@herdem6060
|
50. Bölüm Ali Buğra ruhen o kadar kötü hissediyordu ki kendini Merve’yi tuttuğu gibi kimseyle konuşmadan eve getirdi. Ne konuştu ne yemek yedi ne de bir şey içti. Sanki biri gelip karısını elinden alacak gibi sürekli karısına sarıldı, öptü, kokladı. İçinden sevişmek bile gelmedi. Sevdiği kadını kaybetme korkusu resmen darmadağın olmasına neden olmuştu. O gece karısına sımsıkı sarılarak uyudu. Gece sürekli uyandı. Kadınını daha sıkı sararak tekrar uykuya daldı. Sabah uyandığında daha iyiydi. Sadece yanında olmayışına biraz bozuldu. Merve, Ali Buğra’nın psikolojisini anladığından sessizce kocası ne isterse onu yaptı. Sabah erkenden kalktı. Kahvaltı hazırladı. Dün hiçbir şey yememişlerdi. İnşallah bugün daha iyidir diye düşünürken arkadan beline sarılan kollarla işte huzur diye düşündü. Bugün Pazar olduğu için doyasıya bir gün geçireceklerdi. Boynuna kondurulan öpücükler ile kendinden geçmemek için kendini zor tutuyordu. Bu adamın tek dokunuşu bile ürpermeyen yerim kalmıyor Allah yardımcım olsun diye düşünürken zar zor konuştu. “A…aşkım! Dünde bir şey yemedin a…acıkmadın mı?” “Ben başka bir şeye açım…” Bu tarz imalara hala alışamamıştı. Aklı fikri bel altı olan kocasıyla ne yapacaktı bilmiyordu. Kıpkırmızı oldu. Alt dudağını ısırırken edepsiz adamını nasıl durduracağına karar vermeye çalışıyordu. Ali Buğra’nın elleri göğüslerini sıkmaya başlayınca kendine geldi. Hemen arkasını dönüp, ellerini tuttu. “Hemen masaya Ali Buğra ATALAY!” diye sert olmaya çalıştı. Kıpkırmızı bir surat ile ne kadar olursa o kadar olabilmişti. Kocası ellerini kaldırıp, teslim oldum hareketi yapınca kendini tutamayıp güldü. Masaya geçtiklerinde kendine hayran hayran bakan adama hayırdır diye göz kırpınca; “Hayatım masa harika sırf bu yüzden bile sana âşık olabilirdim…” “Hımm erkeğin kalbine giden yol midesinden geçermiş sözünü doğruluyorsun o zaman…” Ali Buğra güldü. Karsının ellerini tutup, öpücük kondurdu. En seksi gülümsemesini yüzüne kondurup, “Hayır aşkım sen olduğun için tekrar aşık olurum dedim. Yoksa gidip bir aşçıya aşık olmalıyım…” “Gözünü oyarım…” Merve’nin onun kıskanan cevabı ile tekrar kahkaha atıp, kahvaltıya başladılar. Sürekli bu hafta ki planlarından bahsettiler. Merve artık korkmuyordu. Dün yaşadığı korkunç adamdan sonrada ne olursa olsun bu iş ortaya çıksın istiyordu. Gün ikisi içinde çok güzel geçti. Öğleden sonra dışarı çıktılar Merve istememesine rağmen karısına bir şeyler almak istedi. Tabi ilk iş kuyumcuya götürüp, yüzük işini halletmişti. Şimdi içi daha rahattı. Cenkay Pazar sabahı sevdiğini evinde kahvaltıya çağırmıştı. Bir firmayla anlaştı. Evini ve kahvaltıyı hazırlamaları için her şey çok güzel olmuştu. Nerdeyse iki ay önce yapmaya çalıştığı evlenme teklifini edecekti. Aslında en güzelini Ali Buğra yaptı diye düşünmeden edemiyordu. Acaba kendisi de oldubittiye getirip karısı yapsaydı ya.. Buse seni öldürür diyen iç sesine güldü. Evet, hırçın kedisi kesin onu tırmalardı. Bu