karşılaştı. En fazla yirmi yaşında olan kızın tavrına anlam veremese de Ali Buğra'ya bakışlarından ne olduğunu anladı. Ali Buğra, Merve'yi sevdiğim kız diye tanıtırken Ahmet Bey'e amcam gibi, Fatma'yı da saçlarını karıştırarak küçük kardeşim gibi diyerek tanıtmıştı. Ali Buğra'nın bu kızın duygularından bihaber olduğunu anlayan Merve uygun zamanda bu konuya el atmayı kafasının bir köşesine yazdı.

Servisi kendisi yapmak istediğini ve bir şeye ihtiyaçları olursa haber verebileceklerini söyleyip biran önce küçük kızın bakışlarından kurtulmak istedi. Ali Buğra'ya yaklaşıp kulağına fısıldar gibi;

"Sana kendim hizmet etmek istiyorum..." Odada olan kişileri umursamadan Merve'nin sözlerinden sonra ürperen bedenini sakinleştirerek yanağına öpücük kondurdu. Gerisini biz hallederiz diye yalnız kalmak istediklerini belirtti.

Merve masayı hazırlayıp beraber kâh konuşarak, kâh gülüşerek kâh öpüşerek yemeklerini yediler. Sonrasında Merve alkol almak istemediğinden çay yaptılar. Geceyi orda geçirmeye karar verdiler. Ali Buğra kafasına takılan soruyu sormadan edemedi.

"Aşkım, hani baban sorun çıkartmazsa ben Alevi olayım dediğimde Alevi olunmaz, doğulur dedin ya..."

"Evet"

"Ne demek istedin?" Merve yanlış anlaşılmaktan korkarak derin bir nefes aldı. Bu çok hassas bir konuydu. Ayrımcılık yapıyorsun diye tepki vermez umarım diye düşünerek konuşmaya başladı.

"Şöyle açıklayayım canım; Hristiyansındır ya da Yahudi, Kelime-i Şahadet getirirsin Elhamdülillah Müslüman olursun... Ancak Müslümansın ve Hanefi mezhebinde doğup, yok bu mezhep bana uymuyor Şafii olacağım diyemezsin...

Bunun gibi, Alevilik bir din değil ki değiştirebilesin. Yani sen Sünni olarak doğdun. Ben de Alevi olarak ikimizde ne yaparsak yapalım. Bu değiliz, şuna geçmek istiyoruz ne yapmamız lazım diyemeyiz. Tabi Alevi olup, Sünni gibi yaşayabiliriz... Ya da Sünni olup, Aleviliği benimseyebiliriz ama bu bizim kökenimizin ne olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu anlamda söylemiştim. Yoksa seni kırdım mı?"

"Yok bebeğim ne kırılması sadece seni anlamaya çalışıyorum..."

"Ben sensiz olamam, seni asla bırakamam Merve'm... Bu yüzden babanı nasıl ikna ederiz. Bana yardım et..." Merve, Ali Buğra'nın ağlamaklı sözlerinden sonra gülümsedi. Ellerini tutup, üstlerine öpücük kondurdu.

"Bence ilk önce ilişkimizi konuşup, yerli yerine oturtalım... Ondan sonrası Allah Kerim..."

Bu konuşmadan sonra Merve, ilişkilerinde her şeye ters başladıklarını bu yüzden biraz sevgili hayatı yaşamak istediğini, birbirlerini tanımaları gerektiğini ve öpüşmekten ileri gidilmeyeceğini kesin bir dille anlattı. Ali Buğra yapma bebeğim ne istersen yapalım öl de öleyim ama bedeninden kokundan mahrum etme valla ölürüm dese de Merve'ye kabul ettiremedi. Ona olan aşkına dayanamayacağını düşünerek her yolu denemişti ama nafile, olmadı. Merve'nin inandığı bir konuda ne kadar inatçı olduğunu da yaşayarak öğrenmiş oldu. O gece birbirlerine sımsıkı sarılarak uyuyup, sabah erkenden işe gitmek için yollara düştüler...