sefer daha çok heyecanlıydı. Sevdiğini kaybetme korkusunu öyle derinlerinde yaşamıştı ki bir daha hata yapmamaya çalışıyordu. Gamze geldi aklına ve yine sinirlendi. Araştırmalarını yapmış onu ipe götürecek bütün delilleri toplamıştı. Ancak öyle bir şey yapmak istiyordu ki herkese rezil olsun ve bir daha onlara bulaşmaması gerektiğini anlasın diye bekliyordu. Buse’yle ayrılığının sebebinin onun olduğunu öğrendiği günden beri en sabırlı halini önemli bir davası için yemekte sergilenmişti. Bütün konuşma çabalarını duymazdan gelip, yokmuş gibi davranmıştı. Hala o gecenin sebebinin Gamze olduğunu Buse’ye söyleyememişti. Bunu da en yakın zamanda anlatması gerektiğini kafasının bir tarafına yazdı. Zil çaldığında derinlerden büyük mü büyük bir nefes alıp, kapıyı açmaya gitti. Kapıyı açtığında gördüğü kadınla heyecandan bedeni titredi. Sanki dün birlikte değilmiş gibi gözleriyle yüzünün her zerresine bakıp, özlemini gidermeye çalıştı. Bu kadar özlemesi hiç hayra alamet değildi. Kolundan tuttuğu gibi dudaklarına yapıştı. Çünkü ancak nefesini içinde hissedince özlemini biraz olsun giderdiğini düşünüyordu. Böyle bir karşılaşmayla şaşkına dönen adamının sabırsız öpücüklerine nasıl karşılık vereceğini bilemedi. Öyle aç öyle doyumsuz öpüyordu ki sanki yıllardır görüşmemişler gibi sarıyordu. İçeri sokup, sarıldıktan sonra alnından uzun uzun öptü. “Birileri beni çok özlemiş…” Ahenkli sesiyle söylediği sözlerden sonra kara yağız adamının öyle bir bakışı vardı ki iyi ki de ikimize de bu ikinci şansı verdim diye düşündü. Çünkü Cenkay’a verdiği ikinci şans aslında kendi mutluluğu için verilen karardı. Bu adam olmadan olmazdı. İçeri geçtiklerinde şaştı kaldı. Her yer balonlarla süslenmiş ve duvarda kocaman benimle evlenir misin yazan bir pankart vardı. Eli ayağı boşaldı. Gözleri doldu. Hiç bunu beklemiyordu. Cenkay’a döndü. Onun her hareketini izleyen kara yağızı o kadar aşık bakıyordu ki dudaklarına o saldırdı. Bacaklarını kaldırıp, beline doladı. Bütün ağırlığını vererek içinden taşan aşkla öptü. Birbirlerinden nefes nefes ayrıldıklarında; “Benimle evlenir misin?” Buse adamın kucağında kafasını arkaya atarak kahkaha attı. Öyle böyle mutlu değildi. Yüzünde gülücüklerle gözlerinin içine baktı ve en seksi haliyle adamı deli edecek sözleri söyledi. Bütün şımarıklığıyla; “Emin misin? Benim karın olmamı isteyerek ateşle oynuyormuşsun gibi geliyor…” Adamın içinden sevgi fışkırıyordu. İşte bu yüzden bu kadın doğru diyen iç sesine sonuna kadar hak verdi. Farklıydı işte evlenme teklifine kaç kadın böyle cevap verirdi. “Adımın Cenkay olduğuna ne kadar eminsem seni karım olarak görmeye de o kadar eminim…” İkisi de birbirlerine gülümseyerek bakmaya devam etti. Cenkay son vuruşu yaptı. Geri yangın yeri… “Hem ateşle oynuyorsam en kötü birlikte yanarız…” Sonrası yine ten tene bir savaş dudaklarla başlayıp, tenlerinde biten ve kazananı yok… Berabere kalmak hiç bu kadar haz dolu bu kadar mutluluk verici olmamıştı. O gece