Bu hafta Buse, uzun zamandır çalışmadığı için yoğun başladı. Öğleye doğru kocaman kıpkırmızı gül buketiyle şaşkına döndü. Kartta sadece "Özür dilerim. CENKAY" yazıyordu. Sevindi mi üzüldü mü karar veremedi ama masasında gözünün önünden de ayırmadı. Ertesi gün öğleye doğru kalp bir kutunun içinde çikolata geldi. Kartta yine aynısı yazıyordu. Çarşamba günü yine aynı saatte meyve sepeti geldi. Karta baktığında yine aynı sözler... Perşembe günü aynı saatte canlı mor orkide geldi. Başta karta bakmaya gerek duymadı. İş yerinde artık herkes Buse'ye ne geleceğini konuşup, iddaalara tutuşmaya başlamışlardı. Perşembe akşam çıkışta dayanamamış ve karta bakmıştı. Aynı sözleri görünce sinirlenmeye başladı. Neden gelmiyor ya da bir mesaj atmıyor... Sesini bile özledim neden aramıyor diye kızıyordu. Cuma günü çilekli kek buketi geldi. Kartta yine aynısı vardı.

Delirecekti yüzün gözümün önünden gitmiyor. Zaten resimlerinle hasretimi gidermeye çalışıyorum. Fakat sesini özledim be adam sesin kimse de yok diye isyan etmek üzereydi. Kızlarda artık Cenkay'ın en büyük destekçileriydi. Buse'nin verdiği her tepkiyi anlatıyorlardı ki farklı şeyler de yapsın diye aynı zamanda bir sürü fikir vermeyi ihmal etmiyorlardı.

Cenkay, o hafta sekreteri Didem'i kendiyle ilgili hiçbir bilgiyi kimseye vermemesi konusunda sıkı sıkı tembihlemeyle başladı. Sonra Yavuz'u çağırıp, Gamze'yi takibe almasını her hareketini rapor etmesini ve geçmişte bir hatası olup olmadığını araştırmasını istedi. Cihan'la sabah kahvesi içerek düşüncelerini paylaştı. Cihan'ın karanlık bağlantıları ilk defa işine yarayacaktı.

O hafta sonuna Van'a gitmek üzere program yaptı. Annesinin gönlünü almıştı ama abisi ve babası hala tavırlıydı. Yengesi Van'a gidiyoruz diye haber verince sende gel kırgınlıklar bitsin demeye çalıştığını sözsüz anlamıştı. Buse'ye ulaşmak için hiçbir şey yapmadı ve hiç karşısına çıkmadı. Her gün bir hediye yollayarak, Ecem'in deyimiyle taciz etti. Kızlardan öğrendiği tepkilerle aşkı gözlerinin önüne geliyor ondan uzak kalmak zorunda olduğu için sinir oluyordu.

Kızlar, Buse'nin eskisi gibi kendisine sinirli olmadığını söyleseler de o emin olamadan karşısına çıkamayacaktı. Hafta sonu olmuş ailesinin yanına gitmesiyle bile her şey kendiliğinden düzelmişti. Sadece abisi Buse'yle el ele yanıma gelmeden eskisi gibi olmayacağız diye tepkisini devam ettirdi. Ah o herkesten daha çok istiyordu bunu ama daha zamanı vardı işte... O kadar özlemişti ki. Allah'tan kızlar arada resim atıyorlardı. Ya da güldüğü videoları gönderiyorlardı da oda tekrar tekrar seyredip biraz özlemini dindiriyordu.

İnsanın sevdiğini kaybetmesi nasıl bir kahırmış... Batan güneşi nasıl doğmuyormuş... Bugün aşkken yarın nasıl nefret olunuyormuş... Dün doğru iken bugün nasıl suç olunuyormuş hepsini Buse'nin yokluğunda anlamıştı. Yüreğini açsa ve gökyüzündeki bütün bulutlar onun için yağsa yine de yangınını söndüremezlermiş gibi geliyor içi kavruluyordu. Daha üç hafta önce Buse'nin en büyük aşkıyken bugün gözyaşlarının sebebi, acı çekmesinin suçlusu olmaktan nefret ediyordu. Zamanı geri almak gibi bir gücü olsa o geceyi değiştirmek için neler vermezdi. Pişmanlık! Hayatında tanıştığı bir his bile değilken günlerdir tek hissettiği tek duygu buydu.

Bir sonraki hafta hızlı başlamış. Yavuz, Gamze ile ilgili çok fazla bilgi toplamıştı. Oldukça kabarık suç dosyası elindeydi artık... Şimdi öyle bir zamanını kollamalıydı ki Buse'ye döktürdüğü gözyaşlarının kat be katını dökmesini sağlamalıydı. Bu kadar öfkeliyken nasıl bekleyebildiğini bilmiyordu. Daralıp, plazanın camından dışarıyı seyrederken aklına gelen sözle gülümsedi.

*Her çeşit yemeği gördüm, tattım. Sabırdan daha tatlısını görmedim..." Hz. Ömer'in bu sözünü çok severdi. Allah'ım özellikle Gamze'ye karşı ettiğim sabrın hayrını görmeyi nasip et diye dua etti. Rahatladığını hissedip, yeniden masasına geçti. Kabarık dosyayı incelemeye başladı.

Bir sonraki hafta pazartesi olmuş hafta sonu eve bir şeyler gelir diye ummuştu. Hediyesini değil ama bir mesajını beklediğini kendine bile itiraf etmek istemiyordu. Buse yine aynı saatte hediye bekledi. Gelmeyince hayal kırıklığına uğradı. Umursamıyormuş gibi yapsa da içi kan ağlıyordu. Patronu Levent Bey bile;

"Ee Buse bugün ne yiyoruz" diye sormuştu. Acaba o kadar hediyesine rağmen teşekkür etmediğim için benden vazgeçti mi diye içine sormadan edemedi. Kalp sesi ölse de vazgeçmez dese de aklı bu kadar sevgisi işte diyordu. Bu ara bu iki ses yüzünden kafayı yemezse iyiydi. Kalbi başka beyni başka konuşuyordu. Artık akşamüzeri olmuş tam çıkmaya hazırlanırken en az bir metre büyüklüğünde gelen panda ile mutluluktan uçtu. Serviste sürekli sanki Cenkay'a sarılıyormuş gibi tekrar tekrar sarıldı. Kartta yazan yazıyı kaç kere okuduğunu bilmiyordu.

Sen benim hem dua etme isteğim hem de kabul olmasını istediğim en büyük dileğimsin. Seni çok seviyorum... CENKAY

Yüzünde gülücükler saçarak eve geldiğinde hemen kendini yatağına attı. Cenkay'ım diye sarılıp öptüğü pandasıyla biraz uzandı. Bu mutluluğun anısına kızlara yemek hazırlamaya karar verdi. Hemen ayaklanıp, mutfağa girdi. Akşama Ecem ve Gökçe'yi de çağırmıştı. Gökçe'nin her zaman ki gibi nöbeti vardı. Saat 19:30 civarı tam masayı hazırlamışken kızlar gelmişti. Onlara sanki yıllardır görmüyormuş gibi sarıldı. Kızlar bugün ki hediyenin Buse'yi nasıl canlandırdığını görünce çok sevindiler. Yemek de akşama kadar Cenkay'ın ondan vazgeçtiğini düşünüp ne kadar üzüldüğünü anlattı. Merve özledin değil mi diye sorunca gözleri buğulandı. Günlerdir içine söylediği sözleri kızlara da aktardı.

"Hem de çok özledim... Yüzü hep gözümün önünde, zaten her akşam bütün resimlerimize bakmadan uyumuyorum ama sesi yok... En çok sesini özledim..." Gözlerinden firar eden gözyaşlarıyla sözlerini bitirdi. Ona yeniden aşk sözcükleri fısıldasın istiyordu. Eğer barışırsak ben hiç konuşmayacağım onu konuşturacağım hep sesi olsun istiyorum diye düşünüyordu. Hala neden bir kere bile aramadığını ya da karşısına çıkmadığını merak ediyordu. Ondan bekliyorsa daha çok beklerdi. Ölür de kendi bir şey yapamazdı. Mücadele ettiğinin farkındaydı ama bu uzaklığa anlam veremiyordu.