veremediği yüzüğü kahvaltıya oturmadan önce sevdiğinin parmağına geçiren adam daha rahattı. Oda Ali Buğra gibi Buse’nin izin almasını ve Salı günü Van’a gidip, ailesi ile tanıştırıp, ondan sonra da zaman kaybetmeden seni istemeye gelelim dedi. Buse hırçın kedilikten uysal bir kediye dönüştü. Cenkay ne dese tamam diye kabul ediyor sonrasını düşünmüyordu. Zaten Cuma akşamı annesine Cenkay’dan bahsetmişti. O yüzden de kendi ailesini düşünmüyordu. Merve de Buse de aceleci adamları ile ne yapacaklarını bilemeden kaderin elinde oyuncak olmuşlar gibi hissediyorlardı. Her şey o kadar hızlı ilerliyordu ve mutluydular ki korkmamak elde değildi. İkisi de o hafta izin aldı. Ecem ben İzmir’deyim zaten yanına gelirim deyince Merve çok sevindi. Öyle herkesle çabuk kaynaşan bir yapısı yoktu birde kimseyi tanımadığı yerde asla rahat edemeyeceğini biliyordu. Beni tanıdıktan sonra çok seveceklerine eminim ama ya tanımadan daha istemezlerse diye kendini yiyordu. Ecem ona güç verirdi. Hareketli sevimli arkadaşı kendini hemen sevdirir ortamı yumuşatırdı. Gökçe de rapor alıp, annesine bu hafta çok yoğun nöbetleri olduğu için hastanenin lojmanında kalacağını söyledi. Oda Van’a Buse’nin yalnız gitmesini istemiyordu. İçinde bir sıkıntı vardı. Buse’nin yine ağzının içindeki yaralar tavan yapmıştı. Bu kızın ne olacağı belli değildi. Ne zaman strese girse ağzının içi pamuk bahçesine benziyor beyaz beyaz yaralardan hayatı zehir oluyordu. Yine olmuştu Allah’tan Gökçe yanımda olacak diye kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Cihat o hafta İzmir’deki otelini denetlemeye gitmişti. Ali Buğra’nın haber vermesiyle bu komediyi kaçıramam diye oda işlerini ayarladı. Aylardır gözlerinin önünden gitmeye mavi gözler yüzünden sinir olsa da ne zamandır ailesini görmediğinden iyi oldu diyerek yola çıkmıştı. Cihan işleri o kadar yoğundu ki bir türlü Gökçe’yle ilgili planlarını harekete geçiremiyordu. Ali Buğra ve Merve’nin nikâhlarının olduğu gece biraz yaklaşmak istemişti ama kendini görünmez zannedecekti. O kadar uzaktı. Ne yapacağını düşünmekten tükenmişti. Arada bir kaçamak bakışlarını görmese vazgeçecekti. Ancak onunda etkilendiğini hissediyor bu duygunun peşinden gitmek istiyordu. Cenkay Van’a gideceklerini ve Gökçe’nin de yanlarında olacağını söyleyince bu fırsatı değerlendirmek için oda gelmek istedi. Dördü için uçak bileti ayarlandı. Salı gece uçağa bindiklerinde Cihan çok heyecanlıydı. Bunun yanı sıra mutluydu. Yanındaki kadının ne kadar gergin olduğunun farkında bunu iyiye yormak istiyordu. Onun da etkilendiği için böyle olduğunu düşünerek kalbi rahatlıyor, umutlanıyordu. Van’a geldiklerinde oldukça geç olduğundan otele yerleştiler Cenkay mecburen ailesinin evine gitmişti. Ertesi gün öğleden sonra görüşecek şekilde program yapmıştı. İçi çok rahattı ailesi uzun zamandır evlenmesini istiyordu. Biliyordu Buse’yi çok sevecekler ve hemen evlenecekti. Geceleri koynunda yatıracağı biriciği ile mutluluk dolu sabahlara uyanacaktı. Sabah iki amcası, babaannesini de kahvaltıda görünce sevindi. Cihan’la Buse’yi anlattıklarında ve hemen evlenmek istediğinde babaannesinin hiçbir şeye karışmamasına şaşırsa da üstünde durmadı. Otelde ise yerinde duramayan bir Buse vardı. Güzeller güzeli kızımız çok heyecanlı çok gergindi. Gökçe ne yaparsa yapsın sakinleştiremiyordu. Sürekli nasıl giyinmesi nasıl davranması gerektiğiyle ilgili konuşup durmuştu. Yine hızlı tren misali bir hızla konuşuyor düşünüyor bunları beğenmiyor başka bir şey konuşuyordu. Saatler ilerledikçe içindeki daraltının geçmesini umarak hazırlanmaya başladı. Siyah kumaş pantolonun üzerine beyaz bir bluz giydi. Gözlerine sadece kalem çekti ve rimel sürdü. Ruj sürmedi olabildiğince sade olmak istedi. Saçlarını kendi dalgasında salık bıraktı. Gökçe ise kot mini etek üzerine açık mavi bir bluz giydi. Makyajı da normalden fazla yaptı. Çünkü kendini böyle açık saçık görüp, Buse’yi daha çok beğensinler istiyordu. Tek istediği sıkıntı olmadan 8. Renginin kabul görmesiydi. Oda saçlarını açık bıraktı. Konağın önüne geldiklerinde Buse’de, Gökçe’de ufak çaplı şok yaşadılar… Hiç böyle bir yer beklemiyorlardı. Aynı töre dizilerinde gördükleri konaklara benzeyen yerden ve kapıda ki takım elbiseli adamlar yüzünden birazda ürktüler… İçeri girdiklerinde kocaman avluda bir sürü kişiyi karşısında görünce geri kaçmamak için kendini zor tuttu. Allah aşkına bu adam ne yapıyordu. O ailesiyle tanışmaya gelmişti sülalesiyle değil diye düşünürken kaşlarının çatıldığından habersiz insan kalabalığına bakakaldı. Gökçe’den güç almak istercesine ona doğru daha çok sokuldu. Herkes bir yerlere yerleşince Cenkay hiç üşenmeden tek tek herkesi tanıttı. En son babaanneye gelince kadın o kadar kötü bakıyordu ki kendini çırılçıplak hissetti. O tedirginlikle eli ayağı boşaldı. Ortamdaki gençler dağılmış sadece büyüklerle baş başa kalmışlardı. İnsanlarda gözünü gezdirdiğinde bir tek Cenkay’ın annesinin yüzünün güldüğünü gördü. Zahide Hanım gözlerinin içine bakıyordu. Kayınvalidesinin diğer gelinine yaptığını Buse’ye yapmaması için dua ediyordu. Çünkü Gizem’e Türk olduğu için neler etmişti. Kaç yıl geçmesine rağmen hala kabullenememişti de… “De hele kızım nerelisin?” En sonunda konuşma başlamıştı. Buse kadının çatık kaşlarından ve kızım derken ki ses tonundan baştan istenmediğini anlayacak kadar zekiydi. Bu yüzden duruşunu dikleştirdi. “Tokat’lıyım ama İstanbul’da doğup büyüdüm.” “Hımm, Tokat’lısın demek… Orda Türkmen çoktur, sen de Türkmen misin?” Buse Cenkay’a baktı. Bu ne demekti bilmiyordu. Türk müsün diye mi soruyordu. Cenkay, ellerini yumruk yapmış babasına bakıyordu. Müdahale etsin diye ama babası kafasını eğmekten başka bir şey yapmadı. Gizem yengesinden sonra bu durumu aştıklarını düşündüğü için hiç kimseyi uyarma gereği duymamıştı. Pişmanlıkların dibine vurup tam bir şey diyecekken sevdiği kadının titrek sesini duydu.. “Şeyyy, evet Türk’üm…” “Onu biliyoruz kızım… Sanki