Buse kendi düşüncelerine dalmışken kızlar gözleriyle anlaştı. Birkaç güne alev alev yanan bu iki aşığı barıştırıp içlerindeki yangını söndüreceklerdi. Yarın ki hediyeden sonra Çarşamba bu işi çözelim diye karar aldılar... Ecem hemen gruba girip, Buse konuşurken çaktırmadan kaydettiği sözleri mesaj olarak attı.

Ecem ; İki numaralı yakışıklı eniştecim dinle bakalım....

Cenkay ; Eceeemmm, bunları gerçekten Buse'mi söylüyor...

Ecem ; Evet, yoksa sende onun sesini mi unuttun?

Cenkay ; Unutur muyum? O özledim diyen dillerine kurban... Ecem çok teşekkür ederim.

Ecem; Bence Merve'ye teşekkür et... Her akşam çaktırmadan seni özleten de bu hediyeleri düşünen ve onu şuan konuşturan da o...

Cenkay ; Hepinizden Allah razı olsun...Şuan içim içme sığmıyor... Arasam mı bugün?

Ali Buğra ; Vay kardeşim Buse kıvama gelmiş gözün aydın... İyi yürekli sevgilim ya yine başardı.

Ecem ; Hooppp satıcı enişte biz ne oluyoruz... Sanki sadece senin sevgilin yardım ediyor...

Ali Buğra ; Yok olur mu güzeller güzeli baldızım... Senin emeklerin çocuklarımıza bile anlatılacak... :)

Cenkay ; Ali Buğra bir dur ya Ecem ne yapayım arayım mı bende çok özledim.

Ecem ; Bekle yarın ki hediye de gitsin... Yazacaklarını düşün bugün ve sonunda mutlaka özür dile yine bence Çarşamba hediye göndermezsin sesinde çıkmaz iyice merak eder. Akşamın geç bir vaktin de ister telefon edersin istersen karşısına çıkarsın.

Cenkay ; Günler geceler geçmiyor be Ecem... Tamam, siz ne derseniz o olacak... Bu ses kaydı bana bu gece yeter...

Ecem ; Ay kıyamam ya tamam az kaldı merak etme... Hadi öpüyorum...

Ecem'in içi mutlulukla doldu. Seviyordu arkadaşlarını ve onları mutlu etmek çok hoşuna gidiyordu. Bu iki haftadır Merve, Gökçe ve Ali Buğra kafa kafaya verip hep planlar yapmışlardı. Çünkü Cenkay her şeyi yola sokmuşken Buse'de tıkanıp kalıyor ne yapacağını bilmiyordu. O yüzden hep bir elden barışma operasyonu yürütüyorlardı.

Ertesi gün Buse çok mutlu gitti işine bugün ki hediyesini çok merak ediyordu. Sevdiği adamın bu kadar romantik olacağı hiç aklına gelmezdi. Adama resmen tekrar aşık olmuştu. Öğlen olmak üzereyken hediyesi geldi. Heyecanla açtığında kahkaha atmaya başladı. Üzerine iğnelenmiş zarfı bile gülmekten açamadı. Karmakarışık Safinaz bebeği bağrına basıp, Cenkay'ın kokusunu içine çekti. Zarfı tekrar eline aldı. İçinden A5 boyutunda bir kağıt çıktı ve sevdiğinin güzel el yazısını gördü. Bebeği koklaya koklaya en az üç kere okudu.

"Van'da yeğenlerime oyuncak almaya gittiğimizde bu bebeği görür görmez seni ilk gördüğüm halin gözlerimin önüne geldi. Üzerinde aynı bu bebek gibi karmakarışık ve kısacık bir elbise vardı. Hemen aldım ve o günden beri Buse'm diyerek bu bebeğe sarılıyorum. O yüzden benim kokum bulaşmış olabilir. Biliyorum affedilmem çok zor ama çok çok özledim. Buse'm özür dilerim... Sana güvenmem gerekiyordu. Ne olursa olsun güvenmeliydim biliyorum. O gün bana ne oldu hala anlayamıyorum. Gözlerimin önüne siyah bir perde indi ve sadece o anı gördüm sanki... Affet beni seni seviyorum. CENKAY"

Buse çoktan affetmişti. Onsuz yaşamayı bile hayal edemiyordu. Bu kırgınlığı ömrü boyunca geçer miydi bilinmez ama gurur yapacak halde değildi. O gece bebeğe Cenkay'a sarılıyor gibi sarılıp uyumuştu. Huzurluydu tek derdi biran önce Cenkay'ın gelmesiydi. Artık bir mesaj gelmiş mi diye telefonuna bakmaktan nefret etmişti.