Kürt’ler de kız kalmamış gibi iki oğlumuz da sağ olsun Türk kızı getiriyor bize… Burada Alevilere Türkmen derler onu soruyorum…” Ses tonu gittikçe sertleşmiş Buse’yi küçümser bir hal almıştı. Cenkay ayağa kalkıp, öyle bir bağırdı ki avlu inledi. “Babaanneeee…” Gökçe, gözleri dolan ağlamamak için ellerini yumruk yapmış, saçları sayesinde yüzü gözükmeyen arkadaşına destek olmak için ellerini tuttu. Buse asla Alevi misin sorusu yüzünden böyle olmamıştı. Kadında ki iğrenir gibi olan konuşma onu bu hale getirmişti. Yine aynı şey yine kulaktan doğma iğrenç iftiralar yüzünden küçümsenme, hor görülme… Büyük hanımın son sözleri de yüreğindeki yangınları harlayıp durdu. “Ne babaanne ne Kürt kızlarının suyu mu çıktı. Bak senin yüzünden hüngür hüngür ağlayan kız var orda…” Gösterdikleri yere baktıklarında uzak bir köşede ağlayan çok güzel bir kız gördüler… Cenkay başını gökyüzüne bakar gibi kaldırdı. Gözlerini kapattı. Sakinleşmesi gerekiyordu. Onlarda saygı çok önemliydi. Bu yüzden evi başlarına yıkmak istese de devam edemiyordu. Buse sadece ağlayan kıza bakıyordu. Uzun boylu simsiyah saçları yeşil gözleri vardı. Çok güzeldi hem de kendinden kat be kat güzeldi. Karşılıklı birbirlerine bakarken göz kapaklarının kapanmasıyla yanaklarından tek bir gözyaşı indi. Gökçe’nin hadi çıkalım sözlerine rağmen bile hareket edemiyordu. Gözlerini açıp, Cenkay’ın babaannesine baktı. Put gibi kalmıştı. Ne konuşacak hali kalmıştı ne de hareket edecek… Gökçe’nin sesi herkesi bir anda susturdu. “Evet, biz Aleviyiz ve gurur duyuyoruz. Bu yüzden bu kızı istemiyorsanız…” Cenkay’a baktı. Çok kızgındı. Çünkü en yakını canı, bacısı bu küçümsemeyi onun yüzünden yaşamıştı. Bütün hıncını ondan çıkartırcasına devam etti. “Torununuzu alıp, istediğinizle evlendirebilirsiniz… Buse hadi çıkalım.” “Kızım, yaşlılığına ver…” diye Zahide hanım ortamı yumuşatmaya çalışsa da kaynanasının susmaya niyeti yoktu. “Dilber yıllardır seni sever, hem bu getirdiğin kızdan daha güzel… Bak bir de Aleviymiş bunlar Müslüman değil bizim ailemize yakışmaz…” Gökçe, ne demek ya diye sinirden kuduruyordu. Buse bunu hak etmiyordu. Cihan gelip, gidelim isterseniz dese de Cenkay’ın son sözleri ortama bomba etkisi yarattı. “Baba bu saatten sonra Cenkay diye bir oğlunuz yok… Babaanne sende Dilber’i kime istiyorsan ona ver… Sana kaç defa onu kardeş gibi gördüğümü söyledim. Dünya tersine dönse ben Buse’den vazgeçmem.” “Oğlum yapma…” Zahide hanım bu sefer oğlunun ellerini tutmuştu. Artık hıçkıra hıçkıra alıyordu. Berkay da bunu yapmış en az iki sene yüzünü göstermemişti. Aynı şeyi Cenkay’da da yaşayamazdı. Zaten bu durumları yaşamamak için yıllarca öğretmenliği bahane edip, buralardan uzak kalmamışlar mıydı? Kaynanasına baktı. Ortamda çıt çıkmıyordu. Yıllar öncesindeki durumu sanki tekrar yaşıyorlardı. Tek fark o kız çatır çatır kendini savunurken bu kız sadece sessizce ağlıyordu. “Bugüne kadar size hiç saygısızlık etmedim ama Gizem’e yaşattıklarınızı bu kızcağıza yapamayacaksınız.” Kadın kırk yıllık gelininin ilk defa kendine çıkışmasının şokunu yaşarken oğluna dedikleriyle daha çok delirdi. “Hasan bey ya çocuklarının arkasında durursun ya da bende oğlumla gidiyorum.” Buse, sürekli karşısında ağlayan kıza bakıyordu. Biran onu Cenkay’ın elini tutarken öperken hayal etti. Sonra ilerde evlenseler bile bu kızın gelip, kuması olduğunu düşündü. Bunlarda doğuluydu kuma doğaldı değil mi? Bir el boğazını sıkıyordu. Çok güzeldi kız öyle böyle güzel değildi. Kendi onun yanında küçücük çocuk gibi duruyordu. Kıskandı. Deliler gibi kıskandı. Gökçe’nin hadi diye kolunu çekiştirmesiyle kendine geldi. Sonra bir karar aldı. Kimseyi umursamadan büyük hanıma doğru yürümeye başladı. Herkes pür dikkat kız ne yapacak diye beklerken elini uzatıp; “Verin elinizi öpeyim…” dedi. En yakın arkadaşı dahil herkes şok oldu. Kadın onu istememişti. Duymamış mıydı yoksa idrak mı edememişti. Elini tedirgince öpmesi için kaldırdığında kızın gözlerinde ki acıyla yutkundu. Kadının gözlerinden gözlerini hiç ayırmadı. Sesinin titrememesini dua ederek konuşmaya başladı. “Siz o…olmasaydınız Hasan Bey olmazdı. Hasan Bey olmasaydı Ce...Cenkay olmazdı ve ben onu ta…tanıyıp sevemezdim. Merak etmeyin sizin rızanız olmadan asla ev…evlenmem.” Gözlerinden yaşlar akmaya başladığında içinden kendine kızsa da durduramamıştı işte… Gözlerini tekrar yumdu. Son söyleyeceklerinden sonra arkasını dönüp gidecekti. “Biz sizin yüzünüzden ayrılırsak eğer be..benim döktüğüm her gözyaşının vebalini Allah’la sizin aranıza bı…bırakıyorum…” Kadın şok oldu. Vebal o kendi büyüttüğü kızın gözyaşlarını düşünürken başka bir ana baba kuzusunun gözyaşlarını umursamamıştı. Yıllar sonra ilk defa biri ona ders vermişti. Bu kız torununu çok seviyordu. Bu nasıl bir saygıydı. Kadının elini öpüp, alnına koyduktan sonra; “Ne duydunuz, gördünüz bilmem ama biz Müslümanız…” deyip ayağa kalktı. Cenkay sadece gözleri dolu sevdiğinin yüce gönüllüğüne bakıyordu. Herkesin takdirini topladığının farkındaydı. Cihan bir abi edasıyla Buse’yi sarıp, çıkışa doğru götürdü. Yaşadığı çok acı bir şeydi. Zahide hanım oğlum gitmeyin diye peşlerinden gelse de umursamadı. Buse bunu hak etmiyordu. Yine babasının pis işleri toparlamaya çalışan gözü kara Cihan olmuştu. İşin ucunda Cenkay olmayacaktı. Ortalığı yıkmıyor muydu? Bu nasıl bir önyargıydı. İnsanların dinine, mezhebine ve ırkına göre değerlendirirsek Türkiye’de kimsenin kimseyle konuşmaması lazımdı… Hem her milletin iyisi iyi kötüsü kötüdür bu yaşına kadar hiç mi öğrenememiş bu kadın diye düşünmeden edemedi. Sırf Gökçe ve Buse için sakin kalmaya çalışıyordu. Tam kapıdan çıkacakken büyük hanımın sesi duyuldu. “Gelin kızım…” Hepsi arkasını dönmeden durdular. Buse ayakta zor duruyordu. Güçsüzlüğü görünmesin istediği için sessizce bekledi. Cenkay’ı ise sevdiğini kaybetme korkusu öyle bir sarmıştı ki sadece her yeri dağıtmak istiyordu. “Kızım durun hele seni ne zaman istemeye gelelim…”
|
0% |