Ertesi sabah belki bugün gelir diye kıyafetine makyajına çok özendi. İş yerinde rutin işlerini yaparken gözü hep kapıya gidiyordu. Bugün Cenkay'ın geleceğini hissediyordu. Artık hediye ya da sürpriz istemiyordu. O yakışıklı adamına kavuşmak istiyordu. Mesai çıkışı olmuş ama ne bir hediye ne bir mesaj nede bir arama geldi. Suratı beş karış eve gitti. Ondan vazgeçtiğini düşünmüyordu artık ama neden gelmemişti. Yemek yemek istememiş odasından çıkmamıştı. Akşamın on buçuğu olmuştu ama hala bir şey yoktu. Sinirlenip, telefonu kapattı. Kapkaranlık olursa uyurum diye düşündü bu yüzden uyku bandını takıp yattı.

Bu gece Merve'nin fikrini uygulayacaklardı. Cenkay için zaman donmuş ilerlemiyor gibiydi. Buse'nin uyuduğundan emin olduktan sonra Cenkay'ı içeri aldı. Zaten dokuzdan beri Ali Buğra'yla dışarda bekliyorlardı. Adam hayatının hiçbir dönemin de bu kadar heyecanla beklediğini hatırlamıyordu.

Ali Buğra Cenkay'dan daha beterdi. Merve'yle o günden sonra hemen hemen her gün görüşmüşlerdi ama birlikte bir gece geçirmemişlerdi. Hatta evine kahve içmeye bile götürememişti. Bu sayede oda Merve'yi evine götürecekti. Belki zalim sevdiği insafa gelirde birazcık öpüşmekten ileri gidebilirlerdi. Bunları düşünürken bedenine nasıl bir işkence ettiğinden habersiz tek derdi kadınının bedeninde gezintiye çıkmak ve içinde olup huzur bulmaktı. Canıma yetti valla hemen evlenelim de bitsin bu azap diye söylendiği zamanlar çok oluyordu. Resmen sürünüyordu. Hayatının hiçbir döneminde böyle olmamıştı. Bunu düşünce bile gülümsedi. Belki teninin tadını bilmeseydim bu kadar zor olmazdı ama Allah kahretsin ki her şeyini bildiğim kadından uzak durmak ıstırapların en büyüğü diye düşünüyordu.

Cenkay, Merve'ye sarılıp şans dilemesini istedi. Merve gittikten sonra bir süre Buse'nin odasının kapısında bekledi. Bir türü içeriye girmeye cesaret edemiyordu. Buraya mal gibi kapısında beklemek için mi geldin diyen iç sesi sayesinde usulca kapıyı açtı. Oda çok karanlıktı. Kapıyı açık bıraktı koridorun ışığı gelsin diye ve gördüğü görüntüye dalıp gitti. Sevdiği kadın karşısında kısacık bir şortla yan dönmüş yorganı bacaklarının arasına alıp Safinaz bebeğe sarılmış melekler gibi uyuyordu. Sessiz olmaya çalışarak üzerindeki montu ve çoraplarını çıkarmıştı. Üzerinde eşofmanları vardı. Usul usul yatağa yaklaştı. Derin bir nefes alıp, arkadan sarılacak şekilde yanına uzandı. Saçlarına öpücük kondurmaya kokusunu içine çekmeye başladı. Günlerdir ilk defa huzur bulduğunu düşünürken Buse hareketlendi. Cenkay gözlerini sımsıkı kapattı. Keşke biraz daha geç uyansaydın be güzelim daha doyamamıştım sana diye düşünürken Buse'nin onu kovmasını bekliyordu. Kulaklarına gelen ise uyku mahmuru bir ses ve duyacağı en güzel soru;

"Geldin mi?"

"Geldim aşkım..."

 

Loading...
0%